Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/225 E., 2025/333 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 21.05.2025 tarihli ve 2024/225 E., 2025/333 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/225 E., 2025/333 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Tüketici Mahkemesi
SAYISI : 2023/204 E., 2023/470 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 26.01.2023 tarihli ve
2021/4659 Esas, 2023/563 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davalı vekilinin duruşma talebinin reddine karar verilip Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili, müvekkilinin davalı Banka nezdinde hem şahsi, hem de annesi dava dışı ... ile ortak hesabı olduğunu, dava dışı alacaklı tarafından annesi aleyhine başlatılan icra takibi sırasında davalı Bankaya gönderilen haciz ihbarnamesine müşterek hesapta para olmasına rağmen ...'in herhangi bir mevduat, hak ve alacağı bulunmadığının bildirildiğini, daha sonraki bir tarihte durumdan haberdar olmayan müvekkili ile annesinin ortak hesaptaki parayı çektiklerini, annesinin çektiği parayı müvekkiline verdiğini ve müvekkilinin de ihtiyaç duydukça kullanmak üzere kendi hesabına yatırdığını, davalı Banka tarafından annesinin borcundan dolayı müvekkilinin şahsi hesabındaki 195.000,00 TL'nin bloke edildiğini ileri sürerek bu miktarın haksız el koyma tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili, davacının haciz ihbarnamesinin tebliğ edildiği tarihte ortak hesapta bulunan, haczedilmesi gereken ancak sehven haciz şerhi işlenmeyen tutarın sonradan çekilerek hesabına aktarıldığı gerçeğini saklamaya çalıştığını, müvekkili Bankanın haciz yazısı gereğince borçluya ait hesaplardaki tutarlar üzerine haciz şerhini işlemek ve blokeye alınan tutarları icra müdürlüğü dosyasına göndermekle yükümlü olduğunu, davacı hesapları üzerindeki rehin, hapis, takas ve mahsup hakkına dayalı olarak icra müdürlüğüne gönderilmesi gereken ancak takip borçlusu hesabından davacı hesabına aktarılan tutarın icra müdürlüğüne gönderildiğini, haciz yazısının gereğini yerine getiren müvekkili Bankaya herhangi bir sorumluluk yüklenemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Samsun 2. Tüketici Mahkemesinin 21.01.2021 tarihli ve 2020/259 Esas, 2021/53 Karar sayılı kararıyla; davalı Banka tarafından yapılan işlemin taraflar arasındaki sözleşmeye, hukuka ve yasaya uygun olmadığı, davacının uğramış olduğu zararın tazminini talep etmekte haklı olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile 195.000,00 TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesinin 04.05.2021 tarihli ve 2021/613 Esas, 2021/713 Karar sayılı kararıyla; tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kararın usul ve yasaya uygun bulunduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; “…Uyuşmazlığın çözümü için taşınır malların haczine ilişkin düzenlemelere değinilmesinde fayda vardır. Taşınır malların haczinin, borçlu bakımından sonuçları ve haciz sonucunda borçlunun tasarruf yetkisinin ne tür bir değişikliğe uğrayacağı, 2004 sayılı Kanun'un 86 ncı maddesinde düzenlenmiştir. Bu hükme göre; “(I) Borçlu, alacaklının muvafakati ve icra müdürünün müsaadesi alınmaksızın mahcuz taşınır mallarda tasarruf edemez. Haczi koyan memur hilafına hareketin cezai mesuliyeti müstelzim olduğunu borçluya ihtar eder. (II) Haczedilmiş olan taşınır mal üzerinde üçüncü şahsın zilyedlik hükümlerine dayanarak iyi niyetle iktisabettiği haklar saklıdır. (III) İyi niyet kaidelerine aykırı olarak mahcuz taşınır mal üzerinde üçüncü şahsın iktisabettiği haklar, alacaklının hacizle o mala taallûk eden haklarını ihlâl ettiği nispette bâtıldır”
2004 sayılı Kanun’un söz konusu hükmünün birinci fıkrasında, borçlunun haczedilen taşınır malları üzerindeki tasarruf yetkisi, ancak alacaklının ve icra müdürünün iznini alması şartına bağlanmıştır. Hükümde esasen borçlunun tasarruf yetkisinin ortadan kaldırılması söz konusu değildir; sadece alacaklıları lehine kısıtlanmıştır. Borçlu, alacaklı ve icra müdürünün iznini almak şartıyla her zaman tasarrufta bulunabilir. Bu izinleri almaksızın tasarrufta bulunduğu takdirde, borçlunun, hangi yaptırımla karşılaşacağı meselesi ise, birinci fıkranın ikinci cümlesinde ele alınmıştır. Buna göre borçlu, hacze konu bir taşınırını, alacaklının muvafakatini ve icra müdürünün iznini almadan bir üçüncü kişiye devrettiğinde, cezaî sorumlulukla karşı karşıya kalır. Bunun dışında, iyiniyetle kazanım imkânı saklı olmak üzere, hacizli malı devralan kimsenin iktisap ettiği haklar, alacaklının o mallar üzerinde kazandığı haklara zarar verdiği ölçüde hükümsüz sayılır. Daha açık bir ifadeyle, borçlu hacze konu malını üçüncü kişiye devretmesine rağmen, haciz koyduran alacaklının o maldan alacağına kavuşma imkânı hâlâ saklı kalmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde, davacının davalı banka nezdinde hem şahsi ve hem de annesi ... ile müşterek hesabı bulunmakta olup, dava dışı ... tarafından dava dışı ... aleyhine başlatılan icra takibinde haciz aşamasına gelindiğinde, davalı bankaya gönderilen haciz ihbarnamesine, davacı ile dava dışı ...’in müşterek hesabında para bulunmasına rağmen sehven ...’in banka nezdinde hiçbir hak ve alacağı bulunmadığının bildirildiği, daha sonraki bir tarihte müşterek hesaptaki paranın çekilerek, davacının hesabına yatırıldığı, davalı bankanın kusurlu eylemi sebebiyle İcra Ceza Mahkemesi nezdinde dava açılması üzerine dava dışı ... ile davalı banka arasında protokol yapılarak müşterek hesaptaki paradan ...’in hissesine isabet eden kısmın (195.000,00 TL) icra dosyasına ödenmesinin kararlaştırıldığı, bunun üzerine davalı banka tarafından müşterek hesaptan çekilerek davacı hesabına yatırılan paradan 195.000,00 TL’nin icra dosyasına eft yolu ile yatırıldığı anlaşılmış olup, davacı işbu davada şahsi hesabından çekilen 195.000,00 TL’nin davalıdan tahsilini talep etmektedir.
Haciz ihbarnamesinin davalı bankaya tebliğ edildiği tarih itibariyle müşterek hesapta 390.000,00 TL para bulunmakta olup, paranın yarısı 195.000,00 TL dava dışı borçlu ...’e aittir. Aleyhine başlatılan icra takibinde haciz aşamasına gelinen ve bu süreçte takipten haberdar olan borçlu ...’in bankaya gönderilen haciz ihbarnamesinin tebliği ile bu miktar üzerinde tasarruf yetkisi kısıtlanmış olup ... bankanın hatalı işleminden istifade ederek esasen hacizli olması sebebiyle tasarruf edemeyeceği parayı çekmiş ve kötüniyetli olarak oğlu davacının hesabına yatırmıştır. Davacının gerek borçlu ...’in oğlu olması gerekse müşterek hesapta bulunan ve kendi payına düşen parayı da çekmiş olması birlikte değerlendirildiğinde, annesi aleyhine başlatılan icra takibinden ve annesinin müşterek hesaptaki parayı çekerek haciz işlemini sonuçsuz bırakma amacından habersiz olduğu düşünülemez. Davacı ve dava dışı ..., müşterek hesapta bulunan tüm parayı çekmek suretiyle hesabın içini boşaltarak, haciz işleminin sonuçsuz kalmasını sağlamak istemişlerdir ki kesinleşen icra takibinde alacaklının hakkına kavuşmasını önleme amacını taşıyan bu kötü niyetli davranış dürüst davranma ilkesine açıkça aykırılık teşkil eder. Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır ve bir hakkın kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.
Yukarıdaki açıklamalar nazara alınarak davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulüne dair hüküm tesisi doğru olmamış, hükmün temyiz eden davalı yararına bozulması gerekmiştir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, müşterek hesap sahiplerinin hesaptaki paranın tümünü davacının hesabına virman yaptıkları 23.05.2016 tarihinde herhangi bir şerhin bulunmadığı, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 3. maddesi gereğince asıl olanın iyiniyet olduğu, davacı ile dava dışı ...'in anne-oğul olmaları dışında müşterek hesaptaki paranın virman edilmesinde dava dışı ...'in hesabına haciz konulduğunu bildikleri dolayısıyla iyiniyetli olmadıkları konusunda dosya içerisinde herhangi bir delilin bulunmadığı, yapılan virmanla 395.000,00 TL'nin tamamının mülkiyetinin davacıya geçtiği, davalı Bankanın bankacılık hizmet sözleşmesindeki rehin ve hapis hakkına istinaden bu para üzerinde kendiliğinden işlem yaparak el koymasının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı vermiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili; icra dairesinde haciz kararı verildiği tarihte haciz tamamlanmış olduğundan dava konusu tutarın ortak hesaptan davacıya ait hesaba gönderildiği sırada hacizli olduğunu, dolayısıyla her ihtimalde davacının mal varlığında olmayacak bir tutar nedeniyle davacının zararından söz edilemeyeceğini, davacının kendi payına düşmeyen bir tutar yönünden zarar iddiasında bulunmasının mümkün olmadığını, davacının sehven gerçekleştirilmeyen bir işlemden haksız bir şekilde menfaat temin etmeye çalıştığını, bu durumun iyiniyet kurallarıyla bağdaşmadığını, müvekkili Bankanın hacizli olan tutarı haciz kararı gereği icra dairesine göndermekle yükümlü olduğunu belirtilerek direnme kararının bozulmasını istemiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı ile annesi dava dışı ...’in ortak hesabının bulunduğu davalı Bankanın, ...’in kesinleşen icra borcundan dolayı gönderilen haciz ihbarnamesine, Bankada herhangi bir hak ve alacağının bulunmadığına dair hatalı cevabı sonrasında, ...’in ortak hesaptaki parasını oğlu davacının şahsi hesabına aktardığı ve haciz ihbarnamesinin tebliğ edildiği tarihte ortak hesapta para bulunduğunu fark eden davalı Bankanın dava dışı ...’in borcuna istinaden davacının şahsi hesabından icra dosyasına para gönderdiği somut olayda, ortak hesaptan davacının şahsi hesabına para aktarılmasının kötüniyetli kabul edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre Mahkemece davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2 ve 3. maddeleri,
2. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun (5411 sayılı Kanun) 3, 6, 60 ve 63. maddeleri,
3. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 115 ve 116. maddeleri,
4. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun (TTK) 18. maddesi.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
2. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 6. maddesinin 1. fıkrasında; Türkiye'de bir bankanın kurulmasına veya yurt dışında kurulmuş bir bankanın Türkiye'deki ilk şubesinin açılmasına, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun alacağı kararla izin verileceği belirtilmiştir. Aynı Kanun’un 3. maddesinde; yazılı ya da sözlü olarak veya herhangi bir şekilde, halka duyurulmak suretiyle ivazsız veya bir ivaz karşılığında, istendiğinde ya da belli bir vadede geri ödenmek üzere kabul edilen para, mevduat olarak tanımlanmış ve anılan Kanun'un 60. maddesinin 1. fıkrasında; kredi kuruluşları ile özel kanunlarına göre yetkili olanlar dışında hiçbir gerçek veya tüzel kişinin, aslen veya fer'an meslek edinerek mevduat veya katılım fonu kabul edemeyeceği, ticaret unvanları ve kamuya yapacakları açıklamalar ile ilân ve reklamlarında bu izlenimi yaratacak ifade ve deyimleri kullanamayacağı düzenlenmiştir. Ayrıca 5411 sayılı Kanun'un 63. maddesi gereğince halkın parasının bankalarca değerlendirilmesi sırasında halka güven vermek için kredi kuruluşları (mevduat bankaları ile katılım bankaları) tasarruf mevduatı ve gerçek kişilere ait katılım fonlarının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından sigorta edileceği açıklanmıştır.
3. Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere bankalar, özel yasa ile kurulan ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanınan, topladıkları mevduatı ve katılım fonlarını sahteciliklere karşı özenle korumak zorunda olan kuruluşlardır. Bankalar sahip oldukları bu vasıfları sebebiyle bankacılık işlemlerinin güvenilen tarafı konumundadırlar. Bu durum, bankaların bir güven kurumu olarak kabul edilmesini ve bankanın sorumluluğunun özel güven sebebiyle ağırlaştırılmasını gerektirir (Ahmet Battal, Güven Kurumu Nitelendirmesi Işığında Bankaların Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2001, s. 106). O hâlde, bankalar, ağırlaştırılmış sorumluluğun bir gereği olarak objektif özen yükümlülüğü altında bulunmakta olup, buna karşılık hafif kusurlarından dahi sorumludurlar. Ayrıca, bu sorumluluğu kaldırmaya yönelik sözleşmeler de geçerli değildir. Zira sorumsuzluk sözleşmesi hükümlerine sınırlama getiren ve somut olaya uygulanması gereken TBK'nın 115/3 ve 116/3. maddeleri gereğince, özel yasa ile kuruldukları ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanındığı için bankaların, hafif kusurlarından dolayı ortaya çıkan sorumluluğunu kaldıran sözleşme hükümleri geçersiz olacaktır.
4. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 18/2. maddesi gereğince; tacir, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli iş adamı gibi hareket etmesi gerekir. Ancak bankaların, tacir olarak bütün işlemlerinde basiretli davranma yükümlülüğü herhangi bir tacirden farklılık arz etmektedir. Bu sebeple bankalardan beklenen basiret ölçüsü ve özen yükümlüğü şüphesiz daha ağırdır. Özellikle birer itimat kurumu olan bankaların, aldıkları mevduatları sahtecilere karşı özenle koruma yükümlülüğünün daha da arttığının kabul edilmesi gerekmektedir.
5. Bankacılık faaliyetleriyle ilgili yapılan açıklamalardan sonra dürüstlük kuralına, hakkın kötüye kullanımı yasağına ve iyiniyet kavramına değinmekte fayda vardır.
6. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne yer verilmiştir.
7. Dürüstlük kuralı, herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Genel olarak dürüstlük kuralı kişilerin tarafı oldukları hukuki ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlâklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukuki ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış; toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlâk, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde, toplumda geçerli olan genel ahlâk kuralları, günün adet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukuki ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır (Mustafa Dural/Suat Sarı: Türk Özel Hukuku, 6. Baskı, İstanbul 2011, s. 226-227).
8. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde, hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki genel ilkeye yer verilmektedir: Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı. Hukuk düzeni, kişilere tanıdığı her bir hakkın kapsamı ile bunların kullanılmasının şartlarını ve şeklini ilgili hak yönünden özel olarak düzenlemiştir. Ancak, hayatın sonsuz ihtimallerinin önceden öngörülmesi ve bunların en küçük ayrıntılara kadar düzenlenmesinin imkânsızlığı karşısında, bütün hakların kullanılmasında dikkate alınacak genel bir sınırlama koyma ihtiyacı duyulmuştur. Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, bu açıdan uyulması gerekecek genel kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır.
9. Anılan Kanun maddesinde hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifadesinin ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Bu ifade şeklinden yola çıkarak; bir hakkın kullanılmasında dürüstlük kuralına uyulmamasının müeyyidesinin, bu hakkın açıkça kötüye kullanılmış sayılması ve hukuken korunmaması olduğu kabul edilebilir (Dural/Sarı, s. 225).
10. Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2/1. maddesi hükmü herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk, dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanım ölçütünü TMK’ya göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır. Nitekim bu hususlar Hukuk Genel Kurulunun 24.06.2020 tarihli ve 2016/22(7)-603 Esas, 2020/462 Karar; 09.03.2021 tarihli ve 2017/(13)3-2501 Esas, 2021/233 Karar; 07.10.2021 tarihli ve 2018/(6)3-634 Esas, 2021/1171 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
11. Türk Medeni Kanunu’nun “İyiniyet” başlıklı 3. maddesi ise; “Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.
Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz.” hükmünü içermektedir.
12. Türk Hukuk Lûgatı'nda iyiniyet; insanların hukuki ilişkilerinde yasaca korunan bilgi niyetleri şeklinde tanımlanmış olup Kanun koyucu, iyiniyet aranan hâllerde asıl olan onun varlığıdır demek suretiyle, iyiniyetin varlığının değil, fakat yokluğunun ispat edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bir başka deyişle burada bir iyiniyet karinesi mevcuttur (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, C.1, s. 621.). Aksini iddia eden onu ispatlamak zorundadır. Ancak iyiniyet iddiasında bulunan kimsenin de gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Gereken özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz ve iyiniyet uyarınca hak kazanamaz.
13. Bir hakkın kazanılmasına engel olan hukuki bir eksikliğin bilinmemesi veya bilinmesinin gerekmemesi hâlinde iyiniyetten söz edilebilir. Hakların kullanılmasındaki ve borçların yerine getirilmesinde iyiniyete ise “dürüstlük kuralı” denilmektedir.
14. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile annesi dava dışı ...’in davalı Bankada bulunan ortak hesabında 395.000,00 TL bulunmaktayken ...’in kesinleşen icra borcundan dolayı gönderilen haciz ihbarnamesine davalı Bankanın, herhangi bir hak ve alacağı bulunmadığına dair hatalı şekilde yazı yazdığı, kısa süre sonra ortak hesaptaki tüm tutarın davacının hesabına aktarıldığı, haciz ihbarnamesinin tebliğ edildiği tarihte ortak hesapta para bulunduğunu fark eden davalı Bankanın bu kez dava dışı ...’in borcuna istinaden davacının şahsi hesabından icra dosyasına 195.000,00 TL gönderdiği hususunda taraflar arasında ihtilaf bulunmamaktadır.
15. Güven kurumu olan davalı Bankanın, basiretli tacir gibi davranmayıp gerekli dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle kusuru nedeniyle doğan zarardan sorumlu olacağı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Davalı Bankanın kendi kusuru nedeniyle dava dışı alacaklının zararına sebebiyet verdiği açıktır. Bunun için de dava dışı alacaklı ile aralarında "sulh ve ibra protokolü" düzenledikleri anlaşılmaktadır. Davalı Banka kendi kusurlu hareketinin sonuçlarını gidermek amacıyla dava dışı ...'in davacının hesabına aktarılan 195.000,00 TL tutarındaki parasını icra dosyasına göndermiştir.
16. Her ne kadar Bankanın davacının şahsi hesabından rızası olmaksızın bu işlemi yapması doğru değil ise de borçlu ...'in oğlu olan davacının eldeki davayı açmakla hakkını kullanırken iyiniyetinden bahsedilemeyecektir. Zira, anne ...'in ve davacının ortak hesapları varken haciz ihbarnamesinden sonra davalı Bankanın hatalı bildirimde bulunmasından yararlanmak suretiyle ortak hesaptaki tüm paranın davacının hesabına aktarılması iyiniyetli değildir. TMK’nın 2. maddesinde herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını ifa ederken dürüstlük kurallarına uyması zorunluluğu getirilmiş, uyulmamasının yaptırımı olarak da hakkın kötüye kullanılmasının hukuk düzeni tarafından korunmayacağı belirtilmiştir. Bilindiği üzere hakkın açıkça kötüye kullanıldığı tüm hâllerde dürüstlük kuralına da aykırılık söz konusudur.
17. Kaldı ki davacı, zararının doğduğu iddiasıyla eldeki davayı açmışsa da Bankanın icra dosyasına gönderdiği 195.000,00 TL tutar dava dışı ...'in hissesine düşen kısımdır. Bu nedenle davacının bir zararından bahsedilmesi de mümkün değildir. Haciz ihbarnamesi ile ...'in anılan hesaptaki para üzerinde tasarruf yetkisi ortadan kalktığından paranın davacının şahsi hesabına aktarılması anne ve oğlunun açık kötüniyetini gösterir. Kötüniyetin korunamayacağı ilkesi gereğince de davanın reddine karar verilmesi gerekir.
18. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, bankaların en ufak kusurlarından dahi sorumlu olmaları nedeniyle davalı bankanın hatalı işlemi neticesinde meydana gelen durum nedeniyle sorumluluğun kendisine ait olduğu ve üçüncü kişi konumunda bulunan davacının şahsi hesabından rızası dışında dava dışı annesinin icra dosyasına para gönderilmesinin hukuka aykırı olduğu, Bankaca yapılması gerekenin ancak sebepsiz zenginleşme davası açmak olduğu, İlk Derece Mahkemesince verilen direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu, onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
19. Hâl böyle olunca Mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
20. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373. maddesi uyarınca direnme kararını veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
21.05.2025 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.