ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu’nun 2024/46 E., 2025/282 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu’nun 2024/46 E., 2025/282 K. sayılı kararı
1 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.04.2025 tarihli, 2024/46 E., 2025/282 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2024/46 E., 2025/282 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2023/776 E., 2023/952 K.

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 30.11.2022 tarihli ve

2022/4396 Esas, 2022/7829 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı ... vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

1. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile davalı ...’in gayriresmî ortaklık yaparak ticari faaliyet yürüttüklerini, müvekkilinin 2014 yılında maddi sorunlar yaşadığını ve kredi başvurularının bankalar tarafından kredi notu düşüklüğü nedeniyle reddedildiğini, bunun üzerine davalı ...’ın müvekkiline; sahibi olduğu dava konusu 624 ada 5 parsel sayılı taşınmazdaki payını geçici olarak kendisine devretmesi hâlinde bu taşınmazı teminat olarak gösterip kredi çekebileceğini ve yardımcı olabileceğini söylediğini, bu söylem üzerine müvekkilinin çekişmeli payı davalı ...’a satış göstererek devrettiğini, davalı ...’ın da ilgili payı teminat göstererek Yapı Kredi Bankasından kredi kullandığını, ancak kullanılan kredinin müvekkiline verilmediğini, davalı ...’ın müvekkilinin zor durumundan faydalanarak ve aldatarak dava konusu taşınmazı iktisap ettiğini, aşırı yararlanma şartlarının oluştuğunu, davalı ... tarafından bir müddet müvekkili oyalandıktan sonra çekişmeli payın diğer davalı ...’ya devredildiğini, bu devrin davalı ...’ın iyiniyetli üçüncü kişi korumasından yararlanmasını sağlamak üzere kötüniyetli yapıldığını, davalıların Uşak ilinden birbirini tanıyan, ticari ilişkileri olan ve olayların içerisinde yer alan kişiler olduklarını, farklı bir şehirde ikamet eden davalı ...’ın dava konusu taşınmazı görmeden ve üzerindeki 550.000,00 TL’lik ipotek ile birlikte devir aldığını ileri sürerek dava konusu taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davacı vekili 06.10.2015 tarihli dilekçesi ile; müvekkilinin müzayaka hâlinde bulunduğu bir sırada iradesinin fesada uğratılarak dava konusu taşınmaz devrinin sağlandığını, müvekkili, davalı ... ve dava dışı...’ın 2014 yılı Temmuz-Ağustos aylarında medikal alet ticaretine başladıklarını, müvekkilinin mali sıkıntılarını bilen davalı ...’ın bu konuda yardımcı olacağı konusunda vaatte bulunduğunu, banka ile görüştüğünü ve kendisine kredi çıkacağını söyleyerek dava konusu taşınmazın üzerine geçmesini sağladığını, daha sonra 50.000,00 TL kredi kullandığını ve kesintilerden sonra eline 43.000,00 TL geçtiğini söylediğini, müvekkilinin kredinin geri ödenmesi için davalı ...’a ileri tarihli iki adet çek verdiğini, bir müddet sonra davalı ...’ın taşınmaz üzerine 550.000,00 TL üzerinden ipotek tesis ettirdiğinin ortaya çıktığını, müvekkil ile aralarında çıkan tartışma sonrası çekişmeli taşınmazı tanıdığı diğer davalı ...’a devrettiğini, davanın bir yıllık süre içerisinde açıldığını beyan etmiş, 01.04.2016 tarihli harçlandırdığı ıslah dilekçesi ile de; 06.10.2015 tarihli dilekçesinde dayandığı maddi vakıaları tekrar ederek dava sebebini müvekkilinin müzayaka hâlinden istifade edilmek suretiyle hileli hareketler ile kandırıldığı, iradesinin fesada uğratıldığı şeklinde ıslah ettiğini beyan etmiştir.

II. CEVAP

1. Davalı ... cevap dilekçesinde; çekişmeli payın diğer davalı ... adına kayıtlı olması nedeniyle tapu iptali ve tescil istemli eldeki davada kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, davanın hangi hukuki nedene dayandırıldığının dava dilekçesi içeriğinden anlaşılamadığını, ancak taşınmazın teminat gösterilip kredi çekileceğinden bahsedildiği için davanın inançlı işleme dayandırıldığını, bu iddianın ancak yazılı delil ya da yazılı delil başlangıcı ile kanıtlanabileceğini, böyle bir belgenin sunulmadığını, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 28. maddesinde düzenlenen aşırı yararlanma (gabin) unsurlarının da oluşmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

2. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin, dava konusu taşınmazı davacı ve diğer davalı ... arasındaki ilişkiyi bilmeden iyiniyetli olarak satın aldığını, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 1023. maddesinde düzenlenen tapu kaydına güven ilkesinden yararlanması gerektiğini, müvekkili ile davalı ...’ın aynı yörede yaşamalarının kötüniyeti ispata yeterli bir olgu olmadığını, iyiniyetin asıl olduğunu ve aksini davacının kanıtlaması gerektiğini, müvekkili tarafından davacıya yönelik Kocaeli 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/186 Esas sayılı dosyasında dava konusu taşınmaz için el atmanın önlenmesi ve ecrimisil istekli dava açıldığını belirterek davanın reddini savunmuş, 16.12.2015 UYAP havale tarihli dilekçesi ile; davacı vekilinin 06.10.2015 tarihli dilekçesi ile hukuki nedeni değiştirdiğini, dava dilekçesinde gabine dayanılmasına rağmen anılan dilekçe ile hileye dayanıldığını, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 141. maddesi gereğince ön inceleme aşamasında sadece karşı tarafın açık muvafakati ile iddia ve savunmaların genişletilebileceğini ya da değiştirilebileceğini, buna muvafakatlerinin bulunmadığını beyan etmiş, 27.04.2016 tarihli ıslaha karşı beyan dilekçesinde ise; hile iddiasının bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde ileri sürülmediğini, davacı ile davalı ... arasında yapılan sözleşmenin nitelik gereği inanç sözleşmesi olduğunu, inanç ilişkisinin ancak yazılı delil ile kanıtlanabileceğini, müvekkilinin tapu kaydına güvenerek taşınmaz iktisap eden iyiniyetli üçüncü kişi konumunda bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

1. İlk Derece Mahkemesinin 15.11.2018 tarihli ve 2015/173 Esas, 2018/506 Karar sayılı kararıyla; davanın hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olduğu, tapu iptali ve tescil davalarında husumetin tapu kayıt malikine yöneltilmesi gerektiği, davalı ...’ın dava tarihi itibarıyla kayıt maliki olmadığı, davanın bu davalı yönünden pasif husumet yokluğundan reddi gerektiği, davalı ... yönünden ise; davacının 02.03.2015 tarihinde kendisine tebliğ edilen İstanbul 20. Noterliğinin 02687 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile hilenin varlığını öğrendiği, ancak bir yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra 01.04.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile hile iddiasını ileri sürdüğü gerekçesiyle davalı ... yönünden pasif husumet yokluğundan davanın reddine, davalı ... yönünden ise hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin istinafı üzerine Bölge Adliye Mahkemesinin 29.03.2019 tarihli ve 2019/219 Esas, 2019/238 Karar sayılı kararıyla; eldeki davada hile hukuksal nedenine dayanıldığı, davacı vekilinin 01.04.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile yeni maddi vakıalar ileri sürmediği, dava dilekçesinde dayandığı olguları açıkladığı, ıslah dilekçesi ile yeni bir dava açılmadığı, ilk açılan davaya devam edildiği, bu nedenle hak düşürücü sürenin geçip geçmediğinde ilk dava tarihinin dikkate alınması gerektiği, davacının hilenin varlığını kendisine 02.03.2015 tarihinde tebliğ edilen ihtarname ile öğrendiği, dava tarihinin 30.03.2015 olduğu gözetildiğinde hak düşürücü sürenin geçmediği gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabulü ile 6100 sayılı Kanun'un 353/1-a.6 maddesi gereğince mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

2. İlk Derece Mahkemesinin 24.06.2021 tarihli ve 2019/45 Esas, 2021/284 Karar sayılı kararıyla; davanın hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olduğu, davacı tanıklarının iddiayı doğruladıkları, davacı ile davalı ... arasında önceye dayalı ticari ilişki bulunduğu, davacının kredi kullanamaması nedeniyle dava konusu taşınmazın devrinden sonra teminat göstererek davalı ...’ın kredi kullandığı, üzerine 550.000,00 TL ipotek tesis ettirdiği, anılan ipotek mevcut iken dava konusu taşınmazı diğer davalı ...’ın devir almasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, davalıların birlikte hareket ettikleri gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 01.04.2022 tarihli ve 2022/520 Esas, 2022/485 Karar sayılı kararıyla; davacı vekilinin hile ve müzayaka nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğinde bulunduğu, her ne kadar davacı vekili müvekkilinin aldatıldığını ileri sürmüş ise de sözleşmenin hile nedeniyle geçersiz olabilmesi için sözleşmenin yapılması sırasında veya öncesinde bu eylemin gerçekleşmesi gerektiği, davacı vekilinin dava dilekçesindeki anlatımları gözetildiğinde davacının inançlı bir işlem yapmak arzusu ile dava konusu taşınmazı iradi olarak davalı ...’a devrettiği, davalı ...’ın akit sonrasında dava konusu taşınmaz üzerine kararlaştırılandan daha yüksek miktarda ipotek tesis ettirmesi veya taşınmazı diğer davalı ...’a devretmesinin baştan geçerli olarak kurulan sözleşmeyi geçersiz hâle getirmeyeceği, geçerli sözleşmelerden olan inanç sözleşmesinde inanılanın taraflar arasındaki ilişkiye aykırı tasarrufta bulunmasının sözleşmeyi hile nedeniyle sakatlamayacağı, davacı tarafın eldeki davada inanç sözleşmesine değil hile hukuksal nedenine dayandığı, toplanan deliller uyarınca hilenin ve müzayaka hâlinin varlığının kanıtlanamadığı, inanç ilişkisinin varlığını ispata elverişli yazılı bir delil de sunulmadığı gerekçesiyle davalı ... vekilinin istinaf talebinin kabulü ile 6100 sayılı Kanun'un 353/1-b.2 maddesi gereğince hükmün ortadan kaldırılmasına, yeniden hüküm tesisi ile davanın reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; ''...Dosya içeriğinden, dava konusu 624 ada 5 parsel sayılı taşınmazın 33147/43147 payının davacı ... tarafından davalı ...’a 12.000,00 TL bedelle devredildiği, 31.10.2014 tarihinde taşınmaza 550.000,00 TL bedelli ipotek tesis edildiği, ...’ın da bu payı 10.02.2015 tarihinde 12.200,00 TL bedelle davalı ...’a temlik ettiği, 06.10.2015 tarihli celsede Mahkemece davacı vekilinden iddiaları ve bunların dayanaklarının sorulması üzerine davacı vekilince “Daha önceki vekil tarafından açılan dava dilekçesinde de açıklandığı üzere müvekkilin iradesi fesada uğratılmış, hile ile kandırılarak tapu davalılardan ...'a devir edilmiş daha sonra ...'da diğer davalı ile fikir ve iş birliği içinde olarak tapuyu bu şahısa devir etmiştir. Biz bu nedenle tapunun iptali ile tescili talep ediyoruz. Müvekkil mali olarak zor durumda olduğu için bu işlem yapılmıştır her ne kadar ilk dilekçede gabinden bahsedilmiş ise de biz gabin değil iradenin fesada uğratılması ve davalılar arasındaki muvazaaya dayalı tapu iptal ve tescil talep ediyoruz” yönünde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.

Somut olayda, dava dilekçesinin içeriği ve davacı vekilinin 06.10.2015 tarihli celsedeki beyanlarından; davacının eldeki davada hile hukuki nedenine dayanmasına rağmen Bölge Adliye Mahkemesince inançlı işlem hukuki sebebine dayalı olarak değerlendirme yapılmış olması hatalıdır. Diğer taraftan, Bölge Adliye Mahkemesince hile hukuki nedeni yönünden de değerlendirme yapılarak ve hilenin ispat edilemediği sonucuna varılmış ise de, dosya kapsamı ve davacı tanıklarının beyanlarından, davacının kredi çekileceği ve çekilen kredinin kendisine verileceği inancı ile iradesi sakatlanarak taşınmazını davalı ...’a temlik ettiği anlaşılmaktadır. Davalı ...’ın da davalı ... ile öncesinde ilişkisi olduğu ve taşınmazı ...’dan alacağına karşılık aldığı yönünde beyanda bulunduğu görülmektedir.

Hal böyle olunca, davacının iradesinin hile ile sakatlandığı, davalı ...’ın da ediniminde iyi niyetli olmadığı gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır...'' gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, 6100 sayılı Kanun'un 33. maddesi uyarınca davacının ileri sürdüğü dava sebebine bağlı kalınmasının zorunlu olmadığı, Hakimin Türk Hukukunu resen uygulaması gerektiği, eldeki davada davacı tarafın dava konusu taşınmazı geçici olarak kredi çekilebilmesi amacıyla davalıya devrettiğini beyan ettiği, bu beyan karşısında ortada inanç sözleşmesinin bulunduğu, inanç sözleşmelerinin geçerli olduğu ve mülkiyetin inanılana geçtiği, inanılanın inanç sözleşmesine aykırı hareket etmiş olmasının başlangıçta geçerli olan sözleşmeyi geçersiz hâle getirmeyeceği belirtilerek direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili; Bölge Adliye Mahkemesinin ilk karar gerekçesi ile direnme kararının gerekçesi arasında çelişki olduğunu, ilk kararda davanın hile nedenine dayandırıldığı belirtilmiş iken direnme kararında inanç sözleşmesine dayandığının kabul edildiğini, 01.04.2016 tarihli ıslah dilekçeleri ile davalarında hile hukuksal nedenine dayandıklarını, davalı ...’ın hileli hareketleri neticesinde devrin gerçekleştiğini, dosya kapsamında toplanan delillerin hatalı değerlendirildiğini, davalılar arasındaki işbirliğin kanıtlandığını ileri sürerek direnme kararının bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; iddianın ileri sürülüş biçimi ve dosya kapsamı uyarınca eldeki davada, inançlı işlem hukuksal nedenine mi yoksa hile hukuksal nedenine mi dayanıldığı, hile hukuksal nedenine dayanıldığının kabulü hâlinde toplanan deliller çerçevesinde iddianın kanıtlanıp kanıtlanamadığı, buradan varılacak sonuca göre de davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun, HMK) 31, 33, 119, 137, 139, 140. maddeleri.

2. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 26, 27, 36, 39. maddeleri.

3. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 1023 ve 1024. maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olup, taraflar arasında ortaya çıkan uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde neticelendirilebilmesi için öncelikle dayanılan hukuki nedenin tereddütsüz bir biçimde ortaya konulması gerekmektedir. Eldeki dava bakımından inançlı işlem hukuksal nedenine mi yoksa hile hukuksal nedenine mi dayanıldığı hususu öncelikle çözülmesi gereken bir meseledir.

2. Bilindiği üzere, 6100 sayılı Kanun'un 33. maddesi uyarınca; hâkim Türk hukukunu resen uygular. 04.06.1958 tarihli ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında vurgulandığı gibi; bir davada dayanılan maddi vakıaları açıklamak tarafların, bu olguları hukuken nitelendirmek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak yorumlayıp uygulamak da hâkimin görevidir. Diğer bir deyişle; bir davada maddi olayı anlatmak taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak hâkime aittir. Anılan yasal düzenlemeye göre davayı aydınlatma görevinin mahkeme hâkimine ait olması karşısında uyuşmazlığın çözümüne dair hukuki nitelendirmeyi de yine hâkim yapacaktır. Bu nedenle maddi vakıayı etkilememek kaydıyla salt hukuki sebebin değiştirilmesi iddia ve savunmayı değiştirme veya genişletme yasağı kapsamında değerlendirilemez.

3. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı ...'ın müvekkilinin maddi açıdan zor bir dönemde bulunduğu sırada dava konusu taşınmazdaki payını geçici olarak kendisine devretmesi hâlinde bu taşınmazı teminat olarak gösterip kredi çekebileceğini ve yardımcı olabileceği vaadinde bulunduğunu, bu vaat üzerine çekişmeli payın davalı ...'a geçtiğini ileri sürmüş, davalılar tarafından dayanılan hukuki nedenin açıkça anlaşılamadığı savunması üzerine davacı vekili 06.10.2015 tarihli beyan dilekçesi ile; müvekkilinin müzayaka hâlinde bulunduğu bir sırada iradesinin fesada uğratılarak dava konusu taşınmaz devrinin sağlandığını açıkça ileri sürerek dilekçesinin devamında hileli hareketlerin temelini teşkil eden maddi vakıalar olarak da müvekkilinin mali sıkıntılarını bilen davalı ...’ın bu konuda yardımcı olacağı konusunda vaatte bulunduğunu, banka ile görüştüğünü ve kendisine kredi çıkacağını söyleyerek dava konusu taşınmazın üzerine geçmesini sağladığını, düşük bir kredi çekmesine rağmen aslında müvekkilinden habersiz şekilde taşınmaz üzerine 550.000,00 TL gibi çok yüksek bir ipotek tesis ettirdiğini ve taşınmazı kötüniyetli olarak diğer davalı ...'a devrettiğini ileri sürmüş, 01.04.2016 tarihli harçlandırdığı ıslah dilekçesi ile de; 06.10.2015 tarihli dilekçesinde dayandığı maddi vakıaları tekrar etmiştir.

4. Öte yandan, 06.10.2015 tarihli ön önceleme duruşmasında mahkemece davacı tarafa iddialarının ve dayanaklarının sorulması üzerine davacı vekilinin; ''Daha önceki vekil tarafından açılan dava dilekçesinde de açıklandığı üzere müvekkilin iradesi fesada uğratılmış, hile ile kandırılarak tapu davalılardan ...'a devir edilmiş daha sonra ...'da diğer davalı ile fikir ve iş birliği içinde olarak tapuyu bu şahısa devir etmiştir. Biz bu nedenle tapunun iptali ile tescili talep ediyoruz . Müvekkil mali olarak zor durumda olduğu için bu işlem yapılmıştır her ne kadar ilk dilekçede gabinden bahsedilmiş ise de biz gabin değil iradenin fesada uğratılması ve davalılar arasındaki muvazaaya dayalı tapu iptal ve tescil talep ediyoruz'' şeklinde açıklamalarda bulunduğu anlaşılmıştır.

5. Belirtmek gerekir ki, 6100 sayılı Kanun'un 140. maddesi ile düzenleme altına alınan ön inceleme duruşması; ön inceleme aşamasının yargılamanın başında bazı hususların çözümlenmesine imkân tanıması nedeniyle özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, oturuma doğru şekilde hazırlanılarak, yapılması gereken işlemlerin mahkeme ve taraflarca doğru bir şekilde yerine getirilmesine bağlıdır. Mahkeme ön inceleme aşamasında; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler ve uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir, üçüncü fıkranın son cümlesinde de düzenlendiği üzere “…Tahkikat (m. 143) bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür,…”. O hâlde, uyuşmazlık çözümlenmişse bu tutanak bir sulh belgesiyken, uyuşmazlığın devam etmesi hâlinde ise bu belge adeta yargılamanın seyrini gösteren bir yol haritası niteliğindedir. Mahkeme, Kanun’un bu cümlesiyle davanın taraflarına; tutanakta yer almayan hususların tahkikatın konusu olamayacağı ve tahkikat aşamasında tereddüt edilen bir hâl oluştuğu takdirde neyin incelenip neyin incelenemeyeceği hususunun bu tutanak uyarınca belirleneceği yönünde söz vermiştir. Ön inceleme tutanağının bu önemi ve tarafları bağlaması sebebiyle altının oturumda hazır bulunanlarca imzalanması gerekmektedir.

6. Bu durumda dava dilekçesi, 06.10.2015 tarihli ön önceleme duruşmasındaki davacı vekilinin beyanları, bu beyanları tekrarladığı 06.10.2015 tarihli ve 01.04.2016 tarihli dilekçeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde; davacı vekili tarafından ileri sürülen maddi vakıaların müvekkilinin iradesinin hileli hareketler ile fesada uğratıldığı iddiasına dayalı olduğu, dava konusu taşınmazın teminat gösterilerek kredi çekileceği şeklindeki iddianın davalı ...'ın hileli hareketlerine ilişkin bir vaat kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, netice itibarıyla eldeki davada başından itibaren hile hukuksal nedenine dayanıldığı anlaşılmaktadır.

7. Kaldı ki, İlk Derece Mahkemesince hile hukuksal nedenine dayalı olarak karar verildiği, davacı vekilince yapılan istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince verilen kaldırma kararında da davanın hukuki sebebinin hile olduğu ortaya konulduğu, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından dayanılan hukuksal nedenin hile olduğu tespit edildikten sonra ispat hukuku bağlamında inançlı işlemin tartışıldığı ortadadır.

8. Bu tespitten sonra, işin esasının değerlendirilmesi bakımından aldatma (hile) hukuksal nedenine ilişkin yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.

9. Sözleşme; hukuki bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile uyuşmasını ifade eder (Necip Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar Hukukuna Giriş, Yedinci Basım, İstanbul, 2017, s. 95).

10. Mülga 818 sayılı Kanun'da olduğu gibi 6098 sayılı Kanun'da sözleşme; borç ilişkisinin kaynakları arasında sayılmış ve sözleşmenin, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulacağı hüküm altına alınmıştır.

11. İrade beyanı, irade ve beyan unsurlarından oluşur. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yirmi İkinci Basım, Ankara, 2017, s. 392).

12. Belirtmek gerekir ki; bir hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun hukuki sonuçlar doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir.

13. İrade bozukluğu kavramının iki farklı yönü bulunmakta olup, bunlardan ilki iradenin henüz oluşum evresindeki sakatlık, diğeri ise iradenin açığa vurulması (beyanı-bildirimi) evresinde meydana gelen sakatlıktır.

14. İrade bozukluğu hâlleri 818 sayılı Kanun'da Rızadaki fesat başlığı altında Hata, Hile ve İkrah olarak 23 ilâ 31. maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Kanun'da ise 30 ilâ 39. maddeleri arasında Yanılma, Aldatma ve Korkutma başlıkları altında düzenlenmiştir.

15. Görüleceği üzere Türk Borçlar Hukuku sisteminde iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar.

16. Aldatma (hile) 6098 sayılı Kanun'un 36. maddesinde; "Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir.

Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir" şeklinde düzenlenmiştir.

17. Kanunda hilenin tanımına doğrudan yer verilmemiş ise de aldatma (hile); genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Yanılma (hata) ise; irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uyumsuzluk hâlidir. Hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur.

18. Aldatmanın (hilenin) varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart aldatma fiilidir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez (6100 sayılı Kanun madde 36/1). Çünkü aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; aldatma kastıdır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi hâlinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmaya sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur. Üçüncü şart ise illiyet bağıdır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasıydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tabi bir illiyet bağı bulunmalıdır (Eren, s. 414 vd., HGK'nın 17.05.2022 tarihli ve 2019/1-830 Esas, 2022/653 Karar, 08.07.2020 tarih ve 2017/1-1831 Esas, 2020/549 Karar sayılı kararları). Ancak, hile üçüncü bir kişi tarafından da yapılabilir. Böyle bir durumda kural olarak aldatılan taraf sözleşme ile bağlı ise de üçüncü kişinin hilesini karşı taraf sözleşmenin yapıldığı sırada biliyor ya da bilmesi gerekiyor ise aldatılan taraf sözleşmenin iptalini isteyebilir.

19. Taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı hâlinde aldatılan taraf, hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.

20. Diğer taraftan, aldatmayı/hileyi ispat yükü, aldatılan tarafa aittir. Yanılma, aldatma ve korkutma senede bağlanması mümkün olmadığından senetle ispat edilmesinde maddi imkânsızlık vardır. Bu nedenle hukuki işlemlerdeki irade bozukluğu iddiaları, 6100 sayılı Kanun'un 203/1-ç maddesinde senetle ispat zorunluluğunun istisnaları arasında sayılmıştır. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi 4721 sayılı Kanun'un 7. maddesi “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” hükmünü taşıdığından, aldatma olgusunun tanık dâhil her türlü delille ispatı mümkündür.

21. Tüm bu açıklamalar kapsamında somut olaya gelince; Kocaeli ili Başiskele ilçesi Ş.Kullar Mahallesinde kâin 624 ada 5 parsel sayılı taşınmazın (431,47 m2'lik arsa niteliğinde, fiili olarak üzerinde 2+çatı katlı bina) 33147/43147 payı davacı ... adına kayıtlı iken, davacının bizzat anılan payın tamamını 23.10.2014 tarihinde davalı ...'e satış suretiyle temlik ettiği, dava konusu taşınmaz üzerine 31.10.2014 tarihinde Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. lehine 550.000,00 TL üzerinden ipotek tesis edildiği, davalı ...'ın da çekişmeli payın tamamını üzerindeki ipotek yüküyle 10.02.2015 tarihinde diğer davalı ...'ya satış yoluyla devrettiği kayden sabittir.

22. Davacı tanıkları özetle; davacı ile davalı ...'ın ortak iş yaptıklarını, davacının bir dönem maddi zorluk yaşadığını, bu dönemi aşabilmek için kredi kullanmak istediğini, davalı ...'ın da Uşak ilindeki bankalarla arasının iyi olduğunu ve kredi almak yoluyla bu işi çözebileceğini, ancak dava konusu taşınmazın teminat gösterilmesi için usulen kendisine devredilmesi gerektiğini söylediğini, ne var ki davalı ...'ın kullandığı yüksek meblağlı kredi nedeniyle taşınmaz üzerine 550.000,00 TL ipotek tesis ettirdiğinin ve taşınmazı diğer davalı ...'a sattığının sonradan ortaya çıktığını, davacı ile davalı ...'ın bu konuda tartıştıklarını, davacının devir konusunda kandırıldığını, taşınmazı devir alan davalı ...'ın ise taşınmazı gelip görmediğini beyan etmişlerdir.

23. Dosya kapsamı, özellikle davacı tanık beyanları ile temlik ve tesis edilen ipotek bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde; önceye dayalı ticari ilişki nedeniyle davacı ile davalı ... arasında bir güven ilişkisinin kurulduğu, davalı ...'ın da bu güven ilişkisi ve davacının içinde bulunduğu maddi zorluğu fırsat bilerek dava konusu taşınmaz Kocaeli ilinde bulunmasına rağmen Uşak ilindeki bankalar nezdinde itibarı olduğunu ve kredi çıkartacağını söyleyerek hileli hareketlere başladığı, çekişmeli payın kendisine devredilmesi hâlinde kullanacağı kredi ile davacının para ihtiyacını karşılayacağı şeklindeki vaadiyle temlikin gerçekleşmesini sağladığı, bir başka ifadeyle davalı ...'ın vaatkâr sözler etmek ve güvence veren davranışlarda bulunmak suretiyle hileli hareketleri gerçekleştirdiği, böylece davacı ...'ın temlik öncesinde iradesinin fesada uğratıldığı, davalı ... adına 23.10.2014 tarihli işlemle tescil edilen payın yolsuz tescil niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

24. Bu saptamadan sonra çözümlenmesi gereken mesele, davalı ...'ten çekişmeli payı satın alma yoluyla edinen ikinci el konumundaki davalı ...'nın 4721 sayılı Kanun'un 1023. maddesinde ifadesini bulan tapu siciline güven ilkesi kapsamında iktisabının korunup korunmayacağı, bir başka ifadeyle iyiniyetli üçüncü kişi konumunda bulunup bulunmadığıdır.

25. Bilindiği üzere, yolsuz tescilin üçüncü kişiler bakımından doğuracağı sonuçlar iyiniyetli olup olmadıkları esas alınarak düzenlenmiş ve 4721 sayılı Kanun'un “İyiniyetli üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1023. maddesinde; “Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” hükmü öngörülmüştür. Anılan bu maddeye göre, tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendisinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi mümkün olmayan kişinin iktisabı korunur.

26. Öte yandan aynı Kanun’un “İyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1024. maddesi ise; “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.

Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.

Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir” hükmünü içermekte olup, bu madde ile de iyiniyetli olmayan kimsenin iktisabının korunmayacağına vurgu yapılmıştır. 4721 sayılı Kanun'un 1023. maddesi iyiniyetle mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımını korurken; tamamlayıcı madde niteliğinde bulunan 1024. madde ile de iyiniyetli olmayan üçüncü şahısların kazanımı hükümsüz sayılmıştır.

27. Ayrıca bu konu hakkında, 14.02.1951 tarihli ve 1949/17 Esas, 1951/1 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; “…Vakıa ve karinelerden olayda kanunen iyi niyet iddiasında bulunmayacak durumu belirmiş olan kimsenin kötü niyetinin diğer tarafa ispat ettirilmesine sebep ve vecih kalmayacağından dava hakkının doğumunu sağlayan ve bertaraf eden iyi veya kötü niyetin bu durumda mahkemece re’sen nazara alınabileceğine…”, 08.11.1991 tarihli ve 1990/4 Esas, 1991/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında ise; “…Tapuda kayıtlı bulunan bir taşınmaz malı iktisap eden kimseye karşı TMK.nun 931. maddesinde öngörülen iyi niyet kurallarına aykırılık nedeniyle açılan tapu iptali davalarında, dava açma iradesinin iktisabın kötü niyete dayalı olduğu iddiasını da taşıdığına, kaldı ki öyle olmasa bile buradaki kötü niyet iddiasının hukukî mahiyeti itibariyle itiraz niteliğinde bulunduğu ve bu nedenle de yargılama sona erinceye kadar iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabi olmadan her zaman ileri sürülebileceğine…” karar verilmiştir.

28. 14.02.1951 tarihli ve 1949/17 Esas, 1951/1 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile kabul edilen kötüniyet iddiasının mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınabileceği ilkesi 08.11.1991 tarihli ve 1990/4 Esas, 1991/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da benimsenerek; kötüniyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece resen nazara alınacağı kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.

29. Eldeki davaya gelince; çekişmeli pay davalı ... adına tescil edildikten yaklaşık 3,5 ay sonra üzerindeki 550.000,00 TL'lik ipotek yüküyle resmî senette ilgili pay yönünden 12.200,00 TL satış bedeli gösterilmek suretiyle davalı ...'a satılmıştır. Konusunda uzman bilirkişiler tarafından hazırlanan raporda ise çekişmeli payın temlik tarihi itibarıyla gerçek bedeli 255.235,00 TL (arsa+yapı değeri üzerinden paya isabet eden) olarak belirlenmiştir. Davalılar ... ile ...'ın Uşak ili merkezinde ikamet ettikleri ve birbirlerini önceden tanıdıkları dosyaya yansımıştır. Davalı ... vekili 26.06.2023 tarihli temyize cevap dilekçesinde davalı ... ile davalı ... arasındaki temlik öncesine ilişkin ticari ilişkiyi ve alacak-verecek meselesini beyan etmiştir. Ayrıca davalı ...'ın fiili olarak 2 katlı bina şeklinde davacı ve yakınları tarafından ikâmet amaçlı kullanılan dava konusu taşınmazı görmeden temlik aldığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu saptamalar karşısında, davalı ...'ın 4721 sayılı Kanun'un 1023. maddesi koruyuculuğundan yararlanamayacağı sonucuna varılmıştır.

30. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; davacı tarafından hile hukuksal nedenine dayanıldığı, bu iddianın davacı tarafça kanıtlanması gerektiği, akdin kuruluşu sırasında davacı iradesinin hileli hareketler ile sakatlandığının davacı tarafça kanıtlanamadığı, sonradan ortaya çıkan durumların akdin hile ile sakatlanmasına sebebiyet vermeyeceği, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

31. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

32. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

30.04.2025 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-202446-e-2025282-k-sayili-karari