Hukuk Genel Kurulu'nun 2025/221 E., 2025/387 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 25.06.2025 tarihli, 2025/221 E., 2025/387 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2025/221 E., 2025/387 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2024/1307 E., 2024/1789 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 09.01.2024 tarihli ve
2023/2898 Esas, 2024/90 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki borca itiraz isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda İlk Derece Mahkemesince itirazın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın borçlular vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesinin kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle borca itirazın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmekle Bölge Adliye Mahkemesinin ek kararı ile direnme kararının kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin ek kararı yasal süresinde alacaklı vekili tarafından temyiz edilmekle yapılan inceleme sonucunda gereği düşünüldü:
A. Ön Sorun
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle alacaklı vekilinin direnme kararının temyizine ilişkin isteminin miktar nedeniyle reddine dair verilen Bölge Adliye Mahkemesinin ek kararının yerinde olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
B. Gerekçe
1.Değerlendirme
1. Öncelikle konuyla ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
2. Hüküm mahkemelerinin karar verirken yanlış yapmaları ihtimali bulunduğundan, verilen kararların daha yüksek bir mahkeme tarafından kontrol edilmesi için her hukuk sisteminde kanun yolları kabul edilmiştir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul, 2001, C. III, s.4483).
3. Ülkemizde iki dereceli yargılama teşkilatı mevcut iken Yargıtayın içtihat mahkemesi olma niteliğinin korunması ve denetim yargılamasının güçlendirilerek daha etkin hâle getirilmesi için kanun koyucu tarafından istinaf incelemesi gerekli görülmüş ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun (5235 sayılı Kanun) ile ilk derece mahkemeleriyle Yargıtay arasında istinaf incelemesi yapmakla görevli olmak üzere bölge adliye mahkemeleri kurulmuştur. İlk derece mahkemelerinin kararlarına karşı gidilebilen bu yol, yargı teşkilatını iki aşamalı olmaktan çıkarıp üç aşamalı hâle getirmiştir.
4. 5235 sayılı Kanun’a paralel olarak 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun (İİK) temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümlerinde değişiklik yapılmıştır. İstinaf ve temyiz ile ilgili hükümleri yeniden düzenleyen 5311 sayılı İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (5311 sayılı Kanun) ile İİK'ya eklenen geçici 7. madde uyarınca 5311 sayılı Kanun hükümleri bölge adliye mahkemelerinin göreve başladığı 20.07.2016 tarihinden sonra verilen kararlar hakkında uygulanır.
5. İcra ve İflas Kanunu'nun 4. maddesi gereğince icra mahkemesi, icra ve iflas dairelerinin işlemlerine karşı yapılan şikâyetlerle, itirazları incelemeye görevli olup takip hukukuna ilişkin kararlar veren özel bir mahkemedir. İcra mahkemelerinin hukuka ilişkin kararlarına karşı kanun yolları İİK'nın 5311 sayılı Kanun ile değişik 363, 364, 365 ve 366. maddelerinde özel hükümlerle düzenlenmiştir. İİK'nın 366/1. maddesinde ise istinaf ve temyiz incelemelerinin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na (HUMK) göre yapılacağı belirtilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 447/2. maddesi uyarınca mevzuatta, yürürlükten kaldırılan HUMK'ya yapılan yollamalar, HMK'nın bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılır. Açıklanan bu hükümlere göre İİK'da istinaf ve temyize ilişkin özel düzenlemeler yer almakta olup özel düzenleme bulunmaması hâlinde kural olarak HMK'nın istinaf ve temyize ilişkin hükümleri uygulanır.
6. İcra ve İflas Kanunu'nun 5311 sayılı Kanun'un 25. maddesiyle değişik 364/1. maddesi uyarınca bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen ve miktar ve değeri 10.000,00 TL'yi geçen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Bu hükümde öngörülen kesinlik sınırı 02.12.2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un (6763 sayılı Kanun) 4. maddesiyle 40.000,00 TL'ye, 28.02.2019 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 7165 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik yapılmasına Dair Kanun'un (7165 sayılı Kanun) 1. maddesiyle 58.800,00 TL'ye çıkarılmıştır. 7165 sayılı Kanun'un 3. maddesiyle İİK'ya eklenen geçici madde 16 düzenlemesiyle 02.12.2016 tarihinden bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar verilen nihai kararlar bakımından 364/1. maddesinde düzenlenen temyiz yoluna başvurma sınırının 40.000,00 TL olarak uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.
7. İcra ve İflas Kanunu'nun ek madde 1 hükmü; "Bu Kanunun 119, 226, 326 ve 363 üncü maddelerindeki parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların, o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların onmilyon lirayı aşmayan kısımları dikkate alınmaz.
363 üncü maddenin yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından geçerli olmak üzere uygulanan parasal sınırın artışına ilişkin hükmü, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce icra mahkemesince nihai olarak karara bağlanmış olan davalar ile Yargıtay'ın bozma kararı üzerine yeniden bakılan davalarda uygulanmaz." şeklinde iken,
7165 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle İİK'nın ek 1. maddesinin 1. fıkrasında yer alan "326 ve 363 üncü” ibaresi “326, 363 ve 364 üncü” şeklinde, “onmilyon lirayı” ibaresi “on Türk lirasını” şeklinde, 2. fıkrası ise “363 ve 364 üncü maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında hükmün verildiği tarihteki miktar esas alınır.” şeklinde değiştirilmiştir.
8. 14.11.2024 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7531 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un (7531 sayılı Kanun) 2. maddesiyle İİK'nın ek 1. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “on” ibaresi “bin” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye “ (3)İstinaf ve temyiz kanun yoluna başvuruda esas alınan parasal sınırda yeniden değerleme nedeniyle meydana gelen artış, bölge adliye mahkemesinin kaldırma veya Yargıtayın bozma kararları üzerine yeniden verilen kararlar hakkında uygulanmaz, ilk karar tarihinde geçerli olan parasal sınırlar esas alınır.” fıkrası eklenmiştir. Ayrıca 7531 sayılı Kanun'un geçici 1/2. maddesinde İİK'nın ek 1/1. maddesinde yapılan değişikliğin bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, 3. fıkra olarak eklenen düzenlemenin ise bölge adliye mahkemesinin kaldırma veya Yargıtayın bozma kararları üzerine bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yeniden verilen kararlar hakkında uygulanacağı belirtilerek geçiş hükmü öngörülmüştür.
9. Daha sonra Anayasa Mahkemesinin (AYM) 04.06.2025 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 06.03.2025 tarihli ve 2025/61 Esas, 2025/46 Karar sayılı kararıyla İcra ve İflas Kanunu’nun 7165 sayılı Kanun ile değiştirilen “363 ve 364 üncü maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında hükmün verildiği tarihteki miktar esas alınır.” şeklindeki ek 1/2. maddesinin iptaline karar verilmiş ve kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir.
10. 04.06.2025 tarihli ve 32931 sayılı Mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanarak yayımı tarihinde yürürlüğe giren 7550 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un (7550 sayılı Kanun) 1. maddesiyle İİK'nın ek 1. Maddesinin 2. fıkrasında yer alan “hükmün verildiği” ibaresi “davanın açıldığı veya şikâyet başvurusunun yapıldığı” şeklinde değiştirilmiş ve 3. fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
11. Bu aşamada 7550 sayılı Kanun ile İİK'nın ek 1. maddesinin 2. fıkrasında yapılan değişikliğin somut olayda uygulanıp uygulanamayacağı konusu üzerinde durulmalıdır.
12. Kanunlarda yürürlük maddesi, kanunun resmen hukuk yaşamına girdiği, alenileştiği anı gösterir. Bu madde yeni bir kurum ve kuralın düzenlenmesinde yeterli olabilir ise de devam eden ilişkilerde sorunu çözmez. Bu tür durumlar yönünden yürürlük maddesi değil geçiş hükümleri önem kazanır.
13. Ancak 7550 sayılı Kanun, İİK'da yapılan değişikliklerin derdest itiraz ve şikâyetlerde uygulanıp uygulanamayacağı, uygulanacaksa ne şekilde uygulanacağı ile ilgili bir geçiş hükmü öngörmemiştir.
14. Bu noktada usul kanunlarında yapılacak değişikliklerin zaman bakımından uygulanması ile ilgili açıklama yapılması faydalı olacaktır.
15. Kanunların zaman bakımından uygulanmasında, kanunların yürürlüğe girmesi, yürürlükten kalkması veya yürürlüğü sırasında birbirinin halefi olan kanunlardan hangisinin uygulanacağına ilişkin ilkelerin tespiti söz konusudur.
16. Genel bir ilke olarak her kanun, ne zaman yürürlüğe gireceğine ilişkin bir düzenleme içerir. Bu; gün, ay, yıl şeklinde belirli bir tarih olabileceği gibi “yayımı tarihi” şeklinde de olabilir. Kanunların yürürlüğe girişi netlik taşırken yürürlüğe girmiş bir kanunla yapılan değişikliklerin, daha önceden başlamış ve etkilerini devam ettiren hukuki ilişki ve olgulara ne şekilde uygulanacağı konusu özel bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Kimi zaman kanunun zaman bakımından uygulanmasına ilişkin hükümlere de yer verilmektedir. Kanunların zaman bakımından uygulanması, hukuk düzeninin geneli bakımından ya da belli bir hukuk dalı için öngörülen ve sırayla yürürlüğe giren normlardan hangisinin somut olaya uygulanacağını belirlemeye yönelik genel ya da özel hükümler bütünü olarak tanımlanabilir (Sema Taşpınar Ayvaz, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Zaman Bakımından Uygulanması, Ankara, 2013, s.40).
17. Kanunların zaman bakımından uygulanmasındaki temel ilke, kanunun yürürlüğe girmesinden sonra uygulanmasıdır. Esasen yürürlük kavramından anlaşılan husus budur. Bu ilkenin temelinde kazanılmış haklara saygı, hukuk devleti, hukuki güvenlik ve güvenin korunması gibi temel hukuk ilkeleri bulunur. Bu ilke yürürlüğe konulmuş bir kanunun geçmişte olup bitmiş olaylara uygulanmayacağı anlamını da taşır (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2018 tarihli ve 2016/2 Esas, 2018/4 Karar sayılı kararı).
18. Hukuk devleti en kısa tanımıyla, “vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları, devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu bir sistemi anlatır.” Hukuki güvenlik ilkesi ise bir toplumda bireylerin bağlı oldukları hukuk kurallarını önceden bilmeleri, davranış ve tutumlarını bu kurallara göre güvenle düzene sokabilmeleri, başka bir ifadeyle ilgililerin hukuki durumun süreceğine olan inancı dolayısıyla hayal kırıklığına uğratılmaması anlamına gelir. Dolayısıyla hukuki güvenlik ilkesi, hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur.
19. Kanunların geçmişe etkili olmamasının temelinde hukuki güvenlik ilkesi yatmaktadır. Zira kişiler yürürlükte bulunan hukuk kurallarına uygun olarak işlem ve eylemlerde bulunurlar. Kişinin yapmış olduğu bu iş ve eylemler, daha sonra çıkan bir hukuk kuralı ile geçersiz sayılır ise kişilerin hukuka olan güveni zedelenir. Nitekim kişilerin kendilerini hukuki güvenlik içerisinde hissetmeleri için hukuk kuralları belli ve önceden bilinebilir olmalıdır (Muhammet Özekes, Prof. Dr. Fırat Öztan'a Armağan, Özel Hukuk-Kamu Hukuku ve Yargılama Hukuku Bakımından Kanunların Zaman İtibariyle Uygulanması, C. II, Ankara, 2010, s.2864).
20. Hukuki güvenlik ilkesi, Türk hukukunda belirli bir maddede düzenlenmemiş olmakla birlikte genel olarak Anayasanın tamamında egemen olan bir ilke olduğu söylenebilir. Nitekim hem öğretide hem de birçok yargı kararında hukuk devletinin unsurlarından birisi olarak da kabul görmektedir. Genel olarak hukuk kurallarında sık sık yapılan değişikliklerle hukuki istikrarı ortadan kaldıran kuralların getirilemeyeceğine ilişkindir. Geriye yürümezlik ilkesinin istisnası oluşturan hâllerde yani geriye yürüyen kuralların uygulanması sırasında kazanılmış haklara dokunulmamasını, böylece temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını amaçlamaktadır.
21. Anayasa Mahkemesi de kanunların zaman bakımından uygulanması ile ilgili olarak kanunların kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği özel durumlar dışında, ilke olarak yürürlük tarihinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarıldığını ve daha önceki olay, işlem ve eylemlerin kanunun etki alanı dışında kaldığını, sonradan yürürlüğe giren kanunların daha önceki ve kesinleşmiş hukuksal durumlara etkili olmamasının hukukun genel ilkelerinden olduğunu ifade etmiştir (AYM, 07.02.2008 tarihli ve 2005/128 Esas, 2008/54 Karar sayılı kararı ).
22. Zira hukuk kurallarının geri yürümezliği ilkesi, fiili ve hukuki durumların cereyan ettiği sırada mevcut hükümlere göre tamamlanmış işlemlere bağlanması ile kurulan düzenin ve dengelerin altüst olmasının neden olacağı güvensizlik ve karmaşa ortamına yol açmamak ve özellikle kazanılmış haklara zarar verilmesinin önüne geçmek esasına dayanır.
23. Usul hukuku alanında geçerli temel ilke ise yargılamaya ilişkin usul hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise bu kanun hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olduğu, daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2018 tarihli ve 2016/2 Esas, 2018/4 Karar ile Hukuk Genel Kurulunun 08.01.2012 tarihli ve 2012/13-701 Esas, 2012/6 Karar sayılı kararları).
24. Nitekim HMK'nın “Zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448/1. maddesi de “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.” hükmünü içermektedir. Görüldüğü gibi derhâl uygulanma ilkesi HMK'da da açıkça benimsenmiştir. Bu madde hükmüne göre kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna veya hükümlere göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliliğini koruyacaktır. Buna karşın tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır (Hukuk Genel Kurulunun 30.04.2025 tarihli ve 2024/11-816 Esas, 2025/265 Karar; 18.03.2021 tarihli ve 2017/4-1397 Esas, 2021/292 Karar; 22.02.2023 tarihli ve 2022/11-681 Esas, 2023/115 Karar ile 06.06.2024 tarihli ve 2023/11-102 Esas, 2024/314 Karar sayılı kararları).
25. Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhal uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde ilgili “usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığı”dır.
26. Tamamlanmış usûl işlemi, yargılama (inceleme) sürecindeki belirli bir usul faaliyetinin mevcut hukuk kuralları çerçevesinde tamamen icra edilmiş olması olarak tanımlanabilir. Örneğin kanun yoluna başvuru işlemi hükmün verildiği ana kadar tamamlanmamış bir usul işlemidir.
27. Bir usul işlemi yargılama (inceleme) sırasında yapılmaya başlanıp tamamlandıktan sonra yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse, söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın, bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü usule ilişkin kanunlar -tersine bir kural benimsenmediği takdirde- genel olarak hemen etkili olup uygulanırlar (Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, C. I, İstanbul, 1997, s.73-78).
28. Kanun yoluna ilişkin usul işlemleri yönünden konuya bakıldığında ise öncelikle kanun yoluna başvuru hakkının mutlak ve sınırsız olmadığının kabul edildiğini belirtmekte fayda vardır.
29. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesi uyarınca herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
30. Öte yandan Anayasanın 13. maddesiyle temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hüküm altına alınmıştır.
31. Bir kararın temyiz edilip edilemeyeceği kanun tarafından tayin edilir. Yani bir karar kanundan dolayı ya temyiz edilir veya edilemez (Kuru, C. V, s.4504).
32. Kural olarak, hüküm (ilk derece) mahkemelerinin vermiş oldukları bütün nihaî kararlar temyiz edilebilir. Nihaî kararların temyiz edilebileceği kuralı mutlak değildir. Yani istisnaî olarak bazı nihaî kararların temyiz edilemeyeceği kabul edilmiştir (Baki Kuru, Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, Değiştirilmiş 18. Baskı, Ankara, 2007, s. 654-655).
33. İcra ve İflas Kanunu'nun 5311 sayılı Kanun'un 24. maddesi ile değişik 363. maddesi, maddenin değişiklik öncesi hâlinin aksine icra mahkemesinin hangi kararlarına karşı istinaf yolunun kapalı olduğunu düzenlemiştir. Buna göre İİK'nın 363. maddesinde gösterilmeyen icra mahkemesi kararlarına karşı ait olduğu hak, alacak veya malın değer veya miktarının yasada öngörülen parasal miktarı geçmesi şartıyla istinaf yolu açık olduğu açıktır.
34. Kanun yollarına ilişkin yasal düzenlemeler incelendiğinde başvurunun öncelikli koşulu, aleyhine kanun yoluna başvurulan karar hakkında kanun yolunun öngörülmüş olmasıdır. Mahkeme kararlarının denetlenmesini talep hakkı, evrensel bir hukuk ilkesi olan adil yargılanma hakkının ve hak arama hürriyetinin birer gereği olarak kabul edilmekte ise de kanun koyucu tarafından bütün mahkeme kararlarına karşı bu hak kabul edilmemiş ve bazı sınırlamalar getirilerek, üst yargı denetimi kapalı tutulmuştur (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 28.04.2023 tarihli ve 2021/5 Esas, 2023/2 Karar sayılı kararı). Kanun yolu denetimi, mahkemeye ilk başvuru hakkı kadar sınırsız ve mutlak anlaşılmamaktadır. Bu anlamda olmak üzere istinaf ve temyiz kanun yollarına her karar için başvurulması mümkün olmamakta, bazı kararlar alt derecedeki mahkemelerde kesinleşmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de HUMK'nın 427. maddesinin 26.02.1965 tarihli ve 3156 sayılı Kanun'un 19. maddesiyle değişik 2, 3 ve 4. fıkralarının Anayasaya aykırılığı nedeniyle yapılan iptal başvurusunda, "...Yasa koyucu, itiraz konusu kuralla, miktar veya değeri yüzbin lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihaî kararların kesin olmasını davaları süratlendirmek ve Yargıtay'ın yükünü hafifletmek düşüncesiyle kabul etmiş; bu kararların bir kere de Yargıtayca incelenmesinde kamu yararı görmemiştir. Kaldı ki, Anayasa'da bütün mahkeme kararlarının bir ayırım gözetilmeksizin üst mahkemeden geçmesini zorunlu kılan bir hüküm de mevcut bulunmamaktadır. Esasen yargı denetiminde sonsuzluk hiçbir zaman söz konusu olamaz; bir yerde kesilmesi gerekir. Nitekim kimi kanunlarda kanun yollan gereklere göre düzenlenmiş ve kimi kararların kesin olduğu belirtilmiştir. Öte yandan, adliye mahkemelerince verilen bütün kararların Yargıtayca incelenmesini istemek, bir anlamda ilk derece hâkimlerine güvensizliğin ifadesi kabul edilebilir. Bu güvensizliğin ise, hiçbir haklı nedeni olamaz..." tespitlerine yer vermiştir (AYM, 20.01.1986 tarihli ve 1985/23 Esas, 1986/2 Karar sayılı kararı).
35. Nitekim bir kararın temyiz edilip edilemeyeceği kanun tarafından belirlendiğinden mahkemenin kanuna göre temyiz edilemeyecek olan bir kararın temyiz edilebileceğini kararında göstermesi o kararın (hükmün) temyiz incelemesinin yapılmasını sağlamaz. Bir kararın temyizine önce kanunun cevaz vermesi gerekmektedir.
36. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 366. maddesinde bazı hususlarda istinaftaki hükümlerin temyizde kıyasen uygulanacağı belirtilmiştir. Bunlar 343 ilâ 349 ve 352. madde hükümleridir.
37. Kıyas yoluyla temyizde de uygulanması gereken HMK'nın “Ön inceleme” başlıklı 352. maddesinde Bölge Adliye Mahkemesince yapılacak ön inceleme sonucunda incelemenin başka bir dairece veya bölge adliye mahkemesince yapılmasının gerekli olması, kararın kesin olması, başvurunun süresi içinde yapılmaması, başvuru şartlarının yerine getirilmemesi ve başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin hiç gösterilmemesi söz konusu olduğunda gerekli kararın verileceği belirtilmiştir.
38. Yukarıda da açıklandığı üzere temyizdeki ön inceleme konusunda, istinaftaki ön inceleme hükümlerine atıf yapıldığından Yargıtay ilgili dairesince dosya, dosyanın dairenin işbölümüne girip girmediği, temyiz kabiliyetinin bulunup bulunmadığı, temyiz isteminin süresinde olup olmadığı bakımından, ayrıca temyiz şartlarıyla ve diğer usûlî eksiklikleri yönünden ön incelemeye tâbi tutularak temyiz incelemesinin esastan yapılmasına engel olan eksikliğin saptanması hâlinde gerekli karar verilir (HMK md. 366 göndermesiyle md. 352 ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu md. 40; Yargıtay İç Yönetmeliği md. 18).
39. Bu ön inceleme, esasen kararı temyiz edilen mahkeme tarafından incelenmesi gereken hususlardır. Ancak kararı veren mahkemenin bu ön incelemeyi doğru yapmaması neticesinde Yargıtay yeniden inceleme yaparak karar vermektedir.
40. Bu itibarla icra mahkemelerinin hukuka ilişkin kararlarının yeniden incelenip denetlenebilmesi için başvuruya konu karar hakkında olağan kanun yolunun açık tutulmuş olması gerekmektedir. Aksi hâlde başvuru yapılsa dahi kanun yolu mahkemesi öncelikle başvuru koşullarının mevcut olup olmadığını inceleyeceğinden gerekli koşulu taşımayan başvuruyu salt bu nedenle reddedecektir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 28.04.2023 tarihli ve 2021/5 Esas, 2023/2 Karar sayılı kararı).
41. Netice itibarıyla temyiz edilemeyeceği kanunda açıkça düzenlenen karara ilişkin -verildiği anda miktar itibariyla temyiz kabiliyeti bulunmayan bir kararın- mahkemenin kararın temyiz edilebileceğini kararında göstermesi veya kesin olduğu kararda açıkça belirtilemesine rağmen taraflardan birinin yine de temyize başvurması sonucunda verildiği anda değer itibariyla temyiz sınırın altında kalan kararın değişen temyiz inceleme tarihine göre temyiz edilebilir hâle getirilmesi mümkün değildir. Usul kuralları hak yaratan kurallar değildir. Çünkü temyiz edebilme hakkı hükmün verildiği tarihte kazanılmıştır/belirlenmiştir. Verildiği anda değer itibariyla istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinden şüphe yoktur. Bir kararın verildiği tarihte kesin olması, temyize kabil olmaması yani tamamlanmış usuli işlem niteliğinde olması durumunda daha sonra yapılan kanun değişikliği o kararı temyize açık hâle getiremez, bir karar verildiği anda ya temyizi kabildir ya değildir.
42. Kanun yoluna başvuru hakkı kararı kanun yoluna konu olan mahkemenin nihai kararını verdiği tarihte doğar ve bu hakkın kullanılıp kullanılamayacağı da kararın verildiği tarihte geçerli olan parasal sınıra göre belirlenir. Zira aksine bir düzenleme olmadıkça usul hükümleri Resmî Gazete'de yayımlandığı tarih itibariyla derhal yürürlüğe girer ve hükmün yürürlüğe girmesinden sonra verilen kararlar için derhal uygulanır (Muhammet Özekes, Tolga Akkaya, Pekcanıtez Usul, Medeni Usul Hukuku, 16. Bası, İstanbul, Mayıs 2025, C. IV, s.3892).
43. Başka bir anlatımla bir davada (itiraz veya şikâyette) tarafların temyiz yoluna başvurabilmeleri için öncelikle o davanın (itiraz veya şikâyetin) usul hukuku kuralları çerçevesinde temyizi olanaklı bulunan bir kararla sonuçlandırılmış olması gerekeceği çok açıktır. Eş söyleyişle henüz temyizi olanaklı bir nihai karara bağlanmamış olan bir davada (itiraz veya şikâyette), tarafların temyiz hakkının varlığından söz edilemez. Temyiz hakkı, gerekçesi veya sonucu itibarıyla o hakka sahip tarafın/tarafların aleyhine sonuçlar doğuran ve usul hukuku kurallarının temyizine olanak tanıdığı bir kararın verildiği tarihte doğar. Davanın (itiraz veya şikâyetin) daha önceki aşamalarında böyle bir hak doğmuş olamayacağına göre, bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı, karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise ona bağlı kalınmalıdır. Buradaki "karar" teriminin, mahkemenin Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını da kapsayacağında duraksamaya yer yoktur (Hukuk Genel Kurulunun 23.02.2005 tarihli ve 2005/13-32 Esas, 2005/85 Karar ile 16.03.2005 tarihli ve 2005/21-131 Esas, 2005/140 Karar sayılı kararları).
44. Bu itibarla bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyla kanun yolunun kapalı olması veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama (inceleme) bitmiştir. Yargılama (inceleme) süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik, yargılamanın (incelemenin) devamına engel bir durumdur. Hüküm verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usuli işlem söz konusudur. Ayrıca kesin olan bu kararın, lehine olan taraf bakımından usuli kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır.
45. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında temyiz incelemesi için Hukuk Genel Kurulu önünde bulunan 22.05.2024 tarihinde verilen direnme kararı yönünden kararın miktar itibariyla temyizi kabil olup olmadığının belirlenmesinde 7550 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle İİK'nın ek 1. maddesinin 2. fıkrasında yapılan ve 04.06.2025 tarihinde yürürlüğe giren değişiklik karşısında itiraz (dava) tarihindeki parasal sınırların mı yoksa karar tarihindeki parasal sınırların mı esas alınacağı konusu irdelendiğinde; Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme karar tarihi itibarıyla temyiz hakkı doğmuş olup dolayısıyla ortada HMK'nın 448. maddesi anlamında tamamlanmış bir usul işlemi bulunmaktadır. 7550 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle İİK'nın ek 1. maddesinin 2. fıkrasında yapılan değişikliğin ne şekilde uygulanacağı, başka bir deyişle derdest davalarda (itiraz ve şikâyetlerde) uygulanıp uygulanmayacağı yönünden bir geçiş hükmü de öngörülmemiştir.
46. Diğer taraftan verildiği anda yürürlükte bulunan kanun hükümlerine göre miktar itibariyla kesin olan yani temyiz yolu kapalı bulunan bir kararın sonradan yürürlüğe giren kanuni düzenleme kapsamında değişen parasal sınırlara göre kesin olup olmadığının değerlendirilmesine olanak bulunmamaktadır. Hukuk yargılamasında ceza yargılamasında olduğu gibi lehe-aleyhe düzenleme değerlendirmesi yapılması da mümkün olmadığı gibi yargılamanın taraflarının aynı haklara aynı ölçüde sahip olmasına göre kararın verildiği tarih itibarıyla her iki taraf açısından geçerli olan öngörülebilir koşullara göre değerlendirme yapılması gerekmektedir. Bu itibarla kararın verildiği tarih itibarıyla temyiz eden açısından kararı temyiz etme koşulları belirli; kararı temiz etmeyen taraf açısından ise diğer tarafın temyiz etme koşullarını o tarih itibarıyla sağlayıp sağlamadığı öngörülebilir olmalıdır. Neticeten eldeki itirazda 7550 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle İİK'nın ek 1. maddesinin 2. fıkrasında yapılan değişiklik kapsamında kararın temyizi kabil olup olmadığının belirlenmesinde itiraz (dava) tarihinin esas alınmasının mümkün olmadığı, değişiklikten önceki düzenlemelere göre karar tarihi itibariyla değerlendirme yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
47. İcra ve İflas Kanunu'nun 7165 sayılı Kanun ile değişik ek 1/2. maddesine göre aynı Kanun’un 363 ve 364. maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında hükmün verildiği tarihteki miktar esas alınır. İİK'nın 7165 sayılı Kanun ile değişik ek 1/1. maddesinde, 364. maddeki parasal sınırın 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298. maddesine göre her yıl tespit ve ilan edilecek yeniden değerleme oranında artırılması öngörülmüştür. İİK'nın 5311 sayılı Kanun ile değişik 364/1. maddesinde öngörülen kesinlik sınırı 01.01.2024 tarihinden itibaren 378.290,00 TL’ye çıkarılmıştır.
48. Somut olayda; alacaklı vekili tarafından bonolara dayalı olarak borçlular aleyhine kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla takip başlatılmış, takip talebinde asıl alacak miktarı 53.127 Euro gösterilmiştir. Takip tarihi olan 03.02.2020 tarihindeki T.C. Merkez Bankası EURO efektif satış kuru (6.63 TL) dikkate alınarak yapılan hesaplamada harca esas değer 352.232,01 TL’dir.
49. İcra ve İflas Kanunu'nun 167. maddesi uyarınca kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takip talebinde aynı Kanun'un 58. maddesindeki hususların bulunması zorunludur. İİK'nın 58/2. maddesinin üçüncü bendi uyarınca ilâmsız icra takibinin konusu olan alacak yabancı para alacağı ise bu alacağın Türk parası ile tutarının takip talebinde gösterilmesi gerekir. Dolayısıyla yabancı para alacaklarında uyuşmazlık konusu miktarın takip tarihindeki tarihindeki T.C. Merkez Bankası EURO efektif satış kuru üzerinden belirlenmesi gerekir.
50. Bölge Adliye Mahkemesince direnme kararının verildiği 22.05.2024 tarihinde temyiz edilebilirlik (kesinlik) sınırı 378.290,00 TL'dir. Direnme kararının alacaklı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesinin 11.10.2024 tarihli ek kararıyla kesin nitelikte olduğundan temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiş, ek karar yasal süresinde alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
51. Bu durumda uyuşmazlık konusu değerin (352.232,01 TL) İİK'nın 364/1. maddesinde belirtilen kesinlik sınırını geçmediği anlaşıldığından Bölge Adliye Mahkemesinin karar tarihi itibari ile kesinlik sınırı olan 378.290,00 TL’nin altında kalmaktadır. Şu hâlde direnme kararının alacaklı vekilince temyiz edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince temyiz dilekçesinin miktardan reddine dair verilen 11.10.2024 tarihli ek karar usul ve yasaya uygundur.
52. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında temyiz incelemesi henüz yapılmamış dosyalar bakımından tamamlanmış bir işlemin bulunmadığı, İİK'nın 7550 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle değişik ek 1/2. maddesi uyarınca parasal sınırların uygulanmasında itiraz (dava) tarihindeki miktarın esas alınması gerektiği, Anayasa Mahkemesinin İİK'nın ek 1. maddenin 2. fıkrası ile ilgili iptal kararının gerekçesi de dikkate alınarak mahkemeye erişim hakkına öncelik verilmesi gerektiği, amaçsal yoruma uygun şekilde değerlendirme yapılmasının zorunlu olduğu, açıklanan nedenlerle itiraz (dava) tarihindeki parasal sınır olan 72.070,00 TL dikkate alındığında Bölge Adliye Mahkemesinin 11.10.2024 tarihli ek kararının kaldırılması gerektiği ile uyuşmazlık konusu miktarın takip tarihindeki değil direnme karar tarihindeki T.C. Merkez Bankası EURO efektif satış kuru üzerinden belirlenmesi gerektiğinden Bölge Adliye Mahkemesinin 11.10.2024 tarihli ek kararının bu değişik gerekçeyle kaldırılması gerektiği gerektiği görüşleri ileri sürülmüş ise de bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
53. Hâl böyle olunca direnme kararının alacaklı vekilince temyiz edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince temyiz dilekçesinin miktardan reddine dair verilen 11.10.2024 tarihli ek karar usul ve yasaya uygun olmakla onanması gerekmektedir.
KARAR
Açıklanan sebeple;
Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile Bölge Adliye Mahkemesine verilen 11.10.2024 tarihli ek kararın ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
25.06.2025 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.