Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/361 E., 2025/337 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 21.05.2025 tarihli ve 2024/361 E., 2025/337 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/361 E., 2025/337 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2021/173 E., 2022/353 K.
ÖZEL DAİRE KARARI :Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 22.12.2020 tarihli ve
2018/2078 Esas, 2020/6888 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen alacak davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen asıl ve birleştirilen 2015/253 Esas sayılı davalarda alacak istemlerinin kısmen kabulüne, birleştirilen 2008/194 Esas sayılı davada karar verilmesine yer olmadığına ilişkin karar davalı ... İdaresi vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnme kararı verilmiştir.
2. Direnme kararı davalı ... İdaresi vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun'la değiştirilmeden önceki 438. maddesinin 2. fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı ... İdaresi vekilinin duruşma isteminin reddine oy birliğiyle karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Asıl Davada Davacı İstemi
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; İstanbul ili Beşiktaş ilçesi ... Mahallesinde kain 1166 ada 24 parsel sayılı taşınmazın 1/2 payı ... oğlu... adına kayıtlı iken İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğünün ... oğlu...’nin mirasçı bırakmadan öldüğü ve taşınmaz aslının vakıf olduğunu ileri sürerek açtığı dava neticesinde İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.07.1987 tarihli ve 1986/169 Esas ve 1987/325 Karar sayılı kararı ile 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 2888 sayılı Kanun'la değişen 29/2. fıkrası gereği Hazine adına kayıtlı bulunmayan vakıf taşınmazlarının mutasarrıflarının gaip olmaları hâlinde bunlara ait tasarruf hakkı mahlül sayılarak rakabesi sahibi olan vakfına rücu edeceği ve mutasarrıfının gaip olduğu gerekçesiyle çekişmeli payın mahlülen... Vakfı adına tesciline karar verildiğini, ne var ki müvekkillerinin ... oğlu...’nin mirasçıları olduğunu, bu hususun İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.11.1963 tarihli ve 1963/853 Esas 1963/740 Karar sayılı veraset ilâmı ile sabit olduğunu, gerek eski Türk Kanuni Medenisinin 530. maddesi gerekse yeni Türk Medeni Kanunu'nun 588. maddesi gereğince gaibin sonradan ortaya çıkması veya asıl hak sahiplerinin belli olması durumunda Devletin iade yükümlülüğünün bulunduğunu, anılan açık düzenlemeler gereğince çekişmeli payın geri verilmesi gerektiğini ileri sürerek çekişmeli payın tapu kaydının iptali ile ... mirasçıları olan ..., ... ve ... adına tesciline karar verilmesini istemiş, 30.06.2009 havale tarihli dilekçesi ile; yargılamanın devamı sırasında çekişmeli payın ortaklığın giderilmesi davası neticesinde cebri ihale ile satıldığını ileri sürerek HUMK’nın 186. maddesi gereğince fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla müvekkillerinin miras payına isabet eden şimdilik 11.267.817,19 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 02.07.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile de; taleplerini 14.532.195,98 TL’ye artırmıştır.
5. Dava dışı ... vekili 24.04.2013 havale tarihli dilekçesi ile; davacılar ... ve ...’a vekâleten ...’ın 10.04.2013 tarihli temlik sözleşmesi ile görülmekte olan dava sonucunda elde edilecek tüm hak ve alacaklarının %50’sini 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 183. maddesi uyarınca müvekkiline devrettiklerini, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 125. maddesi gereğince müvekkilinin anılan oranda davacıların yerine geçtiğini ileri sürerek müvekkilinin temlik alınan %50 oranında davacı olarak kabulüne karar verilmesini istemiş, 02.07.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile de; taleplerini 14.532.195,98 TL’ye artırmıştır.
6. Mirasçılar ... ve ... ...(...) vekili 07.07.2015 havale tarihli dilekçesi ile; müvekkillerinin dava konusu 1166 ada 24 parsel sayılı taşınmazda paydaş olan ... oğlu...’nin mirasçıları olduğunu ve mirasçılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğunu ileri sürerek asli müdahale taleplerinin kabulüne karar verilmesini istemiştir.
Asıl Davada Davalı Cevabı
7. Davalı ... İdaresi vekili cevap dilekçesinde; 1912 tarihli Kanun ile sınırlandırılmış bulunan İstanbul Belediyesi hudutları içinde 30 Ekim 1918 tarihinden önce yerleşmiş olan Rum ahalisinin 1927 yılından itibaren teşekkül eden Muhtelit Mübadele Komisyonu kararları ile yeniden nüfus kütüklerine kayıtlarını yaptırmak zorunda olduklarını, yapılan bu yeni kayıtlara ‘’etabli kaydı’’ adı verildiğini, tapuda paydaş gözüken... oğlu ... ve çocuklarının etabli kaydını yaptırmadıklarından vatandaşlık haklarını kaybettiklerini, bu konuda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Yunanistan arasında 10 Haziran 1930 tarihinde imzalanan ve 17.06.1930 tarihli ve 1725 sayılı Kanun'la tasdik olunan Ankara Mukavelenamesi hükümlerine göre etabli olarak kayıtlarını yaptırmayan veya mübadeleden istisna edilmiş olmalarına rağmen avdet hakkından mahrum kalmış Rum Ortadokslarına ait taşınmaz malların tam mülkiyetinin Türk Devletine geçtiğini, davacılar tarafından İstanbul 2. Sulh Hukuk Hakimliğinin 2000/1337 Esas sayılı dosyasında açılan hasımlı veraset davasında murisleri olan ... ve çocukları ... ve ...’nın etabli suretiyle kayıt edildiklerine dair herhangi bir belge ibraz edemediklerinden 25.04.2002 tarihli kararla davacıların taşınmaz mallar üzerinde hak iddiasında bulunamayacaklarına dair karar verildiğini ve bu kararın kesinleştiğini, dava konusu taşınmazın ortaklığın giderilmesi davası neticesinde İstanbul 10. İcra Müdürlüğünün 2007/30 Esas sayılı satış dosyasında 27.05.2008 tarihli açık artırma sonucunda 30.010.000,00 YTL bedelle satıldığını, taşınmazın satışı ile vakıf hakkının bedele dönüştüğünü, davacıların dayandığı İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1963/853 Esas 1963/740 Karar sayılı veraset ilâmının İstanbul 10. Sulh Hukuk Hakimliğinin 1974/422 Esas 1974/756 Karar sayılı ilâmı ile iptal edildiğini, davacıların dava konusu taşınmazla mülkiyet ilişkisinin bulunmadığını, davacıların aynı taleple İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/172 Esas sayılı dosyası üzerinden açmış oldukları davanın takipsizlik sebebiyle müracaata kaldığını, Yunan uyruklu olan davacıların Türkiye’de miras yoluyla taşınmaz mal edinmelerinin mümkün olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Birleştirilen 2008/194 Esas Sayılı Davada Davacı İstemi
8. Davacı ... ... (...) vekili; asıl davadaki iddiaları tekrar ederek... Vakfının gayrısahih olduğunun tespitine ve vakıf şerhinin terkinine, dava konusu taşınmazdaki çekişmeli payın tapu kaydının iptali ile miras payı oranında müvekkili adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Birleştirilen 2008/194 Esas Sayılı Davada Davalı Cevabı
9. Davalı ... İdaresi vekili; asıl davadaki cevaplarını tekrar ederek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı
10. İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 01.09.2015 tarihli ve 2008/133 Esas, 2015/398 Karar sayılı kararı ile; İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesinin 20.11.2014 tarihli ve 2014/326 Esas 2014/769 Karar sayılı hasımlı veraset ilâmı ile davacıların dava konusu taşınmazın tapu kayıt maliki ... oğlu...’nin mirasçıları olduklarının tespit edildiği, dava konusu taşınmazın cebri ihale suretiyle satılması nedeniyle davacı tarafın taleplerini bedele dönüştürdükleri, satış bedeli üzerinden davanın ıslah edildiği, tapu iptali ve tescil istemli açılan eldeki davanın alacak davasına dönüştüğü, yargılamanın devamı sırasında davacılar ... ve ...’nın alacaklarının %50’sine tekabül eden kısmını ...’e temlik ettikleri, temlik eden avukata bu konuda özel yetki verildiği, alacağın temlikinin usulüne uygun olduğu, davacılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğundan herkesin payı oranında talepte bulunabileceği, dava dışı mirasçıların davaya dahil edilmesinin gerekmediği, dava dışı mirasçılar ... ve ...’nin davaya müdahil taleplerinin usulüne uygun olmadığı, asli müdahil olarak değerlendirilemeyecekleri, ayrı bir dava ile talepte bulunabilecekleri gerekçesiyle asıl davada, yargılama sırasında ibraz edilen temlik sözleşmeleri de nazara alınarak bedel isteği yönünden davacılar ..., ... ve temlik alan ... yönünden davanın kabulüne, müdahale talep eden ... ve ...’nin müdahale koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle isteklerinin reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı
11. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili ve temlik alan ... vekili (hükmün fer’ileri yönünden) ile davalı ... İdaresi vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
12. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 03.03.2016 tarihli ve 2015/16956 Esas, 2016/2526 Karar sayılı kararı ile; “…Somut olayda, elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet söz konusu olup, dava dışı ortaklar bulunmaktadır. Hal böyle olunca, davaya katılmayan ortakların olurlarının alınması yada miras şirketine TMK'nin 640. m. uyarınca atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerekirken, davanın görülebilirlik koşulu gözardı edilerek yazılı olduğu üzere davanın esası hakkında hüküm kurulması doğru değildir.
Öte yandan kabule göre de; eldeki dava ile birleştirilmesine karar verilen İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/194 Esas, 2008/252 Karar sayılı dosyası hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmediği gibi 6100 sayılı HMK’nun 304 ve devamı maddeleri hükümlerine aykırı olarak ve hükmün değiştirilmesi sonucunu doğuracak şekilde tashih yapılması da doğru olmadığı gibi, eldeki davanın niteliği ve ibraz edilmiş olan Temlik Sözleşmesi başlıklı belgelerin içeriği gözetildiğinde lehdarına eldeki davayı takip yetkisi vermeyeceği gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması da isabetli değildir’’ gerekçesiyle hükmün bozulmasına ve bozma nedenine göre sair hususların incelenmesine şimdilik yer olmadığına karar verilmiştir.
Birleştirilen 2015/253 Esas Sayılı Davada Davacı İstemi(Bozma Sonrası)
13. Davacılar vekili dava dilekçesinde; asıl davadaki iddiaları tekrar ederek dava konusu taşınmazdaki çekişmeli payın tapu kaydının iptali ile ... oğlu...’ye ait hasımlı veraset ilâmındaki miras payları oranında mirasçılar adına tesciline, dava konusu taşınmazın cebri ihale suretiyle satışı nedeniyle tescilin mümkün olmaması hâlinde fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla müvekkillerinin miras paylarına isabet eden bedelin temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, 10.11.2015 tarihli dilekçesi ile; çekişmeli payın ortaklığın giderilmesi davası neticesinde cebri ihale ile satıldığını ileri sürerek müvekkillerine ait 2/16 paya isabet eden 1.882.039,80 TL asıl alacak ve 195.416,76 TL nemanın ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
14. Dava dışı ..., ... ve ... vekili 17.12.2015 tarihli dilekçesi ile; davacılar ... ve ...’ye vekâleten ...’ın 01.12.2015 tarihli temlik sözleşmeleri ile görülmekte olan dava sonucunda elde edilecek tüm hak ve alacaklarının %20’sini ...’e, %15’ini ...’e ve %5’ini Ioannis’e 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 183. maddesi uyarınca devrettiklerini, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 125. maddesi gereğince müvekkillerinin anılan oranlarda davacıların yerine geçtiğini ileri sürerek müvekkilleri lehine temlik alınan oranlarda davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
15. Bu aşamada, asıl dava davacıları ... ve ... vekili 16.01.2017 tarihli dilekçesi ile; birleştirilen 2015/253 esas sayılı dava davacıları ... ve ... vekili 23.01.2017 tarihli dilekçesi ile; açılan davalara muvafakat ettiklerini bildirmişlerdir.
Birleştirilen 2015/253 Esas Sayılı Davada Davalı Cevabı(Bozma Sonrası)
16. Davalı ... İdaresi vekili cevap dilekçesinde; asıl davadaki cevaplarını tekrar ederek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı
17. İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.12.2017 tarihli ve 2016/431 Esas, 2017/425 Karar sayılı kararı ile; (bozma ilâmına uyulmasına karar verildikten sonra) ... oğlu...’nin dava dışı mirasçıları ... ve ... tarafından birleştirilen 2015/253 esas sayılı davanın açıldığı, ayrıca tüm mirasçılar tarafından açılan davalara muvafakat verildiğinin bildirildiği, davanın görülebilirlik koşulunun yerine getirildiği, İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesinin 20.11.2014 tarihli ve 2014/326 Esas 2014/769 Karar sayılı hasımlı veraset ilâmı ile davacıların dava konusu taşınmazın tapu kayıt maliki ... oğlu...’nin mirasçıları olduklarının tespit edildiği, dava konusu taşınmazın cebri ihale suretiyle satılması nedeniyle davacı tarafın taleplerini bedele dönüştürdükleri, satış bedeli üzerinden davanın ıslah edildiği, tapu iptali ve tescil istemli açılan eldeki davanın alacak davasına dönüştüğü, yargılamanın devamı sırasında asıl ve birleştirilen 2015/253 esas sayılı dava davacıları tarafından temliknameler ile hükmedilecek alacağın bir kısmının temlik edildiği, temlik sözleşmelerinin geçerli olduğu gerekçesiyle asıl davada; davacılar ile temlik alan ... yönünden bedel isteklerinin kısmen kabulüne, ... ve ...’nin müdahillik talebinin reddine, birleştirilen 2008/194 esas sayılı davada; davacı ... yönünden asıl davada karar verildiğinden karar verilmesine yer olmadığına, birleştirilen 2015/253 esas sayılı davada; tapu iptali ve tescil isteminin reddine, davacılar ile temlik alanlar ..., ... ve ... yönünden bedel isteklerinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
18. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... İdaresi vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
19. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 22.12.2020 tarihli ve 2018/2078 Esas, 2020/6888 Karar sayılı kararı ile; “…Hemen belirtilmelidir ki, dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, asıl ve birleştirilen davada davacıların mirasçılığı hasımlı veraset ilamı ile saptanmak suretiyle ve dava konusu taşınmazda mirasbırakandan davalıya geçen 2/4 pay nazara alınarak bedele hükmedilmesi doğrudur. Asıl ve birleştirilen davada davalının esasa ilişkin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine.
Asıl ve birleştirilen davada davalının diğer temyiz itirazlarına gelince;
Somut olayda; asıl ve birleştirilen davada sunulan temliknameler, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 183. ( 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 162 vd. ) ve devam eden maddelerinde öngörülen “ alacağın devri” niteliğinde kabul edilemez. Anılan yasal düzenlemelerde öngörülen ve devri mümkün olan hak, bir alacağa ilişkindir. Oysa, eldeki davada temlik konusu alacak mülkiyet hakkından kaynaklanmakta olup, yukarıda anılan maddeler çerçevesinde değerlendirilebilecek bir alacağın devri söz konusu değildir.
Öte yandan gerek 1086 sayılı HUMK gerekse 6100 sayılı HMK'nun da dava hakkının devrine ilişkin bir düzenleme yer almayıp, dava konusunun devrine ilişkin HUMK'da 186. HMK'nda da 125. maddeler düzenlenmiştir. Asıl ve birleştirilen davada sunulan alacağın temliki sözleşmeleri ile asıl davada sunulan ek temlik sözleşmesi, dava konusunun devri niteliğinde olmayıp, dava hakkının devri niteliğindedir. Nitekim, bozma ilamında da “ eldeki davanın niteliği ve ibraz edilmiş olan Temlik Sözleşmesi başlıklı belgelerin içeriği gözetildiğinde lehdarına eldeki davayı takip yetkisi vermeyeceği” denilmek suretiyle bu hususa işaret edilmiştir. Bozma kararına uyulmakla taraflar yararına usuli kazanılmış hak oluşacağı açıktır.
Bunun yanı sıra, davacıların elbirliği mülkiyet şeklinde malik oldukları hakla ilgili olarak her birinin payı oranında 3. kişilerle yaptıkları temlik sözleşmelerine değer verilemeyeceği de kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, yalnızca davacılar yönünden bedele hükmedilmesi gerekirken, temlik sözleşmeleri uyarınca temlik alanlar yönünden de bedele hükmedilmesi doğru değildir…’’ gerekçesiyle hükmün bozulmasına ve bozma nedenine göre sair hususların incelenmesine şimdilik yer olmadığına oy çokluğuyla karar verilmiştir.
Direnme Kararı
20. İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.11.2022 tarihli ve 2021/173 Esas, 2022/353 Karar sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, alacağın temliki hükümlerinin 6098 sayılı Kanun’un 183 ve devamı maddelerinde düzenlendiği, davacılar ile temlik alanlar arasındaki sözleşmenin aynı Kanun’un 184. maddesine uygun olarak yazılı şekilde yapıldığı, alacağın temlikinin şartlarını taşıyan davaya konu temliknamelerin geçerli olduğu, eldeki davada tapu iptali ve tescilin bedele dönüştüğü ve bedel talep edildiği, davanın niteliği itibarıyla temlik sözleşmelerinin geçerli olduğu, 6100 sayılı Kanun’un 125/2. maddesi gereğince de alacağı temlik alanların davacı sıfatını kazandıkları belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
21. Direnme kararı süresi içinde davalı ... İdaresi vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
22. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
1- Özel Dairenin 03.03.2016 tarihli kararında bozma gerekçesi yanında; ‘’…Öte yandan kabule göre de; …eldeki davanın niteliği ve ibraz edilmiş olan Temlik Sözleşmesi başlıklı belgelerin içeriği gözetildiğinde lehdarına eldeki davayı takip yetkisi vermeyeceği gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması da isabetli değildir’’ şeklindeki bozma ilâmına uyulması ile birlikte taraflar yararına usulî kazanılmış hak oluşup oluşmadığı,
2- Tapu iptali ve tescil istemli olarak açılan ve yargılama sırasında bedele dönüşen eldeki davada, dava açıldıktan sonra davacıların eldeki davalardan kaynaklanan haklarının bir kısmını temlik sözleşmeleri ile dava dışı kişilere devrettiği ve aynî hakkın bedele dönüştüğü hususları birlikte değerlendirildiğinde; dava konusunun alacağın temliki yoluyla devrinin hukuken mümkün olup olmadığı, temliknamelerin hukuki sonuç doğurup doğurmayacakları, temlik alanların 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 125. maddesi kapsamında davacı sıfatı kazanıp kazanmayacakları, varılacak sonuca göre de temlik alanlar lehine hüküm kurulmasının doğru olup olmadığı, noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
(1) Numaralı Uyuşmazlık Yönünden
23. Bilindiği üzere, bir yerel mahkeme kararını veya Bölge Adliye Mahkemesi kararını bozan Yargıtay Dairesinin, davanın gereksiz yere uzamasının önüne geçmek amacıyla; bozma nedenine ilave olarak, temyize konu karardaki diğer yanlışlıklara da işaret etmesi mümkündür ve Yargıtay Dairelerinin bu nitelikte kararları mevcuttur. Ne var ki, bu tür kararlarda, hükmün hangi nedenle bozulduğu açıkça belirtildikten sonra, kararın taşıdığı diğer hatalar, genellikle “kabule göre de” veya “kaldı ki” gibi söz dizinleriyle başlayan; dolayısıyla, gerçek bozma ile çelişmeyen, bozmanın içerik ve kapsamı konusunda yanılgılara neden olmayacak nitelikteki ifadelerle ortaya konulmaktadır.
24. Bozma sebebine göre inceleme sırası gelmemekle birlikte sadece mahkemenin kararındaki hatanın varlığına işaret eden, kararı o yönden eleştiren, mahkemenin aynı hataya düşmemesi için ona bir tavsiye ve yol gösterme amacına yönelik bulunan ifade ve açıklamalar ile bozma kararlarında “kabule göre de” veya “kaldı ki” gibi söz dizinleriyle başlayan ifadeler usul hukuku anlamında bozma niteliği taşımamaktadır.
25. Bozmada işaret edilen bu tür ifade ve açıklamalar ile eleştirilere karşı direnilmesi veya usulü anlamda bozma niteliği taşımayan bu hususlara uyulmasının mümkün olmadığı Yargıtayın kararlılık kazanmış uygulamasında kabul edilmektedir.
26. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2012 tarihli ve 2012/10-20 Esas, 2012/235 Karar; 25.12.2013 tarihli ve 2013/10-485 Esas, 2013/1749 Karar ve 17.06.2015 tarihli ve 2015/21-1096 Esas, 2015/1654 Karar sayılı kararları da aynı yöndedir.
27. Yapılan açıklamalar ışığında somut olayın incelenmesine gelince; eldeki davada, Özel Dairece hükmün taraf teşkili eksikliği nedeniyle bozulmasına karar verildikten sonra ‘’…Öte yandan kabule göre de; …eldeki davanın niteliği ve ibraz edilmiş olan Temlik Sözleşmesi başlıklı belgelerin içeriği gözetildiğinde lehdarına eldeki davayı takip yetkisi vermeyeceği gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması da isabetli değildir’’ denilmek suretiyle işin esasına yönelik bir açıklama yapılmış ise de, bozma kararında yer verilen bu paragrafın yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde bozma niteliği taşımayacağı, bir başka ifadeyle bozma nedeni sayılamayacağı açıktır.
28. Böyle bir durumda ise, Mahkemece bozma ilâmına uyulmasına karar verilmekle birlikte anılan yönden taraflar yararına usulî kazanılmış hak oluşmayacağı ortadadır.
(2) Numaralı Uyuşmazlık Yönünden
29. Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için Özel Dairenin ikinci bozma kararındaki bozma nedenleri üzerinde ayrı ayrı durularak neticeye gidilmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
30. Öncelikle, dava konusu hak yönünden davacıların elbirliği mülkiyet üzere malik olup olmadıkları ve bu hakla ilgili olarak üçüncü kişilerle yaptıkları temlik sözleşmelerine değer verilip verilmeyeceği ortaya konulmalıdır.
31. Bilindiği üzere bir taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkı, bir kişiye ait olabileceği gibi birden fazla kişiye de ait olabilir. Birinci durumda “ferdi mülkiyet” söz konusu iken, ikinci durumda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 688. ve devamı maddelerinde düzenlenen “birlikte mülkiyet” söz konusu olur. Kanun’daki düzenlemeye göre birlikte mülkiyet ancak “paylı mülkiyet” ve “elbirliği mülkiyeti” şeklinde olabilir.
32. Paylı mülkiyette birden çok kimse, maddi olarak bölünmüş olmayan bir şeyin tamamına belli paylarla maliktir. Başka türlü belirlenmedikçe, paylar eşit sayılır. Paydaşlardan her biri kendi payı bakımından malik hak ve yükümlülüklerine sahip olup, bu pay üzerinde tek başına dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Her paydaş kendi payını başkasına devredilebileceği gibi payı üzerinde rehin hakkı da kurabilir. Yine paydaşlardan birinin payı, kendi alacaklıları tarafından haczettirilebilir. Bir paydaşın vefatı üzerine de payı miras yoluyla kendi mirasçılarına intikal eder.
33. Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti ise elbirliği mülkiyetidir.
34. Elbirliği mülkiyetinin hükümleri 4721 sayılı Kanun’un 702. maddesinde düzenleme altına alınmıştır. Bu hükme göre; “Ortakların hakları ve yükümlülükleri, topluluğu doğuran kanun veya sözleşme hükümleri ile belirlenir.
Kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir.
Sözleşmeden doğan topluluk devam ettiği sürece, paylaşma yapılamaz ve bir pay üzerinde tasarrufta bulunulamaz.
Ortaklardan her biri, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabilir. Bu korumadan bütün ortaklar yararlanır”.
35. Yukarıdaki hüküm uyarınca elbirliği (iştirak) hâlinde mülkiyet türünde malikler, mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Tüzel kişiliğe sahip olmayan bu ortaklıkta, mülkiyet hakkı bir bütün hâlinde ortaklara aittir. Ortakların tasarruf edebilecekleri bağımsız payları bulunmadığından, topluluğu doğuran sebebe göre kanun veya sözleşmede aksine hüküm bulunmadıkça, ortaklar gerek yönetim gerekse tasarruf işlemlerinde birlikte hareket etmek ve 4721 sayılı Kanun’un 702. maddesinin ikinci fıkrasına göre oy birliğiyle karar vermek zorundadırlar. Bu mülkiyet türünde kendine özgü işlevi olan bir pay kavramı bulunmakta olup, pay kazancın veya ortaklığın sona ermesi durumunda elde edilecek değerin paylaşımında önem taşımaktadır.
36. Türk Medeni Kanunu’nun “Miras ortaklığı” başlıklı 640. maddesinde de, birden çok mirasçı bulunması hâlinde, mirasın geçmesiyle birlikte paylaşmaya kadar, mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklığın meydana geleceği, mirasçıların terekeye elbirliğiyle sahip olacakları, sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf edecekleri düzenleme altına alınmıştır.
37. Bu hükümden anlaşılacağı üzere tereke (miras ortaklığı) 4721 sayılı Kanun’un 701. ve devam eden maddeleri uyarınca elbirliği mülkiyetine tabidir. Aynı Kanun’un 702/2. maddesine göre elbirliği mülkiyetinde, kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerektiğinden aralarında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır.
38. Somut olaya gelince; İstanbul ili Beşiktaş ilçesi ... mahallesinde kain 1166 ada 24 parsel sayılı taşınmazın 2/4 payının 02.02.1949 tarihinde kadastro neticesinde ... oğlu... adına tescil edildiği celp edilen tapu kütüğünden kayda dayalı tespit edilmiştir. İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesinin 20.11.2014 tarihli ve 2014/326 Esas 2014/769 Karar sayılı hasımlı veraset ilâmında 1166 ada 24 parsel (eski 31 ada 24 parsel) sayılı taşınmazın 2/4 payının maliki iken ölen ... oğlu...’nin ölümü ile geriye mirasçı olarak ..., ... (...), ... (...) ve ... (...) ... (...-evlenmekle ...)’yu bıraktığı belirlenmiş, anılan karar Yargıtay incelemesinden geçerek 14.12.2015 tarihinde kesinleşmiştir. ... oğlu... mirasçılarından ... ve ... asıl davayı; ... ve ... ise birleştirilen 2015/253 Esas sayılı davayı açmıştır.
39. Yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler ve olgular beraber değerlendirildiğinde; asıl dava tarihi itibarıyla dava konusu 1166 ada 24 parsel sayılı taşınmazdaki 2/4 pay yönünden ... oğlu... mirasçılarının elbirliği mülkiyet üzere malik oldukları ortadadır. Kaldı ki, Özel Dairenin birinci bozma kararında çekişmeli payın ortaklığın giderilmesi davası neticesinde satıldığı ve istemin bedele dönüştürüldüğü belirtildikten sonra eldeki davada elbirliği hâlinde mülkiyetin söz konusu olduğu ve dava dışı ortakların bulunduğundan bahisle taraf teşkili yönünden hükmün bozulduğu, bozma sonrası dava dışı mirasçılar ... ve ... tarafından birleştirilen 2015/253 Esas sayılı davanın açıldığı, ayrıca tüm mirasçılar tarafından açılan davalara karşılıklı muvafakat verildiği, Mahkemece bozma ilâmına uyularak yargılama devam olunduğu, Özel Dairenin ikinci bozma kararında da davacıların elbirliği mülkiyet şeklinde malik oldukları tespitine yer verildiği, Mahkemece direnme kararı verilirken bu tespitin aksine bir gerekçeye yer verilmediği, gelinen aşamada Mahkeme ile Özel Daire arasında daha sonra bedele dönüşen çekişmeli pay yönünden davacılar arasında elbirliği hâlinde mülkiyet olduğu konusunda uyuşmazlık bulunmadığı anlaşılmıştır.
40. Bu saptamadan sonra, davacıların elbirliği mülkiyet şeklinde malik oldukları hakla ilgili olarak üçüncü kişilerle yaptıkları temlik sözleşmelerinin hukuken geçerli olup olmadığına gelince; mirasçılar ... ve ...’ya vekâleten ...’ın 10.04.2012 tarihli sözleşme ile; diğer mirasçılar ... ve ...’ye vekâleten ...’ın 01.12.2015 tarihli sözleşmeler ile dava neticesinde elde edilecek hakların belirli paylarını üçüncü kişilere devir ettiği görülmektedir.
41. Türk Medeni Kanunu’nun 640. ve 702/2. maddeleri gereğince ... oğlu... mirasçılarının dava konusu hak ile ilgili tasarruf işleminde oy birliğiyle karar vermeleri gerektiği ortadadır. Ancak, ortakların bu iradelerini ne zaman açıklayacağı üzerinde durularak uyuşmazlığın çözülmesinde fayda vardır.
42. ‘’Bir tasarruf işleminde oybirliğinin sağlanması için, ortakların, rıza ve muvafakatlarını bir anda, aynı toplantıda açıklamalarına lüzum yoktur. Oybirliğini sağlayan rızalar, kural olarak, bir sıhhat şekline tâbi değildir; fakat şekle bağlı bir işlem yapılırken rızaların bu şekle uygun olarak açıklanması gerekir…’’ (Selâhattin Sulhi Tekinay vd., Eşya Hukuku, C.I., İstanbul, Beşinci Baskı, 1989, s.639.)
43. ‘’Tasarruf işleminde oybirliğinin sağlanması için ortakların rıza ve muvafakatlarını aynı anda, aynı sözleşmede açıklamalarına gerek yoktur. Sonradan verilen icazetlerin açıklanması suretiyle de oybirliği sağlanabilir. İcazetler kural olarak bir şekil koşuluna bağlı değildir. Ancak, şekle bağlı bir işlem yapılırken icazetinde şekle uygun yapılması gerekir…’’ (Eraslan Özkaya, Eşya Hukuku Mülkiyet Genel Hükümler, C.I-A., Ankara, 2022, s.639-640.)
44. Eldeki davada; temlik alan ... vekili tarafından 24.04.2013 havale tarihli dilekçe ekinde 10.04.2012 tarihli temlik sözleşmesinin, temlik alanlar ..., ... ve ... vekili tarafından da 17.12.2015 tarihli dilekçe ekinde 01.12.2015 tarihli temlik sözleşmelerinin sunulduğu, anılan temliknameler dava dosyasına sunulduktan sonra yargılamanın devamı sırasında mirasçılar ... ve ... vekilinin 16.01.2017 tarihli dilekçesi ile; diğer mirasçılar ... ve ... vekilinin 23.01.2017 tarihli dilekçesi ile; açılan davalara karşılıklı muvafakat ettiklerini bildirdikleri anlaşılmıştır.
45. Öte yandan, Mahkemece temlik sözleşmelerine hukuki değer verilerek davacılar yanında temlik alanlar lehine kurulan hükmün davalı ... İdaresi vekili tarafından temyizi üzerine, asıl dava davacıları ... ve ... vekilinin 17.05.2023 tarihli; birleştirilen 2015/253 Esas sayılı dava davacıları ... ve ... vekilinin 22.05.2023 tarihli temyize cevap dilekçeleri ile Mahkeme kararının onanmasını talep ettikleri tespit edilmiştir.
46. Netice itibarıyla, ... oğlu... mirasçıları olan asıl ve birleştirilen 2015/253 Esas sayılı dava davacılarının (ortakların) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 184. maddesine uygun biçimde yaptıkları alacağın temliki sözleşmelerine yukarıda (§44-45)’de yer verildiği üzere muvafakat (icazet) verdikleri, uyuşmazlığa konu 10.04.2012 ve 01.12.2015 tarihli sözleşmelerin bu yönüyle hukuken geçerli oldukları anlaşılmıştır.
47. Özel Dairenin ikinci bozma kararındaki diğer bozma nedenine gelince; dava konusunun alacağın temliki yoluyla devrinin hukuken mümkün olup olmadığı, temlik alanların 6100 sayılı Kanun’un 125. maddesi kapsamında davacı sıfatı kazanıp kazanmayacakları açıklığa kavuşturulmalıdır. Bu kapsamda, uyuşmazlığın çözümü için öncelikle dava konusunun devri ile ilgili kavram ve yasal düzenlemeler irdelenmelidir.
48. Bilindiği üzere; dava açıldıktan sonra da sınırlayıcı bir neden bulunmadığı takdirde dava konusu mal veya hakkın üçüncü kişilere devredilebilmesi tasarruf serbestisi kuralının bir gereği, hak sahibi veya malik olmanın da doğal bir sonucudur.
49. Dava konusu yapılmış olan mal veya hakkın başkasına devredilmesi ile o mal veya hakka bağlı olan dava hakkı da birlikte devredilmiş sayılır. Dava sırasında dava konusunu başkasına devreden tarafın, artık dava konusu üzerinde bir tasarruf yetkisi (hakkı) kalmaz. Başka bir anlatımla, dava konusu devreden tarafın, artık o davada taraf sıfatı kalmaz.
50. Davada sıfat, tarafın, dava konusu maddi hukuk ilişkisinin süjesi olup olmamasıyla ilgilidir. Taraf sıfatı (husumet), maddi hukuka göre belirlenen, bir subjektif hakkı dava etme yetkisini ya da bir subjektif hakkın davalı olarak talep edilebilme yetkisini gösteren bir kavramdır. Dava şartı olan taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu subjektif hakka ilişkindir.
51. Davacı tarafta yer alan taraf için aktif dava sıfatı, davalı tarafta yer alan taraf için pasif taraf sıfatından söz edilebilir. Uygulamada, “sıfat” yerine “husumet” terimi de kullanılmaktadır. Sıfat dava şartı olmayıp, itirazdır. Çünkü bir kimsenin hak sahibi veya borçlu olup olmadığı davanın esasına girildikten sonra tespit edilebilir. Bu durumda ise dava esastan ret veya kabul edilir. Oysa, dava şartları davanın esasına girilmesini engelleyen niteliktedir. Ancak sıfat bir itiraz olduğundan, hâkim diğer itirazlar gibi taraf sıfatını da dava dosyasından anlayabildiği sürece kendiliğinden nazara alır (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt.I., s.1157 vd.).
52. Yukarıda da değinildiği üzere, dava konusunu başkasına devretmiş olan tarafın, davaya taraf sıfatıyla devam etmesine veya kendisine karşı davaya (eski hâli ile) devam edilmesine olanak yoktur. Bununla birlikte, dava sırasında dava konusu malın veya hakkın bir üçüncü kişiye devredilmesi, bir taraf usul işlemi olarak, mevcut dava üzerinde ne şekilde etkileri olacağı usul hukukundaki “dava konusunun devri” ile çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır. Medenî usul kanunlarında düzenlenmiş olan dava konusunun devri kurumu sayesinde, salt taraflardan birinin dava sırasında dava konusu malı veya hakkı bir üçüncü kişiye devretmesi hâlinde, davanın sıfat yokluğundan esastan reddedilmesinin önüne geçilmiştir (Levent Börü, Dava Konusunun Devri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Özel Hukuk (Medeni Usul Ve İcra-İflâs Hukuku) Anabilim Dalı , Doktora Tezi, Ankara, 2012, s. 32- 37). Bu durum, devre kadar elde edilmiş hukuki sonuçlar da korunarak yargılamanın ucuz, basit ve çabuk olması ilkelerini kapsayan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) 141/4 ve 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde yer verilen “usul ekonomisine” ilkesine de hizmet etmektedir.
53. Öte yandan dava konusunun devri kurumu, hukuki dinlenilme hakkı ile sıkı bir ilişki içindedir. Taraflara hukuki dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasanın 36. maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6. maddesinde de hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukuki dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir (Hukuk Genel Kurulunun 20.10.2020 tarihli ve 2017/4-1498 E., 2020/791 K. sayılı kararı).
54. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesinde hukuki dinlenilme hakkı ayrıca düzenlenmiş olup; davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. Bu hak; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir (HMK md. 27/2). Görüldüğü üzere, hukuki dinlenilme hakkı bilgilenme hakkı, açıklama hakkı, dikkate alınma hakkı unsurlarına sahip olup, dava konusunun devri kurumu, her üç unsurla da yakından ilişkilidir. Çünkü dava konusunun devri ile maddi ve usulî düzeyde değişiklikler gerçekleşeceğinden devralan (hukuki halefin), devredenin (selefin) ve karşı tarafın hukuki dinlenilme hakları ihlâl edilmeden karar verilmelidir.
55. Usul hukukumuzda da ayrık durumlar dışında dava konusu mal veya hakkın davanın devamı sırasında devredilebileceği kabul edilmiş ve 6100 sayılı Kanun’un 125. maddesinde (HUMK md.186) dava konusunun taraflarca üçüncü kişiye devir ve temliki hâlinde yapılacak usulü işlemler düzenlenmiştir.
56. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 125. maddesinde; “(1) Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiye devrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:
a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.
b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.
(2) Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder. Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur” hükmüne yer verilmiştir.
57. Anılan madde hükmü, dava konusunun dava sırasında el değiştirdiği bütün hâllerde uygulanır. Bu düzenlemeden anlaşılacağı üzere, dava açıldıktan sonra iki taraftan biri dava konusunu bir başkasına devrettiği takdirde, bu devrin usul hukuku bakımından doğuracağı sonuçlar devreden tarafın hangi taraf olduğu esas alınarak ayrı ayrı düzenlenmiştir.
58. Dava görülmekte iken davalının dava konusunu üçüncü bir kişiye devrettiğini öğrenen mahkemenin, bunu kendiliğinden (resen) gözeterek, davacıya maddede belirtilen seçimlik haklarını hatırlatarak hangisini seçtiğini sorması ve davacının vereceği cevaba göre işlem yapması gereklidir. Dava sırasında davalının dava konusunu üçüncü bir kişiye devretmiş olmasına rağmen mahkemece 6100 sayılı Kanun’un 125. maddesinde belirtilen haklardan hangisini seçtiği davacıya sorulmadan ve ona seçimi yaptırılmadan, sanki devir yapılmamış gibi eski taraflar arasında davaya devam edilerek karar verilemez.
59. Bu seçimlik hakkının hatırlatılması kuralı, kamu düzenine ilişkindir ve kanun yolu dâhil yargılamanın her aşamasında yapılır (Ejder Yılmaz, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara, 2012, s.819).
60. Maddenin 2. fıkrası gereğince davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilirse, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve davaya kaldığı yerden itibaren devam eder. Başka bir anlatımla 6100 sayılı Kanun’un 125/2. maddesinde, davacı tarafından dava konusunun üçüncü kişiye devredilmesi hâlinde, devralan üçüncü kişinin, hukuk gereği (ipso iure) davacı sıfatı ve buna bağlı olarak davayı takip yetkisi kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği kabul edilmiştir.
61. Davacının dava konusunu devretmesi durumunda, davalının tercihi aranmadan, devralan, davacının yerine kendiliğinden geçerek yargılama aşamasında her zaman davada taraf sıfatını kazanacaktır. Eş deyişle 6100 sayılı Kanun’un 125/2. maddesinde, davalıya 1. fıkradakine benzer seçimlik haklar tanınmamış; devir alan kişinin davacının yerine geçmek suretiyle davaya kaldığı yerden devam edeceği ilkesi getirilmiştir. Dava konusu hangi aşamada devredildiyse, o andan itibaren devralan kişi davanın tarafı hâline gelecektir.
62. Bu arada 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 183 ile 194. maddeleri arasında düzenlenen “alacağın devri (temliki)” konusuna da kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır.
63. Alacağın devri, alacaklı ile onu devir alan üçüncü şahıs arasında; kanun, sözleşme veya işin niteliği engel olmadıkça, borçlunun rızasına ihtiyaç olmaksızın yapılabilen yazılı şekle bağlı sözleşme, kanun ya da kazaî kararla gerçekleşen tasarrufî bir muameledir. Alacağın devri kural olarak borçlunun rızasına ihtiyaç olmaksızın yapılabilen tasarrufî bir hukuki işlemdir, külli değil, cüz’i ve sınırlı bir halefiyet meydana gelmektedir. Burada alacaklının değişmesi söz konusudur (Turgut Uygur, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, C.I, Üçüncü Baskı, Ankara, 2013, s.1096).
64. Türk Borçlar Kanunu’nun 183. maddesinde; “Kanun, sözleşme veya işin niteliği engel olmadıkça alacaklı, borçlunun rızasını aramaksızın alacağını üçüncü bir kişiye devredebilir.
Borçlu, devir yasağı içermeyen yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı devralmış olan üçüncü kişiye karşı, alacağın devredilemeyeceğinin kararlaştırılmış bulunduğu savunmasını ileri süremez” şeklindeki düzenleme ile alacağın iradî devrinin mümkün olduğu durumlar hüküm altına alınmıştır.
65. Metinde yapılan sadeleştirme dışında, maddede, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 162. maddesine göre herhangi bir hüküm değişikliği yoktur. 6098 sayılı Kanun’da “alacağın temliki” kavramı yerine “alacağın devri” ifadesi kullanılmıştır. 6098 sayılı Kanun’un 183. maddesinin 1. fıkrasına göre maddede sayılan hâller dışında kural olarak alacağın devrinde borçlunun rızasına gerek yoktur, sadece alacağı talep hakkı devredilmektedir. Diğer bir anlatımla alacağın devrinde borcun özü muhafaza edilmekte, sadece şahıslarda değişiklik olmaktadır.
66. Kural olarak, bütün alacaklar temlik edilebilir. Böylece hâlen iktisap edilmiş (kazanılmış) bir alacak kadar ileride iktisap olunacak bir alacak da; keza muaccel bir alacak kadar bir vadeye veya şarta bağlanmış olan alacaklar da temlik olunabilir. Alacağın hukuki muameleden, haksız fiilden, sebepsiz zenginleşmeden veya doğrudan doğruya kanundan doğmuş olmasının da bir önemi yoktur (Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2019 tarihli ve 2017/11-2630 E., 2019/328 K. sayılı kararı).
67. Alacağın iradî devrinde (sözleşmeye dayanan devir); bu devrin geçerli olabilmesi için sözleşme taraflarının fiil ve tasarruf ehliyetinin bulunması, geçerli bir sözleşmenin olması, alacaklı ile üçüncü kişi arasında TBK’nın 184. maddesi gereğince yazılı devir sözleşmesinin yapılması, devredilen alacak hakkının mevcut olması ve devir engeli bulunmaması koşullarının gerçekleşmiş olması gereklidir.
68. Türk Borçlar Kanunu’nun 183. maddesinde bazı alacakların devrine izin verilmemiştir. Devir yasağı kanundan, sözleşmeden veya işin niteliğinden doğmaktadır. Kanun bazı alacakların devrine izin vermeyebilir. 6098 sayılı Kanun’un 619/1. maddesinde belirtildiği gibi ölünceye kadar bakma sözleşmesinde bakım alacaklısı, bakım hakkını başkasına devredemez. Taraflar, yapmış oldukları sözleşmede alacak hakkının başkasına devredilmesini kısmen veya tamamen kendileri de yasaklayabilirler. Böyle bir durumda akdî devir yasağı söz konusu olur. Nafaka alacaklarında olduğu gibi alacaklının kişiliği ve ihtiyacına göre takdir edilen alacakların ise işin niteliği gereği başkasına devredilmesi mümkün değildir. Devri caiz olmayan bir alacak hakkında yapılan temlik işlemi ilke olarak geçersiz olup; böyle bir devir sadece borçlu karşısında değil, temlik edenle temlik alan arasında da hüküm ve sonuç doğurmaz.
69. Bu kapsamda, HMK ile dava konusunun (müddeabihin) devrine olanak tanınması karşısında aynî neticeli talep ile tapuda davalılar adına kayıtlı bir taşınmazın davacı adına tescili için açılan davalar sırasında, dava konusu taşınmaza ilişkin talebin alacağın devri yoluyla başkasına temlikinin mümkün olup olmadığı hususuna gelince, görülmekte olan (derdest) bir dava sırasında mahkeme kararının kesinleşmesine kadar dava konusu taşınmazın tapuda bir başkasına devredilmesi mümkün olup, bu durumda 6100 sayılı Kanun’un 125. madde hükmünün uygulanacağında kuşku bulunmamakta ise de dava konusu taşınmazın veya taşınmaz üzerinde davacı tarafından talep edilen aynî hakkın 6098 sayılı Kanun’un 183/1. madde hükmüne göre devri hukuken mümkün değildir.
70. Çünkü, 4721 sayılı Kanun’un ilgili hükümleri uyarınca, taşınmazlar devletin denetim ve sorumluluğu altında tutulan tapu sicillerine kaydedilmekte ve taşınmazlara ait haklar tapu kütüğüne tescil edilmektedir. Kanun’da taşınmazlar üzerinde aynî hakların tesis edilmesi, devri, muhtevalarının değiştirilmesi ve ortadan kalkması kural olarak tapu siciline tescil şartına bağlanmış olup, tescil kurucu bir nitelik taşımaktadır. Nitekim 4721 sayılı Kanun’un 1021. maddesinde, kurulması kanunen tescile tâbi aynî hakların, tescil edilmedikçe varlık kazanamayacağı, 1022/1. maddesinde de aynî hakların kütüğe tescil ile doğacağı; sıraları ve tarihlerini tescile göre alacakları öngörülmüştür.
71. Aynı şekilde taşınmaz mülkiyetinin kazanılması da 4721 sayılı Kanun’un “Tescil” başlıklı 705/1. maddesine göre tescille olur. Buradaki tescil niteliği itibariyle açıklayıcı/bildirici bir tescil olmayıp, kurucu bir tescildir. Çünkü az yukarıda belirtildiği gibi kurulması kanun gereği tescile tâbi olan aynî haklar, tapu kütüğüne tescil edilmedikçe varlık kazanamazlar. Maddenin hemen ikinci fıkrasında tescilsiz kazanım durumları da düzenlenmiş ve miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde mülkiyetin tescilden önce kazanılacağı kabul edilmiştir. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemlerini yapabilmesi, yine mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlanmıştır. Bu hükümden anlaşılacağı üzere Türk Hukuku’nda tescil ilkesi mutlak olmayıp, bazı hukuki sebeplerin varlığı durumunda tescil yapılmadan önce de taşınmaz mülkiyetinin kazanılacağı kabul edilmiş ise de tescil prensibinin bir istisnasından söz edebilmek için bu istisnanın mutlaka Kanun tarafından öngörülmüş olması gerekmektedir.
72. Türk Medeni Kanunu’nun 706/1. maddesinde yer alan “Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmi şekilde düzenlenmiş olmasına bağlıdır” hükmü ile taşınmaz mülkiyetinin devrine ilişkin sözleşmelerin resmî şekilde yapılmadıkça geçerli olmayacağı düzenlenmiştir. Taşınmaz satış sözleşmesinin düzenlendiği 6098 sayılı Kanun’un 237. maddesinde de benzer şekilde “Taşınmaz satışının geçerli olabilmesi için, sözleşmenin resmi şekilde düzenlenmesi şarttır” denilmiştir. Dolayısıyla 4721 sayılı Kanun’un 706/1. ve 6098 sayılı Kanun’un 237/1. maddeleri uyarınca taşınmaz satış sözleşmesinin yapılması resmî şekle tabidir ve buradaki resmî şekil, geçerlilik şartıdır. Tapu Sicili Tüzüğünün 21/1. maddesine göre de sözleşme düzenlenmesi gereken işlemlerde resmî senet düzenlenir. Resmî senetler ise Tapu Kanunu’nun 26. maddesine göre tapu sicil müdürü veya tapu sicil görevlileri tarafından tanzim edilir. Akitli işlemler sebebiyle hazırlanacak resmî senetlerin düzenlenmesine ilişkin usul ve esaslar ise ilgili yönetmelikte ayrıntılı bir şekilde hüküm altına alınmıştır.
73. Taşınmazların devrine ilişkin kurallar yukarıdaki kanun hükümleri ile belirlenerek, tapu müdürü veya tapu görevlileri tarafından tanzim edilecek şekil koşullarına bağlandığından, tapu iptali ve tescil istemiyle açılan davalar sırasında, davacının, hukuk yargılamasında uygulanacak hükümlerin düzenlendiği 6100 sayılı Kanun’un 125/2. maddesine dayanarak, dava konusu taşınmazdaki mülkiyet ya da aynî hakkını alacağın devri yoluyla üçüncü bir kişiye devretmesi olanağı bulunmamaktadır. 6098 sayılı Kanun’un 183. maddesine göre bir hakkın alacağın devri yoluyla üçüncü bir kişiye temliki için, işin niteliğinin buna engel olmaması gerekir. Bu tür davalarda, alacağın temliki yoluyla devri mümkün olan bir hak bulunmamaktadır. Herkese karşı ileri sürülebilen mutlak hak niteliğindeki aynî hakların bu şekilde devri mümkün olmadığından, temlik alanın mülkiyet hakkı sahibi davacının yerine geçerek taraf sıfatını kazandığından da söz edilemez. Aksi takdirde, davacı tapu kaydını henüz kendi adına geçirmeden, dava sırasında varlığını ileri sürdüğü mülkiyet hakkını alacağın temliki yoluyla temlik alana geçirmiş olacaktır. Ayrıca, maddi hukuka ilişkin kanun hükümleri kapsamında hakkın devri için resmî şekil koşulunun geçerlilik koşulu olarak öngörüldüğü bir konu hakkında, 6100 sayılı Kanun’un 125/2. maddesi ile bir istisna getirildiğini söylemek de isabetli olmayacaktır. Maddi hukuk kuralları kişilerin sahip oldukları hak, yetki, ödev ve borçları düzenlerken, usul kuralları; mahkemeler önündeki bir davanın çözüm yöntemi ve işleyişiyle ilgili şekli kuralları düzenlemekte, davaların belirlenen bu şekil, süre ve usullere uygun olarak çözümlenmesini hedeflemektedir. Bu nedenle maddi hukukun hüküm ve sonuç bağlamadığı olgulara, usul hukuku anlamında geçerlilik tanınarak aynî hakkın devredildiği kabul edilemez. Esasen dava konusunun devri, maddi hukuk düzeyinde ortaya çıkan değişikliklerin usul hukuku düzeyinde nasıl değerlendirilmesi gerektiğini belirleyen bir kurumdur.
74. Yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler çerçevesinde somut olaya gelindiğinde; dava konusu 1166 ada 24 parsel sayılı taşınmazdaki 2/4 pay ... oğlu... adına kayıtlı iken hükmen... Vakfı adına tescil edildikten sonra, İstanbul 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 09.11.2005 tarihli ve 2006/9 Esas 2006/471 Karar sayılı kararı ile ortaklığının giderilmesine karar verildiği, kararın kesinleşmesi neticesinde eldeki davanın yargılaması devam ederken 27.05.2008 tarihinde cebri satış suretiyle dava dışı kişilere ihale edildiği, ihalenin kesinleşmesi ile birlikte 20.08.2008 tarihinde tapu kütüğünde ihale alıcıları adına tescil edildiği, asıl ve birleştirilen 2015/253 Esas sayılı dava davacıları tarafından 30.06.2009 ve 10.11.2015 tarihli dilekçeler ile tapu iptali ve tescil isteminin bedele dönüştürüldüğü, ayrıca asıl dava davacıları ... ve ...’ya vekâleten ...’ın 10.04.2012 tarihli sözleşme ile; birleştirilen 2015/253 Esas sayılı dava davacıları ... ve ...’ye vekâleten ...’ın 01.12.2015 tarihli sözleşmeler ile dava neticesinde elde edilecek hakların belirli paylarını ..., ..., ... ve ...’a temlik ettikleri gözetildiğinde, aynî bir hakkın bu şekilde devri mümkün değil ise de somut uyuşmazlıkta olduğu gibi alacak hakkının devri mümkün olduğundan temlik alanlar lehine hüküm kurulmasında bir isabetsizlik görülmemiştir. Bu nedenle, alacak istemi bakımından temlik alanların temlik edilen oranlarda davacılar yerine geçtiği (taraf sıfatı kazandıkları) kabul edilerek haklarında hüküm kurulmuş olması yerindedir.
75. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; çekişmeli payın ortaklığın giderilmesi davası neticesinde satıldığı, davacılar tarafından istemin bedele dönüştürüldüğü, cebri satış nedeniyle davacılar arasındaki elbirliği hâlinde mülkiyetin son bulduğu, bedel üzerinde elbirliği mülkiyetinden bahsedilemeyeceği, davacıların satış bedeli üzerindeki haklarının miras payları oranında alacak hakkına dönüştüğü, direnme kararının bu gerekçeyle yerinde olduğu ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
76. Hâl böyle olunca, direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle usul ve yasaya uygun olup yerindedir.
77. Ne var ki, davalı ... İdaresi vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
V. SONUÇ
Açıklanan sebeplerle;
Direnme kararı yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı uygun olup, davalı ... İdaresi vekilinin diğer temyiz itirazları yönünden inceleme yapılmak üzere dosyanın YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Geçici Madde 3” hükmü uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
21.05.2025 tarihinde, (1) numaralı uyuşmazlık yönünden oy birliğiyle; (2) numaralı uyuşmazlık yönünden oy çokluğuyla karar verildi.
" K A R Ş I O Y "
Mahkemece temlik sözleşmelerinin geçerli olduğu kabul edilerek verilen hüküm özel dairece dayanılan sözleşmelerin dava hakkının devri niteliğinde olup alacağın temliki niteliğinde olmadığı için temlik sözleşmelerine göre temlik alanlar lehine karar verilemeyeceği, kaldı ki bu hususun önceki bozma kararında belirtildiği ve bozmaya uyulduğu halde usulî kazanılmış hak oluştuğunun gözetilmemiş olduğu ayrıca elbirliği mülkiyetine tabi hakla ilgili olarak mirasçıların her birinin payı oranında yaptığı temlik sözleşmelerine değer verilemeyeceği belirtilmek suretiyle verilen bozma kararı üzerine mahkemece önceki hükümde direnilmiştir.
Dosyadaki temlik sözleşmelerinin alacağın devri niteliğinde olduğu yazılı şekle uyularak yapıldığı için geçerli olduğu, borçlar hukuku alanında sonuç doğurur şekilde yapılan temlike bağlı olarak bunun usul hukukuna yansıması olan dava konusunun devrinin (müddeabihin temliki) kendiliğinden gerçekleşeceği ve temlik alanların davacı yerine geçerek davacı sıfatını kazanacağı TBK 183 ve HMK 125. madde hükümlerinin sonucu olduğundan aksine gerekçe içeren bozma kararına uyulmayarak önceki hükümde direnilmiş olması kanun hükümlerine uygundur.
Bozma kararında ayrıca elbirliği mülkiyetine tabi hakla ilgili olarak mirasçıların her birinin payı oranında yaptığı temlik sözleşmelerine değer verilemeyeceği belirtilmiş ise de dava konusu taşınmazın ortaklığın giderilmesi davası sonucu satılmış ve davacılar bu bedel üzerinde hak iddia ederek talepte bulunmuşlardır. Dava bu haliyle bedele dönüşmüştür. Diğer yandan taşınmazın ortaklığın giderilmesi davasında verilen karar sonucu satılarak bedele dönüşmesiyle davacı mirasçıların bu bedel üzerindeki haklarının elbirliği mülkiyetine tabi olduğu düşünülemez. Zira ortaklığın giderilmesi ile elbirliği mülkiyeti ortadan kalkmış olduğundan satış bedeli üzerindeki hakları da miras payları oranında alacak hakkına dönüşmüştür. Bu yönüyle de bozma kararına uyulmayarak önceki hükümde direnilmiş olması kanun hükümlerine uygundur.
Özel dairenin ilk bozma kararında taraf teşkiliyle ilgili asıl bozma yanında başka bozma nedenlerine yer verilmiş ise de bunlar kabule göre bozma olup bu şekilde yapılan bozmalar gerçek bir bozma sayılamayacağı ve bozma nedenleri yönünden direnme kararı verilemeyeceği için bozma kararina uyulması ile oluşan usulî kazanılmış hak asıl bozma yönünden geçerli olup kabule göre bozmalar yönünden usulî kazanılmış hak oluşmaz. Bu yönüyle de taraf teşkili bozmasına uyulmuş olmasının usulî kazanılmış hak doğurmayacağı sonucuna uygun biçimde direnme kararı verilmiş olmasında da bir isabetsizlik yoktur.
Mahkemece verilen direnme kararı kanun hükümlerinin sonucu olarak uygun olduğu için direnme uygun bulunmak suretiyle miktar incelemesi yapılmak üzere dosyanın özel daireye gönderilmesi gerekir.
Kabule göre bozmaların usulî kazanılmış hak oluşturmayacağı ve direnmenin uygun olduğu konusunda çoğunluk görüşü ile karşı oy görüşü arasında farklılık yok ise de bunun gerekçeleri konusunda farklılık oluşmuştur. Karşı oy görüşümüz direnme kararı kanun hükümlerinin sonucu olarak uygun olduğu için dosyanın özel daireye gönderilmesi yönünde iken çoğunluk görüşü mirasçıların elbirliği mülkiyeti nedeniyle bu şekilde yapılan temliklerin geçerli olmadığı ve temlik alanların bu temlike göre talepte bulunamayacağı için buna değinen bozma kararının yerinde olduğu ancak mirasçı davacıların bu yöne değinen bir temyizi bulumadığı için direnmenin uygun bulunduğunun kabulü gerektiği yönündedir.
Yukarıda açıkladığım gerekçelerle direnmenin uygun olduğu görüşünde olduğumdan farklı bir gerekçeyle direnmenin uygun olduğu yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.