ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/222 E., 2024/413 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/222 E., 2024/413 K. sayılı kararı
2 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 12.09.2024 tarihli, 2024/222 E., 2024/413 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2024/222 E., 2024/413 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2023/55 E., 2023/183 K.

KARAR : Davanın reddine

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 14.10.2019 tarihli ve 2019/2430 Esas, 2019/3917 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasında görülen tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın aktif husumet ehliyeti yokluğundan ve zamanaşımından dolayı usulden reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; Hukuk Genel Kurulunca usulden bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince Hukuk Genel Kurulunun usule ilişkin bozma kararından sonra yapılan yargılama sonucu davanın reddine karar verilmiştir.

Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; dava dışı ... ile davalıların murisi ... arasında 03.07.1997 tarihli arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiğini, yüklenici ...’nin davalıların murisinden aldığı 26.02.1998 tarihli muvafakatnameye dayanarak müvekkili kooperatif ile 22.04.1998 tarihli arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlediğini, davalıların murisi ...’nin sözleşmeye göre müvekkiline devretmesi gereken C blok 13 No.lu bağımsız bölümü dava dışı ...’ye muvazaalı şekilde devredip bedelsiz olarak üçüncü kişilere geçmesine neden olduğunu ve müvekkilini zarara uğrattığını ileri sürerek davalıların murisinin sözleşmeye aykırı davranarak müvekkiline vermediği dava konusu dairenin güncel rayiç değerinin tespiti ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL’nin ticari avans faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalılar vekili cevap dilekçesinde; davacının iddiasının aksine müvekkillerinin murisi ... tarafından dava dışı ...’ye verilen 26.02.1998 tarihli muvafakatname ile, ...’nin 03.07.1997 tarihli sözleşmeden doğan bütün haklarını devretmesine değil, sadece inşaatı dilediği kooperatife yaptırmasına ve taşeronluk ilişkisi kurulmasına muvafakat edildiğini, bu nedenle davacı kooperatif ile dava dışı ... arasındaki sözleşmenin müvekkillerini bağlamayacağını ve davanın husumetten reddi gerektiğini, aradan on altı yıl geçtikten ve zamanaşımı süresi dolduktan sonra açılan davanın zamanaşımı nedeniyle de reddi gerektiğini, müvekkillerinin murisinin sözleşmeden doğan tüm edimlerini yerine getirdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 11.10.2018 tarihli ve 2016/357 Esas, 2018/542 Karar sayılı kararıyla; davalıların murisi ... ile dava dışı yüklenici ... arasında düzenlenen arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinden sonra muris ...’nin yükleniciye verdiği muvakafakatnamenin sözleşmenin devrine ilişkin değil, sadece inşaat işlerini istediği kooperatife yaptırmasına yönelik olduğu, davacı kooperatifin davalıların murisi ile yapılan arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin tarafı olmadığı ve aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı; öte yandan dava konusu bağımsız bölümün devir tarihinden davanın açıldığı 01.09.2016 tarihine kadar aradan yaklaşık on altı yıl geçtiği ve zamanaşımı süresinin fazlasıyla dolduğu gerekçesiyle davanın aktif husumet ehliyeti yokluğundan ve zamanaşımı nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 11.06.2019 tarihli ve 2019/129 Esas, 2019/726 Karar sayılı kararıyla; davalıların murisi tarafından 26.02.1998 tarihli muvafakatname ile dava dışı yüklenici ...’ye dava konusu parsel üzerinde inşaat yapma işinin başka kooperatiflere verilmesi ve bu hususta gerekli sözleşmelerin imzalanmasına yönelik yetki verildiği, anılan muvafakatname dayanak gösterilerek sözleşmenin devri mümkün olmadığından eldeki davanın tarafları arasında doğrudan bir hukuki ilişkinin bulunmadığı, bu nedenle mahkemece davacının aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin yerinde olduğu, davacının aktif husumet ehliyeti bulunmadığından zamanaşımı konusunda inceleme yapılmasının mümkün olmadığı ve bu hususun istinaf sebebi yapılmadığı, ilk derece mahkemesi kararında usul ve esas yönünden yasaya aykırı bir durum bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 14.10.2019 tarihli ve 2019/2430 Esas, 2019/3917 Karar sayılı kararı ile;

“…Dosya kapsamına göre dava dışı yüklenici ... ile davalıların murisi arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesinin düzenlendiği, daha sonra arsa sahiplerinin murisi tarafından ...’e 26.02.1998 tarihli ve 10315 yevmiyeli, inşaat yapımı işini 3. kişilere devredilebileceği konusunda muvafakatname verildiği, ... ile davacı kooperatif arasında inşaat yapımı konusunda sözleşme düzenlendiği anlaşılmakta olup, tarihsiz olarak davalıların murisi ile davacı kooperatif arasında düzenlenen daire paylaşım protokolünde de dava konusu edilen dairenin davacı kooperatife devrinin yapılacağı kabul edilmiştir. Davalı savunmalarında da dava konusu dairenin davacı talimatı ile 3. kişilere satılmış olduğunu iddia etmiş iseler de bu savunmalarını yasal delillerle kanıtlayamadıklarından mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Birinci Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin 20.02.2020 tarihli ve 2019/284 Esas, 2020/90 Karar sayılı kararıyla; önceki kararın gerekçesi aynen tekrarlanmak suretiyle davacının aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı ve zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

C. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

D. Hukuk Genel Kurul Kararı

Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2022 tarihli ve 2020/(15)6-609 Esas, 2022/1424 Karar sayılı kararı ile;

"...33. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece davanın aktif husumet ehliyeti yokluğundan ve zamanaşımı süresi dolduğundan bahisle zamanaşımından dolayı usulden reddine karar verilmiş ise de; sıfat yokluğu ve zamanaşımı, dava şartlarından olmadığından ve bu yönde verilen bir karar, esasa ilişkin nihai karar mahiyeti taşıdığından davanın usulden değil esastan reddedildiği açıktır. Ne var ki, kavram karmaşasına düşülerek usulden ret şeklinde karar verilmesi doğru olmadığı gibi davanın hangi neden ve gerekçeyle reddedildiğinin hiçbir kuşku ve tereddüde mahal vermeyecek biçimde açık ve net bir şekilde ortaya konulmadığı da görülmektedir.

34. Mahkemece hangi gerekçeyle davanın reddine karar verildiğinin açıklanması, sıfat yokluğundan davanın reddine ilişkin hüküm kurulması hâlinde aynı anda ve birlikte zamanaşımından dolayı da davanın reddine karar verilemeyeceğinin gözetilmesi gerekirken, davanın hem aktif husumet ehliyeti yokluğundan hem de zamanaşımından reddedilmesi doğru olmamıştır...

36. Hâl böyle olunca; mahkemece verilen direnme kararı yukarıda açıklanan farklı değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usul yönünden bozulmalıdır..."

gerekçesiyle direnme kararı değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı oy çokluğu ile usulden bozulmuştur.

E. İlk Derece Mahkemesince Verilen İkinci Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davalıların murisi tarafından dava dışı yükleniciye verilen 26.02.1998 tarihli muvafakatnameye dayanılarak sözleşmenin devri mümkün olmadığından davacı kooperatif ile davalılar arasında doğrudan bir hukuki ilişki bulunmadığı, bu nedenle davanın aktif husumet ehliyeti yokluğundan reddedilmesi gerektiği, davacının aktif husumet ehliyeti bulunmadığı için zamanaşımı hususunda inceleme yapılmadığı belirtilerek “…her ne kadar kısa kararda iş ve duruşma yoğunluğu nedeni ile sehven Yargıtay 15 Hukuk Dairesinin 14/10/2019 tarih 2019 /2430 E. 2019/3917 K. sayılı bozma ilamına direnilmesine denilmiş ise de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2020/(15)6-609 E., 2022/1424 Karar sayılı bozma ilamı ve yukarıda açıklanan gerekçe doğrultusunda davanın esastan reddine karar vermek gerekmiştir…” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili; davalıların murisinin dava dışı ...’ye arsa payı karşılığı verdiği taşınmazla ilgili tüm haklarını müvekkili kooperatife devretmesi için yetki verdiğini, ...'nin de sözleşmeden kaynaklanan haklarını müvekkiline devrettiğini ve böylece müvekkilinin sözleşmenin tarafı olduğunu, bu nedenle müvekkili kooperatifin husumet yöneltemeyeceği ve sözleşmenin tarafı olmadığı gerekçesiyle davanın husumet yokluğundan reddedilmesinin doğru olmadığını, mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesinin de hatalı olduğunu belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece davanın aktif husumet ehliyeti yokluğundan reddine karar verilmesinin mümkün olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre mahkeme tarafından işin esası incelenerek davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Ön Sorun

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, İlk Derece Mahkemesince Hukuk Genel Kurulunun usul bozmasından sonra verilen kararda, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

E. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 294, 297 ve devamı maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle Usul Hukukunda “hüküm” ile ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde fayda vardır.

2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294 üncü maddesinde düzenlendiği üzere; hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada oluşturulur ve tefhim edilir. Türk Hukuk Lûgatında da “hüküm” Hukuk Muhakemeleri Usulünde yargıcın inceleme ve yargılama sonucu taraflara yükletilen külfeti, görevi ve tanınan haklar ile yetkileri gösteren beyanı, yani uyuşmazlığı sonuçlandıran karar olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 507). Hükmün tefhimi, hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle gerçekleştirilir.

3. Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun'un 297 nci maddesi bir mahkeme hükmünün neleri kapsaması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;

“(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:

a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,

b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,

c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,

d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,

e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir".

4. Anılan düzenlemeye göre bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetlerinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekli olup bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür.

5. Kararın açık ve gerekçeli olması hukuki dinlenilme hakkının sağlanması açısından önemlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ve bunların dayandıkları deliller, kararda tartışılıp gerekçeleri açıklandığı ölçüde karar, hukuki dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır. İddia ve savunmaların kararda tartışılması, gösterilen delillerin incelenmesi, neden bir kısmının diğerine üstün tutulduğunun belirtilmesi ancak gerekçeyle mümkün olacaktır.

6. Gerekçe sayesinde kararların doğru olup olmadığı denetlenebilir. Gerekçesiz bir kararın üst mahkeme tarafından denetlenmesi de mümkün değildir. Gerekçe, doyurucu olmalı, kararın neden, nasıl, hangi hukuki gerekçeyle ve hangi deliller değerlendirilmek suretiyle verildiği hususlarını içermelidir. Bu hususları içermeyen kararların gerekçeli olduğundan bahsedilemez.

7. Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları tatmin etmez (Baki Kuru/ Ramazan Arslan/ Ejder Yılmaz,: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).

8. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) 141 inci maddesinin üçüncü fıkrasında, "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli yazılır" hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm ile gerekçenin önemi Anayasa düzeyinde vurgulanmış olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

9. Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyması gerekir.

10. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.

11. Aksi hâlde tarafları, adalete uygun karar verildiği ve yargılamanın adil yapıldığına ikna edebilecek, mantıksal tutarlılık taşıyan kanuna uygun verilerek yazılmış yasa yolu denetimine elverişli bir hükmün varlığından söz edilemez.

12. Nitekim 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 Esas, 1976/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.

13. Mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası ve aynı yönde bir düzenleme içeren 6100 sayılı Kanun'un 297 nci maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir (Hukuk Genel Kurulunun 07.10.2021 tarihli ve 2018/9-951 Esas, 2021/1180 Karar sayılı kararı).

14. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294/1 inci maddesinde mahkemelerin önüne gelen uyuşmazlığı usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği üzere, hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Başka bir anlatımla; nihai karar (son karar), bir anlaşmazlığı sonuca bağlayan ancak, istinaf ve temyiz yoluna başvurma olanağı bulunan yargı kararlarıdır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 661-662).

15. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmiş ise; buna “nihai karar (hüküm)” denilmektedir. Uyuşmazlığı usule ilişkin kararlarla sonuçlandıran mahkeme kararları, hüküm teşkil etmeyen usule dair nihai kararlardır. Bu nedenle “karar” sözcüğünün kapsamına hem maddi hukuka ilişkin “hüküm” adı verilen nihai kararlar hem de usule ilişkin nihai kararlar girmektedir. Nihai karar kapsamına da hem hüküm niteliğindeki kararlar hem de usule ilişkin kararlar dâhil bulunmaktadır (Hukuk Genel Kurulunun 15.02.2023 tarihli ve 2022/6-1234 Esas, 2023/89 Karar sayılı kararı).

16. Mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün son kararlardandır. Direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.

17. Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.

18. Direnme kararları yapıları gereği kanunun hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar.

19. Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup gözetilmesi Kanun ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

20. Tarafların tüm delilleri toplanıp tetkik edildikten son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hâkimin, 6100 sayılı Kanun'un 298 inci maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu 6100 sayılı Kanun'un 297/2 nci maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.

21. Ne var ki, uygulamada 6100 sayılı Kanun'un 294 üncü maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.

22. İşte bu gibi hâllerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Ayrıca kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, Anayasa ile teminat altına alınan yargılamanın açıklığı, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141 inci maddesi ile 6100 sayılı Kanun'un yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur.

23. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294/3 üncü maddesinde; “Hükmün tefhimi, her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur” ifadesine yer verilmiş, anılan Kanunun 298/ 2 nci maddesinde ise; “(2) Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz” denilmiştir. Bu durumda gerekçeli kararın, tefhim edilen kısa karar yanlış da olsa buna uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Yanlışlık ancak Yargıtay yoluna başvurulması ve kararın bozulması hâlinde düzeltilebilir.

24. Hükmün tefhim edilen kısa karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, aksi durumda Anayasa ile teminat altına alınan yargılamanın aleniyeti, adil yargılanma hakkı ilkelerine ve kararların gerekçeli olarak yazılması gerektiğine dair Anayasa ve yasa hükümlerine aykırılık oluşur. Bu aykırılık kamu düzenine ilişkin olup diğer yönler incelenmeden tek başına bozma sebebi olur.

25. Kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunmasının bozma sebebi yapılması, 10.04.1992 tarihli ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da; "...Kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasının mutlak bir bozma sebebi oluşturacağı ve bozmadan sonra hakimin önceki kısa kararla bağlı olmaksızın çelişikliği kaldırmak kaydıyla vicdani kanaatine göre karar verebileceği..." şeklinde açıkça benimsenmiştir.

26. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, İlk Derece Mahkemesince Hukuk Genel Kurulunun değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usule ilişkin bozma kararından sonra verilen 04.07.2023 tarihli kısa kararda; “…1-Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 14.10.2019 tarih ve 2019/2430 Esas, 2019/3917 Karar sayılı bozma ilamına DİRENİLMESİNE, 2-Davanın REDDİNE,…” şeklinde hüküm kurulmasına rağmen, gerekçeli kararda; davanın aktif husumet ehliyeti yokluğundan reddedilmesi gerektiği, davacının aktif husumet ehliyeti bulunmadığı için zamanaşımı hususunda inceleme yapılmadığı belirtilerek “…her ne kadar kısa kararda iş ve duruşma yoğunluğu nedeni ile sehven Yargıtay 15 Hukuk Dairesinin 14/10/2019 tarih 2019 /2430 E. 2019/3917 K. sayılı bozma ilamına direnilmesine denilmiş ise de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2020/(15)6-609 E., 2022/1424 Karar sayılı bozma ilamı ve yukarıda açıklanan gerekçe doğrultusunda davanın esastan reddine karar vermek gerekmiştir…” şeklinde karar verilmek suretiyle kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturularak hüküm kurulması doğru olmamıştır.

27. Bu durumda mahkemece; Anayasanın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası, 6100 sayılı Kanun'un 294 üncü, 297 nci ve 298/2 nci maddeleri gereğince taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar yazılması, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki yaratmayacak şekilde hüküm fıkrasının oluşturulması gerekir.

28. Hâl böyle olunca; anılan yasal düzenleme ve ilkeler çerçevesinde gerekçe ile hüküm arasındaki çelişki giderilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir mahiyette karar verilmek üzere sair hususlar incelenmeksizin bu usulî eksikliğe dayalı olarak kararın bozulması gerekmiştir.

29. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine,

12.09.2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2024222-e-2024413-k-sayili-karari