Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/364 E., 2025/414 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 02.07.2025 tarihli, 2024/364 E., 2025/414 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/364 E., 2025/414 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2023/1725 E., 2023/1752 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 02.03.2023 tarihli ve
2021/5741 Esas, 2023/1249 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davacı vekilinin duruşma talebinin reddine karar verilip Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili, müvekkili şirket ile davalılardan .... (... A.Ş.) arasında ticari ilişkiye konu İstanbul’da bulunan Kumcular İstasyonu ve Tekirdağ’da bulunan Sahil İstasyonu olmak üzere iki ayrı akaryakıt istasyonu ve bu istasyonlara ilişkin akdedilmiş muhtelif sözleşmeler bulunduğunu, Kumcular İstasyonu için on beş yıl süreli, Sahil İstasyonu için on altı yıl süreli intifa hakkı tesis edildiğini ve bedellerinin peşin ödendiğini, davalı şirketle ticari ilişkilerinin teminatı olmak üzere Kumcular İstasyonu'nun bulunduğu taşınmaz üzerinde müvekkili lehine ipotek tesis edildiğini, bu taşınmazın daha sonra ipotek yükü ile birlikte diğer davalı .... (... A.Ş.) tarafından satın alındığını, davalı ... A.Ş. tarafından müvekkiline beş adet çek ve toplam 2.190.000,00 TL bedelli üç adet teminat mektubu verildiğini, taraflar arasındaki ilişki devam etmekte iken Rekabet Kurumunun kararı ile sözleşme sürelerine sınır getirildiğini, Kumcular İstasyonu için yeni beş yıllık dönem için anlaşma sağlansa da davalının sürenin sonunu beklemeden sözleşmeyi 2013 yılında feshettiğini, fesihle birlikte müvekkiline olan akaryakıt borçlarını ödemediğini, Sahil İstasyonu için ise intifa süresinin Kurum kararı ile sona ermesinin ardından yeni beş yıllık dönem için anlaşma sağlanamadığını, on altı yıllık intifa bedeli olarak ödenen paradan kullanılmayan kısma tekabül eden 2.498.816,38 TL ile akaryakıt borcunun ödenmemesi sebebiyle 2.211.490,55 TL borç bulunduğunu, borcun ödenmemesi üzerine ipoteğin paraya çevrilmesi için başlatılan takibe davalılar tarafından itiraz edildiğini, tazmin olunan üç adet teminat mektubu bedeli toplamı 2.190.000,00 TL'nin kullanılmayan intifa bedeli alacağından mahsup edildiğini, takibe konu edilen faturaların ise akaryakıt alım satımından kaynaklandığını ileri sürerek itirazın iptali ile 2.238.024,58 TL alacağın tahsili için takibin devamına, asıl alacağın %20'sinden aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1.Davalı ... A.Ş. vekili, davacının her iki istasyon ile ilgili olmak üzere müvekkilinden herhangi bir alacağının bulunmadığını, müvekkilinin davacıya cari hesap borcu kalmadığını, davacının cari hesap ilişkisine dahil olmadığı hâlde intifa bedeli alacağına ilişkin kesmiş olduğu faturanın reddedilerek iade edildiğini, rekabet hukukunun dava ile ilgisinin olmadığını, müvekkilinin akaryakıt borçlarını ödediğini belirterek davanın reddini savunmuş, davacı aleyhine kötüniyet tazminatına karar verilmesini istemiştir.
2. Davalı .... vekili, takibe konu tüm faturaların diğer davalı tarafından ödendiğini, iade edilen faturanın cari hesap ekstresinde yer almasının hukuki bir temelinin bulunmadığını, söz konusu faturaya konu kullanılmayan intifa bedeli alacağı iddiasının yargılamayı gerektirdiğini belirterek davanın reddini savunmuş, davacı aleyhine kötüniyet tazminatına karar verilmesini istemiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 30.11.2017 tarihli ve 2014/753 Esas, 2017/933 Karar sayılı kararıyla; davacının nakde çevirdiği teminat mektubu bedellerini davalı ... A.Ş'nin petrol ürünleri alımlarından kaynaklanan faturalara mahsup ettiğinin tespit edildiği, davacının mahsup işleminin yerinde ve takip tarihine göre davacı tarafın asıl alacak miktarının 2.197.291,82 TL olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile, davalıların İstanbul 10.İcra Müdürlüğünün 2013/4509 Esas sayılı takip dosyasına vâki itirazlarının iptali ile takibin 2.197.291,82 TL asıl alacak ve 40.732,16 TL işlemiş faiz üzerinden iptali ile takibin asıl alacağa takip tarihinden itibaren yıllık %15 oranında faiz yürütülmesi suretiyle devamına, davalıların hükmedilen alacağın % 20’si olan 447.604,00 TL icra inkâr tazminatına mahkum edilmesine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 27.05.2021 tarihli ve 2018/1142 Esas, 2021/649 Karar sayılı kararıyla; davacının beyanlarından, davalı ... A.Ş. tarafından verilen teminat mektubu tutarı 2.190.000 TL’nin Tekirdağ Sahil İstasyonunun on altı yıllık intifa bedeli olarak ödenen tutardan kullanılmayan kısma tekabül eden ve faturalandırılan 2.498.816,38 TL’den mahsup edildiğinin anlaşıldığı oysa Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 17.03.2021 tarihli ve 2020/2981 Esas, 2021/2546 Karar sayılı kararıyla onanarak kesinleşen Dairenin 18.04.2019 tarihli ve 2018/810 Esas, 2019/537 Karar sayılı kararıyla davacının bedelsiz intifa terkininde bulunduğu dolayısıyla kullanılmayan intifa süresine ilişkin alacağının bulunmadığı hususunun kesinleştiği, bu durumda davacının bu konuda alacağı varmışcasına teminat mektubu tutarını kullanılmayan intifa bedelinden mahsubunun doğru olmadığı, bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere teminat mektubu tutarının akaryakıt alacağına ilişkin faturalardan mahsubu yapıldığında davacının herhangi bir alacağının bulunmadığının tespit edildiği gerekçesiyle davalılar vekillerinin istinaf başvurularının kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak davanın esası hakkında yeniden hüküm kurulmasına, bu doğrultuda davanın her iki davalı yönünden reddine, davacının takipte kötüniyeti sabit görülmediğinden davalıların kötüniyet tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla;
“...Davacı ile davalı ... A.Ş. arasında İstanbul ve Tekirdağ'da bulunan iki ayrı akaryakıt istasyonuna ilişkin bayilik sözleşmesi ve protokoller kapsamında ticari ilişki bulunduğu, Tekirdağ Sahil İstasyonu için 17.08.2007 tarihinde istasyonunun bulunduğu taşınmaz üzerine 16 yıllığına intifa hakkı tesisi karşılığında davalı ... A.Ş. ile dava dışı ... Ltd. Şti.'ne hisseleri oranında 2.900.000 usd +kdv ödendiği, taşınmaz üzerine davacı lehine birinci derecede 3.600.000 TL bedelli ipotek tesis edildiği, taşınmazın ipotekle yükümlü olarak diğer davalı .... tarafından satın alındığı, yine söz konusu ticari ilişki kapsamında davalı ... A.Ş. tarafından davacıya toplam 2.190.000,00 TL tutarlı üç adet teminat mektubu verildiği, Rekabet Kurumunun 12.03.2009 tarihli kararı uyarınca Tekirdağ'daki istasyon yönünden intifa hakkının sona erip sözleşmenin uzatılmadığı, İstanbul Kumcular İstasyonu için 13.03.2016 tarihine kadar yeni beş yıllık dönem için anlaşılmış olmasına rağmen davalı ... Ltd. Şti. tarafından sürenin bitmesi beklenmeksizin 19.08.2013 tarihinde sözleşmenin feshedildiği, üç adet teminat mektubu bedeli 2.190.000,00 TL'nin davacı tarafından 21.08.2013 tarihinde nakde çevrilerek bedellerinin tahsil edildiği anlaşılmıştır.
Davacı vekili yargılama sürecinde, üç adet teminat mektubu bedeli olan 2.190.000 TL'nin, Tekirdağ Sahil istasyonu için 16 yıllık intifa bedeli olarak peşin ödenen 2.900.000,00 usd + kdv'nin sözleşmenin geçersiz kalması nedeniyle karşılıksız kalan kısmına tekabül eden kısmından mahsup edildiğini belirtmiştir.
Davacının bakiye döneme ilişkin intifa bedeli alacağına ilişkin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi'nin 2018/810 E. ve 2019/537 K. sayılı kararı ile "...Davacının, davalıdan, bakiye dönem için intifa bedeli talep hakkının bulunup bulunmadığının ortaya konulması gerekir. Kendilerine intifa bedeli ödenen davalının, davadan önce taşınmaz üzerindeki kuru mülkiyet haklarını ... Oil'e devrettiği, taşınmazın artık maliki olmadığı anlaşılmaktadır. Dosyada örneği bulunan 18.08.2011 tarihli tescil istem belgesinde, '...Yukarıdaki özellikleri belirtilen taşınmaz üzerindeki lehtarı olduğum intifa hakkının tamamından bedelsiz olarak, çıplak mülkiyeti adına terkinini talep ederim' şeklinde davacı beyanı yer almaktadır. Davacı, bu beyanı ile intifaya yönelik haklarını saklı tutmamış olup, dava dışı çıplak mülkiyet sahibi ... Oil lehine intifa hakkını terkin ettirmiştir. Bu beyanı uyarınca davacı, bedelsiz intifa terkininden sonra, kalan süre yönünden herhangi bir talepte bulunamaz (Yargıtay 19.HD'nin 15/05/2018 tarih, 2016/19995 E. 2018/2720 K sayılı ilamı). Bu nedenle, davacının, intifa süresinden bakiye döneme isabet eden kısım için intifa bedelinin iadesine ilişkin alacak talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, bu kaleme ilişkin alacak talebinin kabul edilmiş olması usul ve yasaya aykırı olmuştur." gerekçesiyle bakiye intifa süresine isabet eden intifa bedelinin tahsiline ilişkin alacak talebinin reddine karar verilmiş; bu karar Dairemizin 17.03.2021 tarih, 2020/2981 E. ve 2021/2546 K. sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesince yukarıda açıklanan ve kesinleşen karar doğrultusunda, davacının bakiye dönem için intifa bedeli alacağının bulunmadığının sabit olduğu, dolayısıyla banka teminat mektubuna ilişkin tahsilatın cari hesaptaki diğer alacaktan, yani işbu davaya konu açık hesap alacağından mahsubunun gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Ancak, teminat mektubunun 21.08.2013 tarihinde nakde çevrildiği, intifanın 18.08.2014 tarihinde terkin edildiği, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi'nin 2018/810 E. ve 2019/537 K. sayılı dosyasında davacının, intifa bedelinin kullanılmayan kısmına tekabül eden alacağından, teminat bedellerinin mahsubu sonrası bakiye kısmı talep ettiği nazara alındığında, nakde çevrilmiş olan banka teminat mektubu bedelinin intifa bedelinin kullanılmayan kısmından mahsup edildiğinin kabulü gerekirken işbu davaya konu fatura alacağından düşülerek sonuca varılması doğru olmamış, hükmün temyiz eden davacı yararına bozulması gerekmiştir” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, teminat mektubunun nakde çevrildiği tarihle intifanın terkin edildiği tarihlerden hareketle davacının teminat mektubu bedellerini öncelikle bakiye intifa süresine isabet eden bedelden mahsup etme hakkının bulunduğu düşüncesinin, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 17.03.2021 tarihli ve 2020/2981 Esas, 2021/2546 Karar sayılı kesinleşen kararıyla çeliştiği, bu kararla intifa süresi için bedel talep etme hakkının ortadan kalktığı, varılan bu sonuçta intifanın terkin tarihinin teminat mektubunun nakde çevrilmesinden sonra olmasının hiçbir öneminin olmadığı, diğer taraftan teminat mektubunun nakde çevrildiği tarihte henüz intifa hakkı terkin edilmediğinden intifa bedeli alacağının o tarih itibariyle doğduğundan ya da muaccel olduğundan söz edilemeyeceği, intifa hakkı devam ettiği sürece intifa bedeli alacağının doğmasının ya da talep edilmesinin mümkün olmadığı, bunun için fatura düzenlenmesinin de sonucu etkilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesinin 2018/810 Esas sayılı dosyasındaki yanlış tespitler ile vermiş olduğu karara dayanılarak direnme kararı verilmesinin hatalı olduğunu, anılan kararda intifanın terkini tarihinin yanlış tespit edildiğini, bu yanlış tespite göre karar verildiğini ve kararın her nasılsa kesinleştiğini, Bölge Adliye Mahkemesinin hatalı verdiği kararda ısrarcı olduğunu, bayilik sözleşmesinin tek taraflı olarak 19.08.2013 tarihinde feshedildiğini, bu tarih itibariyle tüm alacaklarının muaccel hâle geldiğini, intifanın terkin tarihinin 18.08.2014 olduğunu, bu tarihte terkin yapılmasının alacağa etkili olmadığını, müvekkilinin takas mahsup hakkını kullandığını, intifa hakkının Rekabet Kurumu'nun idari düzenleyici işlemi nedeniyle süresinden önce zaruretten fek edildiğini, davalı şirketin 16 yıllık intifa bedelini peşin almışken kullanılmayan on bir yılın bedelini geri ödemek gibi bir yükümlülüğü ve borcu yokmuş gibi davranmasının hakkaniyete ve hukuka aykırı olduğu, mücbir sebeple (Rekabet Kurumu kararı) kullanılamayan intifa bedelinin tahsili için düzenlenen fatura tarihinin 26.12.2012, davalı tarafça sözleşmenin feshedildiği tarihin 19.08.2013 teminat mektuplarının tazmin tarihinin 21.08.2013, intifanın terkininin talep edilme tarihinin ise 18.08.2014 olduğunu, Bölge Adliye Mahkemesi kararında intifa hakkının terkin tarihinin sehven 18.08.2011 olarak değerlendirildiğini ve sanki intifa hakkı terkin edildikten sonra teminat mektupları tazmin edilmiş gibi düşünülerek hatalı şekilde hüküm kurulduğunu, oysa teminat mektuplarının terkin işleminden daha önceki bir tarihte tazmin edildiğini, dolayısıyla bedelsiz terkin gibi bir durumun söz konusu olmadığını, bedeli peşin ödenen ancak kullanılamamış olan on bir yıllık döneme ilişkin bedel için müvekkilinin açık veya zımni feragatinin bulunmadığını, zaten 26.12.2012 tarihli fatura ile de bu bedeli tahsil etme iradesini ortaya koyduğunu, feragatin açık olması gerektiğini, müvekkilinin, bayinin doğmuş ve doğacak tüm borçları için verilen teminat mektubunu, bayinin dilediği borcuna mahsup edebilme iradesine sahip olduğunu ve peşin ödenip mücbir sebeple kullanılamayan on bir yıllık intifa bedeli alacağından mahsup ettiğini, davalı şirketin sebepsiz zenginleşmesine neden olan bir karar olduğunu ileri sürerek direnme kararının bozulmasını istemiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacı tarafından nakde çevrilmiş olan banka teminat mektubu bedelinin intifa bedelinin kullanılmayan kısmından mahsup edildiğinin kabulünün gerekip gerekmediği, buradan varılacak sonuca göre anılan bedelin davaya konu fatura alacağından düşülerek karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Değerlendirme
1. Somut olay incelendiğinde; davacı ile davalı ... A.Ş. arasında İstanbul ve Tekirdağ'da bulunan iki ayrı akaryakıt istasyonuna ilişkin bayilik sözleşmesi ve protokoller kapsamında ticari ilişki bulunduğu, Tekirdağ Sahil İstasyonu için 17.08.2007 tarihinde istasyonun bulunduğu taşınmaz üzerine on altı yıllığına intifa hakkı tesisi karşılığında davalı ... A.Ş. ile dava dışı ... Ltd. Şti'ne hisseleri oranında 2.900.000 USD +KDV ödendiği, taşınmaz üzerine davacı lehine birinci derecede 3.600.000 TL bedelli ipotek tesis edildiği, taşınmazın ipotekle yükümlü olarak diğer davalı .... tarafından satın alındığı, yine söz konusu ticari ilişki kapsamında davalı ... A.Ş. tarafından davacıya toplam 2.190.000,00 TL tutarlı üç adet teminat mektubu verildiği, Rekabet Kurumunun 12.03.2009 tarihli kararı uyarınca Tekirdağ'daki istasyon yönünden intifa hakkının sona erip sözleşmenin uzatılmadığı, İstanbul Kumcular İstasyonu için 13.03.2016 tarihine kadar yeni beş yıllık dönem için anlaşılmış olmasına rağmen davalı ... A.Ş. tarafından sürenin bitmesi beklenmeksizin 19.08.2013 tarihinde sözleşmenin feshedildiği, davacının kullanılmayan intifa süresi alacağına ilişkin 26.12.2012 tarihli 2.498.816,38 TL bedelli faturasına davalının itiraz ettiği, buna rağmen 2.190.000,00 TL bedelli üç adet teminat mektubu davacı tarafından 21.08.2013 tarihinde nakde çevrilerek kullanılmayan intifa süresi alacağına ilişkin fatura alacağına mahsuben tahsil edildiği, intifanın ise 18.08.2014 tarihinde terkin edildiği, eldeki davanın cari hesaba dayanan akaryakıt borcuna ilişkin faturaların ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takibe vâki itirazın iptaline ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
2. Davacının bakiye döneme ilişkin intifa bedeli alacağına ilişkin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi'nin 2018/810 Esas ve 2019/537 Karar sayılı kararı ile "...Davacının, davalıdan, bakiye dönem için intifa bedeli talep hakkının bulunup bulunmadığının ortaya konulması gerekir. Kendilerine intifa bedeli ödenen davalının, davadan önce taşınmaz üzerindeki kuru mülkiyet haklarını ... Oil'e devrettiği, taşınmazın artık maliki olmadığı anlaşılmaktadır. Dosyada örneği bulunan 18.08.2011 tarihli tescil istem belgesinde, '...Yukarıdaki özellikleri belirtilen taşınmaz üzerindeki lehtarı olduğum intifa hakkının tamamından bedelsiz olarak, çıplak mülkiyeti adına terkinini talep ederim' şeklinde davacı beyanı yer almaktadır. Davacı, bu beyanı ile intifaya yönelik haklarını saklı tutmamış olup, dava dışı çıplak mülkiyet sahibi ... Oil lehine intifa hakkını terkin ettirmiştir. Bu beyanı uyarınca davacı, bedelsiz intifa terkininden sonra, kalan süre yönünden herhangi bir talepte bulunamaz (Yargıtay 19.HD'nin 15/05/2018 tarih, 2016/19995 E. 2018/2720 K sayılı ilamı). Bu nedenle, davacının, intifa süresinden bakiye döneme isabet eden kısım için intifa bedelinin iadesine ilişkin alacak talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, bu kaleme ilişkin alacak talebinin kabul edilmiş olması usul ve yasaya aykırı olmuştur." gerekçesiyle bakiye intifa süresine isabet eden intifa bedelinin tahsiline ilişkin alacak talebinin reddine karar verilmiş; bu karar Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 17.03.2021 tarihli ve 2020/2981 Esas, 2021/2546 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiş; bunun üzerine Bölge Adliye Mahkemesince yukarıda açıklanan ve kesinleşen karar doğrultusunda, davacının bakiye dönem için intifa bedeli alacağının bulunmadığının sabit olduğu, dolayısıyla banka teminat mektubuna ilişkin tahsilatın cari hesaptaki diğer alacaktan, yani eldeki davaya konu açık hesap alacağından mahsubunun gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
3. Ancak, teminat mektubunun davacı tarafından 21.08.2013 tarihinde nakde çevrildiği, bu işlemden sonra ve işleme güvenerek intifanın 18.08.2014 tarihinde terkin edildiği, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesinin 2018/810 Esas ve 2019/537 Karar sayılı dosyasında davacının, intifa bedelinin kullanılmayan kısmına tekabül eden alacağından, teminat mektubu bedellerinin mahsubu sonrası bakiye kısmı talep ettiği dikkate alındığında, Özel Dairece de işaret edildiği üzere aslında davacı tarafından nakde çevrilmiş olan banka teminat mektubu bedelinin intifa bedelinin kullanılmayan kısmından mahsup edildiğinin kabulü gerekir.
4. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin onama kararıyla kesinleşen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesinin 18.04.2019 tarihli ve 2018/810 Esas, 2019/537 Karar sayılı ve tescil istem belgesinde bilabedel terkin talebinde bulunulması neticesinde kullanılmayan intifa hakkı süresine ilişkin davacının alacak hakkının bulunmadığına dair kararı kuvvetli (güçlü) delil teşkil edeceğinden ve eldeki davada çekişme konusu olan teminat bedelinin bakiye intifa hakkı süresine ilişkin alacaktan mahsup edildiği hususu kabul edilemeyeceğinden Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
5. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
6. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HMK'nın 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın HMK'nın 373. maddesinin 2. fıkrası uyarınca direnme kararını veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
02.07.2025 tarihinde oy çokluğuyla ve kesin olarak karar verildi.
“K A R Ş I O Y”
Eldeki dava, davacı ile davalı ... A.Ş. arasındaki akaryakıt alımına ilişkin ticari ilişkiden kaynaklanan ve ödenmediği iddia edilen fatura alacaklarına dayanan ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takibe vâki itirazın iptali istemine ilişkin olup Bölge Adliye Mahkemesi ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; somut olayda, davacı tarafından nakde çevrilmiş olan banka teminat mektubu bedelinin intifa bedelinin kullanılmayan kısmından mahsup edildiğinin kabulünün gerekip gerekmediği, buradan varılacak sonuca göre anılan bedelin davaya konu fatura alacağından düşülerek karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Dosya kapsamından, davacının bakiye döneme ilişkin intifa bedeli alacağı yönünden davalı ... A.Ş. ve dava dışı ... Ltd.Şti’ye karşı 04.09.2014 tarihinde İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesinde alacak davası açtığı, davanın kısmen kabulüne ilişkin kararın istinaf edilmesi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesinin 14. Hukuk Dairesinin 18.04.2019 tarihli ve 2018/810 Esas, 2019/537 Karar sayılı kararıyla “…Davacının, davalılardan, bakiye dönem için intifa bedeli talep hakkının bulunup bulunmadığının ortaya konulması gerekir. Kendilerine intifa bedeli ödenen davalıların, davadan önce taşınmaz üzerindeki kuru mülkiyet haklarını ... Oil'e devrettikleri, taşınmazın artık maliki olmadıkları anlaşılmaktadır. Dosyada örneği bulunan 18.08.2011 tarihli tescil istem belgesinde, '...Yukarıdaki özellikleri belirtilen taşınmaz üzerindeki lehtarı olduğum intifa hakkının tamamından bedelsiz olarak, çıplak mülkiyeti adına terkinini talep ederim' şeklinde davacı beyanı yer almaktadır. Davacı, bu beyanı ile intifaya yönelik haklarını saklı tutmamış olup, dava dışı çıplak mülkiyet sahibi ... Oil lehine intifa hakkını terkin ettirmiştir. Bu beyanı uyarınca davacı, bedelsiz intifa terkininden sonra, kalan süre yönünden herhangi bir talepte bulunamaz (Yargıtay 19.HD'nin 15/05/2018 tarih, 2016/19995 E. 2018/2720 K sayılı ilamı). Bu nedenle, davacının, intifa süresinden bakiye döneme isabet eden kısım için intifa bedelinin iadesine ilişkin alacak talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, bu kaleme ilişkin alacak talebinin kabul edilmiş olması usul ve yasaya aykırı olmuştur…” gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabulü ve yeniden hüküm kurulması suretiyle davanın reddine karar verildiği ve anılan bu kararın Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 17.03.2021 tarihli ve 2020/2981 Esas, 2021/2546 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Yargıtay Özel Dairesinin ilgili kararıyla, davacının tescil istem belgesinde bilabedel terkin talebinde bulunmasıyla kullanılmayan intifa hakkı süresine ilişkin alacak hakkının bulunmadığı hususu kesinlik kazanmıştır.
Gelinen aşamada, “delil”, “kesin hüküm” ve “kuvvetli (güçlü) delil” kavramlarına kısaca değinmek gerekir.
Bilindiği üzere, Medeni usul hukukunda deliller, kesin deliller ve takdiri deliller olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hukukumuzda kesin deliller, ikrar (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) md. 188), senet (HMK md. 199 vd.), yemin (HMK md. 225 vd.) ve kesin hüküm (HMK md. 303) olmak üzere dört tanedir. Takdiri deliller ise tanık (HMK md. 240 vd.), bilirkişi (HMK md. 266 vd.), keşif (HMK md. 288 vd.) ve kanunda düzenlenmemiş diğer deliller (HMK md. 192) olarak sayılmaktadır. Takdiri deliller yönünden delil türlerinin sınırlı olarak sayılmadığı kabul edilmektedir (Ramazan Arslan/Ejder Yılmaz/Sema Taşpınar Ayvaz: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2017, s. 389-390). Bu açıdan kuvvetli (güçlü) delil takdiri bir delil türü olarak nitelendirilebilir.
Kesin hükme gelince, kesin hüküm HMK'nın 303. maddesinde düzenlenmiş olup, şekli ve maddi anlamda kesin hüküm olmak üzere olarak ikiye ayrılır. Verilen bir hükme karşı kanun yolları kapalı ise veya kanun yolları açık olsa bile süresinde gidilmemişse veya tüm kanun yolları tükenmişse hüküm şeklen kesinlik kazanmıştır.
Maddi anlamda kesin hükümde ise; dava sebebinin (maddi vakıaların), taraflarının ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.
Önemle vurgulanmadır ki; maddi anlamda kesinlik, yalnız hüküm fıkrası için söz konusudur. Hüküm fıkrası, davada (veya karşı davada) istenen hususlar (talep sonucu) hakkında mahkemece verilen kararı (hükmü) gösterir. Hükmün gerekçesinin kesin hüküm gücü bulunmamaktadır. Bununla beraber, gerekçe maddi anlamda kesinlikten tamamen soyutlanmış da değildir.
Maddi anlamda kesinlik, yalnız hüküm fıkrasına ilişkin olduğundan hükümde tarafların talep sonuçları (veya talep sonuçlarının bazı kalemleri) hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmemişse, hakkında karar verilmemiş olan hususlar bakımından maddi anlamda kesin hüküm söz konusu olmaz.
Maddi anlamda kesin hükmün amacı da bu hâli ile mahkeme kararlarına güvenilmesini ve uyulmasını sağlamak, taraflar arasındaki uyuşmazlığı kararın maddi anlamda kesinleştiği andan itibaren geleceğe yönelik olarak sona erdirmek ve nihayet çelişkili kararlar verilmesini önleyerek toplum hayatında hukuki istikrar ve güvenliği tesis etmektir.
İspat bakımından değerlendirmek gerekir ise; HMK'nın 204. maddesinin 1. fıkrasına göre ilâmlar kesin delil sayılmaktadır.
Birinci davada verilmiş olan hüküm, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak, aynı konuya ilişkin olarak açılan ikinci davada, kesin hükme bağlanmış olan husus yönünden kesin delil teşkil eder (HMK md. 303/1,2).
Aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak ve aynı hukuki ilişki hakkında açılan ikinci davanın konusu, birinci davadakinden farklı olsa bile, iki davanın da temelini oluşturan aynı hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığı hakkında (birinci davada) verilmiş olan (kesin) hüküm, ikinci davada kesin delil teşkil eder.
Bir davada verilen kesin hüküm, bu davanın tarafları dışındaki başka birine (üçüncü kişiye) karşı açılan (veya üçüncü kişi tarafından birinci davanın taraflarından birine karşı açılan) ve konusu ile dava sebebi (vakıalar) aynı olan ikinci bir davada kesin delil teşkil etmez; çünkü iki davanın tarafları farklıdır. Fakat, birinci davada verilen kesin hüküm, ikinci davada kuvvetli (güçlü) bir takdiri delil teşkil eder (Halil Kılıç: Açıklamalı İçtihatlı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Cilt II, Ankara, 2011, s. 2341 vd.). Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.03.2021 tarihli ve 2017/(22)9-3108 Esas, 2021/380 Karar; 09.02.2021 tarihli ve 2016/(7)9-1247 Esas, 2021/54 Karar; 17.11.2020 tarihli ve 2016/(7)9-1867 Esas, 2020/908 Karar ve 15.09.2020 tarihli ve 2017/(22)9-1293 Esas, 2020/588 Karar sayılı kararlarında da yer verilmiştir.
Diğer yandan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü; Anayasanın 138. maddesinin 4. fıkrasında ise; “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükümleri bulunmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmında ise “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” düzenlemesi yer almaktadır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) 11 Eylül 2014 tarihli ve 29116 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 26.06.2014 tarihli ve 2013/1752 başvuru numaralı kararında "...Anayasa'nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır…" şeklinde adil yargılanma hakkının unsurlarına ve içeriğine ilişkin açıklamalar yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesi bu kararında ve başkaca birçok kararında “hukuki güvenlik ilkesi”nin hukuk devletinin unsurlarından biri olduğunu kabul etmiştir. Yüksek Mahkemeye göre hukuk devletinde hukuk güvenliğini sağlayan bir düzenin kurulması asıldır. Hukuki güvenlik ilkesi gereğince devletin, vatandaşların mevcut kanunlara olan güvenine saygılı davranması, bu güvenlerini boşa çıkaracak uygulamalardan kaçınması gerekir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu kadar Anayasanın 5. maddesiyle devlete yüklenen, vatandaşların refah, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlama, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmek için gerekli ortamı hazırlama ödevinin bir sonucudur. Bu yönüyle, hukuk devletinin önemli bir unsuru olarak hukuki güvenlik ilkesi, yalnızca hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde bütün devlet faaliyetlerinin belirli oranda önceden öngörülebilir olması anlamını taşır. Hukuki güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güveni değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içerir.
Başka bir anlatımla hukuk devletinin hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzenleyebilmesi anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güvenlik sağlamalıdır. Bu güvenliğin sağlanabilmesi, her şeyden önce, devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına kendisinin de uymasına bağlıdır. Kanunları uygulama durumunda bulunanların da, başta mahkemeler olmak üzere bu ilke ile bağlı olduğu da açıktır.
Hukuk devleti, devlet ve insan faaliyetlerine yön veren, yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan ilkeler bütünü olduğundan, devletin organ ve kurumları bakımından bu ilkeler birer sınırlama niteliği taşırken, vatandaşlar açısından hukuki güvenlik içinde yaşamanın araçları olarak işlev görmektedir.
Hukuki güvenlikle bağlantılı olarak “genellik” ve “öngörülebilirlik”, hukuk devletinin iki temel unsuru kabul edilir. Genellik unsuru, hukukun özel kişi ya da durumlara değil, herkesi kapsayacak biçimde genel, soyut ve tarafsız, geçmişe uygulama yasağı çerçevesinde ileriye yönelik, kamuya açık kurallar üzerine inşa edilmesi anlamını taşır. Hukukun öngörülebilirliği ise, hukukun anlam açısından belirgin ve açıkça ifade edilmiş, istikrarlı ve birbiriyle uyumlu kurallar ile önceden tahmin edilebilir uygulamalara dayanmasıdır. Bireylerin hukukun gerektirdiği şeyi önceden bilmeleri ve davranışlarını buna göre düzenlemelerini sağlayan bir ilke olarak hukuki öngörülebilirliğin hukuki belirlilik ile ilişkisi, bu noktada çok açıktır. Hukuk kurallarının bütünüyle belirsiz olduğu kabul edildiğinde, hukuki öngörülebilirlikten de söz edilemeyecektir. Hukuki güvenirlik ile yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Buradaki asıl amaç hukuki barışın sağlanmasıdır. Nitekim aynı hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.03.2021 tarihli ve 2017/5-2762 Esas, 2021/323 Karar; 09.12.2021 tarihli ve 2017/(19)11-831 Esas, 2021/1622 Karar sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.
Yapılan bu açıklamalardan sonra, Yargıtay Özel Dairesinin onama kararıyla kesinleşen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesinin 14. Hukuk Dairesinin 18.04.2019 tarihli ve 2018/810 Esas, 2019/537 Karar sayılı, tescil istem belgesinde bilabedel terkin talebinde bulunulmasının neticesi olarak kullanılmayan intifa hakkı süresine ilişkin davacının alacak hakkının bulunmadığına dair kararı eldeki dava açısından kuvvetli (güçlü) delil teşkil edeceğinden, çekişme konusu olan teminat bedelinin bakiye intifa hakkı süresine ilişkin alacaktan mahsup edildiği hususu kabul edilemez.
Özel Dairenin, anılan kararın 17.03.2021 tarihinde kesinleşmesinden sonra 02.03.2023 tarihli ve 2021/5741 Esas, 2023/1249 Karar sayılı kararındaki “teminat mektubunun 21.08.2013 tarihinde nakde çevrildiği, intifanın 18.08.2014 tarihinde terkin edildiği, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi'nin 2018/810 E. ve 2019/537 K. sayılı dosyasında davacının, intifa bedelinin kullanılmayan kısmına tekabül eden alacağından, teminat bedellerinin mahsubu sonrası bakiye kısmı talep ettiği nazara alındığında, nakde çevrilmiş olan banka teminat mektubu bedelinin intifa bedelinin kullanılmayan kısmından mahsup edildiğinin kabulü gerekirken…” şeklindeki değerlendirmesi hukuk dünyasında çeşilen kararların doğmasına neden olmuştur.
Tüm bu nedenlerle, Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararının onanması gerektiği kanaatimle direnme kararının bozulmasına dair Değerli Çoğunluk görüşüne katılamıyorum.