Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/622 E., 2025/535 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 17.09.2025 tarihli, 2024/622 E., 2025/535 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/622 E., 2025/535 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2022/910 E., 2023/509 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesinin 08.03.2016 tarihli ve 2015/4595 Esas, 2016/1418 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki sıra cetveline şikâyet isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda, Ankara 12. İcra (Hukuk) Mahkemesince verilen şikâyetin kabulüne ilişkin karar şikâyet olunan alacaklı vekili ve borçlu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararının şikâyet olunan alacaklı vekili ve borçlu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunca direnme kararının usulden bozulmasına karar verilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca verilen bozma kararı sonrasında mahkemece yeniden verilen direnme kararı şikâyet olunan alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
4. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. ÖN SORUN
5. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle, mahkemece 31.03.2023 tarihinde verilen direnme kararının duruşmada hazır bulunan şikâyetçi vekili ve şikâyet olunan alacaklı müflis ... Katılım Bankası A.Ş. vekilinin yüzüne karşı verildiği, şikâyet olunan alacaklı vekili tarafından 17.04.2023 tarihinde temyiz dilekçesi verildiği, gerekçeli kararın şikâyet olunan alacaklı vekiline 08.05.2023 tarihinde tebliğ edilmesinden sonra şikâyet olunan alacaklı vekili tarafından 17.05.2023 tarihinde yeniden temyiz dilekçesinin verildiği göz önüne alındığında, temyiz dilekçesinin süresinde olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre temyiz dilekçesinin süreden reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
II. GEREKÇE
6. Hukuka aykırı veya haksız olduğu iddia edilen yargı kararlarının, kural olarak bir üst dereceli veya farklı mahkemelerce, istisnai olarak da kararı veren mahkemece tekrar incelenmesine ve değiştirilmesine olanak tanıyan hukuksal mekanizmalara genel olarak “kanun yolu” denilmektedir.
7. Kanun yollarının öncelikli amacı; derece mahkemesi kararlarının, ikinci kez ve bu defa farklı bir yargı merci tarafından incelenmesi suretiyle söz konusu kararların doğruluğunu güvence altına almak, bu sayede dava konusu edilen subjektif hakların hukuka ve maddi gerçeğe uygun kararlarla elde edilmesini sağlamaktır. Aynı zamanda; benzer hukuksal sorunlara mahkemeler tarafından farklı çözümler getirilmesini önleyerek ülkede içtihat birliğini korumak, objektif nitelikteki bu fonksiyonu sayesinde hukukta kalitenin artırılması ve geliştirilmesine katkı sunmaktır.
8. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesinde dava açma hakkını değil, kanun yollarına başvurma hakkını da içermektedir. Kanun yollarına başvurabilme olanağının kişiye ve topluma güvence sağlaması açısından hukuk devletinin bir gereği olduğu da açıktır. Belirtilmelidir ki hukuk devleti ilkesinin zedelenmemesi, adalet mekanizmasına duyulan güvenin sarsılmaması, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmemesi için yargılama makamlarınca verilen kararların gözden geçirilmesi ve hukuka aykırı olup olmadıklarının denetlenmesi gerekmektedir. Mahkeme kararlarının denetlenmesini talep hakkı, evrensel bir hukuk ilkesi olan adil yargılanma hakkının ve hak arama hürriyetinin birer gereği olarak kabul edilmekte ise de kanun koyucu tarafından bütün mahkeme kararlarına karşı bu hak kabul edilmemiş ve bazı sınırlamalar getirilerek, üst yargı denetimi kapalı tutulmuştur.
9. Anayasa’nın 154 ve devamı maddelerinde her bir yargı kolunda üst derecede yer alan yüksek mahkemeler düzenlenerek, en azından iki dereceli bir yargılama teşkilatı ile mahkeme kararlarının hukuka uygunluğunun denetlenmesi zorunluluğu getirilmiştir. Bu hükümler karşısında yargı yolu denetimi anayasal bir gereklilik olmakla beraber, uygulanacak kanun yolları ve bunların kapsamı konusunda bir düzenleme yapılmayarak, bu hususlar kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır.
10. Ülkemizde iki dereceli yargılama teşkilatı mevcut iken, Yargıtayın içtihat mahkemesi olma niteliğinin korunması ve denetim yargılamasının güçlendirilerek daha etkin hâle getirilmesi için kanun koyucu tarafından istinaf incelemesi gerekli görülmüş ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun (5235 sayılı Kanun) ile ilk derece mahkemeleriyle Yargıtay arasında istinaf incelemesi yapmakla görevli olmak üzere bölge adliye mahkemeleri kurulmuştur. İlk derece mahkemelerinin kararlarına karşı gidilebilen bu yol, yargı teşkilatını iki aşamalı olmaktan çıkarıp üç aşamalı hâle getirmiştir.
11. 5235 sayılı Kanun’a paralel olarak 02.03.2005 tarihli ve 5311 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (5311 sayılı Kanun) ile temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümlerde değişiklik yapılmıştır.
12. İcra ve iflas hukuku, icra ve iflas takiplerinin usul hukuku niteliğindedir. Bu hukuk dalının amacı, bir yandan takip alacaklısının alacağına kavuşması için borçlu veya üçüncü kişilerin çıkarabilecekleri zorlukları ortadan kaldırmak, diğer yandan kötüniyetli takiplere karşı takip borçlusunun kendisini korumasını sağlayacak hukuki çareler bulmak, bu arada takipten etkilenen üçüncü kişilerin menfaatlerini korumak, takip işlemlerinin yapılması sırasında insan hak ve hürriyetlerinin ihlal edilmesini önlemektir. İcra iflas hukukunun en önemli kaynağı 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK) olup, bu Kanun icra ve iflas takibinden, tahsile kadar uygulanması gereken usul hükümlerini düzenlemektedir.
13. Borçların Devlet kuvveti yardımı ile (zorla) yerine getirilmesinde cebrî icra organlarının, alacaklı ile borçlu arasındaki menfaatler dengesini gözetmeleri gerekir (Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara, 2013, s.47). Maddî hukuk tarafından kişilere tanınan hakların icrasını sağlayan cebrî icra kuralları bünyesinde önemli birtakım menfaatleri barındırır. Zira icra hukuku, alacaklı ile borçlunun menfaatlerinin yoğun bir şekilde çatıştığı bir mücadele alanıdır. Bu hukuk alanında, borcunu kendi iradesiyle vadesinde ifa etmeyen borçluya karşı, alacaklının menfaatleri devlet gücüyle korunur. Bir tarafta alacaklının, alacağını tahsil etme isteği yer almakta; diğer tarafta da, borçlunun olabildiğince malvarlığına ve şahıs varlığına zarar verilmeden borcun tahsil edilmesi veya borcunun sona ermiş olduğunu ispatlama isteği yer almaktadır. Hukukun ve özellikle cebrî icra hukukunun temel fonksiyonu da alacaklı ile borçlu arasında doğan bu menfaat çatışmasını ölçülü, hukukun temel ilkelerine ve özellikle Anayasal kurallara uygun bir şekilde dengeye oturtmaktır (Pınar Çiftçi, Menfaat Dengesi Çerçevesinde Genel İcra Hukuku ile Kamu İcra Hukukunun Karşılaştırılması, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 2010, Cilt 12, s.315-316).
14. İcra ve İflas Kanunu’nun 4. maddesi gereğince icra mahkemesi, icra ve iflas dairelerinin işlemlerine karşı yapılan şikâyetlerle, itirazları incelemeye görevli olup takip hukukuna ilişkin kararlar veren özel bir mahkemedir. İcra mahkemelerinin hukuka ilişkin kararlarına karşı kanun yolları İİK’nın 363 ve devamı maddelerinde özel hükümlerle düzenlenmiştir.
15. 5311 sayılı Kanun geçici 7. maddesi ile bölge adliye mahkemelerinin 5235 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar İİK’nın bu Kanun ile yapılan değişiklikten önceki temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümlerinin uygulanacağının belirtildiği, mahkemece verilen ilk karar tarihi 27.03.2014 olup somut uyuşmazlıkta İİK’nın 5311 sayılı Kanun ile değişiklikten önceki temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
16. İcra ve İflas Kanunu’na 5311 sayılı Kanun’un 29. maddesi ile eklenen geçici 7. madde atfıyla aynı Kanun’un 363. maddesi uyarınca icra hukuk mahkemelerince verilecek kararların temyiz süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gündür.
17. İcra ve İflas Kanunu’nun 03.07.1940 tarihli ve 3890 sayılı Kanun ile değişik 363. maddesinde tefhim yeterli görülmeyerek icra mahkemesi kararının tebliğ edilmesi şartı konulmuş, icra mahkemesi kararının tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz edilebileceği kabul edilmişti. 18.02.1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun ile değişiklikten önce temyiz süresinin başlangıcını kararın tebliği teşkil etmekteydi. Uygulamada ilgililerin gereken özeni zamanında göstermemeleri nedeniyle kararın oluşturulmasından uzun süre geçtikten sonra kararın tebliğ edilmesi üzerine haksız çıkan tarafın temyiz etmeyebileceği bir karar için dahi temyiz yoluna başvurduğu görülüyordu. Bu nedenle de işler sürüncemede kalıyor ve bu durum doğal olarak işlerin çoğalmasına yol açıyordu. Buna son vermek için 18.02.1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun ile değişiklik yapılarak kararın yüze karşı açıklandığı durumlarda on günlük temyiz süresinin yüze karşı bildirme tarihinden itibaren başlayacağı düzenlenmiştir. Temyiz süresinin başlangıcı için yasanın kabul ettiği ölçüt karar yüze karşı açıklanmışsa açıklanma tarihi, yüze karşı açıklanmamışsa tebliğ tarihidir (E. İlhan Postacıoğlu, İcra Hukuku Esasları, İstanbul, 2010, s.930).
18. Görüldüğü üzere tebliğin sürat isteyen icra işlerinin uzamasına, işlerin sürüncemede kalmasına ve hakkın yerine getirilmesinde gecikmelere sebep olduğu göz önünde tutularak İİK’nın 363. maddesi, 538 sayılı Kanun'un 140. maddesi ile değiştirilerek "tefhim veya tebliğ" şartı getirilmiştir.
19. İcra ve İflas Kanunu’nun 18. maddesinin 1. fıkrası uyarınca icra mahkemesine arzedilen hususlar ivedi işlerden sayılır ve bu işlerde basit yargılama usulü uygulanır.
20. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 321. maddesi;
"Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.
Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir." hükmünü,
Basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde uygulanması gereken aynı Kanun'un 297. maddesinin 2. fıkrası ise; "Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir" hükmünü içermektedir.
21. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 321. maddesinin 2. fıkrası ile 297. maddesinin 2. fıkrası hükümlerinden anlaşılacağı üzere hâkimin hüküm özetini tutanağa geçirmek suretiyle de kararı tefhim etmesi mümkündür. Hüküm fıkrasının (sonucunun) açık olması zorunludur. Hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
22. Hüküm sonucu veya kısa karar olarak da ifade edilen hüküm fıkrası, kararın en önemli bölümüdür. Öğretide hüküm fıkrasının, kararın vücut bulmuş hâli olduğu, kararın kalbi ve özü niteliğinde bulunduğu ifade edilmektedir (Nilüfer Boran Güneysu, Medeni Usul Hukukunda Karar, Ankara, 2014, s.225). Hâkimin sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim ettiği durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkarılması gerekir. Aynı Kanun'un 298. maddesi gereğince gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. Hâkim verdiği (tefhim ettiği) hüküm ile bağlıdır, sonradan hükmün yanlış olduğu kanısına varsa bile artık hükmünü değiştiremez.
23. Anayasa'nın 141. maddesinin 3. fıkrasında, "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli yazılır" hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm ile gerekçenin önemi Anayasa düzeyinde vurgulanmış olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
24. İcra mahkemesi kararlarının da gerekçeli olması gerekir. Ancak kararın gerekçesi ile birlikte tefhimi, gerekçeli kararın hazırlanması belli bir zaman alacağından cebri icra prosedürünün yapısına aykırı düşebilir. Ne var ki kararın tefhimi için en az hüküm özetinin okunarak tutanağa geçirilmesini öngören HMK’nın 321. maddesinin 2. fıkrası bu sakıncayı bertaraf edebilir. Usul ekonomisi ilkesine göre takibin ve icra faaliyetlerinin mümkün olduğunca kısa sürede, basit ve ucuz şekilde sonuçlandırılması gerekir.
25. İcra ve İflas Kanunu’nun 5311 sayılı Kanun ile değişiklikten önceki 363. maddesine göre on günlük temyiz süresi icra mahkemesi kararının taraflara tefhim edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. İcra mahkemesi, kısa kararın tefhiminden sonra (temyiz süresi olan) on gün içinde gerekçeli kararını yazıp dosyaya koymazsa ilgilinin (tefhimden itibaren on gün içinde) kısa bir temyiz dilekçesi yazıp vermesi, (bu temyiz dilekçesinde) icra mahkemesi kararını temyiz ettiğini ve gerekçeli kararı gördükten sonra ayrıntılı bir temyiz dilekçesi vereceğini belirtmesi gerekir. Kısa bir temyiz dilekçesinin verilmesinden sonra gerekçeli kararın tebliği üzerine temyiz başvurusunda bulunanın gerekçeli temyiz dilekçesi verme hakkı mevcut olduğundan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı da ihlâl edilmemiş olacaktır. Gerekçeli kararın tefhim edilen kısa karara aykırı olması hâlinde ise temyiz süresinin tebliğden başlayacağı açıktır.
26. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.10.2013 tarihli ve 2013/12-339 Esas, 2013/1474 Karar ile 01.04.2015 tarihli ve 2014/12-1271 Esas, 2015/1157 Karar sayılı kararlarında İİK’nın 5311 sayılı Kanun ile değişiklikten önceki 363. maddesinde öngörülen tefhim veya tebliğden itibaren on günlük temyiz süresinin kısa karar yüzüne karşı verilen taraf yönünden tefhimden itibaren başlayacağı kabul edilmiştir.
27. Açıklanan ilke ve kurallar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; şikâyetçi alacaklı vekili tarafından Ankara 6. İcra Müdürlüğünün 2013/4835 Esas sayılı icra dosyası üzerinden düzenlenen 31.07.2013 tarihli sıra cetvelinin iptali istemiyle icra mahkemesine başvurulmuştur.
28. Mahkemece şikâyet olunan alacaklı vekilinin yüzüne karşı verilen 31.03.2023 tarihli kısa kararda şikâyetin kabulüne karar verilerek, kanun yolu "... Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı verilen kararın, yüze karşı verilenler yönünden tefhim, tarihinden itibaren 10 gün içerisinde mahkememize gönderilecek bir dilekçe ile veya zabıt katibine beyanda bulunarak ve bu beyanın zapta geçirilmesi suretiyle Yargıtay'da TEMYİZ yasa yolu açık olmak üzere, verilen karar açıkça okunup, usulen anlatıldı,..." şeklinde gösterilmiştir.
29. İcra mahkemesince 31.03.2023 tarihinde tefhim edilen kısa karar, HMK’nın 297. maddesinin 2. fıkrasına göre usulüne uygun olup tefhim ile temyiz süresi başlamıştır. Karar on günlük yasal temyiz süresi geçirildikten sonra 17.04.2023 tarihinde temyiz edilmiştir.
30. Her ne kadar şikâyet olunan alacaklı vekili tarafından gerekçeli kararın kendisine tebliğinden sonra yeniden temyiz dilekçesi sunulmuş ise de şikâyet olunan alacaklı vekili, kararın kendisine tefhiminden itibaren on günlük temyiz süresi içinde icra mahkemesi kararını temyiz ettiğini ve gerekçeli kararı gördükten sonra ayrıntılı bir temyiz dilekçesi vereceğini belirten kısa bir temyiz dilekçesi sunmadığından daha sonra verilen temyiz dilekçesinin süresinde olduğu kabul edilemez.
31. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, HMK’nın 321. maddesi uyarınca hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle açıklanmadığı hâllerde kanunun aradığı koşulları taşıyan bir bildirimin yapılmadığının kabul edilmesi gerektiği, kanun hükmünün de zorunlu nedenlerle bu bildirimin yapılmayabileceğini kabul ederek bu hâlde hüküm özetinin tutanağa yazdırılmasını yeterli gördüğü, ancak bu hâlde de kararın bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması zorunluluğunu getirdiği, bu zorunlulukla birlikte değerlendirildiğinde hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle birlikte açıklanmadığı hâllerde kısa sözlü bildirimin yetmediği ayrıca gerekçeli kararın tebliği yoluyla bildirim yapılması gerektiği, gerekçeli kararın geçerli bildiriminin de tebliğ olmasına göre kanun yolu süresinin bu tebliğden başlayacağının kanun hükmünün açık sonucu olduğu, İİK’nın 363. maddesindeki tefhim veya ibaresinden sonra yer verilen tebliğ sözcüğünü duruşmada bulunmayan tarafı kapsayan bir ibare olarak değil, duruşmada bulunup da kendisine kanunun aradığı şekle uygun tefhim yapılmayan tarafları da kapsayan bir ibare olarak kabul edilmesi gerektiği, somut olayda mahkemece tefhim edilen kısa kararda hüküm sonucunun tüm unsurlarının gösterilmediği ve kararın gerekçesinin de açıklanmadığı, bu durumda kanunun aradığı unsurları içeren bir tefhim bulunmadığından kararın taraflara tebliğ edilmesi ve kanun yolu süresinin de tebliğ tarihinden başlatılması ve temyiz dilekçesinin süresinde verildiğinin kabul edilmesi gerektiği, bu nedenle ön sorunun bulunmadığı görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
32. Hâl böyle olunca, şikâyet olunan alacaklı vekili tarafından süresinden sonra verilen temyiz dilekçesinin süreden reddine karar vermek gerekmiştir.
III. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Şikâyet olunan alacaklı vekilinin yasal süre geçtikten sonra verilen temyiz dilekçesinin süreden REDDİNE,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’na 5311 sayılı Kanun'un 29. maddesi ile eklenen Geçici 7. madde atfıyla uygulanmakta olan İİK’nın 366/III. maddesi uyarınca kararın tebliğden itibaren on gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
17.09.2025 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nda (İİK) temyize ilişkin hükümler bulunmakta ise de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda (HMK) olduğu gibi ayrıntılı hükümlere yer verilmemiş ancak temyiz incelemelerinin HMK'ya göre yapılacağı (İİK 366/I) düzenlenmek suretiyle yollama yapılmakla yetinilmiştir. Bu yollama hükmü nedeniyle İİK’da temyize ilişkin hüküm bulunmayan konularda HMK hükümleri uygulanmalıdır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'na 5311 sayılı Kanun’un 29. maddesi ile eklenen Geçici 7. madde atfıyla aynı Kanun’un 363/I. maddesi uyarınca icra hukuk mahkemelerince verilecek kararların temyiz süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gündür. Maddede sözü edilen tefhim, mahkeme tarafından verilen kararın duruşmada bulunan tarafa veya taraflara hakim tarafından sözlü olarak bildirilmesidir.
Bu bildirimin hükmün tüm unsurlarıyla ve gerekçesiyle açıklanmasıyla mı yoksa hüküm sonucunun esaslı noktalarının açıklanmasıyla mı yapılacağı konusunda İİK’da açık bir hüküm bulunmamakta ise de HMK bu konuyu düzenlemiştir. İcra hukuk mahkemesinde uygulanacak yargılama usulü konusunda da İİK’daki özel düzenlemeler ile İİK hükümlerinden kaynaklanan farklı uygulama yapılmasını gerektiren durumlar saklı kalmak üzere HMK hükümlerinin uygulanması gerektiğinden tefhimin nasıl olması gerektiği konusunda HMK hükümleri uygulanmalıdır.
Tefhimin nasıl yapılacağı HMK’da yazılı yargılama usulü ve basit yargılama usulü bakımından farklı düzenlenmiştir. İcra hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulandığından (İİK 18/1), bu usulde tefhimin nasıl olması gerektiği konusundaki HMK hükümlerine bakmak gerekir.
Bu konuda HMK’da basit yargılama usulüne ilişkin olarak 321. madde hükmü bulunmaktadır. Bu maddenin 1. fıkrasında; tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkemece tarafların son beyanları alınıp yargılamanın sona erdiği bildirilerek kararın tefhim edileceği 2. fıkrasında ise kararın tefhiminin, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşeceği ancak zorunlu hâllerde, hâkimin bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebileceği ve bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerektiği hükme bağlanmıştır.
Bu hükmün sonucu olarak basit yargılama usulünde hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle açıklanmadığı hâllerde Kanunun aradığı koşulları taşıyan bir bildirimin yapılmadığı kabul edilmelidir. Kanun hükmü de zorunlu nedenlerle bu bildirimin yapılmayabileceğini kabul ederek bu hâlde hüküm özetinin tutanağa yazdırılmasını yeterli görmüş ancak bu hâlde de kararın bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması zorunluluğunu getirmiştir.
Bu zorunlulukla birlikte değerlendirildiğinde kanuna uygun bir tefhimin bulunmadığı yani hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle birlikte açıklanmadığı hâllerde kısa sözlü bildirim yetmemekte ayrıca gerekçeli kararın tebliği yoluyla bildirim yapılması gerekmektedir. Gerekçeli kararın geçerli bildirimi de bu tebliğ olduğuna göre temyiz kanun yolu süresinin de bu tebliğden başlayacağı kanun hükmünün açık sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenledir ki temyiz yoluna başvuru süresinin tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün olduğunu düzenleyen İİK 363. maddede, tefhim veya tebliğ sözcüğünü, salt duruşmada bulunmayan tarafı kapsayan bir ibare olarak değil, duruşmada bulunup da kendisine kanunun aradığı şekle uygun tefhim yapılmayan tarafları da kapsayan bir ibare olarak kabul etmek gerekir.
Anayasanın 40. maddesinde "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır" hükmü bulunmaktadır. Anayasadaki bu zorunluluğa uygun biçimde HMK’nın 297 nci maddesinde de varsa kanun yolları ile süresinin hüküm sonucunda yer alması gerektiği belirtilmiştir. Bu sürenin gösterilmesi zorunluluğu gün sayısı olarak bir göstermeyi değil, bu sürenin hangi tarihten başlayacağının gösterilmesini de gerektirmektedir. Zira sürenin başladığı ve sona erdiği tarihleri anlaşılır biçimde ortaya koymayan ifadeler, anayasada yer verilen kanun yolu sürelerini gösterme zorunluluğunun yerine getirildiği anlamına gelmeyecektir.
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 28.04.2023 tarih ve 2021/5 Esas, 2023/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; hukuk davalarında, hükümde kanun yolu süresinin hatalı gösterilmesi hâlinde, hatalı gösterilen kanun yolu süresi içerisinde yapılan kanun yolu başvurusunun incelenmesi gerektiğine karar verilmiştir. Bu karar kanundaki sürelerin gün sayısı olarak hatalı gösterildiği kararlar nedeniyle verilmiş ise de içtihadı birleştirme kararları sonuçlarıyla bağlayıcı, gerekçeleriyle yol göstericidir. Bu nedenle sürenin gün sayısı olarak hatalı gösterilmesi yanında sürenin başlayacağı tarihin, kişinin yanılmasına neden olacak biçimde tefhim yerine tebliğ yazılmak suretiyle hatalı gösterilmesi hâlinde de farklı bir sonuca varılmamalı usulüne uygun bir tefhim bulunsa bile hatalı yazılan tebliğ tarihinden süre başlatılmalıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere usulüne uygun bir tefhim olmadığı için sürenin tebliğden başlatılması gereken hâllerde mahkemenin sürenin tebliğden başlayacağına dair gösterimi kanuna aykırı olmayıp açıkça kanun hükümlerinin sonucu olduğundan bu hâlde hatalı bir kanun yolu süresi gösterimi olduğu da düşünülemez.
Usulüne uygun bir tefhim olmadığı hâlde mahkemece sürenin tebliğ yerine hatalı olarak tefhimden başlayacağının gösterilmiş olması hâlinde sonucu ne olacaktır? Bu durum kişiyi yanıltacak ise de tefhim ya da tebliğ tarihine uyması bir hak kaybına sebep olmayacaktır. Zira kişi gösterilen bu süreye uyarsa süresinden önce kanun yolu başvurusu yapmış olacak bu süreye uymaz ve tebliğ tarihini esas alarak başvurursa kanunun aradığı süre içinde başvurusunu yapmış sayılacak yine bir hak kaybına uğramamış olacaktır.
Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlamalar bir kanun hükmüne dayalı olmalıdır. Zira temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanabilmesi için kanunilik unsuru taşıyan açık bir kanun hükmü bulunması gerekir. Kanunun açık hükümleriyle sürenin tebliğden başlatılması gerektiği çok açık biçimde anlaşıldığı hâlde sürenin kanuna uygun olmayan tefhimden başlatılması mahkemeye erişim hakkınının kanunilik unsuru bulunmaksızın kısıtlanması sonucu doğuracaktır.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece basit yargılama usulünün uygulandığı yargılamada, tefhim edilen kısa kararda hüküm sonucunun tüm unsurları gösterilmemiş ve kararın gerekçesi de açıklanmamıştır. Bu durumda kanunun aradığı unsurları içeren bir tefhim bulunmadığından kararın taraflara tebliğ edilmesi ve temyiz kanun yolu süresinin de tebliğ tarihinden başlatılması gerekmektedir.
Sürenin tebliğden başlaması gerekirken mahkemece tefhimden başlayacağı yazılmış ise de bu hatalı yazımın taraflar aleyhine bir sonuç doğurmayacağı açıktır. Somut olayda henüz gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce temyiz başvurusu yapıldığı için başvurunun süresinde olduğu kabul edilmelidir.
Tüm bu nedenlerle temyiz dilekçesinin süresinde verildiğinin kabul edilmesi gerektiği ve ön sorunun bulunmadığı görüşünde olduğumdan, Değerli Çoğunluk görüşüne katılamıyorum.