ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

AİHM - Samüt Karabulut – Türkiye Davası

AİHM - Samüt Karabulut – Türkiye Davası
1 Okunma

AİHM
SAMÜT KARABULUT - TÜRKİYE DAVASI


İçtihat Metni

SAMÜT KARABULUT - TÜRKİYE DAVASI

2. DAİRE

(Başvuru no: 16999/04)

KARAR

STRAZBURG


KARAR TARİHİ: 27 Ocak 2009

İşbu karar AİHS'nin 44/2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir. Şekli düzeltmelere tabi olabilir.

USUL

T.C. vatandaşı Samüt Karabulut ("başvuran") tarafından Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, 29 Mart 2004 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme'nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi - AİHS) 34. maddesi uyarınca yapılan 16999/04 numaralı başvuru sonucu bu dava görülmektedir.

Başvuran, AİHM önünde İstanbul Barosu avukatlarından Y. Yeşilyurt ve A.T. Ocak tarafından temsil edilmektedir.

OLAYLAR

Davanın Koşulları

Başvuran, 1964 doğumlu olup, İstanbul'da ikamet etmektedir. Türkiye'de bulunan İnsan Hakları Derneği üyesidir.

8 Nisan 2002 tarihinde saat 21.15 ve 21.30'da düzenlenen resmi polis belgelerine göre, güvenlik güçleri, İnsan Hakları Derneği'nin bu tarihte Tünel Meydanı'nda İsrail'in Filistin'e yönelik operasyonlarına ilişkin izinsiz gösteri ve basın açıklaması yapacağı istihbaratını almıştır. Polis, sözkonusu yerde saat 19.00 itibarıyla gerekli önlemleri almıştır. Saat 20.00'de, mumlar, resimler ve üzerinde "Bütün Dünya Filistin, Hepimiz Filistinliyiz", "İşgale Son, Özgür Filistin" ve "Aranıyor Ariel Sharon Savaş Suçlusu" şeklinde sloganların yazılı olduğu afişler taşıyan yaklaşık 30 -35 kişi meydanda toplanmıştır. Kalabalık, caddede oturma eylemi yapmıştır. Polis birçok kez, dağılmaları için göstericileri uyarmış ve alanı terk etmeleri için koridor oluşturmuştur. Grup dağılmaya başlamış, ancak uyarılara rağmen, başvuran dahil iki kişi yerde oturmaya ve slogan atmaya devam etmiştir. Polis, bu şahısları yakalamak için zor kullanmıştır.

Başvuran, başvuru formunda 8 Nisan 2002 tarihinde, İnsan Hakları Derneği'nin İsrail'in Filistin'i işgaline ilişkin basın açıklamasına katılmak üzere Tünel Meydanı'na geldiğini belirtmiştir. Ancak, polis gruba müdahale etmiş ve kendilerine bu gösteriye izin vermeyeceklerini söylemiştir. Bunun sonucunda katılımcılar dağılmaya karar vermiş ve gruba da dağılmalarını söylemiştir. Grup dağılırken, başvuran, polisin göstericilerden M.A'yı yakalamaya çalıştığını görmüştür. Müdahale ederek neden onu yakaladıklarını sorduğunda, Emniyet müdürü sinirlenmiştir. Emniyet müdürü ve 5 - 6 polis başvurana vurmuş, ardından da kendisini ve M.A.'yı yakalamıştır. Bu bağlamda, başvuran kendisine tekme ve yumruk atıldığını ve başı ve sırtı dahil olmak üzere, vücudunun çeşitli yerlerine copla vurulduğunu iddia etmiştir.

Başvuran ve M.A., Beyoğlu Merkez Karakol Amirliği'ne intikal ettirilmişlerdir. Bir buçuk saat sonra serbest bırakılmışlardır. Başvurandan, ertesi gün savcılığa ifade vermesi istenmiştir.

Bu arada, polis başvuranı muayene için Taksim Hastanesi'ne götürmüş ve burada kendisini muayene eden doktor, başvuranın alnında 2 cm büyüklüğünde şişlik ve ekimoz tespit etmiştir. Raporda, başvuranın baş ağrısı ve nefes almada güçlük şikâyetlerinin olduğu kaydedilmiştir.

9 Nisan 2002 tarihinde, başvuranın, Beyoğlu Cumhuriyet Savcısı Y.A. tarafından ifadesi alınmıştır. Başvuran, ifadesinde, diğerleri meyanında, yakalanma şeklinden şikâyetçi olmuş ve bu suçu işleyenlerin cezalandırılmalarını talep etmiştir.

Aynı tarihte, başvuran Adli Tıp Kurumu Beyoğlu Şube Başkanlığı doktoru tarafından muayene edilmiş ve doktor, başvuranın alnında 2 cm büyüklüğünde şişlik olduğunu tespit etmiştir. Ayrıca, başvuranın göğsünün sağ kısmında hassasiyet olduğunu da kaydetmiştir.

10 Haziran 2002 tarihinde, başvuran ve M.A. tarafından yapılan kötü muamele iddialarına yönelik olarak vali adına soruşturma yapması için İstanbul Polisi'ne bağlı bir emniyet müdür yardımcısı görevlendirilmiştir.

Belirli olmayan bir tarihte, emniyet müdür yardımcısı raporunu hazırlamış ve valiliğe teslim etmiştir. O tarihte görevli olan Emniyet Müdürü Ş.P.'nin soruşturulması izninin, şikâyetlerin temelsiz olmasından dolayı reddedilmesi önerisinde bulunmuştur.

4 Temmuz 2002 tarihinde, İstanbul Vali Yardımcısı, emniyet müdür yardımcısının rapor ve beyanatında yer alan bilgiler temelinde Ş.P. hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir.

12 Ağustos 2002 tarihinde, başvuran, valinin kararı aleyhinde Bölge İdare Mahkemesi'nde dava açmıştır. Özellikle, kötü muameleye ilişkin şikâyetinin yalnızca emniyet müdürü ile ilgili değil, sözkonusu emniyet müdürünün kendisini darp etmesi emrini uygulayan diğer polislerle de ilgili olduğunu belirtmiştir.

26 Kasım 2002 tarihinde, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, özellikle diğer polis memurlarıyla ilgili olmak üzere, başvuranın yeterli soruşturma yapılmamasından ötürü yaptığı itirazı kabul etmiştir.

Belirli olmayan bir tarihte, aynı emniyet müdür yardımcısı, ikinci raporunu hazırlamış ve bu raporda da önceki tespitlerini yineleyerek valiliğe sunmuştur.

7 Mart 2003 tarihinde, bu ikinci rapor ve beyanlarda yer alan bilgi temelinde, İstanbul Valisi, polisler hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.

4 Temmuz 2003 tarihinde, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, M.A.'nın itirazı üzerine, müştekinin suçlamalarının 245. madde kapsamındaki kötü muamele iddialarına ilişkin olduğu ve ceza kanununda ve ceza muhakemesi kanunundaki değişiklikler dairesinde soruşturma izninin suçlanan polisleri kovuşturmada artık bir ön şart olmadığı gerekçesiyle, dosyayı Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı'na göndermiştir.

7 Ağustos 2003 tarihinde, Beyoğlu Cumhuriyet Savcısı, suçlanan polisler hakkında takipsizlik kararı vermiştir. Bu bağlamda, 30 - 35 kişilik bir grubun ellerinde mumlar ve afişlerle İsrail'in Filistin'i işgalini protesto etmek için Tünel'de toplandığını ama polisin uyarılarının ardından dağılmaya başladıklarını not etmiştir. Ancak, müştekiler yerde oturmaya ve slogan atmaya devam etmişler ve bunun sonucunda polis zor kullanarak onları yakalamak zorunda kalmıştır. Savcı, güvenlik güçleri tarafından kullanılan kuvvetin, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun (no. 2911) 24. maddesine uygun olduğunu değerlendirmiştir.

26 Ağustos 2003 tarihinde, başvuran, 7 Ağustos 2003 tarihli karar aleyhinde, ağır ceza mahkemesine iletilmek üzere, Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı'na itiraz dilekçesini sunmuştur. Başvuran, dilekçesinde, ifade özgürlüğü ve gösteri yapma özgürlüğünün, kanunsuz yakalanması ve kötü muameleye maruz kalmasından dolayı ihlal edildiğini belirterek şikâyetçi olmuştur.

9 Eylül 2003, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başvuranın itirazını reddetmiştir. Bu karar, 27 Ekim 2003 tarihinde başvuranın yasal temsilcisine tebliğ edilmiştir.

HUKUK

I.AİHS'NİN 3., 10. ve 11. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI


Başvuran, polisin gösteriye müdahale etmesinin ve yakalanması sırasında başvurulan kuvvetin, ifade ve toplantı özgürlüğü haklarını ihlal ettiğini ve bunun da insanlık dışı ve küçültücü muameleye vardığını ileri sürerek şikâyetçi olmuştur. Başvuran, 3., 10. ve 11. maddelerine atıfta bulunmuştur.

AİHM, başvuranın şikâyetlerinin AİHS'nin yalnızca 3. ve 11. maddeleri kapsamında incelenmesi gerektiği kanısındadır. Bu maddelere göre:


3. Madde

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."

11. Madde

"1. Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak, … haklarına sahiptir.

2. Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, …, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, … amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabilir…."

A.Kabuledilebilirlik

Hükümet, AİHM'den, başvuranın, başvurusunu nihai kararın verildiği 9 Eylül 2003 tarihinden itibaren altı ay içinde yapmadığı gerekçesiyle, sözkonusu kurala uymadığından ötürü reddetmesini talep etmiştir.

AİHM, bir başvuranın, nihai iç hukuk kararının bir kopyasının kendisine resen tebliğ edilmesi hakkına sahip olduğu durumlarda, AİHS'nin 35/1 maddesinin konusunun ve amacının, altı aylık sürenin, yazılı kararın tebliğ tarihinden itibaren işletilmesiyle en iyi şekilde ifa edileceğini tekrarlar (bkz. Mahmut Aslan - Türkiye, no. 74507, 2 Ekim 2007). Bu davada, sözkonusu nihai karar 9 Eylül 2003 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilmiştir. Bu karar, başvuranın yasal temsilcisine 27 Ekim 2003 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvuru AİHM'ye 29 Mart 2004 tarihinde yapıldığından, başvuranın yukarıda anılan şikâyetleri, altı aylık süre içinde AİHM'ye yapılmıştır. Dolayısıyla, AİHM, Hükümet'in bu başlık altındaki itirazını reddeder.

Ayrıca, AİHM, başvurunun bu kısmının AİHS'nin 35/3 maddesi kapsamında dayanaktan yoksun olmadığı kanısındadır. Ayrıca, başka herhangi bir gerekçeden dolayı kabuledilemez olmadıklarını da not eder. Dolayısıyla kabuledilebilir ilan edilmeleri gereklidir.

B.Esas

1.Tarafların görüşleri

Hükümet, başvuranın toplantı yapma hakkının kullanılmasına hiçbir müdahalenin olmadığını belirtmiştir. Ayrıca, müdahale olduğu varsayılsa dahi, bunun kanun tarafından öngörüldüğünü ve düzensizliği önlemek ve kamu emniyetini korumaktan ibaret meşru amaçlara yönelik olduğunu ifade etmiştir. Buna ek olarak, güvenlik güçleri tarafından uygulanan önlemlerin, acil bir sosyal ihtiyaca cevap olarak görülmesi ve hedeflenen meşru amaçlarla orantılı olduğunun düşünülmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda, Hükümet, başvuranın kötü muamele iddialarına itiraz etmiş ve bu davanın şartları çerçevesinde başvuran üzerinde kullanılan kuvvetin amaçlanan hedeflerle orantılı olduğunu belirtmiştir.

Başvuran, toplantı yapma hakkına müdahalenin gerekçesiz olduğunu belirtmiştir. Polisin İnsan Hakları Derneği tarafından hazırlanan basın açıklamasının okunmasını kanunsuz bir şekilde engellediğini ve kendisi ile diğer göstericiyi yakalarken orantısız güç kullandığını not etmiştir. Bu bağlamda başvuran, gösteriye katıldığı için ve sonrasında da göstericilerden biri yakalanırken müdahale ettiği için polis tarafından dövüldüğünü ileri sürmüştür. Ayrıca, yüzeysel bir muayene yapılmasına karşın, sağlık raporunun başındaki zedelenmeyi kaydettiğini, bunun da kendi başına işkence ve insanlık dışı muameleye maruz bırakıldığını ortaya koyduğunu ifade etmiştir.

2.AİHM'nin değerlendirmesi

AİHM, öncelikle sözkonusu gösteriye yapılan polis müdahalesinin, başvuranın toplantı yapma hakkını ve dolayısıyla AİHS'nin 11. maddesini ihlal edip etmediğini tespit edecektir. Daha sonra, AİHS'nin 3. maddesi kapsamında başvuranın yakalanma biçimini inceleyecektir.

a)11. Madde

AİHM, polis müdahalesinin ve akabinde başvuranın yakalanmasının başlı başına, AİHS'nin 11. maddesi kapsamında başvuranın haklarına müdahale teşkil ettiği kanısındadır (bkz. Saya ve Diğerleri - Türkiye, no. 4327/02, 7 Ekim 2008 ).

AİHM, bir müdahalenin, "kanunla öngörülmediği", bu maddenin 2. paragrafı kapsamında bir ya da daha fazla meşru bir amacı hedeflemediği ve bu amaçların elde edilmesi için "demokratik bir toplumda gerekli olmadığı" takdirde 11. maddenin ihlali anlamına geleceğini tekrarlar. Bu davanın amaçları ve aşağıda belirtilen gerekçelerden dolayı, AİHM, bu davadaki müdahalenin yasal bir temeli olduğuna ve bunun da Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun (no. 2911) 24. maddesi olduğuna, dolayısıyla AİHS'nin 11/2 maddesi kapsamında "kanunla öngörüldüğüne" ve düzensizliği ve kamu emniyetini korumaktan ibaret meşru amaçları hedeflediğine kanaat getirmiştir.

Müdahalenin "demokratik bir toplumda gerekli" olup olmadığı konusuna gelince, AİHM, öncelikle 11. maddeye ilişkin kararlarının temelini teşkil eden temel ilkelere atıfta bulunur (bkz. özellikle Oya Ataman - Türkiye, no. 74552/01, AİHM 2006- … ve Eva Molnar - Macaristan, no. 10346/05, 7 Ekim 2008 ).

Bu davada, AİHM, Hükümet'in İnsan Hakları Derneği tarafından düzenlenen gösterinin neden kanun dışı olduğuna dair kesin gerekçeleri ayrıntılı olarak sunamadığını gözlemler. Bu bağlamda, AİHM, taraflarca sunulan resmi belgelerde, önceden yapılmış bir bildirimin yokluğuna değil, Türk hukukunda bir ön şart olmayan iznin yokluğundan sözedildiğini not etmektedir. Öte yandan, başvuran ne yetkililere 2911 sayılı Kanun'un 10. maddesi kapsamında önceden bildirim yapıldığını ne Filistin'deki durumun bu yükümlülüğe istinaden önceliği olan spontane bir gösteri gerektirdiğini iddia etmiştir (bkz. örneğin Bukta ve Diğerleri - Macaristan, no. 25691/04, AİHM 2007). Bu şartlarda, AİHM, resmi belgelerde izin olmamasına ilişkin yapılan atfın, önceden yapılmış bir bildirimin bulunmaması anlamına geldiğini varsayacaktır.

AİHM, bildirimin olmaması halinde, gösterinin kanunsuz olduğu kanısındadır. Bu bağlamda, AİHM, kamusal bir alanda yapılan herhangi bir gösterinin günlük hayatı belli bir oranda sekteye uğratabileceğini ve husumete yol açabileceğini hatırlatır. Dolayısıyla, yerel makamların gerekli önleyici tedbirleri alabilmelerini sağlamak amacıyla, demokratik sürecin aktörleri olarak dernekler ve diğer gösteri organize eden oluşumlar, yürürlükteki mevzuatlara riayet ederek bu süreci yürüten kurallara saygı göstermelidirler (bkz. Oya Ataman - Türkiye; Balçık ve Diğerleri - Türkiye, no. 25/02, 29 Kasım 2007). Ancak, kanunsuz bir durumun, toplantı yapma özgürlüğü ihlalini haklı çıkarmadığına ve bu nitelikteki düzenlemelerin, AİHS'de korunduğu şekliyle toplantı yapma özgürlüğüne yönelik gizli bir engel temsil etmemesi gerektiğine işaret eder (ibid).

Bu davada, AİHM, sözkonusu grubun yaklaşık 30 - 35 kişi olduğunu gözlemler. Afişler ve mumlar taşıdıkları ve Tünel Meydanı'nda güncel bir konu olan İsrail'in Filistin'e yönelik operasyonlarına dair bir basın açıklaması yapmak istedikleri görülmektedir. Bu bağlamda, Hükümet, bu grubun kamu düzenine ya da kamu emniyetine tehlike teşkil ettiğini ortaya koymak amacıyla, gösterinin yerine ilişkin özellikler gibi hiçbir gerekçe sunmamıştır. AİHM, kendiliğinden bu tür bir kanıt tespit etmemiştir.

Ayrıca, AİHM, göstericilerin şiddet olaylarına girişmedikleri durumlarda, AİHS'nin 11. maddesiyle teminat altına alınmış olan toplantı yapma özgürlüğü amacından yoksun bırakılmayacaksa, yetkililerin, toplantılara belirli bir ölçüde tolerans göstermelerinin önemli olduğunu yineler (bkz. Nurettin Aldemir ve Diğerleri - Türkiye, no. 32124/92, 32126/02, 32129/02, 32132/02, 32133/02, 32137/02 ve 32138/02, 18 Aralık 2007). Bu davada, saat 21.15'te hazırlanan, olay raporuna göre, gösteri 20.00'de başlamıştır. Göstericilerin, polisin birkaç defa dağılmaları uyarısında bulunmasını takiben dağılmaya karar verdikleri görülmektedir. Polis müdahalesinin hemen mi yoksa belli bir süre sonra mı gerçekleştiğine gelince, AİHM, başvuranın, Hükümet'in de itirazının olmadığı, polis müdahalesinin hemen yapıldığı iddiasını not eder. Bu şartlarda ve polisin saat 21.15'te Beyoğlu Merkez Karakol Amirliği'ne halihazırda döndüğünü de dikkate alarak, AİHM dağılmanın hemen gerçekleştiği kanaatindedir. Sonuç olarak, başvuranın - ve diğer göstericilerin - görüşlerini ifade etmek için yeterli zamanının olduğu kanısında değildir (bkz. Oya Ataman; Balçık ve Diğerleri; a contrario, Eva Molnar).

Buna göre, AİHM, bu davada gösteriye yapılan polis müdahalesinin, AİHS'nin 11. maddesinin ikinci paragrafı kapsamında, orantısız olduğu ve düzensizliği önlemek ve kamu emniyetini korumak için gerekli olmadığı kanısındadır.

Dolayısıyla, sözkonusu madde ihlal edilmiştir.

b) 3. Madde

Başvuranın yakalanma şekline gelince, AİHM, öncelikle ve özellikle sağlık raporları olmak üzere yazılı kanıtları dikkate alarak, başvuranın anlattığı şekliyle olayların; yani birden fazla polis tarafından yapılan, canına kast eden, keyfi ve haddinden fazla zalimane saldırının, destekten yoksun olduğunu tespit etmiştir. Başvuranın olduğunu iddia ettiği şekliyle gerçekleşen bir kötü muamelenin, vücudunda, aynı gün ve ertesi gün kendisini muayene eden doktorların görebileceği birçok iz bırakması gerekirdi (bkz. Tanrıkulu ve Diğerleri - Türkiye (karar), no. 29918/96, 29919/96 ve 30169/96, 24 Şubat 2005). Başvuranın kendisine ilişkin sağlık raporlarına muhalefet etmesine rağmen, AİHM, başvuranın, olay gününde serbest bırakıldığından dolayı, iddialarını desteklemek amacıyla kendi seçeceği bir doktordan bir sağlık raporu alma olanağının olduğu kanısındadır.

Ancak, AİHM'ye göre, sağlık raporlarındaki tespitler, başvuranın en azından başına bir darbe aldığı iddialarıyla bağdaşmaktadır. Özellikle yerinden dolayı, bu yaralanmayı, 3. madde kapsamında ele almada yeterli derecede ciddi görmektedir. Hükümet, başvuranın yaralanmasının, Devlet yetkililerinin görevlerini ifa etmeleri esnasında kuvvet kullanmalarından kaynaklandığına itiraz etmemiştir. Ancak, olayı çevreleyen hafifletici şartları vurgulamıştır.

AİHM, 3. maddenin bazı açıkça tanımlanmış koşullarda, örneğin bir yakalama esnasında, kuvvet kullanımını yasaklamadığını not eder. Ancak, böyle bir kuvvet, sadece elzem olduğunda kullanılabilir ve haddinden fazla olmamalıdır (bkz. özellikle Kurnaz ve Diğerleri - Türkiye, no. 36672/97, 24 Temmuz 2007 ve bu karardaki atıflar). AİHM, taraflar arasında, başvuranın başındaki yaralanmanın, güvenlik güçlerinin görevlerini ifa etmeleri esnasında kuvvet kullanmalarından kaynaklandığına dair ihtilaf bulunmadığından dolayı, kullanılan gücün elzem olduğunu ve haddinden fazla olmadığını inandırıcı argümanlarla ortaya koyma külfetinin Hükümet'e ait olduğu kanısındadır (bkz. Balçık ve Diğerleri).

Ancak, polisin başvuran üzerinde kuvvet kullanmasına sebep olan kesin şartlara veya üzerinde kullanılan kuvvetin niteliğine ışık tutacak herhangi bir açıklama veya belge sunmaksızın, Hükümet, başvuranın polis tarafından yakalanmaya mukavemet etmekten dolayı yaralandığını iddia etmekten başka bir argüman ortaya koymamıştır. Bu bağlamda, AİHM, yetkililere toplantı hakkında önceden bilgi verilmemiş olmasına rağmen, polisin o tarihte bir toplantı olacağına dair istihbarat aldığını gözlemler. Dolayısıyla, güvenlik güçleri daha etkili önlemler alabilirlerdi. Sonuç olarak, bu davaya özgün şartlar çerçevesinde, güvenlik güçlerinden önceden hazırlık yapılmadan yanıt vermelerinin istendiği söylenemez. Ayrıca, AİHM, uyarılardan sonra grubun dağılmaya karar verdiği ve polisin müdahalesi olmaksızın kendi rızasıyla dağılmaya başladığını gözlemler. AİHM, yazılı kanıtları dikkate alarak, Hükümet'in, uyarılara ve kalabalığın dağılmasına rağmen, başvuranın gösteriye devam ettiği ve sonuç olarak da yakalandığı iddiasını itimat edilir bulmuştur. Ancak, dava dosyasında, başvuranın yaralanmasını ve özellikle bu yaralanmanın yerini izah edecek nitelikte, polisin yakalanma esnasında başvuran tarafından herhangi bir şiddet ya da aktif fiziksel mukavemette bulunulduğunu ortaya atacak hiçbir husus bulunmamaktadır. Bu koşullarda, AİHM, Hükümet'in, gösteri sonrasında, başvuranın başında oluşan yaralanmayı izah etmede bir temel oluşturacak ya da bunu haklı çıkaracak ikna edici ve itimat edilir argümanlar sunmadığını tespit etmiştir.

Yukarıda anlatılanlar ışığında, AİHM, yakalanması esnasında başvurana uygulanan kuvvetin haddinden fazla olduğu sonucuna varmıştır. Sonuç olarak, AİHS'nin 3. maddesi kapsamında, o tarihte vücudunda meydana gelen yaralanmaya ilişkin olarak Devlet sorumludur. Buna göre, AİHS'nin 3. maddesi ihlal edilmiştir.

II. DİĞER AİHS İHLALİ İDDİALARI

Başvuran ayrıca, AİHS'nin 5. maddesi kapsamında yakalanmasının ve akabinde 1.5 saat gözaltında tutulmasının kanunsuz olduğunu ileri sürerek şikayetçi olmuştur.

Ancak, AİHM'nin kendisine iletilen belgeler üzerinde yaptığı inceleme, bu maddenin ihlal edildiğine dair herhangi bir durum ortaya koymamaktadır (bkz. Nurettin Aldemir ve Diğerleri ve Saya ve Diğerleri). Buna göre, başvurunun bu bölümü temelden yoksundur ve AİHS'nin 35/3 ve 35/4 maddeleri uyarınca kabuledilemez ilan edilmeleri gereklidir.

III. AİHS'NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

AİHS'nin 41. maddesine göre,

"AİHM işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın adil tatminine hükmeder."

A.Tazminat

Başvuran, maddi ve manevi tazminat olarak toplam 7.500 Euro talep etmiştir. Yerel yargılama sırasında yapılan masraf ve giderler ile sağlık masraflarının ödenmesini talep etmiştir.

Hükümet bu meblağa itiraz etmiştir.

Başvuranın uğradığı iddia edilen maddi zarara ilişkin olarak AİHM, başvuranın iddiasını gerektiği gibi kanıtlayamadığı kanısındadır. Dolayısıyla bunu reddeder.

Manevi zarara ilişkin olarak ise, AİHM, başvurana AİHS'nin 11. maddesinin ihlal edildiği tespitiyle yeterince tazmin sağlandığı kanısındadır (bkz. Oya Ataman). Ancak, AİHM, başvuranın, yalnızca AİHM'nin bir 3. madde ihlali tespitiyle tazmin edilemeyecek acı ve sıkıntıya maruz kaldığını tespit etmiştir. Bu ihlalin niteliğini ve eşitlik temelindeki içtihadını dikkate alarak başvurana manevi tazminat olarak 3.000 Euro ödenmesine karar vermiştir (bkz. Balçık ve Diğerleri).

B.Yargılama masraf ve giderleri

Başvuran ayrıca, AİHM'deki yargılama masraf ve giderleri için 13.094,79 Euro talep etmiştir. Başvuran bu iddiasını desteklemek amacıyla, İstanbul Barolar Birliği'nin ücret tarifesine atıfta bulunmuştur.

Hükümet bu meblağa itiraz etmiştir.

AİHM'nin yerleşik içtihadına göre, yargılama masraf ve giderlerinin ancak gerçekten ve gerektiği için yapıldığı ve miktar açısından da makul olduğu ortaya konulduğu takdirde bir başvuran bunların kendisine ödenmesine hak kazanır. Bu davada, iddia edilen masrafların gerçekten yapıldığını kanıtlamamıştır. Buna göre, AİHM bu başlık altında herhangi bir ödeme yapılmamasına karar vermiştir.

C.Gecikme faizi

AİHM, Avrupa Merkez Bankası'nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir.

BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM,

1.Oybirliğiyle, başvuranın AİHS'nin 3. ve 11. maddeleri kapsamındaki şikâyetlerinin kabuledilebilir, başvurunun kalan kısmının kabuledilemez olduğuna;

2.İkiye karşı 5 oyla, AİHS'nin 3. maddesinin ihlal edildiğine;

3.Oybirliğiyle, AİHS'nin 11. maddesinin ihlal edildiğine;

4. İkiye karşı 5 oyla,

(a) AİHS'nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince, kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası'na çevrilmek üzere ve her türlü vergi ve kesintiden muaf tutularak Savunmacı Devlet tarafından başvurana manevi tazminat olarak 3.000 Euro (üç bin Euro) ödenmesine;

(b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası'nın o dönem için geçerli olan marjinal kredi kolaylığı oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;

5.Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddedilmesine

KARAR VERMİŞTİR.

İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü'nün 77. maddesinin 2. ve 3. paragrafları gereğince 27 Ocak 2009 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.

Sally Dollé Françoise Tulkens
Katip Başkan

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/aihm-samut-karabulut-turkiye-davasi