Hukuk Genel Kurulu’nun 2025/148 E., 2025/185 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.03.2025 tarihli, 2025/148 E., 2025/185 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2025/148 E., 2025/185 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
SAYISI : 2023/9 E., 2024/12 K.
1. Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 2. Hukuk Dairesince davanın esastan reddine dair verilen 24.09.2024 tarihli ve 2023/9 Esas, 2024/12 Karar sayılı karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
2. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği düşünüldü:
3. Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
4. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle, dava ve temyiz dilekçeleri birlikte değerlendirildiğinde, 100.000,00 TL manevi tazminatın tahsilinin istenmesi ve davanın reddine karar verilmesi karşısında, davacı tarafından temyize konu edilen kararın miktar itibari ile temyizi kabil nitelikte olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.
5. Bu aşamada istinaf ve temyize ilişkin yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar vardır.
6. Bölge Adliye Mahkemeleri 20.07.2016 tarihinde faaliyete geçmiş olup, bu tarihten itibaren 6100 sayılı Kanun’un istinaf ve temyiz hükümleri uygulanmaya başlanmıştır.
7. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun istinaf yoluna başvurulabilen kararları düzenleyen 341. maddesi;
“…(1) (Değişik:22/7/2020-7251/34 md.) İlk derece mahkemelerinin aşağıdaki kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulabilir:
a) Nihai kararlar.
b) İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlar.
(2) Miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/41 md.) Ancak manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabilir…” düzenlemesini içermektedir.
8. İlk derece mahkemeleri tarafından verilen ve miktar veya değeri 3.000,00 (yeniden değerleme oranlarına göre hesaplandığında 2024 yılı için 28.250,00) Türk lirasını geçmeyen mal varlığına ilişkin davalardaki kararlar kesindir. Kesinlik sınırı bakımından manevi tazminat istemleri için bir istisna getirilmiş ve miktarı ne olursa olsun manevi tazminata ilişkin kararlara karşı istinaf yoluna başvurunun mümkün olduğu belirtilmiştir.
9. Aynı Kanun’un temyiz edilemeyen kararları düzenleyen 362. maddesinde;
“…(1) Bölge adliye mahkemelerinin aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz:
a) Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar…” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
10. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341/2. maddesi gereğince manevi tazminat davaları yönünden kesinlik sınırı olmaksızın istinaf yoluna başvurulabilmesine rağmen temyize ilişkin olarak bu şekilde bir istisna yer almadığından manevi tazminat açısından temyiz kesinlik sınırı göz önüne alınarak temyizin mümkün olup olmadığı değerlendirilecektir.
11. Bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise ona bağlı kalınmalıdır.
12. 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 02.01.2017 tarihli ve 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile değiştirilen (08.03.2018 tarihli ve 7072 sayılı Kanun ile kanun hükmü olarak kabul edilen) “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri” başlıklı 15. maddesinin 3. fıkrasında;
“…İlk derece mahkemesi olarak ilgili dairelerce verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini yapmak…” hükmü yer almaktadır.
13. Bu hükümde Özel Dairelerce ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabileceği ve Hukuk Genel Kurulunun bu kararları temyiz yoluyla inceleyeceği belirtilmektedir.
14. Yargıtay ilgili hukuk dairesinin tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir; temyiz incelemesi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır (Kuru, Baki: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, 2. Baskı, Kasım 2018 s. 645).
15. Öte yandan Bölge Adliye Mahkemesi hukuk dairelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla veya istinaf incelemesi sonucu verdiği kararlar için dahi ayrım yapılmaksızın 6100 sayılı Kanun’un 362. maddesinde belirtilen kırk bin Türk liralık temyiz kesinlik sınırı uygulandığından Yargıtay hukuk dairelerince ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararların temyizi için de bu parasal sınırın esas alınması ve bu miktarı geçen kararlara karşı temyiz yolunun açık olduğunun kabul edilmesi gerekir. Aksinin kabulü hâlinde Kanun’un bölge adliye mahkemesi için ilk derece mahkemesi veya istinaf incelemesi yapan mahkeme olarak tanıdığı kırk bin Türk lirası parasal sınır dâhilinde kesin karar verme yetkisini Yargıtay hukuk dairelerine tanımadığı gibi bir sonuç ortaya çıkar ki, kanun koyucunun bunu amaçladığından bahsedilemez.
16. Yukarıda belirtildiği üzere miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar temyiz edilemez. 6100 sayılı Kanun’un Ek Madde 1 hükmüne göre de, 362. maddedeki parasal sınırların, her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanacağı belirtilmiştir. Bu hükümlere göre hesaplama yapıldığında 2024 yılı için temyiz kesinlik sınırı 378.290,00 TL’dir.
17. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 366. maddesinin yollaması ile temyiz yolunda da uygulanan 346. maddesi uyarınca, temyiz dilekçesi kesin olan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme temyiz dilekçesinin reddine karar verir. Ancak bu hükme rağmen temyiz edilen karar kesin olduğu hâlde bu konuda inceleme yapılıp karar verilmeksizin dosya Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiş ise, 01.06.1990 tarihli ve 1989/3 Esas, 1990/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince dosyanın mahalline çevrilmesine gerek olmaksızın Hukuk Genel Kurulu tarafından temyiz talebinin reddine karar verilebilecektir. Bu İçtihadı Birleştirme Kararı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri nedeniyle verilmiş olsa da 6100 sayılı Kanun’daki benzer düzenlemeler de aynı yorum ve sonucu doğurduğu için 6100 sayılı Kanun hükümlerine göre temyiz yönünden de uygulanması gerekir.
18. Tüm bu açıklama ve yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde; somut olayda davacı tarafından 100.000,00 TL manevi tazminatın tahsili talep edilmiş, Özel Dairece davanın reddine karar verilmiş ve dava konusu 100.000,00 TL manevi tazminat yönünden davacı tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. Bu durumda dava değerinin 2024 yılı itibarıyla temyiz kesinlik sınırı olan 378.290,00 TL’nin altında kaldığı anlaşılmakla, anılan karara karşı temyiz yoluna başvurulması miktar itibariyle mümkün bulunmadığından, davacının temyiz başvurusunun miktardan reddine karar vermek gerekmiştir.
19. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 6100 sayılı Kanun’un sistematiğinde temyizi kabil olmanın asıl, temyiz edilememenin ise istisna olarak düzenlendiği, istisna hükümlerinin dar olarak yorumlanması gerektiği, Bölge Adliye Mahkemelerinin kararlarına dair temyizi kabil olmama hâlinin kıyas yoluyla, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Hukuk Dairesi kararlarına teşmil edilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle kararın temyizinin kabil olduğu görüşü ile; manevi tazminat istemiyle açılan eldeki davada, Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatıyla karar verildiği, bu nedenle 6100 sayılı Kanun’un 341. maddesinin uygulanması gerektiği, anılan Kanun’un 341/2 maddesi gereğince manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabileceği, kararın kesin olmadığı ve temyiz incelemesinin yapılması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
20. Hâl böyle olunca davacının temyiz başvurusunun miktardan reddi gerekir.
KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacının temyiz başvurusunun miktardan REDDİNE,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
26.03.2025 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
Dava, maddi ve manevi tazminata ilişkindir.
Yargılama ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Özel Dairesince yapılmıştır.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, bu kararların temyizi hâlinde kesinlik sınırının ne olacağı hususundadır.
Hâkimin hukuki sorumluluğunu düzenleyen HMKnın 46. maddesi “...Devlet ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hakime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder.”
Aynı Yasa'nın 47. maddesi ise “..- (1) Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür….Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır…” şeklinde düzenlenmiştir.
Yasa metninde de açıkça belirtildiği üzere Yargıtayın ilgili dairesi uyuşmazlığı ilk derece mahkemesi sıfatıyla çözecektir.
İlk derece mahkemelerince verilen kararların kanun yolu denetimini ise yine HMK 341. maddesi “- (1) İlk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir.
(2) Miktar veya değeri 28.250 Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. Ancak manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabilir.
(3) Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda 28.250 Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir.
(4) Alacağın tamamının dava edilmiş olması durumunda, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü 28.250 Türk Lirasını geçmeyen taraf, istinaf yoluna başvuramaz.
(5) İlk derece mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtaya başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin nihai kararlarına karşı, bölge adliye mahkemelerine başvurulabilir.” şeklinde hüküm altına almıştır.
Aynı Yasa'nın temyizi düzenleyen 361. maddesi “- (1) Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir.
(2) Davada haklı çıkmış olan taraf da hukuki yararı bulunmak şartıyla temyiz yoluna başvurabilir.” demektedir.
Temyiz edilemeyen kararlar başlığı ile 362. madde ise “- (1) Bölge adliye mahkemelerinin aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz:
a) Miktar veya değeri 378.290 Türk Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.
b) 4 üncü maddede gösterilen davalar ile (23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunundan doğup taşınmazın aynına ilişkin olan davalar hariç) özel kanunlarda sulh hukuk mahkemesinin görevine girdiği belirtilen davalarla ilgili kararlar.
c) Yargı çevresi içinde bulunan ilk derece mahkemeleri arasındaki yetki ve görev uyuşmazlıklarını çözmek için verilen kararlar ile merci tayinine ilişkin kararlar.
ç) Çekişmesiz yargı işlerinde verilen kararlar.
d) Soybağına ilişkin sonuçlar doğuran davalar hariç olmak üzere, nüfus kayıtlarının düzeltilmesine ilişkin davalarla ilgili kararlar.
e) Yargı çevresi içindeki ilk derece mahkemeleri hâkimlerinin davayı görmeye hukuki veya fiilî engellerinin çıkması hâlinde, davanın o yargı çevresi içindeki başka bir mahkemeye nakline ilişkin kararlar.
f) Geçici hukuki korumalar hakkında verilen kararlar.
(2) Birinci fıkranın (a) bendindeki kararlarda alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda, 378.290 Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. Alacağın tamamının dava edilmiş olması hâlinde, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü 378.290 Türk Lirasını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Ancak, karşı taraf temyiz yoluna başvurduğu takdirde, diğer taraf da düzenleyeceği cevap dilekçesiyle kararı temyiz edebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu yasal düzenlemeleri birlikte değerlendirdiğimizde;
1- Davaya ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakılmıştır.
2- Hüküm altına alınması talep edilen miktar maddi ve manevi tazminata ilişkindir.
3- İlk derecede hüküm altına alınan manevi tazminat, miktara bakılmaksızın kanun yolu denetimine tabidir.
4- Hüküm altına alınan miktarı Devlet ilgili hakime rücu eder.
5- Miktar sınırlaması İstinaf mahkemesince verilen kararlarda bulunmaktadır.
6- Hukuk Genel Kurulu, somut olayda kanun yolu denetimi yapmaktadır.
7- Bölge Adliye Mahkemelerince verilen kararların temyizi mümkündür.
Bu ilkeleri belirledikten sonra somut olaya döndüğümüzde; İlk derece mahkemelerince verilen nihai kararların hukuki denetim mercii olarak istinaf mahkemeleri gösterilmiş, istinaf mahkemelerinden verilen kararlar için ise Yargıtay hukuki denetim makamı olarak belirlenmiştir.
Ne var ki Yargıtay ilgili dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla çözüme kavuşturulan uyuşmazlıkların hukuki denetiminde kesinlik sınırına ilişkin açık bir düzenleme getirilmemiştir. İşte bu nedenle somut uyuşmazlık ile hüküm altına alınan miktarın kanun yolu denetiminin mümkün olup olmadığı tartışma konusu olmuştur.
Yasalarda açıkça hüküm bulunmayan hâllerde, gerekmesi hâlinde hâkim kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir düzenleme getirecek idiyse o şekilde yorum yapmak suretiyle bir çözüm üretmek zorundadır.
Hâkim çözüm üretirken, (yasaları yorumlarken) işin niteliğine uygun yorum yapmalıdır.
İşin niteliği, yasa yolu denetimidir. Asıl olan derece mahkemelerince verilen kararların miktara bakılmaksızın yasa yolu denetimine tâbi tutulmasıdır.
Yasa koyucu hâkimlerin verdiği kararlar nedeniyle açılacak tazminat davalarında ilgili Yargıtay Özel Dairesini görevli kılmak suretiyle daha iyi, daha güvenli bir yargılama yapılmasını garanti altına almak istemiştir. Daha güvenli bir yargılamayı amaçlayan yasa koyucunun verilen kararı hukuki denetim dışında tutmak istemesi düşünülemeyecektir. Sıradan vatandaşların ilk derece mahkemesince, yargılaması sonucu hüküm altına alınan manevi tazminat istekleri miktara bakılmaksızın yasa yolu denetimine tâbi tutulurken, somut olayın bu denetimden mahrum bırakılması her şey bir yana “yargı organları önünde eşitlik” prensibine de aykırı düşeceği gibi hak arama hürriyetinin de kısıtlanması niteliğinde olacaktır.
Diğer yandan mahkemeye erişim hakkı ilgililerin en kutsal haklarından birisidir. Hâkim yapacağı yorumlarda bunu dahi gözden uzak tutmamalıdır. Asıl olan verilen kararların yasa yoluna tabi tutulmasıdır. Bunun aksi ancak yasal düzenlemeyi gerektirir. Yukarıda belirtilen yasa maddelerinde de açıklandığı üzere ilk derece mahkemelerince verilen manevi tazminata ilişkin kararların üst mahkemece denetimini engelleyen bir hüküm bulunmadığı gibi aksine miktara bakılmaksızın denetime tabi tutulmuştur.
Bu açıklamalar sonucunda, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay ilgili dairesince verilen tazminata ilişkin kararların yasa yolu denetiminde temyiz sınırına itibar edilemeyeceği, istinaf sınırının esas alınması gerektiği, aksi yorumun işin niteliğine, yasa ve yargı önünde eşitlik prensibine aykırı, hakka ulaşımı engelleyici nitelikte olacağı bu nedenle işin esasına girilerek inceleme yapılması gerektiği kanaatiyle sayın çoğunluğun, temyiz talebinin değerden ret yönündeki görüşüne katılmıyorum.
"K A R Ş I O Y"
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen olayda uyuşmazlık, Yargıtay Hukuk Dairesince -ilk derece mahkemesi sıfatıyla- verilen bir hükmün temyizi kabil olup olmadığına ilişkindir.
Sayın çoğunluk, eldeki davada, söz konusu hükmün miktar itibarıyla kesin olduğu ve temyize tâbi bulunmadığı değerlendirmesiyle temyiz isteminin miktardan reddine karar vermiştir. Aşağıda açıklamış olduğumuz nedenlerle çoğunluğun görüşüne katılmam mümkün olmamıştır.
Somut olayda dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 46. maddesi uyarınca hâkimin sorumluluğuna dayalı olarak Devlet aleyhine açılan tazminat davasıdır.
Anılan Kanun hükmünde düzenleme altına alınmış olan tazminat davası, hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı sınırlı sebeplere dayalı olarak de Devlet aleyhine açılması mümkün özel bir dava türüdür. Bu davalara ilişkin olarak yargı yeri de 6100 sayılı Kanun'un 47. maddesinde ayrıca düzenlenmiştir. Buna göre Devlet aleyhine açılan tazminat davası, gerek ilk derece veya bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı gerekse Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından açılmış olsun Yargıtayın ilgili (görevli) Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülecektir.
6100 sayılı Kanun'un 47. maddesinde bu davalara ilişkin olarak Yargıtay Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilecek kararlara ilişkin kanun yolu bakımından da özel bir hükme yer verilmiştir. "Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesine, kararı veren başkan ile üyeler katılamaz." şeklindeki bu hüküm ile bir taraftan bu kararların temyize tâbi olduğu kabul edilmiş; diğer taraftan da temyiz merciinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu olduğu, temyiz incelemesine ise kararı veren başkan ile üyelerin katılamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Bu bağlamda 6100 sayılı Kanun'un 47. maddesinde temyize ilişkin olarak anılan Kanun'un bir başka maddesine atıf yapılmadığının altı çizilmelidir. Hâkimlerin yargılama faaliyetleriyle ilgili olarak Devlet aleyhine açılan bu tazminat davasının ayrıcalıklı önemi, maddenin gerekçesinde "Hâkimlerin sorumluluğu nedeniyle açılan tazminat davası, sıradan bir tazminat davası gibi değerlendirilmemelidir." şeklinde ifade edilmiştir.
6100 sayılı Kanun'un 341. maddesinde ilk derece mahkemelerinin istinaf yolu açık olan karar türleri sayılmıştır. Kanun'un 362. maddesinde ise Bölge adliye mahkemelerinin temyiz edilemeyen kararları tahdidi olarak sıralanmıştır. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasının girişindeki "Bölge adliye mahkemelerinin aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz" şeklindeki ibareden, burada sayılan temyiz edilememe hâlinin Bölge adliye mahkemeleri tarafından verilen kararlara ilişkin olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Bu çerçevede 6100 sayılı Kanun'un sistematiğinde temyizi kabil olmanın asıl, temyiz edilememenin ise istisna olarak düzenlendiği gözardı edilmemelidir. Kanun koyucu 341. maddede istinaf yolu açık olan kararları sayarken 362. maddede bu kez Bölge adliye mahkemelerinin temyiz edilemeyen kararlarını sınırlı olarak belirlemeyi tercih etmiştir. Bu durumda temyiz edilememe hâlinin bir istisna hükmü olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.
Esasen kanun hükümlerinin yorumlanmasında dikkate alınacak temel prensiplerden biri istisna hükümlerinin dar yorumlanmasıdır. Latince "singularia non sunt extenda" olarak ifade edilen ve Roma hukukunda da kabul edilmiş olan bu ilke Mecelle'nin 9. maddesinde de "Sıfat-ı arızada aslolan ademdir" şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre eldeki uyuşmazlık bakımından asıl olan bir kararın temyize tâbi olması, istisna ise kesinliktir. Kanun koyucu temyiz yolu kapalı olan kararları kendisi istisna olarak 6100 sayılı Kanun'un 362. maddesinde sınırlı olarak belirlemiştir.
Dolayısıyla maddede yer alan bölge adliye mahkemelerinin kararlarına dair temyizi kabil olmama istisna hâllerinin kıyas yoluyla Yargıtay Hukuk Daireleri tarafından ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen hükümlere teşmil ettirilmesi mümkün görünmemektedir.
Diğer taraftan hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı olarak -sınırlı sebeplerle- Devlet aleyhine açılan ve özel önemi nedeniyle Yargıtay Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalara ilişkin olarak 6100 sayılı Kanun'un 47. maddesinde yer alan "verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır." şeklindeki hükmün bu kararların temyiz merciini belirlemenin yanında, ayrıca bu davalarda verilen kararların temyize tâbi olduğuna da işaret ettiği kabul edilmelidir.
Bu bağlamda Kanun koyucunun -hukuk sistemimiz içinde özel bir dava türü olarak düzenleme altına alınmış olan- hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı tazminat davalarının görüleceği merciyi Yargıtay Hukuk Dairesi olarak belirlemesi, hâkimlere ilişkin önemli bir güvence olarak değerlendirilmelidir. Zira bu dava sebebiyle Devletin, ödediği tazminatı sorumlu hâkime rücu etmesi söz konusu olmaktadır. Üstelik kanun koyucu sadece Yargıtay Başkan ve Üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların değil, bu kişilerin yanı sıra ilk derece veya bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı açılan davaların da ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Hukuk Dairesinde görülmesini hükme bağlamıştır. 6100 sayılı Kanun'un 46. maddesinin gerekçesinde bu durum "Hükümde geçen 'hâkim' kavramı, genel anlamda kullanılmıştır. Buna, yargı yetkisini kullanan tüm hâkimler dahildir. Örneğin, ilk derece mahkemesi hâkimleri, bölge adliye mahkemesi hâkimleri, Yargıtay, Danıştay başkan ve üyeleri, keza ceza mahkemesi hâkimleri de buraya dahildir." şeklinde ifade edilmiştir.
Sayın çoğunluğun yaklaşımı benimsendiğinde, hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı açılan tazminat davalarının önemli bir kısmında verilen hükümlerin miktar itibarıyla temyizi kabil olmaması söz konusu olacaktır. Bu durumda ise anılan davaların ilk derece mahkemesi olarak Yargıtay Hukuk Dairesinde görülmesiyle getirilmiş olan güvence, burada verilecek kararların kanun yolu incelemesine tâbi olamaması dolayısıyla anlam ve önemini büyük ölçüde yitirecektir. 6100 sayılı Kanun'un sistematiği bir bütün olarak dikkate alındığından kanun koyucunun böyle bir sonucu murat ettiğini kabul etmek uygun görünmemektedir.
Bu itibarla eldeki davada Yargıtay Hukuk Dairesince verilen kararın temyizi kabil olduğu kanaatinde bulunduğumdan sayın çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.