ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

AYM'nin 2020/11324 başvuru numaralı kararı

AYM'nin 2020/11324 başvuru numaralı kararı
1 Okunma

Anayasa Mahkemesi'nin 6/2/2025 tarihli ve 2020/11324 başvuru numaralı kararı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

GENEL KURUL

KARAR

HAYRETTİN KAYAHAN TANGÖR VE NESLİŞAH TANGÖR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/11324)

Karar Tarihi: 6/2/2025

R.G. Tarih ve Sayı: 17/9/2025 - 33020

GENEL KURUL

KARAR

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

Rıdvan GÜLEÇ

Recai AKYEL

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Yıldız SEFERİNOĞLU

Selahaddin MENTEŞ

İrfan FİDAN

Kenan YAŞAR

Muhterem İNCE

Yılmaz AKÇİL

Ömer ÇINAR

Metin KIRATLI

Raportör

:

Mehmet ALTUNDİŞ

Başvurucular

:

1. Hayrettin Kayahan TANGÖR

2. Neslişah TANGÖR

Vekili

:

Av. Mehmet SAĞLAM

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; makam ve görev tazminatı alacaklarının (parasal hakların) geçmişe dönük olarak dul aylığına eklenerek ödenmesi için açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/3/2020 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

7. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar şöyledir:

9. S.T. ölen eşinden dolayı Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) dul aylığı almaktadır. S.T. 29/6/2009 tarihli dilekçe ile 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 85. maddesi ile ölen eşinin 15/1/1982-11/4/1983 ile 25/3/1984-26/3/1989 tarihleri arasında Çanakkale Ayvacık belde başkanı olarak görev yaptığından bahisle 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun ek 68. maddesine eklenen dördüncü fıkraya göre parasal haklarının 5393 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 13/7/2005 tarihinden itibaren geçmişe dönük olarak ödenmesi istemiyle SGK'ya başvurmuştur. SGK 7/7/2009 tarihinde başvuruya verdiği yanıtta 1/10/2008 tarihinden itibaren +3000 gösterge üzerinden makam ve buna bağlı olarak +9000 görev tazminatının dul aylığının eklenerek ödendiğini bildirmiştir.

10. S.T., SGK'nın 7/7/2009 tarihli işleminin iptali ile 13/07/2005 tarihinden bu yana ödenmeyen parasal hakların geçmişe dönük olarak yasal faiziyle birlikte ödenmesi talebiyle Ankara 4. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) 27/7/2009 tarihinde iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde 5393 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla parasal haklarının talebe gerek olmaksızın ödenmesi gerektiğini, ödenmeyen bu alacakların tabi olduğu zamanaşımı süresinin 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'na göre beş yıl olduğunu ve bu süre henüz geçmediğinden geçmişe dönük parasal hakların iadesinin zorunlu olduğunu belirtmiştir.

11. İdare Mahkemesi 5/1/2010 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Mahkeme, kararda davacıya ancak idari başvurunun yapıldığı 29/6/2009 tarihinden geriye doğru altmış günlük süreden itibaren hak ettiği parasal hakların ödenmesinin mümkün olduğunu, 5393 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 13/7/2005 tarihinden itibaren hak ettiği ileri sürülen parasal haklara ilişkin olarak idareye başvurularak hukuki ihtilaf yaratılmadığını, bu sebeple davanın esasının incelenme imkânı olmadığını açıklamıştır.

12. S.T. İdare Mahkemesi kararını temyiz etmiştir. Danıştay Onbirinci Dairesi (Daire) 2/11/2010 tarihinde İdare Mahkemesi kararının onanmasına oyçokluğuyla karar vermiştir. Karara muhalif kalan üye, olayda idarece resen tesis edilmiş bir işlem mevcut olmadığı için dava açma süresinin 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 7. ve 10. maddeleri gözönüne alınarak belirlenmesi gerektiğini, 2577 sayılı Kanun'un 11. maddesinin olayda uygulanma kabiliyeti olmadığını belirtmiştir.

13. S.T. bu karara karşı karar düzeltme başvurusunda bulunmuştur. Daire, karar düzeltme istemini kabul etmiş; 1/11/2013 tarihinde onama kararını kaldırarak İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararında, idarece parasal hakların 5393 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 13/7/2005 tarihinden itibaren ödenmesi talebine yönelik olarak resen tesis edilmiş işlem olmadığı için dava açma süresinin 2577 sayılı Kanun'un 7. ve 10. maddelerinin gözönüne alınarak belirlenmesi gerektiğini, 2577 sayılı Kanun'un 11. maddesinin olayda uygulanma kabiliyeti olmadığını açıklanmıştır. Bu arada S.T. 13/7/2013 tarihinde vefat etmiş, başvurucular başvurucular mirasçı sıfatıyla devam etmek istediklerini İdare Mahkemesine bildirmiştir.

14. İdare Mahkemesi bozma kararı sonrasında 24/10/2014 tarihinde dava konusu işlemin iptaline oyçokluğuyla karar vermiştir. Kararda belediye başkanlarına makam/temsil ve görev tazminatı ödenmesini öngören kurallarda belediye başkanlığı görevine seçilerek veya atanarak yürütmüş olma konusunda herhangi bir ayrıma yer verilmediği, davacının makam tazminatı ve buna bağlı olarak temsil ya da görev tazminatı uygulanması istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmediği ifade edilmiştir. Karara muhalif kalan üye davanın süre aşımından reddedilmesi ve ısrar kararı verilmesi gerektiği yönünde görüş açıklamıştır.

15. SGK 24/10/2014 tarihli iptal kararının bozulması istemiyle temyize başvurmuştur. Daire, 18/5/2016 tarihinde iptal kararının bozulmasına oyçokluğuyla karar vermiştir. Karara muhalif kalan üye, davanın süresinde açıldığı yönünde görüş bildirmiştir. Bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Belli bir uygulama tarihi esas alınarak istekte bulunulan davalarda, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 7. maddesine göre uygulama tarihinden itibaren 60 gün içinde, uygulama üzerine davacı tarafından idareye başvurulmuş ise 12. maddenin yollamada bulunduğu 11. maddeye göre, idarenin bu başvuruya cevap vermemiş olduğu hallerde, uygulama tarihinden itibaren en geç 120 gün, idarenin cevap verdiği durumlarda ise, uygulama tarihine kadar geçen süre de hesaba katılmak koşuluyla cevabın davacıya tebliğ edildiği tarihten itibaren 60 gün içinde idari davanın açılmış olması gerekmektedir.

Başka bir anlatımla dava, davacının idareye başvurduğu tarihten itibaren 120 gün içinde açılmış ise, ilgiliye, davanın açıldığı tarihten geriye doğru 120 günü geçmemek üzere, başvuru tarihinden geriye doğru 60 günlük süre içindeki ilk uygulama esas alınarak parasal hakların verilmesi, idareye başvuru tarihinden itibaren 120 günlük ya da idarenin cevabının tebliğ tarihinden itibaren 60 günlük süreler geçtikten sonra açılmış olan davalarda ise, ancak dava tarihinden geriye doğru 60 günlük süre içinde kalan ilk uygulamadan doğan parasal hakların ödenmesi mümkündür.

...

Dava dosyasının incelenmesinden, vefat eden eşinden dolayı dul aylığı almakta olan ve 1.10.2008 tarihinden itibaren makam ve görev tazminatından yararlandırılan davacı tarafından, eşinin 1982-1984 yılları arasında yapmış olduğu belediye başkanlığı görevinden dolayı 5393 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 13.7.2005 tarihinden itibaren ödenmeyen makam ve görev tazminatının ödenmesi isteğiyle 29.6.2009 tarihli dilekçesi ile yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ile 13.7.2005 tarihinden itibaren ödenmeyen makam ve görev tazminatının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan davada, İdare Mahkemesince dava konusu işlemin iptali ile yoksun kalınan parasal haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Buna göre, davacının 1.10.2008 tarihinden itibaren makam ve görev tazminatından yararlandırıldığı göz önüne alındığında, uyuşmazlığın, 1.1.2005-1.10.2008 dönemine ilişkin olduğu görülmektedir.

Bu durumda, 1.1.2005-1.10.2008 dönemine ilişkin parasal hakların ödenmesi isteğiyle 29.6.2009 tarihinde davacı tarafından yapılan başvurunun reddi açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesine olanak bulunmadığından, İdare Mahkemesince dava konusu işlemin iptali ile tazminat isteminin kabulü yolunda verilen kararda usul hükümlerine uygunluk görülmemiştir."

16. Başvurucular, bozma kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Karar düzeltme talebini Daire 22/3/2018 tarihinde reddetmiştir.

17. Bozma kararına uyan İdare Mahkemesi 9/8/2018 tarihinde yeniden davanın süre aşımından reddine karar vermiştir. Başvurucular, kararı temyiz etmiştir. Bu arada 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu'na 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanun'un 12. maddesi ile eklenen geçici 27. maddenin on dördüncü fıkrası uyarınca, Danıştay Başkanlık Kurulunun 13/9/2018 tarihli ve 2018/31 sayılı kararıyla Danıştay Onbirinci Dairesinin kapatılması nedeniyle kamu görevlilerinin göreve alınması (kamu görevine alınma şartlarının bulunmadığının sonradan anlaşılması nedeniyle göreve son verme dâhil), kademe ilerlemesi, derece yükselmesi, hizmet süresi, öğrenim durumu ve diğer intibak işleri ile parasal haklarına ilişkin işlemlerden ve resen emeklilik işlemleri dışında kalan kamu görevlilerinin emeklilik mevzuatından doğan uyuşmazlıklar Danıştay Onikinci Dairesinin görev alanına dâhil edilmiştir. Temyiz istemini Danıştay Onikinci Dairesi incelemiştir.

18. Danıştay Onikinci Dairesi 20/12/2018 tarihinde İdare Mahkemesi kararının onanmasına oyçokluğuyla karar vermiştir. Karara muhalif kalan üye, başvurunun 2577 sayılı Kanun'un 10. Maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği görüşünü açıklamıştır. Karar düzeltme istemi de Onikinci Daire tarafından 24/9/2019 tarihinde oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karara muhalif kalan üye somut olayda süre aşımı olmadığı yönünde görüş açıklamıştır.

19. Başvurucular 27/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1- İlgili Mevzuat

20. 5434 sayılı Kanun'a 5393 sayılı Kanun'un 85. maddesiyle eklenen ve işlemlerin tesis edildiği dönemde yürürlükte olan ek 68. maddenin dördüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"....

Sandıkça emekli aylığı bağlanan büyükşehir belediye başkanlarına 7000, il belediye başkanlarına 6000, ilçe ve ilk kademe belediye başkanlarına 3000, diğer belediye başkanlarına 1500 gösterge rakamı üzerinden, bu maddede belirtilen usûl ve esaslar dâhilinde makam tazminatı, buna bağlı olarak temsil veya görev tazminatı ödenir. Bu tazminatlar ilgililere ödendikçe iki ay içinde faturası karşılığında Hazineden tahsil olunur. Birinci fıkrada öngörülen iki yıllıksürenin hesabında iştirakçi olup olmadıklarına bakılmaksızın belediye başkanı olarak geçen sürelerin tamamı dikkate alınır. ''

21. 5434 sayılı Kanun'un işlemlerin tesis edildiği dönemde yürürlükte olan 117. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu kanun gereğince çeşitli adlarla ödenecek paralardan; istihkaka kesbedildiği tarihlerden itibaren 5 yıl sonuna kadar alınmayan veya yazı ile müracaat edilerek aranmayanlar Sandık lehine zamanaşımına uğrar."

22. 2577 sayılı Kanun'un "Dava açma süresi" başlıklı 7. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ... gündür.

23. 2577 sayılı Kanun'un "İdari makamların sükutu" başlıklı 10. maddesinin işlemlerin tesis edildiği dönemde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.

2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler..."

24. 2577 sayılı Kanun'un "Üst makamlara başvurma" başlıklı 11. maddesinin işlemlerin tesis edildiği dönemde yürürlükte olan hâli şöyledir:

"1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.

2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır.

3. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır."

25. 2577 sayılı Kanun'un "İptal ve tam yargı davaları" başlıklı 12. Maddesi şöyledir:

"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır."

2. Danıştay Kararları

26. Danıştay Onbirinci Dairesinin 28/2/2020 tarihli ve E.2018/4322, K.2020/1702 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Davacı yönünden, 5434 sayılı Kanunun Geçici 208. maddesi uyarınca, makam tazminatı, yüksek hakimlik tazminatı ile temsil tazminatı ödemesi için iki yıl süreyle çalışmış olma şartının aranmayacağı, ancak 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu'nun 117. maddesi uyarınca, başvuru tarihinden geriye doğru beş yıllık süreyi kapsayan dönem içinmakam tazminatı ve buna bağlı görev veya temsil tazminatının ödenmesi gerekmekle birlikte, 5510 sayılı Kanun'un Geçici 4. maddesinin 11. fıkrası ile yapılan atıf uyarınca, SSK ve Bağ-Kur'dan yaşlılık aylığı alan belediye başkanlarının, görev ve makam tazminatı alabilmeleri için ayrıca mülga 5434 sayılı Kanun'un 39. ve Ek 68. maddelerdeki koşullara haiz olmaları gerektiği, bu koşullar gerçekleşmemişse, gerçekleştiği tarihten itibaren görev ve makam tazminatının verilebileceği açıkça belirtilmiştir.

Bu durumda; 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu'nun 117. maddesi uyarınca davacının başvuru tarihinden 5 yıl geriye doğru gidilerek, 30/01/1950 doğumlu olan davacının 61 yaşını doldurduğu 30/01/2011 tarihinden itibaren 5510 sayılı Kanun'un Geçici 4. maddesinin 11. fıkrası gereğince tarafına Belediye Başkanlığı görevinden dolayı makam tazminatı ve buna bağlı görev veya temsil tazminatı ödenmesine hükmedilmesi gerekirken, bu husus dikkate alınmaksızın davanın kabulü ile davacının makam, görev ve temsil tazminatının dava tarihi olan 26/03/2013 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesi yönündeki Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır...."

27. Danıştay Onikinci Dairesi'nin 8/11/2023 tarihli ve E.2023/5007, K.2023/5694 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Dava konusu uyuşmazlıkta, davacıya, 46 yıl 4 ay 10 gün hizmetine karşılık 1. derece 4. kademe intibakı ile kıdemli albay rütbesi esas alınarak (4300) ek gösterge rakamı ve (2000) makam tazminatı göstergesi üzerinden, 15/03/1993 tarihinden itibaren emekli aylığı bağlanmış ve 30 tam hizmet yılına karşılık emekli ikramiyesi tutarı tahakkuk ettirilmiş olup, daha sonraki yasal düzenlemeler uyarınca, emekli aylıklarına uygulanan ek gösterge rakamı ile emekli aylıkları ile birlikte ödenen makam tazminatı göstergesi yükseltilmiştir.

Ancak davacının 22/01/2014 tarihinde kayda giren dilekçesi üzerine, kurum kayıtlarında unvanının er ve erbaş olarak yer aldığı görüldüğünden, 631 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca görev tazminatından yararlandırılmadığı anlaşılarak, söz konusu dilekçe tarihi olan 22/01/2014 tarihinden geriye doğru 5 yıl gidilmek suretiyle 01/02/2009 tarihinden itibaren, kıdemli albay rütbesi esas alınarak (11500) gösterge rakamı üzerinden görev tazminatından yararlandırılması yönünde işlem tesis edilmiştir.

Bu durumda 5434 sayılı Kanun'un 5 yıllık zaman aşımı süresine ilişkin hükümleri uyarınca, davacının 22/01/2014 tarihli dilekçesi esas alınarak, bu tarihten 5 yıl geriye gidilmek suretiyle 01/02/2009 tarihinden itibaren görev tazminatından yararlandırılması gerektiği dikkate alındığında, bu süreyi aşan 01/03/2002 - 01/02/2009 tarihleri arasında görev tazminatı ödemesinden yararlandırılmasına yönelik İdare Mahkemesi kararının iptal ve kabule ilişkin bu kısmında hukuki isabet bulunmamaktadır...". Benzer yönde bkz. Danıştay 11. Dairesi'nin 15/3/2016 tarih ve E.2014/3635, K.2016/89 sayılı kararı.

28. Danıştay Onikinci Dairesinin 19/4/2021 tarihli ve E.2018/5932, K.2021/1994 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Ankara 11.İdare Mahkemesince verilen 30/10/2014 tarih ve E:2014/35, K:2014/1441 sayılı kararla; davacının ölüm aylığı bağlanmasına hak kazandığı tarihin 5510 sayılı Kanun'un Geçici 4. maddesinin yürürlüğe girdiği 2008 yılının Ekim ayı başı olduğu, davacının 27/09/2013 tarihinde yaptığı başvurusununkendisine 01/11/2008 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması ile sınırlı olduğu, davacının başvuru tarihinden (27/09/2013) geriye doğru 5 yıl gidilmesi halinde davacı talebinin beş yıllık zamanaşımı süresi içerisinde kaldığı yani ölüm aylığı talebinin istenilen tarih itibarıyla zamanaşımına uğramadığı görüldüğünden, davacının 01/11/2008 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması istemini reddeden davalı idare işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline, bu işlem nedeniyle uğranılan zararın tazmini gerektiğinden, davacının tazminat isteminin kabulü ile yoksun kaldığı aylıklarının idareye başvuruda bulunduğu 27/09/2013 tarihten itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

....

Dava konusu işlemin yukarıda özetlenen gerekçeyle iptali ile eksik ödenen ölüm aylığının idareye başvuru tarihi olan 27/09/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesi yolundaki Ankara 11. İdare Mahkemesinin 30/10/2014 tarih ve E:2014/35, K:2014/1441 sayılı temyize konu kararının ONANMASINA, [karar verildi]."

B. Uluslararası Hukuk

1. İlgili Sözleşme

29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

30. Sözleşme’de açıkça yer almasa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkını adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olarak nitelendirmektedir (Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96, 19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229). AİHM, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini vurgulamaktadır (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36).

31. Bununla birlikte AİHM; dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesini, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereği olarak kabul etmekte ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmayacağını belirtmektedir (Perez de Rada Cavanilles/İspanya, B. No: 28090/95, 28/10/1998, § 45). Ne var ki öngörülen süre şartlarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamaları söz konusu olduğunda mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin kabul edilmesi gerektiği değerlendirilmektedir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, § 35).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Anayasa Mahkemesinin 6/2/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

33. Başvurucular, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

34. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Ahmet Kartalkuş, [2.B.] B. No: 2019/39635, 19/3/2024) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 2/3/2024 tarihli ve 7499 sayılı Kanun'la 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Tazminat Komisyonunun Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Kanun'a eklenen 5/A maddesi ile ayrıca anılan Kanun'un geçici 3. maddesinde yapılan değişiklik gereği 12/3/2024 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır.

35. Somut başvuruda anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik nedenleri yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

36. Başvurucular, parasal hakların geçmişe dönük olarak ödenmesi istemiyle yaptıkları başvurunun reddine yönelik işlemin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakları ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

37. Bakanlık görüşünde, konuya ilişkin olarak SGK tarafından sunulan görüş yazısının değerlendirmeye alınması gerektiği belirtilmiştir. SGK görüş yazısında başvurucuların 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun geçici 4. maddesi gereğince 1/10/2008 tarihinden sonrası için makam ve görev tazminatından yararlandırılmasının mümkün olduğunun altı çizilmiştir.

38. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formunda belirttiklerini iddialarını yinelemiştir.

2. Değerlendirme

39. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucuların açtığı davanın süre aşımından reddedilmiş olması nedeniyle öne sürdükleri iddiaların mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

42. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. [2. B.], B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

43. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, [1. B.] B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

44. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, [2.B.] B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52)

45. Somut olayda başvurucuların açtığı davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının incelenememesinin mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

46. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

47. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen şartlara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama şartlarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

(1) Kanunilik

48. Başvurucuların açmış olduğu iptal davasının süresi içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin mahkeme kararının 2577 sayılı Kanun'un 7. ve 11 ve 12. maddesine dayandığı görülmektedir. Başvurucular müdahalenin kanuni dayanağı olmadığını ileri sürmekteyse de bu değerlendirmenin ölçülülük başlığı altında yapılması uygun görülmüştür.

(2) Meşru Amaç

49. Hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında olması hukuk devletinin unsurları olan hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkı ile hukuki güvenlik ve istikrar gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015). Dava açılmasının belli bir süre şartına bağlanmasının hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması ile mahkemeye erişim hakkı arasında makul bir denge kurulması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre dava hakkının süreyle sınırlandırılmasının meşru bir amaca yönelik olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

(3) Ölçülülük

(a) Genel İlkeler

50. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).

51. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, [1. B.] B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).

52. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması şartıyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut şartların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

53. Ölçülülük ilkesi, öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını ve bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin kişiyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin ölçülü olduğundan söz edilemez (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, [1.B.] B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38). Müdahalenin ölçülülüğü değerlendirilirken ilgili yasal düzenlemelerle birlikte somut olayın şartları ve başvurucunun tutumu da gözönünde bulundurulmalıdır (Ahmet Ersoy ve diğerleri, [2.B.] B. No: 2014/4212, 5/4/2017, § 50).

54. Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirleme ve mevzuatı bu yönüyle yorumlama görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili olarak derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın şartları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, [1.B.] B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma süresinin henüz dava hakkının doğmadığı ya da hak sahibinin dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut şartlar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yaşar Çoban, § 66).

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

55. 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesinin birinci fıkrasında öncelikle ilgililerin haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabileceği belirtilmiştir. Davaya konu edilecek idari işlemler, ilgilinin idareye başvurusu üzerine tesis edilebileceği gibi idarece kendiliğinden de tesis edilmiş olabilir. Böyle bir durumda ilgililerin kanunda aksine bir hüküm olmadıkça 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesine göre idareye başvurarak işlem tesis ettirmeleri ve bu işleme karşı 2577 sayılı Kanun'un 7. ve 10. maddelerinde belirtilen süreleri gözeterek dava açmaları mümkündür.

56. 2577 sayılı Kanun'un 11. maddesinde ise ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurunun idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması hâlinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı hükme bağlanmıştır.

57. Aynı Kanun'un 12. maddesinde ise ilgilerin haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri düzenlenmiştir. 12. maddeye göre ilgilileri ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması hâlinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilir.

58. Öncelikle bir idari başvurunun hangi kanun maddesiyle ilgili olduğunu belirlemek ve bu belirlemeye göre dava açma süresini tespit etmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Anayasa Mahkemesinin görevi mahkemelerin yorumlarının temel haklar üzerindeki etkilerini incelemekten ibarettir. Öncelikle Danıştay kararları incelendiğinde bir idari başvurunun hangi kanun maddesine göre (Mad.10/11) değerlendirileceği tespit edilirken güçlükler yaşandığı vefarklı Dairelerin birbirinden farklı esaslar belirlediği gözlenmektedir (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 27/3/2014 tarihli ve E.2011/314, K.2014/1279sayılı kararı; Danıştay Altıncı Dairesinin 30/10/2023 tarihli ve E.2022/9225, K.2023/7684 sayılı kararı; Danıştay Onüçüncü Dairesinin 23/2/2023 tarihli ve E.2022/4991, K.2023/792 sayılı kararı).Hatta aynı konuda yapılan idari başvuruların 10. madde veya 11. madde başvurusu olduğu noktasında farklı bölge idare mahkemeleri arasında içtihat aykırılıkları dahi ortaya çıkmıştır (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bölge idare mahkemeleri kararları arasındaki giderilmesi hakkındaki 17/12/2020 tarihli ve E.2020/177, K.2020/176 sayılı kararı). Başvuruya konu somut olayda Daire ilk bozma kararında idari başvurunun 10. madde kapsamında bir başvuru olduğuna karar vermişken aynı Daire ikinci bozma kararında idari başvurunun 11. madde kapsamında olduğuna karar vermiştir (bkz. §§ 13, 15).

59. Başvurucuların murisi 29/6/2009 tarihli dilekçe ile ölen eşinin Çanakkale'nin Ayvacık Belde Başkanı olarak görev yaptığından bahisle makam ve görev tazminatının 5393 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 13/7/2005 tarihinden itibaren ödenmesi talebiyle SGK'ya başvuru yapmıştır. SGK tarafından başvuruya verilen 7/7/2009 tarihli yanıtta, 1/10/2008 tarihinden itibaren +3000 gösterge üzerinden makam ve buna bağlı olarak +9000 görev tazminatının dul aylığına eklenerek ödendiği bildirilmiştir. Başvurucuların murisi 7/7/2009 tarihli yanıtın iptali ile 13/7/2005 tarihinden bu yana ödenmeyen olan makam/görev tazminatlarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi talebiyle 27/7/2009 tarihinde iptal davası açmıştır. Mahkeme son olarak 9/8/2018 tarihinde açılan davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir.

60. Somut olayda başvurucular, 5018 sayılı Kanun kapsamında zamanaşımı süresinin beş yıl olduğunu, henüz alacağın zamanaşımına uğramadığını ve 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi kapsamında bir başvuru yaptıklarını belirtmektedir. Daire, 1/11/2013 tarihli bozma kararında başvurunun 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi kapsamında olduğuna karar vermişken 18/5/2016 tarihli bozma kararında bu kez başvurunun 2577 sayılı Kanun'un 11. maddesi kapsamında olduğunu tespit etmiştir.

61. 5434 sayılı Kanunu'nun 117. maddesi uyarınca, bu Kanun kapsamında çeşitli adlar altında yapılacak ödemelerin, hak edildikleri tarihten itibaren beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu hükme bağlanmıştır. Nitekim Danıştay da benzer nitelikteki birçok uyuşmazlıkta bu hükmü esas alarak değerlendirmelerde bulunmuş ve uyuşmazlıkları anılan madde kapsamında çözümlemiştir (bkz. §§ 26, 27, 28). Ancak somut olayda, söz konusu içtihat çizgisi ile uyumlu bir değerlendirme yapılmadığı ve davaya konu uyuşmazlığın bu bağlamda ele alınmadığı görülmektedir. Bu çerçevede, ilgili mahkeme kararlarında, anılan değerlendirme yönünden ve mevcut içtihattan ayrılmayı haklı kılacak olguların tartışılmadığı, ayrıca bu konuda başvurucuların iddialarını karşılayan ilgili ve yeterli gerekçelerin sunulmadığı görülmüştür. Dolayısıyla, mahkeme kararlarında mevcut içtihattan sapma yönünde herhangi bir açıklama içermemesi nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim haklarına yapılan müdahalenin somut olayın koşulları itibarıyla başvurucular üzerinde şahsi olarak aşırı bir külfet doğurduğu, bu sebeple söz konusu müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.

62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Rıdvan GÜLEÇ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ve Selahaddin MENTEŞ bu sonuca farklı gerekçeyle katılmıştır.

VI. GİDERİM

63. Başvurucular; ihlalin tespiti, yeniden yargılama ve 50.000 TL tazminat ödenmesi taleplerinde bulunmuştur.

64. Başvuruda tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

65. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A.1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 4. İdare Mahkemesine (E.2018/1563, K.2018/1905) GÖNDERİLMESİNE,

D. 446,90 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.446,90 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/2/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

FARKLI GEREKÇE

1. Makam ve görev tazminatı alacaklarının geçmişe dönük olarak dul aylığına eklenerek ödenmesi için açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruda Mahkememiz çoğunluğunun başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı bağlamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği şeklindeki kanaatine farklı gerekçe ile katılmaktayız.

2. Ölen eşinin geçmişte bir beldede belediye başkanı olarak görev yapması nedeniyle 5393 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 13/7/2005 tarihinden itibaren süregelen ve her ay etki doğuran parasal haklarının faizi ile birlikte geçmişe dönük olarak ödenmesi istemiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan başvurunun olumsuz sonuçlanması sonrasında idari yargıda açılan iptal davası süre aşımı nedeniyle red kararı ile sonuçlandırılmıştır.

3. Başvurucunun parasal haklarının geçmişe dönük olarak ödenmesi talebini içeren süreçte idari yargı mercilerince verilen red kararının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşırken Mahkememiz çoğunluğu, somut olayda başvurucuların 5018 sayılı Kanun kapsamında zamanaşımı süresinin 5 yıl olduğunu, henüz alacağın zamanaşımına uğramadığını ve2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi kapsamında bir başvuru yaptıklarını belirtmiş olmasına rağmen Dairenin 1/11/2013 tarihli bozma kararında başvurunun 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi kapsamında olduğuna karar vermişken 18/5/2016 tarihli bozma kararında bu kez başvurunun 2577 sayılı Kanun'un 11. maddesi kapsamında olduğunu tespit etmesine dikkatleri çektikten sonra Danıştayın benzer mahiyetteki pek çok uyuşmazlıkta meseleyi 5434 sayılı Kanun'un 117. maddesi kapsamında değerlendirerek bu Kanun gereğince çeşitli adlar altında ödenecek paraların hak edildiği tarihten itibaren 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi bulunduğunu dikkate alarak sonuca ulaşmasına rağmen somut olayda benzer bir değerlendirme yapılmamış olmasını ihlale dayanak olarak göstermiştir. Mahkememiz çoğunluğunca, anılan değerlendirmeden ve konuya ilişkin içtihatlardan ayrılmayı gerektiren olguların mahkeme kararlarında tartışılmadığı ve bu konuda ilgili ve yeterli gerekçe sunulmadığı anlaşıldığından başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin başvurucu üzerinde şahsi olarak aşırı bir külfete yol açtığı için ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır (bkz.: §§ 60-61).

4. Oysa 5 yıllık zamanaşımı meselesi somut başvuruya konu uyuşmazlıkta Danıştay karar gerekçesinde hiçbir şekilde değerlendirilmiş değildir. Buna rağmen çoğunluk kararındaki bu gerekçeden hareketle ihlal sonucuna ulaşmak bireysel başvuru yolunun ikincillik ilkesi ile de uyumlu değildir. Bireysel başvuru inceleme yöntemi yönü ile Anayasa Mahkemesince bunun yerine ihlale neden olan Danıştay Dairesi kararındaki gerekçeden hareketle anayasallık değerlendirmesi yapmak gerekmektedir.

5. Çoğunluk kararında ulaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği şeklindeki kanaate katılmaktayız. Ancak bu bireysel başvuruda mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanunilik şartını sağlamayan bir kamusal müdahaleden kaynaklandığı kanaatindeyiz.

6. Başvuruya konu olayda idari yargı mercileri 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu’nun farklı hükümlerine dayanmışlardır. Danıştay’ın ilgili Dairesi ilk bozma kararında idari başvurunun 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu’nun 10. maddesi kapsamında olduğunu belirtirken ikinci bozma kararında idari başvurunun 2577 sayılı Kanun'un 11. maddesi kapsamında olduğunu ifade etmiş ve sonuçta iptal talebi idari yargı mercileri tarafından süre aşımı nedeniyle reddedilmiştir.

7. Bilindiği üzere 2577 sayılı Kanun’un dava konusu işlemlerle ilgili yargısal süreçlerde de yürürlükte olan şekliyle "İdari makamların sükutu" başlıklı 10. maddesi ve "Üst makamlara başvurma" başlıklı 11. maddesi her bir maddede ayrı ayrı belirtilen amaçlarla idari makamlara veya üst makamlara başvurmayı ve oradan alınacak cevaba göre ve belirtilen süre içinde işlemin iptali için idari yargı mercilerine dava açmayı düzenlemektedir. Esasında düzenlenen konular bazı yönleriyle farklılıklar taşısa da bu iki maddede de idari yargı mercilerinde dava açma süresi ile ilgili olan hususlar yer almaktadır.

8. Ancak bu başvurudaki temel sorun idari yargı mercilerinin süreye ilişkin yaptığı yorumdan kaynaklanmaktadır. Başvurucunun açmış olduğu davada Danıştayın ilgili Dairesinin ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına hükmettiği 18/5/2016 tarihli kararındaki şu gerekçe müdahaleye ilişkin temel sorunu ortaya koymaktadır:

“Belli bir uygulama tarihi esas alınarak istekte bulunulan davalarda, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 7. maddesine göre uygulama tarihinden itibaren 60 gün içinde, uygulama üzerine davacı tarafından idareye başvurulmuş ise 12. maddenin yollamada bulunduğu 11. maddeye göre, idarenin bu başvuruya cevap vermemiş olduğu hallerde, uygulama tarihinden itibaren en geç 120 gün, idarenin cevap verdiği durumlarda ise, uygulama tarihine kadar geçen süre de hesaba katılmak koşuluyla cevabın davacıya tebliğ edildiği tarihten itibaren 60 gün içinde idari davanın açılmış olması gerekmektedir.

Başka bir anlatımla dava, davacının idareye başvurduğu tarihten itibaren 120 gün içinde açılmış ise, ilgiliye, davanın açıldığı tarihten geriye doğru 120 günü geçmemek üzere, başvuru tarihinden geriye doğru 60 günlük süre içindeki ilk uygulama esas alınarak parasal hakların verilmesi, idareye başvuru tarihinden itibaren 120 günlük ya da idarenin cevabının tebliğ tarihinden itibaren 60 günlük süreler geçtikten sonra açılmış olan davalarda ise, ancak dava tarihinden geriye doğru 60 günlük süre içinde kalan ilk uygulamadan doğan parasal hakların ödenmesi mümkündür”.

9. Bu dosyada başvurucunun mahkemeye erişim hakkının kısıtlanmasına sebebiyet veren Dairenin bu yorumu, başvurucunun idareden almayı talep edebileceği parasal hakları geriye dönük olarak en fazla yüz yirmi gün ile sınırlamaktadır.

10. İfade etmek gerekir ki Danıştayın ilgili Dairesi’nin bu yorumunu 2577 sayılı Kanun hükümlerinden çıkarmak mümkün değildir. Aslında burada içtihatla oluşturulmuş bir dava açma süresi ihdası söz konusudur. Bu içtihadın geçerli olduğu bir hukuk düzeninde başvuru konusu olaydaki gibi bir durumun varlığı halinde kişilerin idareden alacaklarının tümünü elde etmeyi sağlayan bir yargısal takip süreci neredeyse imkansız hale gelecektir. Hiçbir kanuni temeli olmayan bu biçimdeki bir takip zorunluluğu ise kişilere fevkalade ciddi bir külfet yüklemektedir.

11. Bu değerlendirmelerden sonra başvurucunun mahkemeye erişim hakkına getirilen müdahalenin Anayasa’ya uygunluğunun değerlendirilmesi aşamasına geçmek gerekirse burada ilk olarak bahse konu müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesindeki kanunilik şartını sağlayıp sağlamadığını ele almak gerekir.

12. Bilindiği üzere temel hak ve özgürlüklere yönelik müdahaleler ancak şekli anlamda kanun ile gerçekleştirilebilmektedir. Ancak müdahaleyi gerçekleştiren kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların aynı zamanda keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olması gerekmektedir (Bkz.: AYM, E.2018/90, K.2019/85, 14/11/2019, § 41; E.2023/43, K.2023/141, 26/07/2023, § 13).

13. Kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, kanundan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlayabilir. Zira hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 04/05/2017, §§ 153-154).

14. Somut bireysel başvuruda başvurucunun idari yargıda dava açma süresini düzenleyen 2577 sayılı Kanun’un ilgili madde hükümlerinde bu bağlamda belirlilik ve öngörülebilirlik noktasında bir sorun olmadığı açıktır. Kişiler, hakları ihlal edildiğinde bu Kanun’daki usul ve süreleri takip ederek idari yargı mercilerinde dava açabilirler.

15. Ancak bu başvurudaki temel mesele, idari yargıda süresi içerisinde açılan davalar üzerine idari yargı mercilerinin kişilerin idareden geçmişe dönük biçimde parasal alacaklarını elde etmeyi aşırı derecede kısıtlayan yorumudur. Önemle belirtmek gerekir ki bu yorum 2577 sayılı Kanun’un ilgili maddelerinden değil tamamen Danıştay ilgili Dairesinin içtihadından kaynaklanmaktadır.

16. Esasında Dairenin bu yorumu idari işlem teorisi ile de temelden çelişmektedir. Zira kişiler ya idarenin bir işlem tesis etmesi ya da 2577 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde idareye başvuru yapmasına binaen idarenin zımnen reddetmesi üzerine süresi içerisinde idari yargıda dava açabilirler. Bunun dışında başka şekilde bir idari işlemin tesis edilebileceğini ve bu işlemin dava konusu yapılabileceğini söyleyebilmek mümkün değildir. Görüldüğü üzere Danıştay Dairesinin bu bireysel başvuruya konu olaydaki dava açma süresine ilişkin yorumu idari işlem teorisi ile bağdaşmadığı gibi kanuni bir dayanağa da sahip değildir.

17. Daha detaylı biçimde ifade etmek gerekirse, bu bağlamda öncelikle idari işlemin esasında idarenin kişilerin hak ve menfaatlerini etkileyen bir irade beyanı olduğunun altını çizmek gerekir. Buna göre bir idari işlemin varlığından söz edilebilmesi için idarenin bir irade beyanının bulunması gerekir. İdarenin irade beyanı da yukarıda da belirtildiği üzere iki farklı yöntemle tezahür etmektedir. Birinci yöntemde idare kendiliğinden veya ilgilinin talebi üzerine belirli bir hak veya menfaatle ilgili olarak açık bir idari işlem tesis etmek suretiyle irade beyanında bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle bu yöntemde idare, iradesini açık bir işlem tesis etme yoluyla beyan etmektedir.

18. İdarenin iradesinin beyan edilmesi yöntemlerinden ikincisi ise 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinde düzenlenen idari makamların sükûtu (zımnî ret) usulüdür. Buna göre idarenin, ilgilinin belirli bir hak veya menfaatiyle ilgili talebine -hükmün olay tarihindeki hâline göre- 60 gün içinde cevap vermemesi hâlinde talebi reddetmiş sayılmaktadır. Bu suretle, ilgilinin, iddia ettiği hak ve menfaatiyle ilgili uyuşmazlığın yargı mercileri önüne taşınması imkânı oluşturulmuş olmaktadır. Bu yönüyle zımnî ret kurumunun Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkından yararlanılmasını temin etmek amacıyla ihdas edilen bir mekanizma olduğu açıktır. Aksi takdirde kişiler, hak ve menfaatleriyle ilgili uyuşmazlıkları mahkeme önüne taşıma hususunda idarelerin merhametine terkedilmiş olurlardı. Dolayısıyla kanun koyucu idarelerin ilgililerin taleplerine cevap verme yükümlülüğünü ifa etmemeleri halinde ilgilileri çaresiz bırakmamış, idarenin sessizliğini talebin reddi sayarak kişilere, dava açma imkanı sağlamıştır. 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi yorumlanırken bu hakikatin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

19. Altının önemle çizilmesi gerekir ki zımnî ret işleminin oluştuğundan söz edilebilmesi için ortada öncelikle ilgilinin idareye yönelmiş açık bir talebinin bulunması gerekir. İlgilinin idareden açık bir talebinin bulunmadığı durumlarda veya talebinin dışında kalan hususlarda zımni ret işleminin oluştuğunun kabulü mümkün değildir.

20. İdarenin irade beyanının oluşumuna ilişkin olarak (1) yazılı olarak işlem tesis etme ve (2) ilgilinin açık talebine 60 gün içinde cevap vermeme dışında üçüncü bir yöntem mevcut değildir. 2577 sayılı Kanun ve diğer kanunlarda idari işlemin oluşumuyla ilgili olarak bu ikisi dışında herhangi bir yöntem öngörülmemiştir.

21. Bu bağlamda idarenin tesis ettiği idari işlemin sadece belirli bir hak veya menfaatle ilgili olarak irade açıklaması içermesinin bu işlemin konusu dışında kalan hak ve menfaatler yönünden ret iradesi olarak yorumlanmasının herhangi bir kanuni temeli bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla idarenin idari işlemin dışında kalan konularda ret yönünde irade beyanında bulunduğu varsayımının hiçbir kanuni dayanağı yoktur. 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinde düzenlenen zımnî ret kurumu ilgilinin açıkça talepte bulunması şartını aramaktadır. İlgilinin açıkça talepte bulunmadığı herhangi bir hak ve menfaatle ilgili olarak idarenin irade beyan ettiğinin kabulü -açık idari işlem tesis etme seçeneği dışında- mümkün değildir.

22. Somut olayda her ay dul aylığıyla birlikte ödenmesi gereken bir parasal hak söz konusudur. Danıştay ilgili Dairesi, her ay yapılan ödemenin bir işlem olduğunu, söz konusu ödeme işlemlerinin ödenen aylığın dışında kalan kısımlar yönünden zımnî bir ret iradesi içerdiğini kabul etmiş ve dava açma süresini her ay ödemenin yapıldığı tarihten başlatmıştır. Hak sahiplerine aylık ödenmesinin bir idari işlem olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak aylık ödeme işleminin aylığın eksik ödenen kısmı yönünden zımnî ret iradesi içerdiği görüşünün hiçbir kanuni temeli bulunmamaktadır. Az önce ifade edildiği üzere zımnî ret iradesi ancak açıkça talep konusu edilen hak ve menfaatlere yönelik olarak söz konusu olabilir. İdarenin düzenli olarak dul aylığı ödemesi ilgilinin talebi üzerine tesis edilen işlemler niteliğinde değil, kendiliğinden tesis edilen idari işlemler niteliğindedir.

23. Dolayısıyla somut olayda idarenin dul aylığı ödeme işleminin başvurucunun eşinin belediye başkanlığından kaynaklanan makam ve görev tazminatı alacağı yönünden ret iradesi içerdiğinin kabulü mümkün değildir. Başvurucu ilk kez 29/6/2009 tarihinde böyle bir talepte bulunmuştur. Dolayısıyla idarenin zımnî ret iradesi ancak bu talepten sonra oluşmakta ve 2577 sayılı Kanun’un 10. ve 11. maddelerindeki tartışmaları harekete geçiren işlem ancak bu tarihten sonra tesis edilmiş olmaktadır. Bu itibarla başvurucunun, eşinin makam tazminatından kaynaklanan alacaklarıyla ilgili olarak her dul aylığı ödenmesi sırasında ret işlemi tesis edildiği kabulü kanuni temelden yoksundur.

24. Ek olarak belirtmek gerekir ki bir an için böyle bir yorumun kanuni temeli bulunduğu düşünülse bile her ay yapılan bir ödemenin eksik ödenen kısımları yönünden idarenin ret işlemi tesis ettiğinin kabul edilmesi hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik yönünden de birtakım sorunlara yol açmaktadır. İdarenin aylık ödeme işlemiyle, kişinin farkında olduğu veya olmadığı parasal haklarının kendisine ödenmesini reddettiğini anlamasının beklenmesi makul bir beklenti değildir. Bir hukuk devletinde kişilerin ancak müneccimlerin haiz olduğu yetilere sahip olduğu kabulüyle kişilere yükümlülükler yüklenemez.

25. Dolayısıyla Danıştayın bu yorumu, zımnî ret kurumunun varlık amacının tam tersi sonuçlar doğurmasına yol açmakta ve bu kurumu amacından saptırmaktadır. Bu yorum, asıl amacı, idarenin işlem tesis etmekten kaçınarak kişilerin haklarına ulaşmalarını sürüncemede bırakmalarına yönelik tutumlarını önlemek ve kişilerin, medeni haklarıyla ilgili uyuşmazlıkları bir an önce yargı mercilerine taşıyabilmelerini sağlamak olan zımnî ret kurumunu, tam tersine kişinin dava açmasını güçleştiren veya imkansız hale getiren bir araca dönüştürmektedir. Kişilere orantısız külfet yükleyen bu yorumun mahkemeye erişim hakkına müdahaleyi ölçüsüz kıldığı da açıktır.

26. Görüldüğü üzere Danıştayın bu yorumu idareden parasal alacağı olduğunu iddia eden başvurucunun mahkemeye erişim hakkına esaslı bir müdahalede bulunmaktadır. O zaman buradaki temel anayasal sorun hiçbir kanuni dayanağı olmayan bu biçimdeki bir içtihatla başvurucunun mahkemeye erişim hakkını sınırlandıran bir süre kuralının belirlenmesi noktasında ortaya çıkmaktadır.

27. Kanaatimizce Anayasa’nın 13. maddesindeki kanunilik ilkesi gereğince temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlandırılabileceği biçimindeki hüküm bu sınırlamanın kanun dışında ne idarenin bir düzenleyici işlemi ile ne de bir yargısal içtihatla gerçekleştirilmesini mümkün kılmaktadır.

28. Nitekim Anayasa Mahkemesi bir kararında bu durumun doğurabileceği sakıncayı şu şekilde ifade etmektedir:

“Hak ve özgürlükleri sınırlandıran hükümlerin kamu makamlarınca geniş yorumlanması bireyler açısından öngörülemez sonuçlar doğurabilir. Türk anayasal sisteminde hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı düzenleme yapma yetkisi yasama organına aittir. Hak ve özgürlüğü kısıtlayıcı bir kanunun kapsamını genişleten yorum ve uygulamalar kanun koyucunun getirmediği bir sınırlandırmanın idari ve yargısal makamlarca ihdas edilmesi sonucunu doğurabilir.” (Bkz.: Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş. (4) [GK], B. No: 2017/36186, 28/12/2022, § 102).

29. Danıştay ilgili Dairesi’nin bu yorumu kişilerin idareden geçmişe dönük parasal haklar elde etme amacıyla açacakları davalarda yeni bir dava açma süresi şeklinde etki doğurabilir. Nitekim bu içtihat idari yargı mercilerince kişilerin idareden geçmişe dönük parasal hak talepli davalarında uygulanmaktadır. (örnek olarak bkz.: Danıştay Onikinci Dairesinin 1/6/2023 tarih ve E.2023/1580, K.2023/3088; Danıştay Onikinci Dairesinin 22/12/2021 tarih ve E.2018/2957, K.2021/7072; Danıştay Onikinci Dairesinin 10/10/2023 tarih ve E.2023/4092, K.2023/4773sayılı kararı).

30. Danıştay’ın ilgili Dairesinin bu yorumu aynı zamanda idari yargıdaki dava açma süreleri ile ilgili 2577 sayılı Kanun hükmündeki hükümleri de öngörülemez biçimde farklı uygulama sonucu da doğurmaktadır. Kanun’un idari işlem tesisi ve idari yargı mercilerinde dava açma sürelerine ilişkin açık hükümlerine rağmen Dairenin bu hükümleri öngörülemez biçimde yorumlamasının Anayasa’nın 13. maddesi bağlamında ciddi bir kanunilik ihlali doğuracağı açıktır (Kanunilik bağlamında öngörülemez yorum nedeniyle verilen ihlal kararı örneği için bkz.: Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020; Naci Ataboy, B. No: 2021/52240, 23/10/2024).

31. Öte yandan bahse konu içtihadın kanuni bir temelinin olmaması idari yargı mercilerince bu içtihadın zaman içerisinde öngörülebilir biçimde uygulanmasını da sorunlu kılabilecektir. Nitekim bu başvuruya konu idari yargı sürecinde bile Danıştay’ın aynı Dairesi ilk bozma kararında idari başvurunun 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi kapsamında olduğuna karar verirken ikinci bozma kararında bu kez idari başvurunun 2577 sayılı Kanun'un 11. maddesi kapsamında olduğunu tespit etmiştir. Sadece mevcut bireysel başvuruya konu olaya ilişkin idari yargı safahatı bile bu konudaki öngörülebilirlik sorununu tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir.

32. Hatta, her ne kadar çoğunluk kararında somut başvuruda farklı gerekçeyle ihlal sonucuna ulaşılmışsa da, Danıştayın başka dairelerinde de benimsenmiş olan bu içtihadın, zaman içinde çok tutarlı biçimde uygulanmadığı, parasal alacaklar konusunda kanunun açık hükmüne rağmen farklı uygulamalar olduğuna Danıştay Daireleri ve Bölge İdare Mahkemelerinin somut karar künyelerine de yer verilerek Mahkememiz çoğunluk kararında işaret edilmiştir. (bkz.: § 58).

33. Yukarıda sıralanan nedenlerle müdahalenin, çoğunluk kararındaki gerekçenin aksine, Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen kanunilik güvencesine aykırılık taşıdığı gerekçesiyle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı bağlamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Üye

Rıdvan GÜLEÇ

Üye

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Üye

Selahaddin MENTEŞ

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/aymnin-202011324-basvuru-numarali-karari