ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2025/143 E., 2025/413 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2025/143 E., 2025/413 K. sayılı kararı
2 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 02.07.2025 tarihli, 2025/143 E., 2025/413 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2025/143 E., 2025/413 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2024/1753 E., 2024/2178 K.

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 29.05.2024 tarihli ve

2024/6219 Esas, 2024/9349 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki işçilik alacağı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, davalı vekilinin temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Genel Müdürlüğü (Kurum) Kozlu Müessese Müdürlüğünün tüvenan kömürlerinin ve ocak taşlarının yüklenmesi, nakli ve boşaltılması ile Kozlu Lavvarından çıkan katı atık malzemenin nakli ve yüklenmesi için yapılan ihaleyi alan dava dışı işverenler nezdinde işyeri devri esaslarına göre 02.01.2012 tarihinden itibaren kesintisiz şekilde bant işçisi olarak çalıştığını, müvekkili ile aynı işi yapmakta olan davalı Kurumun yeraltı işçilerine tanınan haklardan yararlandırılmadığını ve Sosyal Güvenlik Kurumu primlerinin yer üstünde çalışan işçiler gibi ödendiğini, davalı ile dava dışı alt işverenler arasında geçerli bir asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunmadığını, müvekkilinin baştan beri davalı Kurum işçisi sayılması gerektiğini ileri sürerek ilave tediye ve fark ücret alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının müvekkili Kurumun işçisi olmadığını, müvekkili Kurum ile davacının çalıştığı dava dışı şirket ya da şirketler arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunmadığını, işin bütün olarak dava dışı şirketlere devredildiğini, muvazaa iddiasının ve muvazaaya dayalı alacak taleplerinin yerinde olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 12.10.2021 tarihli ve 2020/434 Esas, 2021/397 Karar sayılı kararı ile; Zonguldak 2. İş Mahkemesinin 2020/254 Esas sayılı dosyasında yapılan keşif sonrası düzenlenen bilirkişi heyet raporunda muvazaanın tespit edildiği, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 12.02.2020 tarihli ve 2019/7907 Esas 2020/2010 Karar sayılı kararında da davalı ... ile dava dışı ... Taşımacılık Tem. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğu yönünde karar verildiği, davacının baştan itibaren davalı Kurum işçisi sayılması gerektiği, itibar olunan bilirkişi raporuna göre davacının ilave tediye ve fark ücret alacaklarının bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 28.02.2024 tarihli ve 2022/102 Esas, 2024/533 Karar sayılı kararı ile; Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin emsal nitelikteki kararları doğrultusunda davalı ve dava dışı şirketler arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğunun anlaşılmasına göre İlk Derece Mahkemesince bu yönde karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı ancak dava açılmadan önce başvurulan arabuluculuk sürecinin anlaşamama ile sonuçlanması üzerine 22.10.2020 tarihli son tutanak dava dilekçesine eklenerek 30.10.2020 tarihinde dava açıldığı, hükme esas alınan ve davacının ıslahına dayanak oluşturan bilirkişi raporunda, ilave tediye alacağı hesaplamasının en son 2020/3. ayına ilişkin yapılması yerinde olmakla birlikte fark ücret alacağının 30.10.2020 tarihine kadar hesaplandığı, banka kaydına göre davacının ücret ödemelerinin her ayın onu itibarıyla yapıldığı gözetilerek arabuluculuk son tutanak tarihinden sonra 10.11.2020 tarihinde muaccel hâle gelen 2020 yılı Ekim ayı alacağı yönünden davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin ilâm başlığında belirtilen kararı ile; "...1. 4857 sayılı Kanun'un 2 nci maddesinin yedinci fıkrasına göre bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren alt işveren ilişkisi denilmektedir. Maddeye göre asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak 4857 sayılı Kanun'dan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur. Dolayısıyla asıl işveren alt işveren ilişkisinin geçerli olarak kurulabilmesi için iki işverenin bulunması, mal veya hizmet üretimine ilişkin bir işin varlığı ve asıl işin bölünerek alt işverene verilmesi hâlinde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektirme unsurunun gerçekleşmiş olması gerekir. Sözü edilen bu hususların, aksi kanıtlanabilen adi kanuni karineler olduğu kabul edilmelidir.

2. Muvazaa ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda düzenlenmiş olup tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, kendi gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmesini arzu etmedikleri, görünüşte bir anlaşma olarak tanımlanabilir. Muvazaada, taraflar arasında üçüncü kişileri aldatma kastı bulunmakta ve sözleşmedeki gerçek amaç gizlenmektedir. Muvazaa genel ispat kuralları ile ispat edilebilir. Bunun dışında işverenler arasında muvazaalı biçimde asıl işveren alt işveren ilişkisi kurulmasının önüne geçilmek amacıyla 4857 sayılı Kanun'un 2 nci maddesinin sekizinci fıkrasında bazı muvazaa kriterlerine de yer verilmiştir. Maddenin sekizinci fıkrasına göre, asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz veya daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisi kurulamaz. Aksi hâlde ve genel olarak asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı kabul edilerek alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılarak işlem görürler. İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş, bölünerek alt işverenlere verilemez.

3. Davalı ... Müdürlüğünün 11.12.1984 tarihli ve 18602 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ana Statüsü’nün “TTK’nın amaç ve faaliyet konuları” başlıklı 4 üncü maddesinde, “Taşkömürü üretiminin gerçekleştirilmesi için gerekli her türlü yeraltı ve yerüstü sosyal ve sınai tesislerini kurmak, işletmek veya işlettirmek” hükümlerine yer verilmiş; 05.03.2020 tarihli ve 31059 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan en son yenilenen Türkiye Taşkömürü Kurumu Ana Statüsü'nde de Kurumun faaliyet alanı ve görevleri aynı şekilde düzenlenmiştir.

4. İlk Derece Mahkemesince; davalı ... Müdürlüğünün faaliyet alanının yeraltından maden çıkarılması işi ile sınırlı olmadığı, hizmet alımına konu işin büyük hazırlık denilen ve kömür üretim aşamasının bir parçası niteliğinde ve davalı ... Müdürlüğünün asıl işi konumunda olduğu, kullanılan araç, gereç, silo, bunker, bant sistemlerinin TTK Genel Müdürlüğüne ait olduğu, asıl işin bir bölümünün alt işverene verilmesinde 4857 sayılı Kanun gereği aranan “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren” işler kriterinin gerçekleşmediği, yüklenici dava dışı şirketin gerekli ve yeterli uzmanlığa ve teknolojik alt yapıya sahip olmadığı gerekçesiyle davalı ... ile davacının çalıştığı alt işverenler arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğu kabul edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince de aynı gerekçeler ile emsal dosyalar da dikkate alınarak; asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğu yönündeki İlk Derece Mahkemesi kararının isabetli olduğunu kabul edilmiştir.

5. Dairemiz uygulamasına göre bir ihale dönemi için kurulan asıl işveren alt işveren ilişkisinin geçersiz veya muvazaaya dayanması, önceki ve sonraki ihale dönemleri bakımından bir sonuç doğurmaz. Her ihale sözleşmesi, kendi dönemi ve şartlarında değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır. Başka bir anlatımla, önceki ihale sözleşmelerinin kanuna uygun kurulmamış olması veya muvazaalı olması, sonrakilerin de aynı şekilde kanuna uygun kurulmadığını ya da muvazaaya dayandığını göstermez. Daha sonra yapılan sözleşmenin ayrıca kanuna uygunluk ve muvazaa yönünden değerlendirmeye tâbi tutulması gerekir.

Bu sebeple davalı tarafından yapılan sözleşmelerin kanuna uygun olmadığına ya da muvazaalı olduğuna ilişkin kesinleşmiş yargı kararları sadece muvazaalı olduğu tespit edilen ihale dönemlerini bağlayacak olup önceki ve sonraki ihale dönemleri bakımından muvazaa araştırması yeniden yapılmalıdır.

Şu hâlde kesinleşmiş muvazaa tespitine dayanılarak, tespit döneminin dışında kalan ihale dönemleri içinde herhangi bir inceleme yapılmadan muvazaanın kabul edilmesi doğru değildir.

6. Açıklanan nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesince; davacının çalışma dönemini kapsayan ihale sözleşmeleri dosya arasına celp edilip söz konusu ihale dönemleri için muvazaanın varlığı bakımından kesinleşmiş bir yargı kararının bulunup bulunmadığı irdelenmeli, davacının çalıştığı döneme ilişkin yapılan ihale sözleşmeleri hakkında kesinleşmiş bir yargı kararının bulunmaması hâlinde döneme ilişkin ihalenin kapsamı tespit edilerek ve yukarıda izah edildiği üzere her ihale dönemi kendi arasında değerlendirilmek sureti ile yapılan işin asıl iş kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, yapılacak işin teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektirip gerektirmediği, aynı işte asıl işveren işçileri ile alt işveren işçilerinin birlikte çalışıp çalışmadığı belirlenmeli, gerektiği takdirde bu hususun tespiti için uzman bilirkişilerden rapor aldırılmak sureti ile asıl işveren alt işveren ilişkisinin usulüne uygun olarak kurulup kurulmadığı tespit edilmeli ve sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde sonuca gidilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

7. Kabule göre de Dairemizin yerleşik içtihatları gereğince, davacının sendika üyesi olmadığı ve dayanışma aidatı da ödemediği gözetildiğinde; davalı işverene ait işyerinde davacı ile aynı işi yapan ve sendika üyesi olmayan emsal işçi olup olmadığı belirlenerek emsal işçi olması hâlinde, ücret farkı ve ilave tediye alacaklarının emsal işçi ücretine göre hesaplanıp hüküm altına alınması; sendikalı olmayan emsal işçi bulunmadığının anlaşılması hâlinde ise davalı ile dava dışı şirketler arasındaki sözleşme ve şartnamelerde işçiye ödenecek ücretin belirlenmiş olması ya da işçiyle yapılan bireysel iş sözleşmesinde ücretin gösterilmiş olması hâlinde bu ücrete göre ücret farkı ve ilave tediye alacağının hesaplanarak hüküm altına alınması; böyle bir tespit yapılamadığı takdirde ücret farkı talebi reddedilerek ilave tediye alacağının davacının almakta olduğu ücret üzerinden hesaplanarak hüküm altına alınması gerekir.

Somut dosyada emsal olarak bildirilen işçiler; davalı Kurumda pano ayak üretim (yeraltı maden ocağında) işçisi olarak çalışmakta olup ücretleri, yeraltı maden işçisine göre belirlenmiştir. Davacı ise yer üstünde lavvar işçisi olarak çalışmaktadır. Dolayısıyla davacıya emsal olmayan işçilerin ücretlerinin esas alınması hatalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin ilâm başlığında tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacının, davalı Kuruma ait işyerinde 2012 yılında işe başladığı ve değişen alt işverenler nezdinde davanın açıldığı 2020 yılı itibarıyla hâlen çalışmaya devam ettiği, davacı ile aynı işyerinde çalışan işçilerin aynı iddialarla açtıkları Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşen davalarda davalı ile alt işverenler arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğunun belirlendiği, emsal dosyaların davacılarının 2012-2020 yılları arasındaki çalışmalarında davalının işçisi olduklarının tespit edildiği ve bu yöndeki tespitlerin Özel Dairece kabul edildiği, aynı işyerinde çalışan ...'ın 2012-2017 yılları arasındaki çalışma dönemine yönelik açtığı davada yapılan temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 2019/7907 Esas sayılı kararı ile muvazaanın varlığı kabul edilerek kararın bozulduğu, bozma sonrasında verilen kararın Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 2021/210 Esas, 2021/3488 Karar sayılı kararı ile onandığı, eldeki davada farklı bir sonuca gidilmesinin hukuki güvenlik ve istikrar ilkelerine de aykırı düştüğü, ücret tespitinin hatalı olduğuna ilişkin bozma gerekçesine ilişkin olarak ise öncelikle davalının bu konuyu açık veya dolaylı şekilde istinaf etmediği, davalının istinaf sebebinin sadece muvazaanın kabulüne ilişkin olduğu, bu nedenle bu hususun davacı lehine usulî kazanılmış hak olarak kabulü gerektiği, temyiz dilekçesinde de davacının ücretinin hatalı tespit edildiği noktasında davalının açık veya dolaylı bir itirazının bulunmadığı, istinafa ve hatta temyize konu edilmeyen bir hususun (kamu düzenine ilişkin hususlar hariç) resen gözetilerek bozma gerekçesi yapılmasının yerinde olmadığı, emsal dosyalarda da Yargıtay 9. Hukuk Dairesince ücret tespitinin hatalı olmasına rağmen davalının itirazı bulunmadığından bu hususun bozma nedeni yapılmadığı, eldeki davada farklı bir uygulamaya gidilmesinin temyiz incelemesi sınırlarının aşılması ile birlikte aynı zamanda hukuki güvenlik ilkesine de aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili, davacının sendika üyesi olmadığını, müvekkili nezdinde sendikalı olmayan emsal işçinin bulunmadığını, davacının gerçek ücreti üzerinden hesaplama yapılması gerekirken toplu iş sözleşmesi hükümlerine göre hesap yapılmasının hatalı olduğunu, Kamu İhale Kanunu uyarınca yapılan sözleşmeler ile sözleşme konusu işin bütün hâlinde devredildiğini, dava konusu iş müvekkilinin asıl işi olmayıp yardımcı iş olduğundan muvazaanın bulunmadığını belirterek direnme kararının bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Bölge Adliye Mahkemesince emsal dosyalarda asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğuna dair kesinleşmiş kararlar bulunduğu gerekçesiyle davalı ... ile dava dışı alt işverenler arasındaki ilişkinin muvazaaya dayandığının kabul edildiği somut olayda, her bir ihale dönemi için kurulan ilişkinin geçersiz veya muvazaaya dayanmasının önceki ve sonraki ihale dönemleri bakımından bir sonuç doğurmayacağı gözetilerek asıl işveren-alt işveren ilişkisinin Kanun'a uygun olarak kurulup kurulmadığı yönünde bozma kararında belirtildiği şekilde araştırma yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 4857 sayılı İş Kanunu’nun (4857 sayılı Kanun) 2. maddesi.

2. Alt İşverenlik Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 4, 11 ve 12. maddeleri.

3. 05.03.2020 tarihli ve 31059 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Türkiye Taşkömürü Kurumu Ana Statüsü'nün 5. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavramları ve mevzuat hükümlerini incelemekte yarar bulunmaktadır.

2. Asıl işveren-alt işveren ilişkisi 4857 sayılı Kanun’un "Tanımlar" başlıklı 2/6. maddesinde düzenlenmiş olup anılan madde uyarınca “...Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir”.

3. Bu hükme göre geçerli bir asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığından söz edebilmek için iki ayrı işverenin olması, mal veya hizmet üretimine dair bir işin varlığı, işçilerin sadece asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılması ve tarafların muvazaalı bir ilişki içine girmemeleri gerekmektedir. Kanuna uygun biçimde asıl işveren-alt işveren ilişkisi kurulmuş ise asıl işveren, alt işveren işçilerinin Kanundan, iş sözleşmesinden ve alt işverenin taraf olduğu bir toplu iş sözleşmesi bulunması hâlinde bundan doğan yükümlülüklerden işçilere karşı alt işveren ile birlikte sorumlu olacaktır.

4. İş Kanunu uyarınca çıkarılan Yönetmeliğin 4. maddesi uyarınca da geçerli bir asıl işveren-alt işveren ilişkisinin kurulabilmesi için; asıl işverenin işyerinde mal veya hizmet üretimi işlerinde çalışan kendi işçileri de bulunmalı, alt işverene asıl işin bir bölümü veya yardımcı iş verilmelidir. Yönetmeliğin 3/c bendinde asıl iş, “Mal veya hizmet üretiminin esasını oluşturan iş”; yardımcı iş ise 3/ğ bendinde “İşyerinde yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin olmakla beraber doğrudan üretim organizasyonu içerisinde yer almayan, üretimin zorunlu bir unsuru olmayan ancak asıl iş devam ettikçe devam eden ve asıl işe bağımlı olan iş” şeklinde tanımlanmıştır.

5. İş Kanunu’nun 2. maddesinin 6. ve 7. fıkralarına ilişkin değişiklik önergesinin gerekçesinde yardımcı işlerin herhangi bir sınırlama olmaksızın alt işverenlere verilebileceği belirtilmiştir. Gerek İş Hukuku öğretisinde gerek Yargıtay uygulamasında yardımcı işlerde alt işveren ilişkisinin, muvazaa oluşturmamak kaydıyla bir koşul veya sınırlama söz konusu olmaksızın kurulabileceği kabul edilmektedir (Sarper Süzek, İş Hukuku, 19. Baskı, İstanbul, 2020, s. 161).

6. Asıl işin bölünerek alt işverene verilmesi durumunda ise verilen iş, işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren bir iş olmalıdır. Öte yandan alt işveren, üstlendiği iş için görevlendirdiği işçilerini sadece o işyerinde aldığı işte çalıştırmalıdır. Asıl işveren işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle haklarının kısıtlanması yasak olduğu gibi alt işveren, daha önce o işyerinde çalıştırılan bir kimse olmamalıdır. Ne var ki, daha önce o işyerinde çalıştırılan işçinin bilahare tüzel kişi şirketin ya da adi ortaklığın hissedarı olması, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin geçerliliğine etki eder nitelikte değildir.

7. Görüldüğü üzere 4857 sayılı Kanun'un alt işveren ilişkisini düzenleyen maddelerinde asıl işveren-alt işveren ilişkisinin tanımı yapılmış, bazı yasak ve sınırlamalar getirilmiş, bu yasak ve sınırlamalar ile genel olarak muvazaa hâllerinde bu işçilerin başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçileri sayılacağı hükme bağlanmıştır.

8. Öte yandan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi ile aynı doğrultuda düzenleme içeren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. maddesi uyarınca bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın gerçek ve ortak iradeleri esas alınır ve borçlu yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz.

9. Türk Hukuk Lûgatında muvazaanın “Anlaşmalı saptırma, gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi; hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belge; danışıklı işlem” (Türk Hukuk Lûgatı Türkçe-Türkçe Cilt I, Ankara, 2021, s. 819) şeklinde yapılan tanımından hareketle muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları olarak ifade edilebilir.

10. Bir diğer deyişle irade açıklamasında bulunan taraflar bu açıklamanın sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görünüşünü yaratmayı istemişlerse muvazaadan söz edilir.

11. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

12. Kural olarak hiç kimse kendi muvazaasına dayanarak bir hak talep edemez. Kaldı ki, böyle bir hak talebi herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzenince korunamayacağını belirten 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine de aykırıdır.

13. İş Hukuku uygulamasında alt işverenlik ilişkisinin muvazaalı olarak kurulması hâlinde müeyyidesi 4857 sayılı Kanun'un 2. maddesinde, “...Asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz veya daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisi kurulamaz. Aksi hâlde ve genel olarak asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı kabul edilerek alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılarak işlem görürler. İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez” şeklinde hükme bağlanmıştır.

14. Alt İşverenlik Yönetmeliği’nin konuya ilişkin 3. maddesinin (g) bendinde ise muvazaa;

“1)İşyerinde yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin asıl işin bir bölümünde uzmanlık gerektirmeyen işlerin alt işverene verilmesini,

2)Daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile kurulan alt işverenlik ilişkisini,

3)Asıl işveren işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak hakları kısıtlanmak suretiyle çalıştırılmaya devam ettirilmesini,

4)Kamusal yükümlülüklerden kaçınmak veya işçilerin iş sözleşmesi, toplu iş sözleşmesi yahut çalışma mevzuatından kaynaklanan haklarını kısıtlamak ya da ortadan kaldırmak gibi tarafların gerçek iradelerini gizlemeye yönelik işlemleri, ihtiva eden sözleşme...” olarak belirtilmektedir.

15. Alt İşverenlik Yönetmeliği’nin 11. maddesine göre ise,

“(1) İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren iş, mal veya hizmet üretiminin zorunlu unsurlarından olan, işin niteliği gereği işletmenin kendi uzmanlığı dışında ayrı bir uzmanlık gerektiren iştir.

(2) İşverenin kendi işçileri ve yönetim organizasyonu ile mal veya hizmet üretimi yapması esastır.

(3) Ancak asıl iş;

a)İşletmenin ve işin gereği,

b)Teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektirmesi,

şartlarının birlikte gerçekleşmesi hâlinde bölünerek alt işverene verilebilir.

(4) Asıl işin bir bölümünde iş alan alt işveren, üstlendiği işi bölerek bir başka işverene veremez”.

16. Alt İşverenlik Yönetmeliği’nin 12. maddesi uyarınca muvazaanın incelenmesinde özellikle;

“...a)Alt işverene verilen işin, işyerinde asıl işveren tarafından yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin asıl işin yardımcı işlerinden olup olmadığı,

b)Alt işverene verilen işin işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren bir iş olup olmadığı,

c)Alt işverenin daha önce o işyerinde çalıştırılan bir kişi olup olmadığı,

ç)Alt işverenin işe uygun yeterli ekipman ile tecrübeye sahip olup olmadığı,

d)İstihdam edeceği işçilerin niteliklerinin yapılacak işe uygun olup olmadığı,

e)Alt işverene verilen işte asıl işveren adına koordinasyon ve denetimle görevlendirilenlerden başka asıl işverenin işçisinin çalışıp çalışmadığı,

f)Yapılan alt işverenlik sözleşmesinin iş hukukunun öngördüğü kamusal yükümlülüklerden kaçınmayı amaçlayıp amaçlamadığı,

g)Yapılan alt işverenlik sözleşmesinin işçilerin iş sözleşmesi, toplu iş sözleşmesi yahut mevzuattan kaynaklanan bireysel veya kolektif haklarını kısıtlamaya ya da ortadan kaldırmaya yönelik yapılıp yapılmadığı...” hususları göz önünde bulundurulmalıdır.

17. Alt işverenlik ilişkisinin muvazaalı olup olmadığının belirlenmesinde; hukuksal ve ekonomik bağımsızlık ile ayrı bir iş organizasyonuna sahip iki ayrı işverenin bulunup bulunmadığı, alt işveren işçilerinin sadece asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılıp çalıştırılmadıkları, alt işverene verilen işin, işyerinde asıl işveren tarafından yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin asıl işin yardımcı işlerinden olup olmadığı, asıl işin verildiği durumlarda alt işverene verilen işin işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren bir iş olup olmadığı, alt işverenin daha önce o işyerinde çalıştırılan bir kişi olup olmadığı, alt işverenin işe uygun yeterli ekipman ile tecrübeye sahip olup olmadığı, istihdam edeceği işçilerin niteliklerinin yapılacak işe uygun olup olmadığı, alt işverene verilen işte asıl işveren adına koordinasyon ve denetimle görevlendirilenlerden başka asıl işverenin işçisinin çalışıp çalışmadığı, yapılan alt işverenlik sözleşmesinin İş Hukukunun öngördüğü kamusal yükümlülüklerden kaçınmayı amaçlayıp amaçlamadığı, yapılan alt işverenlik sözleşmesinin işçilerin iş sözleşmesi, toplu iş sözleşmesi yahut mevzuattan kaynaklanan bireysel veya kolektif haklarını kısıtlamaya ya da ortadan kaldırmaya yönelik yapılıp yapılmadığının araştırılması ve irdelenmesi gerekir.

18. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.04.2024 tarihli ve 2023/9-918 Esas, 2024/202 Karar; 15.11.2023 tarihli ve 2023/9-247 Esas, 2023/1083 Karar; 26.05.2022 tarihli ve 2022/9-428 Esas, 2022/747 Karar ile 03.03.2022 tarihli ve 2020/9-619 Esas, 2022/248 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.

19. Gelinen aşamada eldeki dava bakımından önem taşıyan mevzuatın da açıklanmasında yarar vardır.

20. Davalı Kurumun 11.12.1984 tarihli ve 18602 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ana Statüsü’nün “TTK’nın Amaç ve Faaliyet Konuları” başlıklı 4. maddesinde, “Taşkömürü üretiminin gerçekleştirilmesi için gerekli her türlü yeraltı ve yerüstü sosyal ve sınai tesislerini kurmak, işletmek veya işlettirmek,” hükmüne yer verilmiş, bu Ana Statü 05.03.2020 tarihli ve 31059 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Türkiye Taşkömürü Kurumu Ana Statüsü” ile yürürlükten kaldırılmıştır.

21. 05.03.2020 tarihli ve 31059 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Türkiye Taşkömürü Kurumu Ana Statüsü'nde de Kurumun faaliyet alanı ve görevleri eski düzenlemeye paralel olacak şekilde 5. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi, “Taşkömürü ile taşkömürü havzasındaki diğer madenlerin üretiminin gerçekleştirilmesi için gerekli her türlü yeraltı ve yerüstü sosyal ve sınai tesisleri kurmak, işletmek veya işlettirmek” şeklinde düzenlenmiştir.

22. Somut olayda, davacı vekili davalı Kurum ile dava dışı alt işverenler arasındaki hukuki ilişkinin muvazaalı olduğunu ileri sürerek müvekkilinin başlangıçtan itibaren davalının işçisi olduğunun tespiti ile ilave tediye ve fark ücret alacaklarının tespitini talep etmiş, davalı Kurum ise muvazaa iddiasının ve buna dayalı taleplerin yerinde olmadığını savunmuştur.

23. Davalı Kurum ile dava dışı şirketler arasında imzalanan hizmet alım sözleşmelerinin incelenmesinden, davalı ile dava dışı .../... Hafriyat Nakliyat Temizlik Taahhüt İşleri arasında imzalanan 2011 yılına ait sözleşmenin, davalı ile dava dışı ... Lojistik İnş. Yakıt Gıda. Teks. Temizlik San. ve Tic. Ltd. Şti. arasında imzalanan 21.12.2012 tarihli sözleşmenin, davalı Kurum ile dava dışı ... Taşımacılık Tem. İnş. ve Tic. Ltd. Şti. arasında imzalanan 18.11.2014 tarihli sözleşmenin, ve davalı ile dava dışı ... İnş. Maden Tur. Nak. ve ... Tic. Merkezi Tic. Ltd. Şti. arasında imzalanan 24.11.2015 tarihli sözleşmenin konusunun tüvanan kömürlerinin ve ocak taşlarının yüklenmesi, nakli ve boşaltılması, taş bantında kömürlerin tavuklama yöntemiyle ayrılması ile Kozlu Lavvarında çıkan katı atıkların (şist) nakli ve yayılması; davalı Kurum ile dava dışı ... Taşımacılık Tem. İnş. ve Tic. Ltd. Şti. arasında imzalanan 18.12.2013, 06.12.2016, 24.11.2017, 13.12.2018 ve 25.12.2019 tarihli sözleşmelerin konusunun ise tüvanan kömürlerinin ve ocak taşlarının yüklenmesi, nakli ve boşaltılması olduğu, sözleşmelerin eki olan idari ve teknik şartnamelerin tamamının ise dosya kapsamında bulunmadığı anlaşılmaktadır.

24. İlk Derece Mahkemesince emsal dosyada yapılan keşif ve bilirkişi raporu uyarınca davalı Kurum ile dava dışı şirketler arasında hizmet alım sözleşmerine konu işin davalının asıl işi olduğu, asıl işin bir bölümünün alt işverene verilmesinde aranan “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren” iş kriterinin somut olayda gerçekleşmediği gerekçesiyle davalı Kurum ile dava dışı alt işverenler arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğu kabul edilmiş; Bölge Adliye Mahkemesince de emsal dosyalardaki muvazaalı ilişkinin tespitine dair kararlar da dikkate alınarak İlk Derece Mahkemesinin davalı Kurum ile dava dışı alt işverenler arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğuna dair kabulü yerinde bulunmuştur.

25. Dosya kapsamında bulunan Zonguldak 2. İş Mahkemesinin 2017/606 Esas sayılı dosyasında (bozma sonrası 2020/202 Esas sayılı) alınan bilirkişi raporunda davalı Kurum ile dava dışı alt işverenler arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğu tespitine yer verildiği ve bu dosyada davacının 20.03.2012 tarihinde dava dışı ... unvanlı işyerinde çalışmaya başladığı ve dava tarihi olan 20.06.2017 tarihi itibarıyla çalışmasının devam ettiği anlaşılmıştır. Bununla birlikte eldeki davada ise davacının 02.01.2012 tarihinde davalı Kuruma ait işyerinde dava dışı alt işveren nezdinde çalışmaya başladığı ve davanın açıldığı 30.10.2020 tarihi itibarıyla hâlen çalışmaya devam ettiği anlaşılmıştır.

26. Öncelikle belirtmek gerekir ki, her bir ihale dönemi için kurulan asıl işveren-alt işveren ilişkisinin geçersiz veya muvazaaya dayandığına ilişkin tespit önceki ve sonraki ihale dönemleri bakımından bir sonuç doğurmayacaktır. Her ihale sözleşmesi kendi dönem ve şartlarında değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır. Başka bir ifadeyle, önceki ihale sözleşmelerinin kanuna uygun kurulmamış olması veya muvazaalı olması, sonrakilerin de aynı şekilde kanuna uygun kurulmadığını ya da muvazaaya dayandığını göstermez. Daha sonra yapılan ihale sözleşmelerinin de ayrıca kanuna uygunluk ve muvazaa yönünden değerlendirmeye tâbi tutulması gerekir. Bu sebeple davalı tarafından yapılan sözleşmelerin kanuna uygun olmadığına ya da muvazaalı olduğuna ilişkin kesinleşmiş yargı kararları sadece muvazaalı olduğu tespit edilen ihale dönemleri yönünden bağlayıcı olup önceki ve sonraki ihale dönemlerinin muvazaalı olduğunu kabul için yeterli değildir. Bu itibarla muvazaa araştırması yeniden yapılmalıdır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 26.04.2023 tarihli ve 2022/9-1128 Esas, 2023/366 Karar; 01.02.2023 tarihli ve 2022/9-43 Esas, 2023/17 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkelere yer verilmiştir.

27. Açıklanan maddi ve hukuki olgulara göre, kesinleşmiş muvazaa tespitine dayanarak tespit döneminin dışında kalan ihale dönemleri içinde herhangi bir inceleme yapılmadan muvazaanın kabul edilmesi hatalı olduğundan davacının çalışma dönemini kapsayan ihale sözleşmelerinin eki olan idari ve teknik şartnamelerle birlikte dosya kapsamına dahil edilip söz konusu ihale dönemleri için muvazaanın varlığı bakımından kesinleşmiş bir yargı kararının bulunup bulunmadığı irdelenmeli, davacının çalıştığı döneme ilişkin ihale sözleşmeleri hakkında kesinleşmiş bir yargı kararının bulunmaması hâlinde o döneme ilişkin ihalenin kapsamı tespit edilerek ve yukarıda ayrıntılı olarak izah edildiği üzere her ihale dönemini kendi arasında değerlendirmek suretiyle yapılan işin asıl iş kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektirip gerektirmediği, aynı işte asıl işveren işçileri ile alt işveren işçilerinin birlikte çalışıp çalışmadığı belirlenerek ve gerektiği takdirde bu hususun tespiti için uzman bilirkişilerden rapor alınması sureti ile asıl işveren-alt işveren ilişkisinin usulüne uygun olarak kurulup kurulmadığı belirlendikten sonra sonuca gidilmelidir.

28. Diğer taraftan İlk Derece Mahkemesi veya Bölge Adliye Mahkemesi kararını bozan Yargıtay Dairesinin, davanın gereksiz yere uzamasının önüne geçmek amacıyla bozma nedenine ilave olarak temyize konu karardaki diğer yanlışlıklara da işaret etmesi mümkündür ve Yargıtay Dairelerinin bu nitelikte kararları mevcuttur. Ne var ki, bu tür kararlarda, hükmün hangi nedenle bozulduğu açıkça belirtildikten sonra kararın taşıdığı diğer hatalar, genellikle “kabule göre de” veya “kaldı ki” gibi söz dizinleriyle başlayan, dolayısıyla gerçek bozma ile çelişmeyen, bozmanın içerik ve kapsamı konusunda yanılgılara neden olmayacak nitelikteki ifadelerle ortaya konulmaktadır.

29. Bozma sebebine göre inceleme sırası gelmemekle birlikte sadece mahkemenin kararındaki hatanın varlığına işaret eden, kararı o yönden eleştiren, mahkemenin aynı hataya düşmemesi için ona bir tavsiye ve yol gösterme amacına yönelik bulunan ifade ve açıklamalar ile bozma kararlarında “kabule göre de” veya “kaldı ki” gibi söz dizinleriyle başlayan ifadeler usul hukuku anlamında “bozma” niteliği taşımamaktadır.

30. Bozmada işaret edilen bu tür ifade ve açıklamalar ile eleştirilere karşı direnilmesi veya usulü anlamda bozma niteliği taşımayan bu hususlara uyulmasının mümkün olmadığı Yargıtayın kararlılık kazanmış uygulamasında kabul edilmektedir.

31. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/21-1096 Esas, 2015/1654 Karar; 08.11.2017 tarihli ve 2014/(7)22-2474 Esas, 2017/1307 Karar; 02.02.2021 tarihli ve 2020/14-347 Esas, 2021/6 Karar; 19.02.2025 tarihli ve 2023/8-61 Esas, 2025/62 Karar sayılı kararlarında da aynı hususa işaret edilmiştir.

32. Bu itibarla somut olayda Özel Dairece Bölge Adliye Mahkemesi kararının araştırmaya yönelik olarak bozulmasına karar verildikten sonra "Kabule göre de..." denilmek suretiyle ücretin tespitine yönelik bir açıklama yapılmış ise de bozma kararında yer verilen bu paragrafın yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde sadece ve ancak “kabule göre bozma” olarak nitelendirilebileceği kabul edilmelidir. Buna göre Bölge Adliye Mahkemesince bozma kararının “kabule göre” bölümü bozma nedeni gibi kabul edilerek bu yöne ilişkin olarak da direnme kararı verilmiş ise de usulî anlamda bozma niteliği taşımayan bu hususa karşı direnilmesi mümkün olmadığından belirtilen hususun Hukuk Genel Kurulunca incelenmesi olanaklı değildir.

33. O hâlde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

34. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeple;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HMK'nın 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın HMK'nın 373/2. maddesi uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

02.07.2025 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2025143-e-2025413-k-sayili-karari