Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin 2024/2566 E., 2024/8025 K. sayılı kararı
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin 02.10.2024 tarihli, 2024/2566 E., 2024/8025 K. sayılı kararı
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Esas Numarası: 2010/7749 Karar Numarası: 2010/8177 Karar Tarihi: 09.07.2010 ilamının sigorta hukuku ve kültür ve tabiat varlıkları koruma kanunu açısından değerlendirilmesi çalışılmaktadır.
Karar özetle, konut sigortası kapsamında hırsızlık nedeniyle çalınan eşyalar (özellikle ünlü ressamlara ait tablolar) için tazminat davasını ele almaktadır. Davacı, davalı sigorta şirketi tarafından ödenen miktarın yetersiz olduğunu iddia ederek gerçek zararın tahsilini talep etmiş; yerel mahkeme ve ilk Yargıtay onama kararı davacı lehine çıkmış, ancak davalının karar düzeltme talebi kısmen kabul edilerek bozma kararı verilmiştir. Bozma gerekçesi, poliçenin mutabakatlı değer (takseli) poliçe olmadığı, gerçek zarar incelemesinin eksikliği ve tablo orijinalliği konusunda denetime uygun şekilde delil toplanmadığı yönündedir.
1-) Karar metni şu şekildedir:
Taraflar arasında görülen davada Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 27.11.2007 gün ve 2007/188 - 2007/753 sayılı kararı onayan Daire’nin 23.02.2010 gün ve 2008/6002 - 2010/2063 sayılı kararı aleyhinde davalı vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dosya için düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin evinin ve eşyalarının davalı ... şirketine konut sigorta poliçesi ile sigortalı olduğunu, 13.10.2006 tarihinde sigortalı evde meçhul kişilerce evden bir miktar döviz ve değerli eşyalar ile ünlü ressamlara ait tabloların çalındığını, rizikonun davalı ... şirketine ihbarı üzerine 18.250 YTL ödeme yapıldığını, müvekkilinin zararının çok daha fazla olduğunu, bu nedenle fazlaya ait haklarını saklı tutmak suretiyle ibranameyi imzaladığını ileri sürerek, şimdilik 9.000 YTL'nın olay tarihinden itibaren faizi ile tahsiline, müvekkiline ödenen tutarın gecikmeli ödenmesi nedeniyle 13.10.2006-10.2.2007 tarihleri arasında işleyen faizinin dahi davalıdan alınarak müvekkiline verilmesini talep ve dava etmiş, 11.10.2007 havale tarihli ıslah dilekçesi ile tazminat istemini 148.962 YTL’na yükselterek bu meblağın faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, son oturumda ise davalının ödediği miktara yönelik faiz istemini işlemden kaldırdıklarını beyan etmiştir.
Davalı vekili, davacının gerçek zararının ödendiğini, düzenlenen poliçenin mutabakatlı olmadığını, davacının gerçek zararının ispatlanması gerektiğini, yapılan ödemenin ekspertiz raporundan sonra yapılması nedeniyle gecikmeden söz edilemeyeceğinden faiz istenemeyeceğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre davacının işlemiş faiz konusundaki talebinin işlemden kaldırılmasına, davacının diğer talebinin kabulü ile 148.962 YTL'nın 08.02.2007 tarihinden itibaren faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiş; kararın davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 23.02.2010 tarihli kararıyla yerel mahkeme kararının onanmasına karar verilmiştir.
Davalı vekili, bu kez, karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
1- Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin HUMK’nun 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisini ihtiva etmeyen ve aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair karar düzeltme isteğinin reddi gerekir.
2- Mal sigortalarının ana ilkelerinden biri sigorta bedelinin, yasal istisnalar dışında sigorta değerine, bir başka deyişle, sigorta ettirilen menfaatin değerine eşit olmasıdır. Bu ilkenin anlamı, sigortanın hiçbir zaman haksız kazanç vesilesi olmaması, bir diğer söyleyişle ve TTK’nun 1283 ve 1292/2. maddesinde de açıkça düzenlendiği üzere, sigortacı, sigorta bedeli daha yüksek olsa bile sigortalının ancak gerçek zararını ödemekle yükümlü bulunmasıdır. Ancak, TTK’nun 1283. maddesi uyarınca mal sigortaları bakımından takseli (mutabakatlı değer) sigorta poliçesi düzenlenmesi mümkün olup, yasa maddesinde belirtilen şekilde önceden ve tarafların ittifakıyla seçtikleri bilirkişi veya bilirkişiler marifetiyle takdir ve tahmin olunup taraflarca kabul edilen sigorta değerine sigortacı itiraz edemez. Fakat bu husus, ancak yasa maddesinde belirtilen şekilde saptanan menfaat değerleri bakımından caridir.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönecek olursak, dosya kapsamı ve mübrez poliçe incelendiğinde, dava konusu poliçede sigortalanan davacıya ait eşyaların değerinin, taraflarca, yukarda belirtilen usul dairesinde konunun uzmanı yahut uzmanları tarafından bilirkişi marifetiyle tespit olunduğuna ilişkin bir işaret bulunmadığı gibi poliçenin de mutabakatlı değer esasına göre düzenlenmiş olduğu konusunda bizatihi poliçede açık bir ifade yer almamaktadır. Davacı yanca, poliçede “açıklamalar” başlığı altında sıralanan sigortalı eşyaların değerlerinin poliçeyi düzenleyen acente yetkilisince temin edilen eksper marifetiyle belirlendiği ileri sürülmüş, davalı yan vekili ise 12.6.2007 tarihli oturumda bu iddiaya karşı çıkarak poliçede gösterilen değerlerin sigorta acentesi Canan Cerit tarafından belirlendiğini, ancak adı geçen şahsın tablo değeri konusunda uzman olmadığı ileri sürülmüştür. Bu durumda, poliçede kol saatlerinden, bulaşık makinesine, porselen objelerden tablolara kadar neredeyse her birinin değerinin belirlenmesi ayrı bir uzmanlığı gerektiren ve davada asıl uyuşmazlık konusunu oluşturan Osman Hamdi Bey’e ait olduğu ileri sürülen tablonun gerçekten adı geçen ressama ait olup olmadığı olgusu ile tablonun değerinin, TTK’nun 1283. maddesinde belirtilen biçimde, uzman kişi marifetiyle belirlendiği konusunda davalı yanın ikrarından ve buna bağlı olarak poliçenin mutabakatlı değer esasına göre düzenlenmiş olduğu konusunda taraflar arasında bir ihtilaf bulunmadığından söz edilemez. Nitekim, mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunun 6. sayfasında da bu hususa temas edilerek, düzenlenen poliçenin tipik bir takseli poliçe olmadığı, sigorta değerlerini belirleyen kişinin uzman olmamakla birlikte sigorta değerleri konusunda taraflar arasında bir mutabakatın varlığından söz edilmesi gerektiği ve fakat sigortalı kalemler için poliçede gösterilen değerlerin piyasa rayiç değerlerine uygunluğu bakımından ayrı bir çalışma yapılması gerektiği belirtilmiş olup bilirkişi heyetinin de, dava konusu poliçenin TTK’nun 1283. maddesi anlamında mutabakatlı değer esasına göre düzenlenmediğini kabul ve mütalaa ettikleri açıktır. Davacı yanca, bilirkişi raporuna bu yönler itibariyle karşı çıkılmamış olmakla, dava konusu poliçenin mutabakatlı değer esasına göre (takseli) düzenlenmiş olmadığının kabulü zorunludur. Bu durumda, davacının gerçek zararının TTK’nun 1299/2. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir. Ne var ki, mahkemece, bu yolda herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmamış, benimsenen raporda rayiç değerlerin belirlenmesi konusunda ayrı bir inceleme yapılması salık verilmesine karşın bu yola gidilmeyerek eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur.
Öte yandan, davacının gerçek zararı saptanırken, poliçe kapsamında bulunan ve Osman Hamdi Bey’e ait olduğu ileri sürülen tablonun gerçekten de adı geçen ressama ait olup olmadığı konusunda taraflarca ileri sürülen iddia ve savunmanın da üzerinde ayrıca durulmak gerekir. Davacı yanın, sigortalı bu tablonun ismi, kimden temin edildiği konusunda yapılacak incelemeye ışık tutacak ölçüde yeterli bilgi sunmadığı yahut bu konuda bilgisi bulunmadığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Davalı sigortacı ise, Osman Hamdi Bey’e ait orijinal eserlerin sertifikasız ve kaynağı belli olmayacak şekilde alınıp satılamayacağını savunarak tablonun orijinal olmadığını ileri sürmektedir. Dosyada mevcut hasar dosyasında bir örneği bulunan belgelere göre, davacı asilin riziko gerçekleştikten sonra söz konusu sigortalı tablonun sertifikalı olduğunu ve fakat sertifikasının da evde gerçekleşen hırsızlık sırasında, kasadan çalındığını yazılı olarak beyan etmekle birlikte daha sonraki beyanlarında tablonun sertifikasının bulunmadığını bildirdiği gözlenmiştir. Davacı asilin bu beyanları çelişkili olup mahkemece isticvabı suretiyle giderilmesi düşünülmemiş, bilirkişi heyetinin tablonun orijinal olup olmadığı konusunda yapacağı değerlendirmeye ışık tutacak bilgilerin derlenmesi eksik bırakılmıştır.
O halde, mahkemece yapılacak iş, yukarda belirtilen açıklamalar ışığında, davacı asilin isticvabı ile Osman Hamdi Bey’e ait olduğunu ileri sürdüğü tablo hakkında kendisinden doğrudan bilgi alınması, bu yapıldıktan sonra gerçekleşen riziko sonucunda davacının gerçek zararının aralarında özellikle Osman Hamdi Bey’in tabloları konusunda uzman sanat tarihçisi, koleksiyoner ve/veya bu tabloların alım-satımı ile uğraşan uzman kişilerden oluşturulacak üç kişilik bilirkişi heyeti marifetiyle tarafların karşılıklı iddia ve savunmaları üzerinde durularak mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesinden ibaret olup bu hususlar ikmal olunmadan eksik inceleme ile karar verilmesi nedeniyle yerel mahkeme kararının belirtilen çerçeve ile sınırlı olmak üzere bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair karar düzeltme isteminin reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulüyle Dairemizin onama kararının kaldırılarak yerel mahkeme kararının davalı yararına BOZULMASINA, ödedikleri temyiz peşin temyiz ilam ve karar düzeltme harçlarının isteği halinde karar düzeltme isteyene iadesine, 20.07.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
2-) Kararı Türk Ticaret Kanunu sigorta mevzuatı çerçevesinde değerlendirdiğimizde;
Sigorta hukukunun temel ilkelerinden olan TTK md.1283’e göre sigortacı, sigorta ettirene veya sigortalıya kasko rizikosunun[1] gerçekleşmesi halinde, ancak gerçekten uğradığı zarar miktarını tazmin etmekle yükümlüdür. Diğer bir anlatımla sigorta haksız kazanç aracı olmayıp yalnızca gerçek zararı karşılar. Ancak, Türk Ticaret Kanunu'nun 1283’üncü maddesi ikinci fıkrasına göre, sigorta bedelinin takselenmesi mümkündür. Buna göre sigorta değerinin taraflarca kararlaştırılması veya taraflarca seçilecek bilirkişiler tarafından sigorta değerinin tespiti söz konusudur. Takseli sigorta değeriyle, taraflar sigorta değerini, sigortalı menfaatin rizikonun gerçekleştiği andaki değerinden farklı bir değer olarak kararlaştırmış olmaktadırlar. Zira, takseli değer, sigortalı menfaatin rizikonun gerçekleştiği andaki değeri değil; sigorta mukavelesinin kurulduğu andaki değeridir. Ancak, taraflar takseli sigorta değeriyle, sigorta sözleşmesinin kurulduğu anda, birlikte tespit ettikleri ya da oy birliğiyle seçtikleri bilirkişi tarafından takdir edilen değeri (TTK md. 1283), sigortalı rizikonun gerçekleştiği andaki sigorta değeri sayılacağını kararlaştırmaktadırlar.[2]
Somut uyuşmazlıkta, Davacı vekili, müvekkilinin evinin ve eşyalarının davalı sigorta şirketine konut sigorta poliçesi ile sigortalı olduğunu, 13.10.2006 tarihinde sigortalı evde hırsızlık olayı yaşandığını, evden bir miktar döviz ve değerli eşyalar ile ünlü ressamlara ait tabloların çalındığını, rizikonun davalı sigorta şirketine ihbarı üzerine 18.250 YTL ödeme yapıldığını, müvekkilinin zararının çok daha fazla olduğunu, bu nedenle fazlaya ait haklarını saklı tutmak suretiyle ibranameyi imzaladığını ileri sürerek, şimdilik 9.000 YTL'nın olay tarihinden itibaren faizi ile tahsiline, müvekkiline ödenen tutarın gecikmeli ödenmesi nedeniyle 13.10.2006-10.2.2007 tarihleri arasında işleyen faizinin dahi davalıdan alınarak müvekkiline verilmesini talep ve dava etmiş, 11.10.2007 havale tarihli ıslah dilekçesi ile tazminat istemini 148.962 YTL’na yükselterek bu meblağın faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, son oturumda ise davalının ödediği miktara yönelik faiz istemini işlemden kaldırdıklarını beyan etmiştir.
Davalı sigorta vekili, davacının gerçek zararının ödendiğini, düzenlenen poliçenin mutabakatlı olmadığını, davacının gerçek zararının ispatlanması gerektiğini, yapılan ödemenin ekspertiz raporundan sonra yapılması nedeniyle gecikmeden söz edilemeyeceğinden faiz istenemeyeceğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk derece mahkemesi, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre davacının işlemiş faiz konusundaki talebi doğrultusunda faizin işlemden kaldırılmasına ve ıslah dilekçesi doğrultusunda davanın kabulü ile 148.962 YTL'nın 08.02.2007 tarihinden itibaren faizi ile davalıdan tahsiline karar vermiştir. Davalı sigorta kararı temyiz etmiş ancak reddedilmiştir. Bunun üzerine davalı sigorta karar düzeltme yoluna gitmiş olup Yargıtay, poliçenin takseli olmaması, acente yetkilisinin uzman bilirkişi sayılamayacağı, tam bir değerleme yaptırılması için ayrı bir rapor alınması gerektiğinin belirtilmesi ve tüm bu hususların hükme esas alınan bilirkişi raporunda sabit olmasına ve yine ayrıca çalınan tabloların orijinal olup olmadığının tam olarak değerlendirilmediği, davacının bu yönde çelişkili beyanlarda bulunması, mahkemenin istcvap yoluna başvurmaması, bilirkişi raporuna davacı tarafından da itiraz edilmemesi göz önüne alındığında davalı sigorta lehine bozulmasına karar vermiştir.
3-) Kararı 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çerçevesinde değerlendirdiğimizde;
Türk Hukuku’nda, varlığı bilinen ya da ileride çıkacak olup da tasnif ve tescile tabi tutulup korunması gerekli görülen kültür varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğu hususu benimsenmiştir. 2863 sayılı Kanun 5.maddesi kapsamında kültür varlıkları devlet malı olarak kabul ve tahsis edilmiştir.[3] Öte yandan kültür varlıkları üzerindeki (kültür varlığı olarak kabul edilebilecek sanat eserleri de dahil) mülkiyet hakkının, üçüncü kişiler lehine esnetilebildiği durumlar da vardır. Örneğin sanat eserleri (tablo, heykel, gravür, hat, tezhip gibi), etnografik eserler (otantik giysiler, kilimler gibi), 1884 yılından önce bulunmuş[4] ve üzerinde tabi olduğu dönemin hukukuna uygun olarak özel mülkiyet edinilmiş olan arkeolojik eserler ya da yurtdışı kaynaklı olup da hukuka uygun olarak üzerinde özel mülkiyete kurulmuş (yurtdışından hukuka uygun şekilde getirtilmiş olanlar) taşınır varlıklar, üzerinde özel hukuk mülkiyeti kurulabilen kültürel varlık kategorisine girmektedir.
Bir diğer durum ise, KTVKK md.25/4 “Tasnif ve tescil dışı bırakılan ve müzelere alınması gerekli görülmeyenler, sahiplerine bir belge ile iade olunurlar. Belge ile iade olunan kültür varlıkları üzerinde, sahipleri her türlü tasarrufta bulunabilirler.” amir hükmünden hareketle, müzeye teslim edilen ancak idare tarafından müzelere alınması gerekli görülmeyen eserler kanun gereği sahiplerine iade edilir lafzı Yönetmelikte geçen “sahiplerine iade edilir” cümlesi “getirene” veya “bildirene” iade edilir şeklinde düzenlenmediği için, bu gibi taşınır kültür varlıkları üzerindeki mülkiyetin özel hukuk mülkiyeti olarak kabul görme ihtimali gündeme gelecektir.
Şu halde Kanun ve yönetmelikler kapsamında getirilen bir yorum ile, taşınır kültür varlıkları üzerinde özel mülkiyet kurulabilecek ilgili kültür varlıkları Tescile tabi olmayan/korunması gerekli görülmeyen kültür varlıkları olabileceği gibi Korunması gerekli görülüp de her türlü tasarrufu devlet tarafından kontrol ve denetime tabii kültür varlıkları olabilir.
Somut olay özelinde Osman Hamdi Bey’e ait tablolar, Taşınır Kültür Varlığı Yönetmeliğinin 3.maddesinde tanımlanmış olan bedii vasfına sahip güzel sanat eseri kategorisindedir.[5]
Osman Hamdi Bey’e ait eserler çeşitli devlet müzelerinde ve özel koleksiyonlarda yer almaktadır. Örneğin 1906 tarihli Kaplumbağa Terbiyecisi, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Koleksiyonu dahilinde Bakanlığa bağlı özel bir müze olan Pera Müzesi’nde sergilenmekteyken Silah Taciri isimli tablosu, Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde sergilenmektedir. Kur’an Okuyan Kız ise Londra'daki Bonhams Müzaye Evi'nde açık artırmada 6.3 milyon sterline satılarak bir Türk ressama ait en pahalı resim unvanını kazanmıştır.[6] Görüldüğü üzere sanatçıya ait eserler farklı koleksiyonlarda izlenebilmektedir.
Dolayısıyla dava konusu tabloların hangileri olduğu bilinmemekle beraber, orijinal olduğu uzmanlık raporuyla resmiyet kazanmış ve özel koleksiyonda kalması yönünde Bakanlık tarafından İlgili Müze marifetiyle verilmiş belge bulunması halinde, sanat eserinin hak sahipliğinden bahsedilebilecek ve sigortalanması da pek tabi mümkün olacaktır.
Sonuç: Kültürel mirasın parçası olması hasebiyle korunması gerekli kültür varlıklarının özel hukuk mülkiyetinde bulunduğu veya en azından bir kısım tasarruf yetkilerinin sınırlı kullanıldığı eserlerin her türlü rizikoya karşı korunması yönünde sigortalanması mümkündür. Eserlerin sigortalanmasının usul ve esasları yönünde ayrı bir mevzuat olmamakla beraber,
-Özellikle sanat eserlerinin sigortalanmasında TTK md.1283 anlamında takseli sigorta yaptırılması,
-Takseli sigortanın yalnızca sigorta eksperiyle karşılıklı mutabakat yapılması ile yetinilmeyerek sigortalanacak eşyanın değeri hakkında alanında uzman bir bilirkişi marifetiyle değerinin tespiti ve sigorta poliçesinde hususen belirtilmesi,
-Sigortalanan eşyanın orijinalliği konusunda da hiçbir tereddüte yer bırakmayacak tüm bilgi ve belgelerin titizlikle araştırılması gerekmektedir.

Av. Mert ERDOĞAN
------------------
[1] Riziko İtalyanca “rischio” kelimesinden gelen risk veya tehlike anlamında kullanılan bir kelimedir. https://sozluk.gov.tr/ (E.T: 29/10/2025).
[2] . ŞENOCAK, K.: MENFAAT DEĞERİ ALTINDA SİGORTA “UNTERVERSICHERUNG”, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, 2000, s.15.
[3] RG. 23.7.1983 Tarih, S. 18113. Kanun günümüze kadar farklı zamanlarda değişikliklere uğrayarak güncel halini almıştır: 17.06.1987 tarihli ve 3386 sayılı Kanun (RG. 24.6.1987 Tarih, S. 19497), 21.02.2001 tarihli ve 4629 sayılı Kanun (RG. 03.03.2001 Tarih, S. 24335), 26.05.2004 tarihli ve 5177 sayılı Kanun (RG. 05.06.2004 Tarih, S. 25483), 14.07.2004 tarihli ve 5226 sayılı Kanun (RG. 27.07.2004 Tarih, S. 25535), 28.12.2006 tarihli ve 5571 sayılı Kanun (RG. 13.01.2007 Tarih, S. 26402).
[4] 1884 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi 14.maddesinde istisna bir düzenleme olarak, Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan eski eserlerin devlet malı olduğunu ifade edilmiştir. Ancak, bulunan eski eser özel mülkiyete tabi bir arazide tesadüfen bulunmuş ise bu eserlerin yarısının arazi sahibine olduğu belirtilmiştir. Şu halde ispatlanmak şartıyla istisna kapsamında eserler üzerinde özel mülkiyet kabul edilmiştir.
[5] RG. 23.03.2010 Tarih, S.27530. Bedii vasfı (estetik değer) haiz olan; yağlı ve sulu boya tablolar, resimler, desenler, pasteller, gravürler, güzel yazılar ve tezhipler, kazıma, oyma kakma eserler, heykeller, kabartmalar, mimarlık eserleri, elişleri ve küçük sanat eserleri ve fotoğraf eserleri bu kapsamdadır.
[6] "Osman Hamdi Bey'in Kur'an Okuyan Kız tablosu rekor fiyata satıldı". NTV. 21 Şubat 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Şubat 2021.