Hukuk Genel Kurulu’nun 2024/293 E., 2025/97 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.03.2025 tarihli, 2024/293 E., 2025/97 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/293 E., 2025/97 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2022/217 E., 2023/129 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 08.02.2022 tarihli ve 2022/684 Esas, 2022/859 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasının yapılan yargılaması sonucunda Adalar Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne dair 05.04.2023 tarihli ve 2022/217 Esas, 2023/129 Karar sayılı kararın davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine, temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
2. Davacı vekili; İstanbul ili, Adalar ilçesi, Heybeliada Mahallesinde bulunan ... ada ... sayılı parselin ¼ payı, ... ada 3 sayılı parselin 3/8 payı ile ... ada 7 ve ... ada 14 sayılı parsellerin tamamının aslı ...Vakfından mukataalı olmasına rağmen mutasarrıflarının (kendinde kullanım hakkı olan) gaip olması sebebiyle son mirasçı olarak Hazine adına tescillerinin yapıldığını, ne var ki vakıf taşınmazlarının asıl sahibinin vakıf tüzel kişisi olduğunu, mutasarrıfın sadece intifa hakkına sahip bulunduğunu, 24.09.1983 tarihinde yürürlüğe giren 2888 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun (eski) 29/2. fıkrası ve 27.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun (yeni) 17. maddesi gereğince dava konusu taşınmazların anılan vakfı adına tescil edilmesi gerektiğini, sahih veya gayrisahih vakıf olmasının ya da taviz bedeli ödenerek vakıf şerhinin terkin edilmesinin sonucu değiştirmeyeceğini, bu nedenle dava konusu taşınmazlardaki vakıf şerhinin Adalar Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.03.2013 tarihli ve 2012/76 Esas 2013/56 Karar sayılı ilâmla terkin edilmesinin vakfın mülkiyet hakkını ortadan kaldırmayacağını ileri sürerek dava konusu taşınmazlarda davalı Hazine adına olan tapu kayıtlarının iptali ile ...Vakfı adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabı
3. Davalı Hazine vekili; on yıllık kayyımla idare süresi sona erdiğinden bahisle dava konusu ... ada ... sayılı parselin ¼ payının Adalar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/48 Esas 2006/69 Karar sayılı kesinleşmiş ilâmı neticesinde ....09.2006 tarihinde; ... ada 3 sayılı parselin 3/8 payının Adalar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/60 Esas 2009/32 Karar sayılı kesinleşmiş ilâmı neticesinde 23.12.2009 tarihinde; ... ada 7 sayılı parselin tamamının Adalar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/8 Esas 2003/12 Karar sayılı kesinleşmiş ilâmı neticesinde 27.10.2003 tarihinde; ... ada 14 sayılı parselin tamamının Adalar Asliye Hukuk Mahkemesinin 1999/120 Esas 2000/96 Karar sayılı kesinleşmiş ilâmı neticesinde 27.10.2003 tarihinde Hazine adına tescil edildiğini, öncelikle hak düşürücü ve zamanaşımı sürelerinin geçmiş olması ile kesinleşmiş mahkeme kararlarının varlığı nedeniyle davanın reddi gerektiğini, öte yandan İstanbul/Adalar ilçesinde ...Vakfının miri arazilerden olup yalnızca aşar ve rüsumunun vakfedildiği hususu ile vakıf şerhinin yasal dayanağının bulunmadığı hususunun devamlılık arzeden Yargıtay içtihatlarıyla saptandığını, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girmesi ile birlikte de Devletin miri araziler üzerindeki kuru mülkiyetinin (rakabe) sona erdiğini ve bu arazilerin mutasarrıflarının özel mülkü hâline geldiğini, taşınmazın vakıfla ilgisinin koptuğunu, Vakıflar Kanunu hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığını, diğer yandan Adalar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/76 Esas 2013/56 Karar sayılı kesinleşmiş ilâmıyla dava konusu taşınmazların üzerinde bulunan vakıf şerhinin terkin edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı
4. Adalar Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.10.2015 tarihli ve 2014/151 Esas, 2015/117 Karar sayılı kararı ile; gerek 24.09.1983 tarihinde yürürlüğe giren 2888 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 29/2. fıkrası, gerekse eldeki davada uygulanması gereken 27.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 17. maddesi gereğince dava konusu taşınmazlarda davalı Hazine adına kayıtlı payların ilgili vakfına geri dönmesi gerektiği, 24.09.1983 tarihinden sonra aslı vakıf olan taşınmazların Hazineye geçmesine yasal olanak kalmadığı, Hazinenin mülkiyeti kazanabilmesi için anılan tarihten önce ilgili taşınmazın mutasarrıfının özel mülkü hâline gelmesi, mirasçı bırakmadan ölmesi ve taşınmazın tapuda Hazine adına tescil edilmesi şartlarının bir arada gerçekleşmesi gerektiği, dava konusu taşınmazlar yönünden bu şartların oluşmadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile dava konusu taşınmazlarda davalı Hazine adına olan tapu kayıtlarının iptaline ve ...Vakfı adına tesciline karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı
5. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
6. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 17.12.2020 tarihli ve 2016/12129 Esas, 2019/6601 Karar sayılı kararı ile; “…Dosya içeriği ve toplanan delillerden; ... ada 7 parsel sayılı 75,00 m2’li bahçeli ahşap ev nitelikli, ... ada 14 parsel sayılı aralıklı ahşap ev nitelikli taşınmazların tamamının 27.10.2003 tarihli, ... ada ... parsel sayılı 62,00 m2’li kargir ev nitelikli taşınmazın 1/4 payının ....09.2006 tarihli hükmen tescil kararı ile, ... ada 13 parsel sayılı bahçeli ahşap ev nitelikli taşınmazın 3/8 payının 23.12.2009 tarihli mahkeme kararı ile satış+birleştirme işlemi ile davalı Hazine adına tescil edildiği, taşınmazların tapu kaydında bulunan “Zemini ...Vakfından Mukataalı” şerhinin Adalar Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.03.2013 tarih, 2012/76 Esas, 2013/56 Karar sayılı ilamı ile taviz bedeli ödenmeksizin terkinine karar verildiği, aynı kararda anılan vakfın tahsisat türü kabilinden vakıflardan olmadığı, bu tür vakıflarda vakıflar idaresinin ayni bir hakkı bulunmadığının belirtildiği, kararın deracattan geçerek 06.01.2014 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, çekişme konusu taşınmazların ...Vakfı ile ilişkileri kalmadığı gözetilmek suretiyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı
7. Adalar Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.12.2020 tarihli ve 2020/235 Esas, 2020/292 Karar sayılı kararı ile; bozma ilâmına uyularak yapılan yargılama neticesinde, dava konusu taşınmazlardaki vakıf şerhinin Adalar Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.03.2013 tarihli ve 2012/76 Esas, 2013/56 Karar sayılı kesinleşmiş ilâmıyla terkin edildiği, vakıf şerhinin terkin edilmesi ile birlikte çekişmeli payların vakıf ile ilgisinin kalmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
9. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 08.02.2022 tarihli ve 2022/684 Esas, 2022/859 Karar sayılı kararı ile; “…Bilindiği üzere; 22.09.1983 tarihli 2888 sayılı Yasanın 2. maddesiyle değiştirilen 2762 sayılı yasanın 29. maddesinde, Medeni Kanunun 501. maddesindeki Hazinenin mirascı olacağı yönündeki genel hükmünden ayrılmak suretiyle "mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş olan taşınmazlarda maliklerin bu yasanın yürürlük tarihine kadar ölmeleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazineye intikal edipte bu husus tapu kaydına bağlanmış bulunanlar ayrık bırakılarak işlenmemiş olan taşınmazların mahlulen vakfına rücu edeceği" kuralı getirilmiştir. Bu nedenle, 2888 sayılı yasanın yürürlük tarihi olan 24.09.1983 sonra aslı vakıf olan taşınmazların Hazineye geçmesine yasal olanağın kalmadığı sonucuna ulaşılmalıdır.
Öte yandan, daha önce Hazine üzerine oluşan tapu kayıtlarının iptal edilememesi için de; taşınmazın önce mutasarrıfına geçip özel mülk haline gelmesi, mal sahibinin mirasçı bırakmadan ölmesi ve 2888 sayılı yasanın yürürlüğünden önce tapuda Hazine üzerine yazılması gibi üç koşulun gekçekleşmesi gerekmektedir. Vakıflar Yasasının tasfiye hükümlerinin işlemesinden önce vakıf malın kuru mülkiyeti mutasarrıfa geçtiğinden, mutasarrıfın tam malik sıfatını kazandığından söz edilemez. Anılan yasanın 29. maddesinde açıklanan koşullar gerçekleşmeden, mirasçı bırakmaksızın ölen kişi malik olamayacağı gibi tasarruf hakkı dahi sona ereceğinden taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçtiği ileri sürülemez. Aynı şekilde mutasarrıfı kaçak ve yitik kişi durumuna düşen taşınmazların mülkiyetinin de metruken vakfına dönmesi asıl olup hiçbir surette Hazineye geçmesine yasal olanak yoktur.
Hemen belirtilmelidir ki; bütün bu yasal düzenlemeleri içeren 2762 sayılı Vakıflar Kanunu 27.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 sayılı Yasanın 80.maddesi ile iptal edilmiş ve yeni 5737 sayılı Yasanın 17. maddesi ile “ Tasarruf edenlerin veya maliklerin mirasçı bırakmadan ölümleri, kaybolmaları, terk ve mübadil gibi durumlara düşmeleri halinde icareteynli ve mukataalı taşınmaz malların mülkiyeti vakfı adına tescil edilir.” düzenlemesine yer verilmek suretiyle taşınmazların Hazineye intikal yolunu kapatmış bulunmaktadır. Esasen, anılan bu hükmün kamu düzeniyle ilgili kazanılmış hakları bertaraf etmeyeceği tartışmasız olup, çekişmelerde bu hususun gözardı edilemeyeceği de kuşkusuzdur.
Somut olaya gelince, dava konusu ... ada 7 parsel sayılı 75,00 m2’li bahçeli ahşap ev nitelikli, ... ada 14 parsel sayılı aralıklı ahşap ev nitelikli taşınmazların tamamının 27.10.2003 tarihli, ... ada ... parsel sayılı 62,00 m2’li kargir ev nitelikli taşınmazın 1/4 payının ....09.2006 tarihli hükmen tescil kararı ile, ... ada 13 parsel sayılı bahçeli ahşap ev nitelikli taşınmazın 3/8 payının 23.12.2009 tarihli mahkeme kararı ile satış ve birleştirme işlemi ile davalı Hazine adına tescil edildiği, dolayısıyla dava konusu taşınmazların 24.09.1983 tarihinden sonra Hazine adına tescil edildiği anlaşılmakla vakfına rücu edecekleri açıktır.
Öte yandan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/1-2620 Esas 2021/445 Karar sayılı 08/04/2021 tarihli kararında da açıklandığı üzere; açık kanuna aykırılık nedeniyle oluşan maddi hatalar taraflar bakımından usuli kazanılmış hakkın istisnasıdır.Hal böyle olunca davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken maddi hataya dayalı bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verilmesi doğru değildir” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin Üçüncü Kararı
10. Adalar Asliye Hukuk Mahkemesinin 05.04.2023 tarihli ve 2022/217 Esas, 2023/129 Karar sayılı kararı ile; bozma ilâmına uyularak yapılan yargılama neticesinde, aslı vakıf olan taşınmazın mutasarrıfının mirasçı bırakmadan ölmesi hâlinde Hazineye son mirasçı sıfatıyla intikal edebilmesi için 2888 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun (eski) 29/2. fıkrasının yürürlüğe girdiği 24.09.1983 tarihinden önce Hazine adına tapuda tescil edilmesi gerektiği, anılan tarihten sonra aslı vakıf olan taşınmazların Hazineye geçmesine yasal olanak kalmadığı, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun (yeni) 17. maddesi ile de aslı vakıf olan taşınmazların Hazineye intikal yolunun kapatıldığı, eldeki davaya konu çekişmeli payların 24.09.1983 tarihinden sonra Hazine adına tescil edildiği, bu nedenle vakfına rücu etmeleri gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
11. Kararın davalı Hazine vekilince temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine mahkemece verilen kararın niteliğine göre, dosyanın temyiz incelemesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 373/6. maddesi gereğince Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılması gerektiği gerekçesiyle dava dosyası Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir.
II. ÖZÜ
12. Davanın özü; 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 17. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin eldeki davada, dava konusu taşınmazlarda son mirasçı sıfatıyla davalı Hazine adına mahkeme kararıyla tescil edilen payların aslı vakıf olduğundan bahisle ilgili vakfına rücu etmesinin gerekip gerekmediği, mahkeme kararıyla vakıf şerhinin terkinine karar verilmesinin taşınmazların vakfına dönmesine engel olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
13. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce mahkemenin son kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin, Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu hususu ön sorun olarak ele alınmıştır.
14. Belirtmek gerekir ki; 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18.06.1927 tarihli 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (1086 sayılı Kanun) 439. maddesinin 5. fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 16. maddesi ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin 3. fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkrada: “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır" şeklinde düzenleme yapılmıştır.
15. Anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı hâlde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay’ın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir…” denilmektedir.
16. Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılması öngörülmüştür.
17. Öte yandan Hukuk Genel Kurulunun görevi, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır. Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
18. 6100 sayılı Kanun’un 294. maddesinin 1. fıkrasında mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Nihai kararlar, usule ilişkin nihai kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule ilişkin nihai kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifade ile mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır. Bu nedenle, mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen usulden ret kararları da, usule ilişkin nihai kararlardır.
.... Esasa ilişkin kararlar ise hâkimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (HMK md. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK md. 303) (Baki Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C: 3, s. 3005).
20. Somut olayda, davanın kabulüne ilişkin olarak verilen ilk kararın, Özel Dairece, davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulduğu açıktır. Mahkemece, birinci bozma kararına uyularak davanın reddine dair verilen karar ise Özel Dairece bu kez davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken maddi hataya dayalı Daire bozma kararına göre davanın reddedilmiş olmasının doğru görülmediği gerekçesiyle bozulmuştur.
21. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Özel Dairenin ikinci bozma kararı önceki bozma kararını ortadan kaldıracak niteliktedir. Böyle olunca, mahkemece verilen son kararın temyiz inceleme görevinin Özel Daireye değil, Hukuk Genel Kuruluna ait olduğuna oy birliğiyle karar verilmiş ve işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
IV. GEREKÇE
22. Vakıflar 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 101. maddesinde, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal toplulukları olarak tanımlanmış olup, bir malvarlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik değeri olan haklar vakfedilebilir.
23. Sosyal hayatta dayanışma ve yardımlaşmaya sağladığı katkı bakımından çok önemli bir fonksiyonu bulunan vakıflar Türk Hukuk Tarihinin de en önemli kurumlarından biri hâline gelmiş ve vakıflara kendilerini oluşturan mal ve haklardan bağımsız olarak “tüzel kişilik” tanınmıştır. Temelini İslâm hukukundan alan vakıflara Osmanlı İmparatorluğu döneminde de oldukça önem verilmiş ve çok sayıdaki medrese, kütüphane, hastane, kervansaray, su tesisatı, köprü gibi tesisler vakıf şeklinde kurulmuştur.
24. Diğer taraftan 743 sayılı Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulup günümüze kadar devam eden eski vakıfların Medeni Kanun hükümlerine tâbi olması uygun görülmemiş ve eski vakıflar hakkında yeni bir düzenlemeye gidilerek 05.06.1935 tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu çıkartılmıştır. Bu kanun ile eski dönemden gelen vakıflar ayrı bir düzenlemeye tâbi tutulmuş, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra kurulan yeni vakıflar ise Medeni Kanun hükümlerine tâbi olmuştur.
25. 20.02.2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu ile de bu ikili yapı tek bir kanunda toplanarak, gerek eski gerekse Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra kurulan vakıflar yeni bir düzenlemeye kavuşturulmuş, eski vakıflara da tarihten gelen özellikleri, kuruluş irade ve amaçları ile vakıf senetlerindeki koşullar gereği korunmaları ve sürekliliklerinin sağlanması hususları gözetilerek kanun kapsamında yer verilmiş ve mazbut vakıflar, mülhak vakıflar, cemaat vakıfları, esnaf vakıflar ile yeni vakıfların yönetimi, faaliyetleri ve denetimi, yurt içi ve yurt dışındaki taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının tescili, muhafazası, onarımı ve yaşatılmasına, vakıf varlıklarının ekonomik şekilde işletilmesi ve değerlendirilmesinin sağlanmasına ilişkin usul ve esaslar Vakıflar Kanunu’nda düzenlenmiştir.
26. 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 3. maddesinde vakıf tanımlarına da yer verilmiştir. Buna göre “mazbut vakıflar” bu Kanun uyarınca Genel Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Kanun'un yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı mülga Kanun gereğince Genel Müdürlükçe yönetilen vakıfları; “mülhak vakıflar” ise mülga 743 sayılı Kanun'un yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi, vakfedenlerin soyundan gelenlere şart edilmiş vakıfları ifade etmektedir.
27. Yine “mukataalı vakıf” zemini vakfa, üzerindeki yapı ve ağaçlar tasarruf edene ait olan ve kirası yıllık olarak alınan vakıf taşınmazlarını, “icareteynli vakıf” ise değerine yakın peşin ücret ve ayrıca yıllık kira alınmak suretiyle süresiz olarak kiralanan vakıf taşınmazlarını ifade etmektedir.
28. Mülhak vakıfların yönetim ve temsili, bu vakıfların Anayasa'ya aykırılık teşkil etmeyen vakfiye şartlarına göre Vakıflar Meclisi tarafından atanacak yöneticiler eliyle yapılmaktadır. Mazbut vakıflar ise fiilî ve hukuki sebeplerle devletin el koyduğu, idaresi bir makama ya da vakfedenlerin ferîlerinden başkalarına bırakıldığı, fiilen hayri bir hizmeti kalmadığı için Vakıflar Genel Müdürlüğünün vesayeti altına alınan özel hukuk hükümlerine tâbi tüzel kişiler olduklarından bu vakıfların yönetim ve temsilleri, hukuki statülerinin korunarak yaşatılmaları amacıyla Vakıflar Genel Müdürlüğüne bırakılmıştır. Kendine özgü bu vesayet ilişkisi, mazbut vakıfların hukuki statülerinde bir değişikliğe sebebiyet vermediği gibi vakıf mal varlığının kamu malı hâline dönüşmesi sonucunu da doğurmamaktadır (AYM,26.12.2013 tarihli ve 2013/70 E., 2013/166 K.).
29. Mazbut vakıflar ile mülhak vakıflar, yönetimleri ve temsilleri bakımından farklı hukuki konumda bulunmakta ve farklı kurallara tâbi tutulmaktadır. Kanun koyucu, yönetim ve temsil görevi Vakıflar Genel Müdürlüğüne verilen mazbut vakıflara ait taşınmazların korunması, vakfın amaç ve faaliyetlerinin yerine getirilebilmesi için gelir getirici şekilde değerlendirilmesine yönelik olarak mazbut vakıf taşınmazları hakkında özel düzenlemeler öngörmüştür. Mazbut vakıfların taşınmaz varlıklarını koruyucu nitelikteki söz konusu düzenlemeler, mazbut vakıfların vakfedenlerin ferîlerinin mütevelliliğinde değil de bir kamu idaresinin yönetimi altında bulunması nedeniyle bu vakıfların kanun koyucu tarafından özel olarak korunması, bu suretle mazbut vakıfların yaşatılması ve vakıf amaçlarına ulaşılması amacını gütmektedir. Kanun koyucu, gerçek kişilerce yönetilmeyen mazbut vakıflara bir anlamda sahip çıkmakta özel bir koruma sağlamaktadır (Emine Görgülü, B. No: 2014/5871, 6.7.2017, § ...).
.... Diğer yandan; icareteynli ya da mukataalı taşınmazların maliki mutasarrıfı değil, vakıf tüzel kişiliğidir. Ancak, mülkiyeti mutasarrıfına geçmiş olup da mutasarrıfın mirasçı bırakmadan ölmesi hâlinde tereke son mirasçı sıfatıyla Hazineye kalacağından, kanun koyucu bu durumda da öncesi vakıf olan taşınmazların vakfına (aslına) dönmesini uygun görmüş ve bazı ayrıcalıklar dışında Hazineye intikalini engellemiştir.
31. Bu bağlamda 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 29. maddesi 24.09.1983 tarihinde yürürlüğe giren 2888 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değiştirilmiş ve; “On yıl içinde bu Kanun hükümlerine göre taviz vermek yolu ile icareteyn veya mukataa kayıtları terkin edilmemiş olan gayrimenkullerin mülkiyeti on yıl sonunda kendiliğinden mutasarrıflarına geçer ve vakfın hakkı da ivaza dönerek gayri menkulün tamamı bu ivaz karşılığında birinci derece ve birinci sırada ipotek sayılır. Genel Müdürlük o yıl tahakkuk ettirilen icare veya mukataa üzerinden hesaplanabilecek olan bu tavizlerle vaktinde ödenmeyen taksitleri mutasarrıfın başka mallarına müracaat yolu ile ve Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanuna göre tahsile dahi yetkilidir.
Bu madde gereğince mülkiyeti mutasarrıflarına geçmiş olan gayrimenkullerde maliklerin Hazineden başka varis bırakmadan ölümleri halinde, mülkiyet mahlulen vakfına rücu eder. Bu Kanunun yayımı tarihine kadar maliklerinin ölümleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazineye İntikal edip de bu husus tapu kaydına işlenmemiş bulunan gayrimenkullerde yukarıdaki fıkra hükmüne tabidir” hükmü öngörülmüştür.
32. Görüleceği gibi mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş olan taşınmazlarda maliklerin bu yasanın yürürlük tarihine kadar ölmeleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazineye intikal edip de bu husus tapu kaydına bağlanmış bulunan taşınmazlar ayrık bırakılmış, tapuda intikal işlemi yapılmamış olan taşınmazların ise mahlulen vakfına rücu edeceği kuralı getirilmiştir.
33. Böylece aslı vakıf olan taşınmazlarda 2888 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden sonra maliklerin mirasçı bırakmadan ölmeleri hâlinde taşınmazın Hazineye intikali engellenmiş; sonradan yürürlüğe giren 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 17. maddesindeki “Tasarruf edenlerin veya maliklerin mirasçı bırakmadan ölümleri, kaybolmaları, terk ve mübadil gibi durumlara düşmeleri halinde icareteynli ve mukataalı taşınmaz malların mülkiyeti vakfı adına tescil edilir” düzenleme ile de taşınmazların Hazineye intikal yolu kapatılmıştır.
34. Somut olaya geçmeden önce hemen belirtilmelidir ki, temyiz aşamasında üçüncü kişi konumundaki ... vekili tarafından sunulan 28.11.2024 UYAP havale tarihli dilekçe ile; dava konusu ... ada 14 parsel sayılı taşınmazda son mirasçı sıfatıyla Hazine adına hükmen tescil edilen 21/24 payın müvekkilinin murisi ... kızı ...’ye ait olduğu, anılan pay yönünden tapu iptali ve tescil istemli dava açıldığı, bu nedenle eldeki davaya müdahale talebinde bulundukları belirtilmiş ise de, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 65. maddesi gözetildiğinde bu aşamada müdahale talebinde bulunulamayacağı açıktır.
35. Somut olaya gelince; dava konusu ... ada 3 parsel sayılı taşınmazın 3/8 payı elbirliği mülkiyet üzere ... çocukları adına kayıtlı iken 23.12.2009 tarihinde; ... ada 14 parsel sayılı taşınmazın 21/24 payı ... kızı ... ve 3/24 payı ... kızı ... adına kayıtlı iken 27.10.2003 tarihinde; ... ada ... parsel sayılı taşınmazın ¼ payı ... oğlu ... adına kayıtlı iken ....09.2006 tarihinde; ... ada 7 parsel sayılı taşınmazın tamamı ... kızı ... adına kayıtlı iken 27.10.2003 tarihinde hükmen Hazine adına tescil edildiği, anılan taşınmazların tapu kütük sayfalarının nev’i bölümünde "...Vakfından Mukataalı" kaydının bulunduğu, Adalar Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.03.2013 tarihli ve 2012/76 Esas 2013/56 Karar sayılı kararı neticesinde bu kaydın terkin edildiği kayda dayalı tespit edilmiştir.
.... Görüldüğü üzere, mutasarrıfların mirasçı bırakmadan ölmeleri ve son mirasçı sıfatıyla tereke Hazineye kalacağından bahisle çekişmeli taşınmazların mahkeme kararı ile Hazine adına tesciline karar verilmiş ise de, tapudaki tescil işlemleri 2888 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 24.09.1983 tarihinden sonra 27.10.2003, ....09.2006 ve 23.12.2009 tarihlerinde yapılmış ve Hazine adına hükmen kayıt oluşturulmuştur.
37. Yukarıdaki açıklamalar uyarınca, vakıf malı olup da mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş olan taşınmazlarda mutasarrıfın mirasçısız ölmesi durumunda, 2888 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 24.09.1983 tarihinden önce son mirasçı olarak tapuda Hazine adına intikal işlemi yapılmamış olan taşınmazların mahlulen vakfına dönmeleri gerekir.
38. Bu nedenle, dava konusu taşınmazların vakfı adına tesciline ilişkin olarak verilen 05.04.2023 tarihli ve 2022/217 Esas 2023/129 Karar sayılı karar yukarıda açıklanan kanun hükümlerine uygun olup, yerindedir.
39. Ancak, dava konusu taşınmazlar yenileme çalışmaları neticesinde tapu kütük sayfaları kapatılarak yeni ada-parsel numaraları almışlardır. Bilindiği üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 297/2. maddesi uyarınca, hüküm sonucu kısmında; istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği ve hâkimin doğru sicil oluşturma görevi gözetilerek her bir taşınmaz bakımından usul hükümleri uyarınca infazda tereddüt yaratmayacak biçimde hüküm oluşturulması gerekmektedir. Mahkemece, kaydı kapanan parseller üzerinden hüküm kurulmuş olması yukarıda anılan madde ve göreve aykırılık teşkil etmekte ise de; bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hükmün 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/7. maddesi uyarınca düzelterek onanması gerekmiştir.
V. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile kararın yukarıda açıklanan gerekçelerle, gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 1. bendinin tümden çıkartılarak, yerine;
“1-Davanın kabulü ile;
İstanbul ili Adalar ilçesi Heybeliada Mahallesinde kain ... ada 1 parsel sayılı taşınmazın ... adına kayıtlı olan 1/4 payının, İstanbul ili Adalar ilçesi Heybeliada Mahallesinde kain ... ada 4 parsel sayılı taşınmazın ... adına kayıtlı olan 3/8 payının, İstanbul ili Adalar ilçesi Heybeliada Mahallesinde kain ... ada 15 parsel ile ... ada 13 parsel sayılı taşınmazların ... adına kayıtlı olan tam paylarının tapu kayıtlarının iptali ile davacı ...Vakfı adına tapuya kayıt ve tesciline,” ibarelerinin yazılması suretiyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. Maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
05.03.2025 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.