ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/616 E., 2025/119 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/616 E., 2025/119 K. sayılı kararı
1 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 12.03.2025 tarihli, 2023/616 E., 2025/119 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2023/616 E., 2025/119 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İstanbul 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2022/156 E., 2022/193 K.

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 22.04.2021 tarihli ve 2021/89 Esas, 2021/3954 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki telif haklarına tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, men'i ile maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen telif haklarına tecavüzün tespiti ve men'ine ilişkin talebin reddine, haksız rekabete dair talepler yönünden davanın kabulüne, tazminata dair taleplerin ise kısmen kabulüne ilişkin karar, davacılar vekilinin ve katılma yoluyla davalı vekilinin temyiz istemi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi

4. Davacılar vekili; müvekkilleri tarafından tasarlanan ve üretilen ürünlerin ciddi bir ayırt edici nitelik kazanarak işletmesel kökene işaret ettiğini ve dolayısıyla kadın tüketiciler tarafından hemen tanındığını, ayrıca müvekkillerinin kadın ayakkabı tasarımlarının eser niteliğinin bulunduğunu, davalının müvekkillerinin tasarımlarının birebir aynısını üreterek “...” markası altında satışa sunduğunun tespit edildiğini, bu durumun müvekkilinin eserden kaynaklanan haklarına tecavüz teşkil ettiğini ve haksız rekabet oluşturduğunu ileri sürerek davalının telif hakkına tecavüz ve haksız rekabet teşkil eden fiillerinin tespitine, durdurulmasına, önlenmesine, ürünlere ve ürünlerin üretiminde kullanılan kalıplara el konulmasına ve imhasına, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 250.000,00 TL maddi ve 15.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı

5. Davalı vekili; dava konusu tasarımların bir kısmının müvekkiline ait olduğunu, bir kısmının ise herkes tarafından kullanılan anonim tasarımlardan oluştuğunu, bu tasarımların eser vasfında olmadığını, ayrıca haksız rekabet şartlarının oluşmadığını, tasarımın tescilsiz oluşu nedeniyle korumadan yararlanmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı

6. İstanbul 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 05.11.2015 tarihli ve 2014/43 Esas, 2015/196 Karar sayılı kararı ile; dava konusu ayakkabı tasarımlarının telif hakkı anlamında eser niteliğinin bulunmadığı, ancak davacıların ..., ..., ..., ..., ..., ... adlı ayakkabı tasarımlarının birebir aynılarının davalı tarafından üretilip davalıya ait mağazada satışa sunulduğu, bu durumun haksız rekabet oluşturduğu, ayrıca somut olayda haksız rekabet nedeniyle maddi ve manevi tazminatına 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 50. maddesi gereğince takdiren hükmedildiği gerekçesiyle telif haklarına tecavüzün tespit ve önlenmesine ilişkin talebin reddine, haksız rekabetin tespiti ile buna dayalı taleplerin kabulüne, maddi ve manevi tazminat taleplerinin ise kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Özel Dairenin Bozma Kararı

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı davacılar vekili ve katılma yoluyla davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 22.04.2021 tarihli ve 2021/89 Esas, 2021/3954 Karar sayılı kararı ile; “…1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmaması ile dava konusu ayakkabı modellerinin eser vasfında olmadığına yönelik mahkeme kabulünde herhangi bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı (doğrusu davalı) vekilinin aşağıdaki 2 no’lu bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince ise; Davacı tarafça, davacıya ait tescilsiz ayakkabı tasarımlarının davalı tarafından aynen taklit edilerek piyasaya sürüldüğü iddiası ile haksız rekabetin tespiti, men’i, ref’i, maddi ve manevi tazminat istemi ile açılan işbu davada, mahkemece yukarıda özetlenen gerekçeyle haksız rekabetin tespitine, davalının, davacının ayakkabıları ile iltibas oluşturan ayakkabıları üretim ve satışının önlenmesi ile takdir edilen maddi ve manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Mülga 6762 sayılı TTK'nın 56. maddesi uyarınca, haksız rekabet, aldatıcı hareket ve hüsnüniyet kaidelerine aykırı suretlerle iktisadi rekabetin her türlü suistimalidir. Aynı Yasa’nın 57/5. maddesinde haksız rekabet olarak kabul edilen eylemlerden biri de; "Başkasının emtiası, iş mahsulleri, faaliyeti veya ticari işletmesiyle iltibaslar meydana getirmeye çalışmak veya buna müsait bulunan tedbirlere başvurmak, hususiyle başkasının haklı olarak kullandığı ad, unvan, marka işaret gibi tanıtma vasıtalarıyla iltibasa meydan verebilecek surette ad, unvan, marka gibi tanıtma vasıtalarını kullanmak" olarak belirtilmiştir.

6102 sayılı TTK’nın 54. maddesinde de ‘’Haksız rekabete ilişkin bu Kısım hükümlerinin amacı, bütün katılanların menfaatine, dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır. Rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar haksız ve hukuka aykırıdır. ‘’ hükmü düzenlenmiş, aynı Yasa’nın 55/1-a-4 maddesinde haksız rekabet olarak kabul edilen eylemlerden biri de ‘‘Başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya işleri ile karıştırılmaya yol açan önlemler almak’’ olarak düzenlenmiştir.

6102 sayılı TTK’nın anılan bende ilişkin madde gerekçesinde ise yeni düzenlemenin 6762 sayılı TTK’nın 57/5 maddesindeki düzenleme ile özdeş olduğu, lafızda farklılık bulunduğu, önceki kanun dönemindeki öğreti ve uygulamanın feda edilmemesi gerektiği, “karıştırılma” kavramının dış görünüş (tanıtım, takdim-görsellik) ve duyuruş (ses yönünden benzerlik) bağlamında düzenlendiği, iç benzerlikten kaynaklanan karıştırılmayı kapsamadığına yer verilmesi yanında ayrıca, 6762 sayılı TTK’da, başkasının "ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları ile iltibasa meydan verebilecek surette, ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları" cümle parçasına yer verilmiş ise de, anılan ayırt edici işaretlere ilişkin karıştırılma koşul, hüküm ve sonuçlarıyla birlikte kendi özel kanun hükmünde kararnamelerinde (MarkKHK'da, EndTasKHK'da, CoğİşKHK'da ve unvanla ilgili olarak TK'da) ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş olması nedeniyle, 6102 sayılı TTK’da bu koruma türlerine yer verilmesine gereksiz olduğu, ayrıca yorum güçlüklerine sebebiyet vereceğine, fikri mülkiyete ilişkin hakların kümülatif korumanın da burada tekrar düzenleme yapmayı gerekli kılmadığına da vurgu yapılmıştır.

Öte yandan, dava tarihi itibariyle somut olayda uygulanma yeri olmamakla birlikte tescilsiz tasarımlar yönünden, 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 55/4, 56/4-5, 59/2 ve 69/2 maddelerinde getirilen yeni düzenlemeyle, ilk defa Türkiye’de kamuya sunulmuş olması, mutlak anlamda yeni ve ayırt edici olması koşuluyla, sadece üç yıl için koruma getirilmiştir. Söz konusu şartları taşıyan tescilsiz tasarımlara da tescilli tasarımlar gibi SMK hükümlerine göre koruma sağlanacaktır.

Kanun madde gerekçesiyle birlikte yorumlandığında, 6769 sayılı SMK’daki koruma bir yana, tescilsiz tasarımların haksız rekabet hükümleri çerçevesinde korunabilmesi ancak ve ancak, mutlak manada yenilik ve ayırt edicilik niteliğinin bulunması, onu üreten işletmeyle bütünlük arz ederek aynen bir marka gibi işletmesel kökene işaret edecek derecede yüksek bir ayırt edicilik düzeyine ulaşması ve onunla özdeşleşmesi, öte yandan taklidini üretenlerce, işletmesel kökenleri itibariyle tasarıma konu malların işletmesel kökenlerinin karıştırılmasına yol açacak tedbirlerin alınmaması, diğer bir anlatımla hedef tüketici kitlesinin bakış açısına göre, orijinal ve taklit malların aynı veya aralarında idari, ekonomik ya da işletmesel bağ bulunan işletmelerce üretilmiş olabileceği hususunda karıştırılma ihtimaline yol açılması halinde söz konusu olabilecektir. Bunun dışında, orijinal tescilli tasarımlar için bile her beş yılda bir yenilenmek koşuluyla yirmi beş yıllık koruma sağlandığı ve sürenin sonunda tasarım hakkının topluma intikal edeceği kabul edildiği halde, haksız rekabet hükümlerinden ve emeğin korunması ilkesinden hareketle sırf orijinal olmasından dolayı tescilsiz tasarımlara daha fazla hak bahşedildiği de iddia edilemez (Füsun Nomer Ertan, Tasarımların Haksız Rekabet Hükümleri Çerçevesinde Korunması Artık Söz Konusu Değildir, Türkan Rado’ya Armağan, Oniki Levha, İst-2020, s. 313-317).

Haksız rekabetin önlenmesindeki amaç, serbest piyasa düzeninde, herkesin dürüstlük kuralları içerisinde hareket etmesini sağlamak suretiyle bütün katılanların menfaatine dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır. Dürüst ve bozulmamış rekabetin varlığı, piyasa katılımcılarının (tüketiciler, tacirler, rakipler) yanında, bireysel rekabet düzeninin korunmasını da gerektirir. Tacirlerin korunması ilkesi çerçevesinde koruma unsurlarından biri de emeğin ve yatırımların korunması olmakla birlikte, fikri mülkiyet hakları özelinde, bütün dünyada ve ülkemizde geçerli olan tescile bağlı ve süreyle sınırlı koruma ilkelerinin de göz ardı edilmemesi gerekir. Bu çerçevesinde, haksız rekabet hükümlerine dayanılarak anılan ilkeleri geçersiz kılacak veya zedeleyecek yorumlardan dikkatle kaçınılmalı ve bu noktada haksız rekabet hükümleri dar yorumlanmalı, konuya ilişkin özel hükümlerin ötesinde, mal veya hizmetlerle ilgili olarak tekel yaratılmamalı, ekonominin sağlıklı şeklide işlemesi için serbest rekabet ortamı özenle korunmalıdır.

Somut uyuşmazlıkta olduğu gibi, ilk defa yurt dışında kamuya sunulmuş, belli bir süre sonra Türkiye'de ticarete konu edilmiş ve tescile dayalı koruma tercihinde de bulunulmamış tasarımlar yönünden, tasarıma konu malların bir başkasınca üretilmiş ve piyasaya sunulmuş olması halinde, sadece tasarımın orijinal, davacı ile özdeşleşmiş ve büyük emek ve çabalarla tanıtılmış olması, bu davranışın haksız rekabet olarak nitelendirilmesine yeterli olmayıp, ayrıca onu üreten işletmeler arasında, ortalama tüketici kitlesi nezdinde karıştırılma ihtimaline de yol açılması gerekir.

O halde Mahkemece, Dairemizin 21.03.2008 tarih ve 1816/3687 sayılı "... Su Depoları" kararı ile yine Dairemizin 18.10.2018 tarih ve 2016/10703 E. – 2018/6467 K. sayılı USB kararında zikredilen ilkelere uygun olarak, davaya konu tescilsiz tasarıma konu ayakkabıların davacı şirketle özdeşleşecek bir ürün haline gelerek, işletmesel kökene işaret eden bir ayırt edici işaret haline dönüşüp dönüşmediği tartışılmaksızın, dönüşmüş olsa bile davalı tarafın üretmiş olduğu ayakkabılarda, davacının kullandığı “...” markasından oldukça farklı ‘’...’’ ibaresini kullanılmak suretiyle her iki tarafa ait ürünler arasında işletmesel köken itibariyle karıştırılma ihtimalini önleyecek tedbirleri aldığı dikkate alınmaksızın somut olaya haksız rekabet hükümlerinin uygulanması doğru olmamış ve hükmün bu nedenle mümeyyiz davalı yararına bozulmasını gerektirmiştir.

3- Bozma sebep ve şekline göre, davacı vekili ile davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir…” şeklindeki gerekçeyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

Direnme Kararı

9. İstanbul 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 06.12.2022 tarihli ve 2022/156 Esas, 2022/193 Karar sayılı kararı ile bozulan karardaki gerekçeye atıfla direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacıların ..., ..., ..., ..., ..., ... adlı ayakkabı tasarımlarının birebir aynılarının davalı tarafından üretilip satışa sunulduğunun tespit edilmesi karşısında davalı tarafın üretilen ayakkabılarda davacıların kullandığı markadan farklı bir marka kullanılmasının ürünler arasında işletmesel köken itibariyle karıştırılma ihtimâlini önleyecek tedbir alındığı anlamına gelip gelmeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davalı eyleminin haksız rekabet teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, direnme kararının 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 141/3. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 297. maddeleri anlamında direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği, dolayısıyla usulüne uygun olup olmadığı ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

IV. GEREKÇE

13. Ön sorunun çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

14. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesinde bir mahkeme hükmünün neleri kapsaması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre;

"(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:

a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.

b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.

c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.

d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.

e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.".

15. Bu düzenleme uyarınca bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.

16. Bu kapsamda tarafların tüm delilleri toplanıp tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hâkim hükmü (kısa kararı) HMK’nın 297. maddesinin 2. fıkrasına uygun biçimde tefhim eder. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.

17. Bu aşamadan sonra yapılması gereken iş, gerekçeli kararın yazılmasıdır. Anayasanın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı 141/3. maddesinde; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” hükmüne yer verilmiştir.

18. Kararın açık ve gerekçeli olması hukuki dinlenilme hakkının sağlanması açısından önemlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ve bunların dayandıkları deliller kararda tartışılıp gerekçeleri açıklandığı ölçüde karar, hukuki dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır. İddia ve savunmaların kararda tartışılması, gösterilen delillerin incelenmesi, neden bir kısmının diğerine üstün tutulduğunun belirtilmesi ancak gerekçeyle mümkün olacaktır.

19. Gerekçe sayesinde kararların doğru olup olmadığı denetlenebilir. Gerekçesiz bir kararın üst mahkeme tarafından denetlenmesi de mümkün değildir. Gerekçe doyurucu olmalı, kararın neden, nasıl, hangi hukuki gerekçeyle ve hangi deliller değerlendirilmek suretiyle verildiği hususlarını içermelidir. Bu hususları içermeyen kararların gerekçeli olduğundan bahsedilemez.

20. Ayrıca kararda maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiği, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığı ortaya konulmalı, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantı açıklanmalıdır. Tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı ya da haksız olduğunu anlayıp değerlendirilebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimi yapabilmesi için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçenin bulunması bu yasal ve Anayasal düzenleme karşısında zorunludur. Aksi hâlde kararın gerekçeli olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Yeri gelmişken maddi olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı açıklamayan sadece yapılan yargılamayı özetleyen gerekçenin de yeterli olmadığı ve doktrinde zahiri gerekçe (görünürde gerekçe) olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır.

21. Bunun yanında 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 Esas, 1976/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.

22. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.02.2020 tarihli ve 2016/22-2639 Esas, 2020/165 Karar; 04.02.2021 tarihli ve 2017/(21)10-1968 Esas, 2021/31 Karar; 10.05.2023 tarihli ve 2022/9-891 Esas, 2023/433 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

23. Diğer taraftan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.

24. Mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai), temyizi mümkün son kararlardandır.

25. Mahkeme bozma kararına uyma veya direnme yetkisini kullanırken bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle birlikte ortaya koymalıdır.

26. Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine mahkemelerce verilen direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlarını, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti, bozmaya uyulup uyulmama konusunda verilen ara karar ve sonuçta hüküm fıkrasını da içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın, ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama, çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.

27. Bu nedenle mahkemece kısa ve gerekçeli kararların Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığını gösterecek, hüküm fıkrasındaki kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde ise bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.

28. Bu noktada belirtilmelidir ki, direnme kararları yapıları gereği yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar.

29. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; İlk Derece Mahkemesince bozma kararına karşı verilen direnme kararında, ilk karar ve Özel Dairenin bozma kararı aynen alındıktan sonra “Mahkememizce bozma ilamına konu İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 05.11.2015 tarih ve 2014/43 E. - 2015/196 K. Sayılı ilamı usul ve yasaya uygun görüldüğünden HMK 373 madde kapsamında DİRENME kararı verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir” şeklindeki ifadelerle direnme kararı verilmiştir.

30. Bu hâliyle bozma kararına karşı, mahkemenin direnme kararında hangi gerekçeyle direnildiğine, bozma kararının neden doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş, ilk kararın aslında hukuka uygun bulunduğuna dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeli karar bulunmadığı gibi direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda gerekçe içeren bir direnme kararının olmadığı da her türlü duraksamadan uzaktır. Dolayısıyla anılan direnme kararının Anayasanın ve Kanun’un aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz edilemez. Zira Yargıtayca bozulan karar (kararın hem hüküm fıkrası hem de gerekçesi) ortadan kalkacağından hukuki geçerliliğini yitirir.

31. O hâlde mahkemece yapılacak iş, özellikle Anayasanın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi de gözetilerek ve özellikle bozma kararının gerekçesine karşı direnme kararının gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişletilerek) açıkça kaleme almak suretiyle kararda göstermek olmalıdır.

32. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; direnme kararının gerekçe kısmında bozma kararına konu ilk karar ile bozma kararına yer verildiği, gerekçenin sonuç kısmında ise önceki kararlara atıfla direnme kararı verildiği, direnme kararının bir bütün olarak nazara alınması gerektiğinden bu haliyle direnme gerekçesinin mevcut olduğu, bu sebeple ön sorunun mevcut olmadığı kabul edilerek uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, Kurul çoğunlunca benimsenmemiştir.

33. Hâl böyle olunca yukarıda açıklanan Anayasal ve yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere karar usulden bozulmalıdır.

V. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

12.03.2025 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2023616-e-2025119-k-sayili-karari
Invalid `prisma.category.findFirst()` invocation: Timed out fetching a new connection from the connection pool. More info: http://pris.ly/d/connection-pool (Current connection pool timeout: 10, connection limit: 5)