Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/329 E., 2025/407 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 25.06.2025 tarihli, 2024/329 E., 2025/407 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/329 E., 2025/407 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2023/149 E., 2023/304 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 23.11.2022 tarihli ve
2022/10854 Esas, 2022/14756 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı ... vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne; ancak temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davacı vekilinin duruşma talebinin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; müvekkilinin 2002 ve 2003 yıllarına ait bir kısım hizmetlerinin davalı Kurumca iptal edildiğini ve hakkında Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldığını, yargılama sonucu beraatine ilişkin verilen kararın kesinleştiğini ancak hizmet sürelerinin düzeltilmediğini, bu hususta Kuruma yapılan başvurunun da reddedildiğini ileri sürerek 2002 ve 2003 yıllarında iptal edilen hizmet sürelerinin düzeltilmesini ve geçerli sayılmasını talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı ... (SGK/Kurum) vekili; Kurum işleminin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
A. İlk Derece Mahkemesinin Birinci Karar
İlk Derece Mahkemesinin 01.06.2017 tarihli ve 2016/97 Esas, 2017/156 Karar sayılı kararı ile; şirket ortaklarının 506 sayılı Kanun kapsamında Kuruma sigortalı olarak bildirilemeyecekleri, bu nedenle davacının 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olması gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının iptal edilen 26.04.2002 ile 2003 yılı 1, 2, 3 ve 4. aylarına ilişkin sürelerinin 1479 sayılı Kanun sigortalısı olarak tespitine karar verilmiştir.
B. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Kurum vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
C. Bölge Adliye Mahkemesinin Birinci Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin 20.02.2018 tarihli ve 2017/2326 Esas, 2018/274 Karar sayılı kararı ile; kollektif şirket ortaklarının Bağ-Kur sigortalısı sayılması gerekmekte ise de, davacının aynı zamanda inşaat mühendisi ve şirket kurucularından birinin oğlu, diğerinin kardeşi olduğu anlaşılmakla adı geçen inşaatta ne şekilde görev aldığı, vergi ve ticaret odası kayıtları da getirtilmek suretiyle belirlenerek salt ortak olması yeterli bulunmayıp kendi nam ve hesabına bağımsız çalışma olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, böylece davacının şirket işlerini yürütmekten ötürü vekâlet akdine mi yoksa hizmet akdine mi dayalı olarak çalıştığı ortaya konulduktan sonra önceden başlayan ve devam eden 506 sayılı Kanun kapsamındaki sigortalılığı dikkate alınarak karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın kaldırılmasına, davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
D. İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı
İlk Derece Mahkemesinin 30.11.2018 tarihli ve 2018/36 Esas, 2018/688 Karar sayılı kararı ile; davanın daha önce bir kez takipsiz bırakılması nedeniyle açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
E. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
F. Bölge Adliye Mahkemesinin İkinci Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin 08.10.2020 tarihli ve 2019/1035 Esas, 2020/1244 Karar sayılı kararı ile; davacı vekilinin 30.11.2018 tarihli duruşma gününü de kapsayan 27.11.2018 tarihli beş günlük sağlık raporunu mazeret olarak UYAP aracılığı ile dosyaya gönderdiği, ancak bu hususun değerlendirilmediği gerekçesiyle kararın kaldırılmasına, davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
G. İlk Derece Mahkemesinin Üçüncü Kararı
İlk Derece Mahkemesinin 18.11.2021 tarihli ve 2021/31 Esas, 2021/526 Karar sayılı kararı ile; tescil istemine konu dönemde davacının kendi adına vergi mükellefiyet kaydının bulunduğu nazara alındığında, dava dışı ... ve Ortakları Genel İnşaat Ticaret Kollektif Şirketinde (dava dışı kollektif şirket) iş sözleşmesi ile değil, kendi nam ve hesabına bağımsız çalıştığı kanaatine varıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının iptal edilen 26.04.2002-2003 yılı 1, 2, 3 ve 4. aylara ilişkin sürelerinin 1479 sayılı Kanun sigortalısı olarak tespitine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Kurum vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 28.06.2022 tarihli ve 2022/1739 Esas, 2022/1519 Karar sayılı kararı ile; davacının, dava dışı kollektif şirketin ortağı olması ve 10.01.1990-30.11.2008 tarihleri arasındaki dönemde ikamet amaçlı binaların inşaatı alanında mükellefiyet kaydının bulunması karşısında, ortağı olduğu şirketten bildirilen 2002-2003 yıllarına ait sigortalılık bildirimlerini iptal eden Kurum işleminin yerinde olduğu, davacının isteminin iptal edilen hizmetlerinin geçerli sayılmasının tespitine ilişkin olmasına rağmen HMK'nın 26. maddesindeki taleple bağlılık ilkesi göz ardı edilerek yazılı şekilde karar verilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1.Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin ilâm başlığında tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"...Dosya kapsamı incelendiğinde, davacının 2002 ve 2003 yıllarında yasaya ve usule aykırı şekilde iptal edilen 1479 sayılı Yasa kapsamındaki sigortalılık sürelerinin geçerli olduğunun tespiti için açmış olduğu işbu davada, mahkemece verilen kabul kararının, bölge adliye mahkemesince, davacının ilgili kollektif şirketin ortağı olması ve kendi adına 10/01/1990-30/11/2008 tarihleri arasında mükellefiyet kaydının bulunması nedeniyle ortağı olduğu şirketten bildirilen sigortalılık süresinin iptaline ilişkin kurum işleminin yerinde olduğu belirtilerek yerel mahkeme kararı kaldırılıp davanın reddine dair karar verilmiş ise de, söz konusu kararın eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirmeye dayalı olduğu anlaşılmıştır.
Öncelikle, davacının ortağı olduğu iddia edilen ... ve Ort. Genel İnş. Tic. Koll. Şti’ndeki ortaklık kayıtlarının dosya kapsamına alınmadığı anlaşılmakla, söz konusu kayıtlar getirtilerek, davacının bu şirketteki ortaklık süreleri netleştirilip, şirketin faaliyet durumu da araştırılarak, 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalılık statüsünün değerlendirilmesi gerekmektedir.
Davacının yukarıda belirtilen hususlar nazarında 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalı olduğunun anlaşılması durumunda, dava konusu dönemdeki bildirimlerin 506 sayılı Yasa kapsamında bildirilip denetim raporuyla 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalı olduğu ve 506 sayılı Yasa kapsamında olamayacağı belirtilmekle birlikte davacının 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalılığı hakkında da bir belirleme yapılmadığı dikkate alınarak, mahkemece, davacının ilgili döneme ilişkin hangi sigortalılık statüsünde olduğunun tespiti yönünde beyanı alınarak dava konusu belirlenmeli, talebin 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalılık tespitine yönelik olduğunun anlaşılması durumunda, ilgili şirket kayıtları ikmal edilerek davalı Kurum işlemi ile ilk derece mahkemesi tespitleri irdelenip, davacı talebi nazarında karar verilmesi gerekmektedir...." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin ilâm başlığında tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacı vekilinin 26.08.2016 havale tarihli dilekçesi ile taleplerinin açıkça davacının 2002-2003 yıllarına ait dava dışı kollektif şirketten bildirilen sigortalı hizmet sürelerini iptal eden Kurum işleminin aksine hizmetlerin geçerli olduğunun tespiti istemine ilişkin olduğunu belirttiği, davacının dava dışı kollektif şirketin ortağı olması ve 10.01.1990-30.11.2008 yılları arasındaki dönemde ikamet amaçlı binaların inşaatı alanında vergi mükellefiyet kaydının bulunması, UYAP ortamında yapılan inceleme ile de Bağ-Kur kaydının 5510 sayılı Kanun’un geçici 63. maddesi ile durdurulduğu 10.01.1990 ilâ 5510 sayılı Kanun’un geçici 63. maddesi ile durdurulduğu 01.05.2008 tarihleri arasında olması karşısında, ortağı olduğu şirketten bildirilen 2002-2003 yıllarına ait sigortalılık bildirimlerini iptal eden Kurum işleminin yerinde olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili, taleplerinin açıkça belli olduğunu, kararda maddi hata yapıldığını ve dosya ile ilgisi olmayan gerekçe yazıldığını, eldeki davada müvekkilinin çalışmadığını davalı Kurumun ispat etmesi gerektiğini, ayrıca tanıkların çalışmayı doğruladığını, bozma ilâmı sonrası duruşma açılmasının hiç bir hukuki yararı olmaması sebebiyle istinaf mahkemesinde ayrıca vekâlet ücreti ve yargılama giderine hükmedilmesinin hukuka ve yasaya aykırı olduğunu belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacının talebinin sadece dava dışı ... ve Ortakları Genel İnşaat Ticaret Kollektif Şirketi tarafından 506 sayılı Kanun kapsamında bildirilen ve davalı Kurumca iptal edilen sigortalılık sürelerinin geçerli olduğunun tespitine ilişkin olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre uyuşmazlık konusu döneme ilişkin hangi sigortalılık statüsünde olduğunun tespitini talep ettiği yönünde davacının beyanı alınarak talebin 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalılık sürelerinin tespitine yönelik olduğunun anlaşılması durumunda bozma kararında belirtilen araştırma ve inceleme yapılarak talep kapsamında karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) geçici 7. maddesi,
2.1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu'nun (1479 sayılı Kanun) 24, 25 ve 26. maddeleri.
3.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 26. maddesi.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelere kısaca değinilmelidir.
2. Bilindiği üzere sosyal güvenlik hakkı, temel insan haklarından olup uluslararası hukuk normları ve Anayasalarda güvence altına alınmıştır. Ülkemizin ekonomik, sosyal ve kültürel değişimi sosyal güvenlik haklarına olumlu yansımakla birlikte kimi zaman bu hakları sınırlayıcı düzenlemelere gidildiği de görülmektedir.
3. 1 Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesinin 1. fıkrasında; “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un Geçici 20'inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler.” yönünde düzenleme bulunmakta olup bu hüküm uyarınca davanın yasal dayanağı uyuşmazlık konusu dönem itibariyle mülga 1479 sayılı Kanun olmakla bu Kanun hükümlerinin incelenmesi gerekmektedir.
4. Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu zorunlu sigortalılık şemsiyesi altına en son alınan esnaf ve sanatkarlar ve diğer bağımsız çalışanlara Kanun'da yazılı sosyal güvenlik hükümlerini uygulama amacını taşımakta olup Kanun'un 26. maddesinde sigortalı olma hak ve yükümlülüğünden vazgeçilemeyeceği ve kaçınılamayacağı, bu Kanun'a göre sigortalı sayılanların, sigortalı sayıldıkları tarihten itibaren üç ay içinde Kuruma başvurarak kayıt ve tescil yaptırmalarının zorunlu olduğu, aksi durumda Kurum tarafından resen tescil işlemi yapılacağı hükme bağlanmıştır.
5. Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu'nun 24. maddesinde sigortalı olmanın koşullarına, 25. maddesinde sigortalılığın başlangıç ve bitiş tarihlerine yönelik düzenlemelere yer verilmiştir. Bu kapsamda 01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Kanun'un 24. ve 25. maddelerinde kendi adına ve hesabına çalışanlar olarak nitelendirilen bağımsız çalışanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına yazılı gerçek kişiler ve tüzel kişilerden kollektif şirketlerin ortakları, adi komandit şirketlerin komandite ve komanditer ortakları, limited şirketlerin ortakları, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin komandite ortakları zorunlu sigortalı sayılmış iken 04.05.1979 tarihli ve 16627 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 2229 sayılı Kanun'un 7. ve 8. maddeleri ile 1479 sayılı Kanun'un 24. ve 25. maddelerinde değişiklik yapılarak meslek kuruluş kaydı zorunluluğu kaldırılmış, kendi adına ve hesabına bağımsız çalışma sigortalılık için yeterli görülmüştür. Ayrıca donatma iştirakleri ortakları anonim şirketlerin kurucu ortakları ile yönetim kurulu üyesi olan ortakları da kapsama alınmıştır.
6. Daha sonra 20.04.1982 tarihli ve 17670 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak 12. maddesi hariç yayımı tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanun ile 1479 sayılı Kanun'un 24. maddenin (a) ve (h) bentleri tekrar değişikliğe uğramış ve diğer sosyal güvenlik kuruluşları kapsamı dışında kalan ve herhangi bir işverene hizmet akdi ile bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanların zorunlu sigortalı kabul edilebilmesi için esnaf ve sanatkârlar gibi ticarî kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya götürü usulde gelir vergisi yükümlüsü olanlar yönünden vergi kaydı, gelir vergisinden muaf olanlar yönünden ise kanunla kurulu meslek kuruluşlarına usulüne uygun olarak kayıtlı olma koşulu getirilmiştir.
7. Ancak 22.03.1985 yürürlük tarihli 3165 sayılı Kanun'un 6. maddesi ile 1479 sayılı Kanun'un 24. maddesinde yapılan değişiklikle; “...gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar, Esnaf ve Sanatkarlar Siciline kayıtlı bulunanlar veya kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun kayıtlı bulunanlar"ın sigortalı sayılacağı belirtilmiş yine 3165 sayılı Kanun'un 7. maddesi ile değiştirilen 25. maddesinde ise gelir vergisi mükellefi olanların mükellefiyetin başlangıç tarihinden, gelir vergisinden muaf olanlar ile vergi kaydı bulunmayanların Esnaf ve Sanatkarlar Siciline veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıt oldukları tarihten itibaren kendiliğinden sigortalı sayılacakları hükme bağlanmış ve bu düzenleme 4956 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 02.08.2003 tarihine kadar geçerliliğini korumuştur.
8. 4956 sayılı Kanun'un 14. maddesi ile 1479 sayılı Kanun'un 24. maddesinin (I) numaralı bendinin (a) alt bendi; "Esnaf ve sanatkârlar ile diğer bağımsız çalışanlardan ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya basit usulde gelir vergisi mükellefi olanlar ile gelir vergisinden muaf olanlardan Esnaf ve Sanatkâr Sicili ile birlikte kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun olarak kayıtlı olanlar" sigortalı kabul edilmiştir.
9. Son olarak 5510 sayılı Kanun'un 4. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde düzenleme yapılmış olup buna göre; "b) Köy ve mahalle muhtarları ile hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan ise;
1) Ticarî kazanç veya serbest meslek kazancı nedeniyle gerçek veya basit usûlde gelir vergisi mükellefi olanlar,
2) Gelir vergisinden muaf olup, esnaf ve sanatkâr siciline kayıtlı olanlar,
3) Anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olan ortakları, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin komandite ortakları, diğer şirket ve donatma iştiraklerinin ise tüm ortakları,
4) Tarımsal faaliyette bulunanlar,... " sigortalı kabul edilmiş, ayrıca sigortalılığın başlangıcı kenar başlığı ile 7. maddede sigorta hak ve yükümlülükleri 4. maddenin 1. fıkrasının (b) bendi kapsamında sigortalı sayılanlardan, gelir vergisi mükellefi olanlar ile şahıs şirketlerinden kollektif, adi komandit şirketlerin komandite ve komanditer ortakları ve donatma iştiraki ortaklarının vergi mükellefiyetlerinin başladıkları tarihten; gelir vergisinden muaf olanların ise esnaf ve sanatkar siciline kayıtlı oldukları tarihten itibaren başlayacağı hüküm altına alınmıştır.
10. Burada konuyla ilgisi nedeniyle taleple bağlılık ilkesine kısaca değinilmelidir.
11. Medeni yargılama hukukuna hâkim olan ilkelerin bir bölümü HMK'da açıkça düzenlenmiş ve 26. maddesinde "Taleple bağlılık ilkesi"ne yer verilmiştir.
12. Taleple bağlılık ilkesi, hâkimin tarafların talepleriyle bağlı olduğunu, talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar veremeyeceğini, ancak duruma göre talep sonucundan daha azına karar verebileceğini ifade eder. Belirtmek gerekir ki, hâkim bazı durumlarda taleple bağlı değildir. Bu durumlar kanunda açıkça belirtilmiştir.
13. Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ilk anlam, tarafın talep etmediği husus hakkında mahkemenin karar veremeyeceğidir. Buna göre hâkim, tarafların dilekçelerinde talep edilen hususları karşılar. Hâkimin, tarafların talep etmediği bir hususta karar vermesi mümkün değildir. Tarafın neyi talep edip etmediği ve hâkimin ne hakkında karar verip veremeyeceği dava dilekçesine bakılarak tespit edilir. Bu tespitin konusunu, istenilen hukuki sonuç oluşturur. Bu itibarla hâkimin karar verme sınırı dava dilekçesi ile belirlenmiş olur.
14. Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ikinci anlam ise mahkemece tarafın talebinden fazlasına karar verilememesidir. Tarafın maddî hukuktan kaynaklanan bir hakkının, bazı istisnaî durumlar hariç olmak üzere sadece bir kısmını ileri sürmesine bir engel yoktur. Bu durumda mahkemece talep edilenden fazlasına karar verilemez. Taleple bağlılık ilkesine yüklenen bu anlam aynı zamanda 24. maddede ifade edilen "tasarruf ilkesi" ve 25. maddesinde yer alan "taraflarca getirilme ilkesi" ile de bağlantılıdır.
15. Çok istisnai hâller dışında hâkimin talep edilenin dışında bir şeye karar verememesi taleple bağlılık ilkesinden çıkan üçüncü sonucu oluşturmaktadır. Talep edilenden farklı bir şeye karar verememe, verilen hükmün sonuç kısmına bakılmak suretiyle tespit edilir. Buna göre talepte bulunan kişinin gerçek iradesi ile mahkemenin verdiği hükümdeki sonuç kısmının aynı olup olmadığı, talep edilenden farklı bir şeye karar verilip verilmediği bu şekilde anlaşılır.
16. Unutulmamalıdır ki, sosyal güvenlik hakkına temel insan hakları arasında yer verilmiş ve uluslararası hukuk normları ile Anayasalarda güvence altına alınmıştır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 60. maddesinde de herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu ve devletin bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alacağı ve teşkilatı kuracağı hükme bağlanmıştır. Sosyal güvenlik hakkı vazgeçilemez ve devredilemez haklardandır.
17. Somut olayda Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Sigorta Teftiş Kurulu Başkanlığının 27.02.2004 tarihli ve 2003/145 iş numaralı soruşturma raporu ile dava dışı ... ve Ortakları Genel İnşaat Ticaret Kollektif Şirketi nezdinde geçirildiği iddia edilen bir iş kazası ile ilgili olarak yapılan denetim neticesinde dava dışı kollektif şirketin ortağı olan davacının ortağı olduğu şirkette hizmet akdi ile çalışmasına yasal imkan bulunmadığı, 1479 sayılı Kanun kapsamında zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olması gerektiği yönünde tespit yapıldığı, Kurumca soruşturma raporuna istinaden davacının sözü edilen hizmetlerinin iptal edildiği, davacının da aralarında bulunduğu bazı kişiler hakkında fiilen çalışmadıkları hâlde sigortalı olarak bildirildikleri ve adlarına prim belgeleri düzenlendiği ve bu suretle Sosyal Sigortalar Kurumunu dolandırarak zarara uğrattıkları iddiası ile Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davada delil yetersizliğinden sanıkların beraatine karar verildiği, kararın Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmesi üzerine davacının beraat kararını da gerekçe göstererek iptal edilen hizmetlerinin ihyası ile geçerli sayılması yönünde 22.09.2008, 29.05.2014 ve 18.08.2015 tarihlerinde Kuruma yaptığı başvuruların reddedilmesi üzerine vekili aracılığıyla aynı yönde yeniden başvuruda bulunduğu ancak son başvurunun da 01.03.2016 tarihli yazı ile Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesinin 2004/81 Esas, 2005/28 Karar sayılı kararında hizmet tespiti ile ilgili herhangi bir karar bulunmadığı, ayrıca sigortalı için müfettiş kararı mevcut olduğundan ve anılan mahkeme kararının hizmet tespitiyle ilgili bağlayıcı olmadığından bahisle reddedilmesi üzerine eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
18. İlk Derece Mahkemesince davacının vergi mükellefiyet kaydının bulunup bulunmadığı yönünde yazılan müzekkereye istinaden Yıldırım Beyazıt Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından gönderilen 19.11.2018 tarihli cevabi yazıda davacının 10.01.1990 işe başlama, 10.02.2003 tarihinde Seğmenler Vergi Dairesine nakil olan ikamet amaçlı binaların inşaatı ve kendine ait veya kiralanan gayrimenkullerin kiraya verilmesi faaliyetinden dolayı mükellefiyet kaydının bulunduğu; Seğmenler Vergi Dairesinin 05.11.2008 tarihli cevabi yazısında ise nakil geldikten sonra 30.11.2008 tarihinde mükellefiyet kaydının resen terkin edildiği belirtilmiştir. Sosyal Sigorta Kurumunun 27.02.2004 tarihli soruşturma raporunda dava dışı kollektif şirket ortağı olan davacının hizmet akdi ile çalışmasına yasal olanak bulunmadığı, anılan dönemde 1479 sayılı Kanun kapsamında zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olması gerektiği yönünde tespit yapılmış ise de eldeki davada dava dışı şirketin ortaklık kayıtları celbedilmemiş, davacının şirket ortağı olup olmadığı, ortak ise bu şirketteki ortaklık süreleri belirlenmemiş ve şirketin faaliyet durumu da araştırılmamıştır. Bu hâli ile verilen karar eksik inceleme ve araştırmaya dayanmaktadır.
19. Şu hâlde yukarıda değinilen mevzuat hükümleri ile yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; öncelikle davacının ortağı olduğu iddia edilen dava dışı kollektif şirketteki ortaklık kayıtları getirtilerek bu şirketteki ortaklık süreleri netleştirilmeli, şirketin faaliyet durumu araştırılarak 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalılık statüsü değerlendirilmelidir. Davacının yukarıda belirtilen hususlar nazarında 1479 sayılı Kanun'a tâbî sigortalı olduğunun anlaşılması durumunda dava konusu dönemde 506 sayılı Kanun kapsamında yapılan bildirimlerin denetim raporunda 1479 sayılı Kanun'a göre sigortalı olduğu, 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olamayacağı belirtilmekle birlikte davacının 1479 sayılı Kanun kapsamındaki sigortalılığı ile ilgili bir belirleme yapılmadığı dikkate alınarak mahkemece davacının ilgili döneme ilişkin hangi sigortalılık statüsünde olduğunun tespitini talep ettiği yönünde beyanı alınarak dava konusu belirlenmeli, talebin 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalılık sürelerin tespitine ilişkin olduğunun anlaşılması hâlinde yukarıda belirtildiği üzere ilgili şirket kayıtları getirtilip eksiklikler tamamlandıktan sonra davalı Kurum işlemi ile İlk Derece Mahkemesi kararındaki tespitler irdelenip davacının talebi çerçevesinde karar verilmelidir. Bu itibarla Bölge Adliye Mahkemesince davacının 506 sayılı Kanun kapsamında bildirilen ve Kurumca iptal edilen sigortalılık sürelerinin geçerli sayılmasını talep ettiği, taleple bağlılık kuralı gereği bu yönde inceleme yapılarak karar verildiği şeklindeki gerekçe ile sosyal güvenlik hakkının vazgeçilmez ve devredilemez anayasal bir insan hakkı olduğu gözden kaçırlarak somut olayda uygulanma yeri olmayan HMK’nın 26. maddesine vurgu yapılarak verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.
20. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; davacının talebinin dava dışı kollektif şirketten bildirilen sigortalı hizmet sürelerini iptal eden Kurum işleminin aksine hizmetlerin geçerli olduğunun tespiti istemine ilişkin olduğu,1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalılığın tespitine yönelik talebinin bulunmadığı bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüşse de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
21. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
22. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HMK'nın 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın HMK'nın 373. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
25.06.2025 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.