ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/416 E., 2025/475 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/416 E., 2025/475 K. sayılı kararı
3 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 14.07.2025 tarihli, 2024/416 E., 2025/475 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2024/416 E., 2025/475 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2023/1637 E., 2024/142 K.

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 02.05.2023 tarihli ve

2023/2383 Esas, 2023/2580 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki limited şirket ek tasfiyesi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı Kurum temsilcisi tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulü ile ihyası talep edilen şirkete tasfiye memuru atanmasına karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı Kurum temsilcisi tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda resen bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı Kurum temsilcisi tarafından temyiz edilmekle; Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili; dava dışı işçi ...'un kıdem tazminatının tahsili talebiyle müvekkili aleyhine açtığı dava sonucunda müvekkili tarafından adı geçen işçiye ödeme yapıldığını, yapılan ödeme sebebiyle müvekkilinin yüklenici şirketlere karşı Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/399 Esas sayılı dava dosyası ile rücuen alacak davası açtığını, mahkemece ticaret sicil kaydı resen terkin edilen ... Temizlik ve Sosyal Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti’nin ihyası için dava açılması için taraflarına süre verildiğini ileri sürerek adı geçen şirketin ihyasına karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı Kurum temsilcisi; dava dışı şirketin 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun (6102 sayılı Kanun) geçici 7. maddesinde belirtilen prosedüre ve hukuka uygun bir şekilde terkin edildiğini, davanın hak düşürücü sürede açılmadığını, mahkemenin aksi kanaatte olması hâlinde tasfiye memuru atanması gerektiğini, davanın açılmasına sebebiyet vermediklerinden ve Kanun’dan dolayı zorunlu hasım durumunda olduklarından yargılama giderlerinden sorumlu tutulmamaları gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 24.03.2022 tarihli ve 2021/774 Esas, 2022/231 Karar sayılı kararı ile; davalı tarafından, ihyası istenen şirketin yetkili temsilcilerine ihtar yapılmaksızın şirketin terkin edildiği gerekçesiyle davanın kabulüne Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/399 Esas sayılı dosyası ve işlemleri ile sınırlı olmak üzere ... Temizlik ve Sosyal Hizmetleri Ticaret San. Ltd. Şti'nin ihyasına, davalının yargılama giderlerinden sorumlu tutulmasına karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Kurum temsilcisi istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 19.01.2023 tarihli ve 2022/1114 Esas, 2023/41 Karar sayılı kararı ile; mahkemece 6102 sayılı Kanun'un 547. maddesinin 2. fıkrası gereğince ek tasfiye kararı ile ihya ve tasfiye işlemlerinin yapılması için ihyasına karar verilen şirkete tasfiye memuru atanmasına karar verilmemesinin doğru görülmediği gerekçesiyle davalının istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün kaldırılmasına, yeniden esas hakkında hüküm kurulmasına, davanın kabulüne, ... Temizlik ve Sosyal Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti’nin Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/399 Esas sayılı dava dosyası ve işlemleri ile sınırlı olmak üzere ihyasına, kararın tescil ve ilanına, ...'nın tasfiye memuru olarak atanmasına, davalı aleyhine yargılama giderleri ve vekâlet ücretine hükmedilmesine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Kurum temsilcisi temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

“…Dava, 6102 sayılı TTK’nın geçici 7 nci maddesi uyarınca sermaye artırımı yapmayarak münfesih duruma düşmesi sebebiyle kendilerine yapılan ihtar ve Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yapılan ilana rağmen süresi içinde bildirimde bulunmamaları sebebiyle ticaret sicilinden terkin olmuş şirketin ihyası istemine ilişkindir. Bölge Adliye Mahkemesince, şirketin usulsüz olarak terkin edildiğinden bahisle davanın kabulü kararı verilmişse de, 6102 sayılı Kanun'un geçici 7 nci maddesinin onbeşinci fıkrası gereğince, Ticaret Sicil Müdürlüğünün terkin işlemi yapması koşulları ve bu işleme karşı açılacak davanın süresi gösterilmiş olup, bu süre hak düşürücüdür. TTK'nın geçici 7 nci maddesinin onbeşinci fıkrasına göre ihya davası açma süresi 5 yıldır. İhyası istenen şirketin sicil kaydının 23.01.2014 tarihinde re'sen silindiği, davanın ise 08.12.2021 tarihinde açıldığı anlaşılmıştır. Mahkemece bu durumda, davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmaması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki karar gerekçesi tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalı Kurum temsilcisi temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı Kurum temsilcisi; davacı tarafın eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığını, resen terkin işleminin usulüne uygun yapıldığını, davalının yasal hasım olduğunu ve müdürlüğün kusurunun bulunmadığını, bu nedenle davalı aleyhine yargılama giderlerine hükmedilmemesi gerektiğini belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ihyası talep edilen dava dışı şirketin 23.01.2014 tarihinde terkin edildiği, ihya davasının ise 08.12.2021 tarihinde açıldığı eldeki davada, Bölge Adliye Mahkemesince 6102 sayılı Kanun'un 7. maddesinin 15. fıkrasında düzenlenen beş yıllık hak düşürücü sürenin uygulanarak davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Ön Sorun

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; eldeki davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 382. maddesi gereğince çekişmesiz yargı işi kabul edilerek aynı Kanun'un 362/1-ç maddesi gereğince davalı Kurum temsilcisinin temyiz isteminin reddine mi karar verilmesi gerektiği, yoksa 13.01.2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na (6102 sayılı Kanun) 26.06.2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanun’un 38. maddesiyle eklenen geçici madde 7’nin 15. fıkrasının beşinci cümlesinde yer alan “silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde” ibaresinin Anayasa Mahkemesinin 22.06.2023 tarihli ve 2023/33 Esas, 2023/117 Karar sayılı kararı ile iptal edildiği anlaşılmakla, direnme kararının verildiği ve davalı Kurum temsilcisinin temyiz isteminin incelendiği tarihler itibariyle Anayasa Mahkemesi kararının (15.09.2023 tarihinde) yürürlüğe girdiği ancak Bölge Adliye Mahkemesince bu hususta herhangi bir değerlendirme yapılmamış olan eldeki davada, Anayasa Mahkemesi iptal kararı ile oluşan yeni durum karşısında dosyanın incelenmek üzere Özel Daireye mi gönderilmesi gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.

1. İlgili Hukuk

1. 6102 sayılı Kanun'un 546, 547 ve 1521. maddeleri.

2. 6102 sayılı Kanun’a 26.06.2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanun’un 38. maddesiyle eklenen geçici madde 7.

3. 6100 sayılı Kanun'un 316, 362/1-ç ve 382. maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

2. Türk Ticaret Kanunu’nun geçici 7. maddesi (geçici 7. madde) uyarınca belirli koşulların varlığı hâlinde şirketler, ilgili mevzuattaki tasfiye usullerine uyulmaksızın hızlı bir şekilde ticaret sicilinden terkin edilebilecektirler. Bu sebepler anılan maddenin 1. fıkrasında; “(1) 1/7/2015 tarihine kadar aşağıdaki hâlleri tespit edilen ya da bildirilen anonim ve limited şirketler ile kooperatiflerin tasfiyeleri ve ticaret sicilinden kayıtlarının silinmesi, ilgili kanunlardaki tasfiye usulüne uyulmaksızın bu madde uyarınca yapılır.

a) 24/6/1995 tarihli ve 559 sayılı Türk Ticaret Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname gereğince, sermayelerini anılan Kanun Hükmünde Kararname ile öngörülen tutarlara çıkarmamış anonim şirketler ile limited şirketler.

b) Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce veya 1/7/2015 tarihine kadar münfesih olan anonim ve limited şirketler.

c) Kooperatifler Kanunu hükümlerine göre herhangi bir nedenle dağılmış olan kooperatifler.

d) Sebebi ne olursa olsun aralıksız son beş yıla ait olağan genel kurul toplantıları yapılamayan anonim şirketler ile kooperatifler.

e) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce tasfiye işlemlerine başlanılmış ancak genel kurulun toplanamaması nedeniyle ara bilançoları veya son ve kati bilançosu genel kurula tevdi edilemediği için ticaret sicilinden terkin işlemi yapılamayan şirket ve kooperatifler.” şeklindeki ifade edilmiştir.

3. Geçici 7. maddenin 2. fıkrası gereğince davacı veya davalı sıfatıyla devam eden davaları bulunan şirketlere anılan madde hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmiştir. Buna göre davacı sıfatıyla açılmış bir davası bulunan yahut aleyhine açılan bir davada davalı sıfatıyla yer alan şirket hakkında anılan geçici madde kapsamında resen terkin işlemi yapılamaz. Geçici 7. maddenin 2. fıkrasının uygulanması için şirketin davacı veya davalı sıfatıyla yer aldığı davaların, şirketin terkin tarihinden önce açılmış ve derdest nitelikte olmaları zorunludur. Bu çerçevede geçici 7. madde kapsamında terkini amaçlanan şirketin taraf olarak yer aldığı bir davanın bulunmasına rağmen yapılacak resen terkin işlemi, aynı maddeye aykırılık teşkil edecek olup hukuka uygun bir terkin olarak nitelendirilemez. Ancak şartların varlığının tespiti sonrasında geçici 7. maddede öngörülen usul yerine getirilerek ticaret sicilinden resen terkin edilen şirketin terkin tarihinden sonra aleyhine bir dava açılmasına dayanılarak şirket hakkında ifa edilen resen terkin işleminin hukuka aykırı olduğu söylenemez. Başka bir ifadeyle geçici 7. madde dâhilinde resen terkin için gerekli tüm şartları ihtiva eden bir şirketin ticaret sicilinden terkini sonrasında aleyhine bir dava açılması, anılan geçici madde kapsamında ifa edilen terkin işlemini usulsüz hâle getirmez.

4. Türk Ticaret Kanunu’nun geçici 7. maddesi kapsamında gerçekleştirilecek olan terkin işlemi için gerekli olan prosedür ise aynı maddenin 4. fıkrasında detaylı olarak belirlenmiştir. Bu doğrultuda geçici 7. maddenin uygulanması için ticaret sicil müdürlükleri, 01.07.2015 tarihine kadar münfesih olan veya sayılan şirketleri belirleyerek aynı maddede gösterilen şekilde yapılacak ihtar ve ilanlarla bu şirketler tasfiyeleri için bu maddede öngörülen şekilde gerekli hususları yerine getirmeye veya sermayelerini 559 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre asgari sermaye tutarına çıkarmamış olma dışındaki hâller için münfesih olma nedenini ortadan kaldırmaya davet etmekle ve bazı hâllerde şirketleri tasfiye yapılmaksızın ticaret sicilinden resen silmekle yetkili ve yükümlü kılınmıştır. Geçici 7. madde kapsamında münfesih olan veya sayılan şirketin tespitinden sonra aynı madde kapsamında işlem yapılabilmesi ise maddede belirtilen usule uygun şekilde ihtar ve ilanın yapılmış olmasını gerektirmektedir (geçici md. 7/4-a). Bunun için tespit edilen şirketlerin ticaret sicilindeki kayıtlı son adreslerine ve ticaret sicil kayıtlarına göre şirketi temsil ve ilzama yetkilendirilmiş kişilere bir ihtar gönderilmesi, ihtarın ulaşmadığı durumlarda da tebligat yerine geçmesi için Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilanın yapılması öngörülmüştür. Ayrıca anılan ilan, bildirici niteliği haiz olarak ilgili ticaret ve sanayi odası veya ticaret, sanayi ya da deniz ticaret odasının internet sitesinde aynen yayımlanmalıdır. Münfesih sayılan şirketin niteliği ve münfesih sayılma sebebine göre geçici 7. madde kapsamında izlenecek olan prosedüre aykırı şekilde gerçekleştirilen terkin işlemi usul ve yasaya aykırı olarak kabul edilerek iptal edilebilecektir.

5. Geçici 7. maddenin 15. fıkrasının son cümlesi; “Ticaret sicilinden kaydı silinen şirket veya kooperatifin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunanlar haklı sebeplere dayanarak mahkemeye başvurarak şirket veya kooperatifin ihyasını isteyebilir.” hükmünü içermektedir. Buna göre şirketin, geçici 7. madde kapsamında ilgili ticaret sicil müdürlüğünce gerçekleştirilen terkin işleminin hukuka aykırı olduğu ve terkin işleminin anılan maddede işaret edilen usul ve esaslara aykırı şekilde gerçekleştirildiği, şirket alacaklıları yahut hukuki menfaati bulunanlarca dava yoluyla ileri sürülebilir. Terkin işlemindeki hukuka aykırılıklara ilişkin olarak geçici 7. maddenin 2. fıkrasında düzenlenen, şirketin taraf olarak yer aldığı derdest bir davanın varlığı yahut aynı maddedeki ihtar ve ilan usullerine aykırılıklara örnek olarak gösterilebileceği gibi münfesih sayılmasını gerektiren nedenlerden hiçbirisi mevcut olmayan şirketin hatalı şekilde resen terkin kapsamına alınması da başka bir örnek olarak belirtilebilir.

6. Esasen bu tür sebeplere dayalı olarak açılan davada şirketin ihyasını talep eden davacı, ticaret sicil müdürlüğünce münfesih kabul edilerek terkin edilen şirketin varlığını devam ettirdiğini veya resen terkin sürecinin hukuka aykırı olarak işletildiğini ileri sürerek bir nevi gerçekleştirilen terkin işleminin iptalini istemekte olup davanın kabulü hâlinde verilecek olan ihya kararı da şirketin terkin işleminin iptali niteliğinde olacaktır. Buradan hareketle hukuka aykırı terkin işlemi nedeniyle geçici 7. maddenin 15. fıkrasına dayalı olarak açılan dava sonrasında verilecek ihya kararı, 6102 sayılı Kanun'un 547. maddesi anlamında ek tasfiye olarak nitelendirilemez. Zira hukuka aykırı şekilde geçici 7. madde kapsamında terkin edilen şirketin ihyasında amaç, eksik kalmış tasfiye işlemlerinin tamamlanarak şirketin tekrar ticaret sicilinden silinmesinden ziyade hukuka aykırı terkin işleminin iptaliyle şirketin usulsüz terkin öncesindeki hukuki statüsüne kavuşturulmasıdır. Böyle bir karar sonrasında ihyasına karar verilen şirket, herhangi bir şekilde tasfiye aşamasına girmeksizin hukuken varlık kazanır.

7. Öte yandan şirketin geçici 7. madde kapsamında hukuka uygun olarak terkin edilmesi durumunda, sonlandırılması gereken hukuki ihtilâflar nedeniyle aynı maddenin 15. fıkrasında belirtilen imkândan yararlanılarak terkin edilen şirketin taraf sıfatını yeniden kazanmasına yönelik ihyası da mümkündür. Ancak böyle bir durumda verilecek olan ihya kararı, hukuka aykırı terkin işleminden farklı olarak 6102 sayılı Kanun'un 547. maddesi anlamında bir ek tasfiye niteliğinde olacaktır. Zira böyle bir durumda, şirketin sona erme nedeni ortadan kalkmamakta, ortaya çıkan hukuki ihtilâfın neticelendirilmesi amacıyla şirketin ihyası talep edilmektedir. Bu durumda verilecek olan ihya kararı da bu tür ihtilâfın sonlandırılması çerçevesinde ifa edilecek ek tasfiye işlemleri ile sınırlı olacak, ek tasfiye sürecine ilişkin olarak 6102 sayılı Kanun'un 547. maddesi uygulama alanı bulacaktır.

8. Sonuç olarak; geçici 7. madde kapsamında ticaret sicil müdürlüğünce münfesih sayılarak resen terkin edilen bir şirketin aynı maddenin on beşinci kapsamında ihyasına yönelik olarak açılan davada, gerçekleştirilen resen terkin işleminin hukuka aykırılığının tespiti hâlinde verilecek ihya kararı, niteliği gereği terkin işleminin iptaline ilişkin olması nedeniyle 6102 sayılı Kanun'un 547. maddesinde düzenlenen ek tasfiye kapsamına girmeyeceğinden, ihya kararı yanında şirkete tasfiye memuru atanması gerekmez. Ancak geçici 7. madde kapsamında hukuka uygun şekilde gerçekleştirilen resen terkin işlemi sonrasında ortaya çıkan hukuki ihtilâfların çözümü ve sonlandırılması amacıyla şirketin ihyasının gerektiği bir durumda geçici 7. maddenin 15. fıkrasına dayalı olarak açılan ihya davasında, terkin edilen şirketle ilgili oluşan ihtilâfın çözümüyle sınırlı olarak verilecek olan ihya kararı, niteliği itibariyle ek tasfiye kapsamında verilen bir karar olduğundan 6102 sayılı Kanun'un 547/2. maddesi uyarınca ihya kararıyla birlikte ek tasfiye işlemlerini yürütmesi için tasfiye memuru atanması zorunludur. Nitekim aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 28.09.2021 tarihli ve 2017/11-3184 Esas, 2021/1107 Karar sayılı kararında vurgulanmıştır.

9. Bilindiği üzere medeni yargının konusu, hukuk mahkemelerinin özel hukuk alınındaki yargısal faaliyetleridir. Bu yargı ile meşgul olan yargı koluna "medeni usul hukuku" denir ve medeni yargı "çekişmeli yargı" ve "çekişmesiz yargı" olmak üzere ikiye ayrılır. Çekişmeli yargı ile çekişmesiz yargı arasındaki farkı belirten en önemli ölçü "çekişme yokluğu" kıstasıdır (Baki Kuru, Nizasız Kaza, Ajans Türk Matbaası, Ankara 1961, s. 15). Buna göre çekişmeli yargı; bir ihtilâf (çekişme), uyuşmazlık, iddia ve karşı iddia hakkında karar verilmesi talebi ile açılan davalarla meşgul olur. Buna karşılık, çekişmesiz yargıya tâbi işlerde ilgililer arasında kural olarak bir ihtilâf (çekişme, uyuşmazlık) yoktur. Yani çekişmesiz yargıda mahkeme, ilgililer arasında mevcut bir ihtilâf hakkında karar vermez. Bu kıstasa göre, mahkemelerin baktığı ve ilgililer arasında ihtilâflı olmayan bütün işler çekişmesiz yargı işidir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. I, İstanbul 2001, s. 27).

10. Çekişmesiz yargı Türk hukukunda ilk kez 6100 sayılı Kanun'un 382 ilâ 388. maddeleri arasında düzenlenmiş olup, hukukumuzda çekişmesiz yargının kanunla düzenlenmesinden önce ilmî ve kazaî içtihatlarla çekişmesiz yargının varlığı dile getirilmiştir (Baki Kuru, Medeni Usul Hukuku El Kitabı, C. II, Ankara 2020, s.1810). 6100 sayılı Kanun'un 382/1 maddesinde çekişmesiz yargının genel çerçevesi belirlendikten sonra çekişmesiz yargı işlerinin neler olduğu, 382/2. maddesinde mümkün olduğunca sayılarak belirtilmiştir. Dolayısıyla 6100 sayılı Kanun'un 382/2 maddesindeki sayma tahdidi olmayıp bu maddede belirtilmeyen işler aynı maddenin 1. fıkrasında belirtilen kriterlere uyduğu takdirde çekişmesiz yargı işi olarak kabul edilir.

11. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'un 382/1. maddesinde ilgililer arasında uyuşmazlık olmayan, ilgililerin ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı ve hâkimin resen harekete geçtiği hâllerden birine veya birkaçına giren işler çekişmesiz yargı işi olarak belirtilmiştir. Maddede belirtilen "uyuşmazlık yokluğu" ölçütüne göre, çekişmesiz yargıda kural olarak bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık söz konusu olmadığı için bir karşı taraftan söz edilemeyeceğine göre uyuşmazlık yokluğu ölçütü ile hasım yokluğu ölçütü aynı anlama gelir (Kuru, Nizasız Kaza, s. 20).

12. Çekişmeli yargının konusunu tarafların subjektif hakları oluşturduğu hâlde, çekişmesiz yargıda talepte bulunan kişinin ilgili tarafa karşı ileri sürebileceği hiçbir subjektif hakkı bulunmamaktadır. Çekişmeli yargıda verilen hükümle davacıya objektif hukukun kendisine bahşettiği subjektif hakkını gerçekleştirmek için yardım edilmektedir. Başka bir ifadeyle çekişmeli yargıda bir tarafın diğer tarafa karşı ileri sürebileceği subjektif hakkı bulunmaktadır (Kuru, Nizasız Kaza, s. 33).

13. Hâkimin resen harekete geçeceği işler, bir işin çekişmesiz yargı işi olup olmadığının tespitinde Kanun'da belirtilen diğer bir ölçüt olup çekişmeli yargıda muhakemeye başlama, onu ilk harekete getirme, davacı tarafın talebiyle olur ki, bu da çekişmeli yargıda hâkim olan "tasarruf ilkesi"nin doğal bir sonucudur. Buna göre, çekişmeli yargıda mahkemenin resen davaya başlaması imkânsızdır. Buradan hareketle mahkemenin resen harekete geçtiği bütün işlerin çekişmesiz yargı işi kabul edileceği açıktır (Kuru, Nizasız Kaza, s. 34).

14. Çekişmesiz yargı işlerinde görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadığı sürece sulh hukuk mahkemesidir (6100 sayılı Kanun md. 383). Yine çekişmeli yargıda esas olan yazılı yargılama usulü olduğu hâlde, çekişmesiz yargı işlerinde, niteliğine uygun düştüğü ölçüde, basit yargılama usulü uygulanır (6100 sayılı Kanun md. 385/1).

15. Çekişmesiz yargıda verilen kararların niteliği de 6100 sayılı Kanun'un 388. maddesinde açıkça düzenlenmiş ve kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde, çekişmesiz yargı kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceği hüküm altına alınmıştır. Bu nedenle kararın haksız veya hatalı görülmesi hâlinde ileri sürülen delillere göre yeniden düzeltme talebinde bulunulabilmesi, hükmün değiştirilebilmesi mümkündür.

16. Hemen bu noktada uyuşmazlığın çözümü için basit yargılama usulünün özellikleri üzerinde durulmasında yarar vardır.

17. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (6100 sayılı Kanun md. 118-186) ve basit (6100 sayılı Kanun md. 316-322) yargılama usulleridir. Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir. Örneğin, asliye hukuk mahkemelerinde kural olarak yazılı yargılama usulü uygulanırken, sulh hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır.

18. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316. maddesinin (g) bendi; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler basit yargılama usulüne tabidir.” şeklindeki düzenleme ile hangi dava ve işlerin basit yargılama usulüne tâbi olduğu gösterilmiştir.

19. Bu usul, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit, daha seri bir yargılama usulüdür.

20. Bu yargılama usulünde, dava ve davaya cevap verilmesi yazılı yargılama usulünde olduğu gibi dilekçe ile olur (6100 sayılı Kanun md. 317/1). Ancak dava ve cevap dilekçeleri, yönetmelikte belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir (6100 sayılı Kanun md. 317/4). Burada amaç, basit işlerde avukat tutamayanlara kolaylık ve böyle bir durumda dahi dava ve cevap dilekçelerinin bir düzen içinde mahkemeye verilmesini sağlamak, ayrıca hak kayıplarının önüne geçmektir. Cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, mahkeme duruma göre, bu sürede cevap dilekçesi verilmesi zor ise, bu süre içinde başvurulmak kaydıyla bir defaya mahsus olarak ve iki haftayı geçmeyecek ek bir süre verebilir (6100 sayılı Kanun md. 317/2).

21. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 317. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi verilmez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de, bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar. Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından, birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.

22. Basit yargılama usulünde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (6100 sayılı Kanun md. 319). 6100 sayılı Kanun'un “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı 320. maddesi uyarınca; “Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir. Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.”

23. Anılan madde gerekçesinde de söz edildiği üzere bu yargılama usulünde, yazılı yargılama usulünden farklı olarak ön inceleme ve tahkikat işlemleri de basitleştirilmiştir. Bu kapsamda eğer, dosya üzerinden karar verilmesi mümkünse (örneğin, geçici hukuki korumalarda), taraflar duruşmaya çağrılmadan sadece dilekçe ve delilleri dikkate alınarak karar verilebilir.

24. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'un 320. maddesinin açık düzenlemesi karşısında mahkeme, basit yargılama usulüne tâbi dava ve işlerde, dava şartları yoksa davayı usulden reddedebilir; ilk itirazlar hakkında ya da dilekçelere eklenen deliller yeterli görülürse davanın esası hakkında karar da verebilir. Dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra, tarafların dilekçelerine ekledikleri ya da ilgili yerlerden getirtilmesini istedikleri delillerin toplanması ile mahkemece tarafların iddia ve savunmaları ile delilleri incelenmiş olacaktır. Bu nedenle ön inceleme duruşması yapılmadan dosya üzerinden, mevcut deliller ile dava şartları ve ilk itirazlardan başka, davanın esası hakkında da karar verilmesi mümkündür. Bu şekilde dosya üzerinden karar verildiğinde, taraflara dava ve cevap dilekçesinin tebliği ile bu dilekçelerinde bildirdikleri deliller toplanmış olacağından, hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiğinden de söz edilemeyecektir.

25. Yukarıda açıklandığı üzere, dosya üzerinden karar verilemiyorsa, bu durumda mahkeme ön inceleme yapar. Burada da mahkeme dava şartları ve ilk itirazların varlığını inceleyerek, hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri hakkında tarafları dinler. Bundan sonra hâkim, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit ederek, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları; sulh olmamışlarsa anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır ve tutanak hazır bulunanlarca imzalanır. Tahkikat bu tutanağa göre yürütülür (6100 sayılı Kanun md. 320/2).

26. Yukarıda belirtilen ön incelemeden sonra mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikatın yürütülmesi için en fazla iki duruşmada yargılamayı tamamlamak zorundadır ve duruşmaların arası da en fazla bir ay olmalıdır (6100 sayılı Kanun md. 320/3-c.l).

27. Basit yargılama usulünde tahkikat tamamlandıktan sonra, yazılı yargılama usulünde olduğu gibi sözlü yargılama için ayrı bir kesit öngörülmemiştir; bunun için ayrıca süre verilmez. Hâkim tahkikatın tamamlandığı duruşmada, tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini belirterek hükmünü tefhim eder (6100 sayılı Kanun md. 321/1).

28. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.12.2018 tarihli ve 2017/11-2924 Esas, 2018/1935 Karar ve 04.07.2018 tarihli ve 2017/2-2452 Esas, 2018/1295 Karar sayılı kararlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır.

29. Çekişmesiz yargı işlerinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde kural olarak “basit yargılama usulü” uygulanır (6100 sayılı Kanun md. 385/1.)

30. Ek tasfiyenin çekişmesiz yargı işi olup olmadığının tespiti bakımından ek tasfiyenin düzenlendiği 6102 sayılı Kanun'un 547. maddesinin irdelenmesinde yarar vardır. Bu madde “Tasfiyenin kapanmasından sonra ek tasfiye işlemlerinin yapılmasının zorunlu olduğu anlaşılırsa, son tasfiye memurları, yönetim kurulu üyeleri, pay sahipleri veya alacaklılar, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden, bu ek işlemler sonuçlandırılıncaya kadar, şirketin yeniden tescilini isteyebilirler.

(2) Mahkeme istemin yerinde olduğuna kanaat getirirse, şirketin ek tasfiye için yeniden tesciline karar verir ve bu işlemlerini yapmaları için son tasfiye memurlarını veya yeni bir veya birkaç kişiyi tasfiye memuru olarak atayarak tescil ve ilan ettirir” hükmünü içermektedir.

31. Türk Ticaret Kanunu'nun 546. maddesinde pay sahipleri ile tasfiye memuru veya memurları arasındaki uyuşmazlıkların çözümü basit yargılama usulüne tâbi olduğu belirtilmiş, 6102 sayılı Kanun'un 1521. maddesinde de “Şirket davalarında yargılama usulü” düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, ticaret şirketlerinde, ortakların veya pay sahiplerinin şirketle veya birbirleriyle şirket ortaklığından veya pay sahipliğinden kaynaklanan davalarda veya şirketin yönetim kurulu üyeleri, yöneticileri, müdürleri, tasfiye memurları ya da denetçilerine karşı açılacak davalarda basit yargılama usulü uygulanacağı açıkça belirtilmiştir.

32. Ek tasfiye talebi Kanun'da çekişmesiz yargı işi olduğu açıkça sayılmamakla birlikte hem çekişme olmaması hem de subjektif hakkın bulunmaması kriterlerine göre çekişmesiz yargı işidir (Murat Atalı, Efe Dırenisa, Pekcanıtez Usûl, Medenî Usûl Hukuku, İstanbul 2025, C. 4 s. 3664).

33. Hukuk Muhakemeleri Kanunu çekişmesiz yargı işlerinin önemli bir bölümünü örnek olarak saymakla birlikte Kanun'da örnek olarak sayılanlar dışında kalmakla birlikte yine Kanun'da belirlenen çekişmesiz yargı işi ölçütlerine göre çekişmesiz yargı işi olarak kabul edilmesi gereken işler hakkında verilen kararlara temyiz yolu kapalıdır. Buna göre Kanun'da sayılan ölçütlerden, ilgililer arasında uyuşmazlık olmaması, talepte bulunanın ileri sürebileceği herhangi bir hakkının bulunmaması veya hâkimin resen harekete geçmesi ölçütlerinden birine veya birkaçına göre çekişmesiz yargı kabul edilen yargısal işlerde bölge adliye mahkemesi kararı temyiz edilemez (Muhammet Özekes, Tolga Akkaya, Pekcanıtez Usûl, Medenî Usûl Hukuku, İstanbul 2025, C. 4 s. 4033).

34. Önemle vurgulamak gerekir ki; çekişmesiz yargı işleri kural olarak sulh hukuk mahkemesinin görev alanında yer aldığından ve kanun koyucu tarafından bu işlerde sadece istinaf denetimi yapılması yeterli görüldüğünden temyize başvurulması mümkün değildir (6100 sayılı Kanun 362/1-ç).

35. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut uyuşmazlığa gelindiğinde; dava konusu olan ve ihyası talep edilen şirket 6102 sayılı Kanun'un geçici 7. madde kapsamında terkin edilmiş olup, sonlandırılması gereken hukuki ihtilâflar nedeniyle aynı maddenin 15. fıkrasında belirtilen imkândan yararlanılarak terkin edilen şirketin taraf sıfatını yeniden kazanmasına yönelik ihyası mümkündür. Ancak böyle bir durumda verilecek olan ihya kararı, hukuka aykırı terkin işleminden farklı olarak 6102 sayılı Kanun'un 547. maddesi anlamında bir ek tasfiye niteliğinde olacağı kuşkusuzdur.

36. Buna göre eldeki dava, 6102 sayılı Kanun'un 547. maddesine dayalı ve uygulamada isimlendirildiği üzere bir “ihya” davası niteliğinde olup, davanın tasfiye memuruna yöneltilmiş bulunması, diğer davalının “yasal hasım” olması ve aynı Kanun’un 546 ve 1521. maddeleri gözetildiğinde davanın niteliği uyarınca 6100 sayılı Kanun'un 316. maddesi uyarınca basit yargılama usulüne tâbi bulunduğu kabul edilmiştir. Bu nitelikteki davaların yazılı yargılama usulüne tâbi olduğunu kabul etmenin yasal dayanağı bulunmadığı gibi, 6102 sayılı Kanun'un 546 ve 1521. maddelerine göre esas tasfiye davası basit usulde görülürken ek tasfiye davasının yazılı yargılama usulüne tâbi bulunduğunu kabul etmek için bir neden de bulunmamaktadır. 6102 sayılı Kanun'un 547. maddesinden düzenlenen ek tasfiye 6100 sayılı Kanun'un 382. maddesinin ikinci bendinde sayılmamış olsa da, maddede sayılanların sınırlı olmadığı, örnek olarak bir kısım çekişmesiz yargı işlerinin gösterildiği, 6100 sayılı Kanun'un 382. maddesinde bir işin çekişmesiz yargı işi olup olmadığının tespiti için belirtilen ölçütlerden “İlgililer arasında uyuşmazlık olmayan hâller” ve “İlgililerin, ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı hâller” şeklinde belirtilen ölçütler esas alındığında, ek tasfiyenin çekişmesiz yargı işi olduğu anlaşılmaktadır.

37. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, eldeki dava yazılı yargılama usulünün uygulandığı bir dava olup çekişmesiz yargı işi sayılamayacağı, bu nedenle 13.01.2011 tarihli ve 6102 sayılı Kanun'a 26.06.2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanun’un 38. maddesiyle eklenen geçici madde 7’nin 15. fıkrasının beşinci cümlesinde yer alan “silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde” ibaresinin Anayasa Mahkemesinin 22.06.2023 tarihli ve 2023/33 Esas, 2023/117 Karar sayılı kararı ile iptal edildiği anlaşılmakla, direnme kararının verildiği ve davalı Kurum temsilcisinin temyiz isteminin incelendiği tarihler itibariyle Anayasa Mahkemesi kararının yürürlüğe girdiği ancak Bölge Adliye Mahkemesince bu hususta herhangi bir değerlendirme yapılmamış olan eldeki davada, Anayasa Mahkemesi iptal kararı ile oluşan yeni durum karşısında dosyanın incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesi gerektiği gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

38. Hâl böyle olunca; şirketin ihyası istemi çekişmesiz yargı işi niteliği taşıdığından ve çekişmesiz yargı işine ilişkin bölge adliye mahkemesince verilen kararlara karşı temyiz yolu kapalı bulunduğundan 6100 sayılı Kanun'un 362/1-ç maddesi gereğince davalı Kurum temsilcisinin temyiz isteminin reddi gerekir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı Kurum temsilcisinin TEMYİZ İSTEMİNİN REDDİNE,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

14.07.2025 tarihinde yapılan ikinci görüşmede, oy çokluğuyla ve kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2024416-e-2025475-k-sayili-karari