ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/182 E., 2025/8 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/182 E., 2025/8 K. sayılı kararı
1 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 05.02.2025 tarihli, 2024/182 E., 2025/8 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2024/182 E., 2025/8 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2023/112 E., 2023/154 K.

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 19.10.2022 tarihli ve

2022/3677 Esas, 2022/6840 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Erdemli 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnme kararı verilmiştir.

2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi

4. Davacı ... (ölü) vekili dava dilekçesinde; müvekkili ...’nun Mersin Sulh Hukuk Mahkemesinin 22.12.1993 tarihli ve 1993/610 Esas 1993/1669 Karar sayılı ilamı ile akıl hastalığı nedeniyle kısıtlanarak annesi ...’nun velâyetine verildiğini, müvekkiline babasından dava konusu Mersin ili Erdemli ilçesi ... mahallesinde kain 60 ada 27 parsel sayılı taşınmazda miras payı kaldığını, müvekkilinin akıl zayıflığını ve kandırılmaya müsait kişiliğini bilen davalıların bu durumu kullandığını, davalı ...’nun müvekkilinin elinden Erdemli 2. Noterliğinin 11.06.2010 tarihli taşınmaz satış yetkisine haiz vekâletname aldığını, müvekkilinin çekişmeli payın devri karşılığında 200.000,00 TL peşin, kalan 700.000,00 TL’nin ise senetlerle ödeneceği konusunda kandırıldığını, bu konuda adi yazılı bir sözleşme de imzalandığını, davalı ...’in vekâleti alır almaz dava konusu taşınmazdaki müvekkiline ait 999/4096 payı diğer davalı ...’e satış göstererek temlik ettiğini, yine kısa süre sonra da davalı ...’ın anılan payı diğer davalı ...’a satış yapmış gibi göstererek devrettiğini, davalıların el ve işbirliği içerisinde tapuya güven ilkesinden yararlanmak suretiyle dolandırma kasıtlarını gizlemeye çalıştığını, müvekkiline herhangi bir bedel ödenmediğini, devir sonrası davalılara ulaşılamadığı gibi davalı ...’in hâlen başka bir suçtan tutuklu bulunduğunu, bu olay nedeniyle davalılar hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile müvekkili ... adına tesciline karar verilmesini istemiş, davacı ...’nun yargılama sırasında ölümü üzerine mirasçıları davaya dahil edilmek suretiyle yargılamaya devam olunmuştur.

Davalı Cevabı

5. Davalı ... vekili; vekâletname ve temlik tarihi gözetildiğinde davanın bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, müvekkilinin bölgede saygın bir narenciye ihracatçısı olarak bilinen ... Gıda Narenciye A.Ş.’nin ortağı olduğunu, bu nedenle mal temini amacıyla çok sayıda narenciye bahçesi satın aldığını, müvekkilinin taşınmaz komşusu olduğunu, ancak iş gereği sürekli İstanbul ve yurt dışında bulunduğundan davacı ve ailesiyle çok da samimi olmadığını, müvekkilinin kardeşi ...’un haber vermesi üzerine taşınmazla ilgilenmeye başladıklarını, davacı ve eşinin yanına gittiklerini, taşınmazın satıldığını ve kendilerinin ilgisi kalmadığını söylediklerini, görüşme sırasında davacı ...’in dış görünüş itibarıyla son derece normal olduğunu, çekişmeli yerin hâlen satılık olduğuna dair tabelanın bulunması nedeniyle kimin satın aldığının araştırıldığını, müvekkilinin daha önce hiç tanımadığı ... isimli kişiden bedeli karşılığında çekişmeli payı satın aldığını, hatta satın alma öncesinde diğer paydaşlara kullanım ile ilgili bir sorun olup olmadığını sorduğunu, satış bedelinin bir kısmının tapuda ödendiğini, kalanının ise ... Gıda Narenciye A.Ş.’den müvekkiline yapılan para havalesi sonrasında ...’e banka kanalıyla ödenmek suretiyle yapıldığını, iddianın aksine müvekkilinin diğer davalı ...’i tanımadığını, ...’i de sadece temlik nedeniyle tanıdığını, müvekkilinin tapuya güvenerek taşınmaz iktisap eden iyiniyetli üçüncü kişi olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Diğer davalılar, dava dilekçesi usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen cevap dilekçesi sunmamışlar, davalı ... 16.08.2012 tarihli beyan dilekçesinde; davacı ...’in davranışlarından bazı rahatsızlıkları olduğunu hissetse de akıl hastalığına dair raporu bulunduğunu bilmediğini, vekâletname aldıktan sonra akıl hastası olduğunu öğrendiğini, kredi çekebilmek için çekişmeli payı akrabası olan ...’e devrettiğini, ancak ...’in kendisini kandırarak ilgili payı ...’a devrettiğini, sonradan öğrendiğine göre ... ve ailesinin davacı ...’in rahatsızlığını bildiği için doğrudan ondan pay satın almadığını, davacıya para vermediği gibi ... ve ...’ten de para almadığını, yine ... ve ...’in davacıya para ödemediğini beyan etmiştir.

Mahkemenin Birinci Kararı

7. Erdemli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.04.2016 tarihli ve 2011/552 Esas, 2016/201 Karar sayılı kararı ile; vekâlatname ve temlik tarihlerinde davacı ...’nun hukuki ehliyete haiz olmadığı iddia edilmiş ise de, Adli Tıp Kurumu Dördüncü Adli Tıp İhtisas Kurulunun 10.02.2016 tarihli raporunda anılan kişinin işlem tarihi olan 11.06.2010 tarihinde fiil ehliyetine haiz olduğunun tespit edildiği, davacı tarafın iddiasını kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili ile davalı ... vekili (hükmün fer’ilerine yönelik) tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

9. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 26.06.2019 tarihli ve 2016/11223 Esas, 2019/4137 Karar sayılı kararı ile; “…Dosya içeriği ve toplanan delillerden; Mersin Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 22.12.1993 tarih 1993/610 E., 1993/1669 K. sayılı kararı ile reşit olan davacı ...’nun 15.7.1993 günlü sağlık kurulu raporu ile zeka özürlü olmasından dolayı kısıtlanmasına karar verilerek velayetin annesi ...'na tevdiine karar verildiği, davacının velayet altında iken Erdemli 2. Noterliği'nin 11.6.2010 tarih ve ... yevmiye nolu vekaletnamesi ile davalı ...’i vekil tayin ettiği, vekilin anılan vekaletnameye istinaden çekişme konusu 60 ada 27 parsel sayılı taşınmazdaki 999/4096 payı 14.06.2010 tarihinde davalı...’e, ...’in de diğer davalı ...’e satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere TMK 335 maddesinde “Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velayeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velayet ana babadan alınmaz. Hakim vasi atanmasına gerek görmedikçe, kısıtlanan ergin çocuklar da ana ve babanın velayeti altındadır.”, TMK 342 maddesinde ise “Ana ve baba, velayetleri çerçevesinde üçüncü kişilere karşı çocuklarının yasal temsilcileridirler. İyiniyetli üçüncü kişiler, eşlerden her birinin diğerinin rızasıyla işlem yaptığını varsayabilirler. Vesayet makamlarının iznine bağlı hususlar dışında kısıtlıların temsiline ilişkin hükümlerin velayetteki temsilde de uygulanır” hükmü düzenlenmiştir.

Somut olayda, vekaletname tarihinde velayet altında olan kısıtlı davacının TMK 342/3 maddesi gereğince temsili velisine ait olduğu halde, davacının işlemi bizzat yapması nedeniyle ilk el konumundaki davalı ...’e satış suretiyle yapılan temlikin hukuken geçersiz olduğu kuşkusuzdur.

Davalı ... de, taşınmazı edinen 2. el olup Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde sicilin aleniyeti ve güvenirliği prensibine dayalı olarak ediniminin korunacağı açıktır.

Ne varki; mahkemece bu konuda hükme elverişli nitelikte bir araştırma yapıldığı söylenemez.

Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle kayıt maliki olan davalı ...’in iyiniyetli olup olmadığının araştırılması, bu konuda, taraflarca bildirilen ancak mahkemece dinlenmeyen tanıkların dinlenmesi, mahallinde keşif yapılarak taşınmazın değerinin belirlenmesi, var ise eksik harcın ikmal edilmesi ve eksik deliller toplandıktan sonra bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Mahkemenin İkinci Kararı

10. Erdemli 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.12.2021 tarihli ve 2020/84 Esas, 2021/211 Karar sayılı kararı ile; bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde, dinlenen taraf tanıkları ve mahalli bilirkişi beyanları uyarınca davacı ...’nun akıl hastalığı ve kısıtlı olduğunun herkes tarafından bilinmediği, kendi akranlarının dahi durumu bilmediği, davalı ...’un da bu durumu bilmesinin kendisinden beklenemeyeceği, davalı ...’un yaptığı araştırma ile temlik öncesi üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirdiği ve kazanımının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesi gereğince korunması gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı

11. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

12. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19.10.2022 tarihli ve 2022/3677 Esas, 2022/6840 Karar sayılı kararı ile; “…Değerlendirme

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; Mersin Sulh Hukuk Mahkemesinin 22.12.1993 tarihli 1993/610 E., 1993/1669 K. sayılı kararı ile reşit olan davacı ...’nun 15.7.1993 tarihli sağlık kurulu raporu ile zeka özürlü olmasından dolayı kısıtlanmasına karar verilerek velayetin annesi ...'na verildiği, davacının velayet altında iken Erdemli 2. Noterliğinin 11.6.2010 tarihli ve ... yevmiye no.lu vekaletnamesi ile davalı ...’i vekil tayin ettiği, vekilin anılan vekaletnameye istinaden çekişme konusu 60 ada 27 parsel sayılı taşınmazdaki 999/4096 payı 14.06.2010 tarihinde davalı ...’e, ...’in de diğer davalı ...’e satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Somut olayda, vekaletname tarihinde velayet altında olan kısıtlı davacının TMK 342/3 maddesi gereğince temsili velisine ait olduğu halde, davacının işlemi bizzat yapması nedeniyle ilk el konumundaki davalı ...’e satış suretiyle yapılan temlikin hukuken geçersiz olduğu kuşkusuzdur.

TMK'nın 1023. maddesi gereğince tapu kütüğündeki tescile dayanan iyiniyetli kişinin kazanımı korunacaktır. Somut olayda çözülmesi gereken husus, son kayıt maliki ...’in iyiniyetli olup olmadığı, bir başka ifade ile TMK’nın 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Davacının kısıtlı olduğu dönemde davacıdan aldığı vekaletname ile taşınmazı devreden davalı vekil ...in mahkemeye sunduğu 16.08.2012 havale tarihli dilekçesinde “davacı ...’nun hareketlerinden bazı rahatsızlıklarının olduğunu hissettiğini, taşınmazın satışı için vekâlet aldıktan sonra davacının akıl hastası olduğunu öğrendiğini, kredi çekmek için taşınmazı akrabası olan davalı ...’e devrettiğini, ancak akrabasının da kendisini kandırarak taşınmazı davalı ...’e devir ettiğini, sonradan öğrendiğine göre davacı ve davalı ...’in komşu olup, ...’in davacının rahatsızlığını bildiğinden taşınmazı doğrudan kendisinden almadığını, davalı ...’in kendisini kandırarak taşınmazı ...’e devrettiğini, ne ...’den, ne de ...’ten herhangi bir satış bedeli almadığını, davacıya da herhangi bir bedel ödemediğini, ... ve ...’in de davacıya satış bedeli ödemediğini” beyan ettiği, yine taşınmazı ...’den satın alan son kayıt maliki davalı ...’in kardeşi olan davalı tanığı ...’un, davacının arazisinin satılık olduğunu duyduklarını, bu durumu arazi işleri ile ilgilenen ...’e sorduklarını onun da kendilerine davacının taşınmazı başkasına sattığını söylediğini, taşınmazı satın alanların da taşınmazı satmak istemesi üzerine, 20-30 yıldır bahçe komşuları ve dostları olan davacı ... ile arazide miras sıkıntısı olup olmadığını sormak için görüşmek istediklerini ve davalı ile birlikte davacının evine gittiklerini, davacının kendilerine arazide bir sıkıntı olmadığını söylediğini, bu görüşmeden sonra tapu işlemlerini vekil Şerif ile birlikte yürüttüklerini, ...’in ...’e vekalet verdiğini, ...’i hiç tanımadığını beyan ettiği, davalı ...’in gerekmediği halde önceki malik konumundaki davacı ile görüşmeye gitmiş olması, dosyadaki bilirkişi raporuna göre dava konusu taşınmazın ...’e temlik tarihindeki değerinin 1.222.554,00 TL olarak belirlenmesine rağmen davalının bu taşınmazı 500.000,00 TL'ye satın aldığını beyan etmesi, taşınmazın kısa süre içinde el değiştirmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, davalı ...’in ediniminde iyi niyetli olmadığı, bir başka ifade ile TMK.nın 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır.

Hâl böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir” gerekçesiyle oy çokluğuyla karar bozulmuştur.

Direnme Kararı

13. Erdemli 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.07.2023 tarihli ve 2023/112 Esas, 2023/154 Karar sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, davalı ...’nun dosyaya sunduğu 16.08.2012 tarihli beyan dilekçesi bozma nedenlerinden biri olarak sayılmış ise de, davalı ...’in vekil olarak temlik işleminin içerisinde yer alması ve sorumluluğunun doğabileceği gözetildiğinde bu beyanın delil olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, yine davalı ...’in beyanının dinlenen tanık ve mahalli bilirkişi beyanları ile çeliştiği, davalı ...’un dava konusu taşınmazın paydaşlı olmasından kaynaklı ileride bir sorun çıkmaması için önceki malik ile görüştüğü, bu durumun aleyhine değerlendirilemeyeceği, akitte gösterilen satış bedeli ve rayiç değer arasındaki fark ile kısa sürede el değiştirmenin de diğer deliller olmadan davalı ...’un kötüniyetli edinen olduğunu göstermeyeceği belirtilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

14. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

15. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı ...’nun maliki olduğu 60 ada 27 parsel sayılı taşınmazdaki 999/4096 payının vekil-davalı ... eliyle 14.06.2010 tarihinde davalı ...’e, adı geçen davalı tarafından da 25.06.2010 tarihinde diğer davalı ...’a satış yoluyla devredildiği, ilk el konumundaki davalı ... adına yapılan tescilin yolsuz olduğu konusunda uyuşmazlık bulunmayan somut olayda, dosya kapsamı ve toplanan delillere göre kayıt maliki olan ikinci el konumundaki davalı ...’un kötüniyetle iktisapta bulunduğunun davacı tarafça ispat edilip edilemediği, buradan varılacak sonuca göre 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 1023. maddesi uyarınca kazanımının korunmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

16. Dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

17. 4721 sayılı Kanun’un 1021. maddesine göre kurulması kanunen tescile tâbi aynî haklar, tescil edilmedikçe varlık kazanamaz. Kanun’un 1022/1. maddesine göre de aynî haklar, kütüğe tescil ile doğar; sıralarını ve tarihlerini tescile göre alır. Bu hükümlerden anlaşılacağı üzere aynî hakların doğumu, devri, muhtevalarının değiştirilmesi ve ortadan kalkması kural olarak tapu siciline tescil şartına bağlanmış olup, tescil kurucu bir nitelik taşımaktadır.

18. Aynî haklar tescil ile doğmakla birlikte tapu kayıtlarının oluşumunda “illilik”, diğer bir anlatımla “sebebe bağlılık” prensibi esas alındığından, tescilin kendisinden beklenen hukuki sonucu doğurabilmesi için geçerli ve haklı bir sebebe dayanması gerekmektedir. Bu bakımdan tescil, hukuki sebebe bağlı bir tasarruf işlemidir. Tescilin geçerli bir hukuki sebebe dayanmaması, aynî hakkın doğumunda ve kazanılmasında kurucu unsur niteliğinde olan tescil işlemini temelde sakat hâle getirir.

19. Bu husus TMK’nın 1024. maddesinin 2. fıkrasında “Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur” şeklinde açıklanmıştır. Kanun maddesindeki bu tanımdan anlaşılacağı gibi gerçek hak durumuna uymayan tescil, yolsuz tescildir. Bu yolsuz tescil durumu, tescilin kurucu unsurlarından biri veya bir kaçının eksik olması nedeniyle başlangıçtan itibaren söz konusu olabileceği gibi sakat bir terkin veya tadil yüzünden sonradan da oluşabilir. Tescilin dayanağını oluşturan hukuki sebep ise genellikle bir aynî hakkın tescili ya da kaldırılması için ilgilisine hak ve mükellefiyet tanıyan satım, bağış, trampa, miras taksim sözleşmesi, ölünceye kadar bakma akdi gibi hukuki bir işlem olabileceği gibi miras, mahkeme kararı veya kamulaştırma gibi bir sebep de olabilir. Belirtilmelidir ki yolsuz tescil bir üst kavramdır. Yolsuzluk, tescil talebinde bulunan kişinin fiil ehliyetine veya tasarruf yetkisine sahip bulunmaması, tescile dayanak teşkil eden işlemin (satış, bağış vb.) şekil, irade sakatlığı, sahte vekâletnameyle veya vekâletnamede belirtilen yetkilerin aşılması suretiyle gerçekleştirilmesi, aynı taşınmaza ait birden çok tapu kaydı bulunması (çifte tapu kaydı) ya da tapu ve kadastro memurlarının kasıtlı davranışları veya hataya düşmeleri gibi çeşitli sebeplerden kaynaklanabilir. Tescilin yolsuz olması hâlinde, tescil işlemi gerçek hak sahipliğini ve hakkın kapsamını göstermez. Bu tür bir tescil yolsuzluğu nedeniyle hiçbir hüküm ve sonuç doğurmaz, diğer bir anlatımla geçerli bir sebebe dayanmayan tescil veya terkin işlemi taşınmaz üzerindeki aynî hakkın durumunu etkilemez ve böyle bir durumda gerçek hak sahipliğinde herhangi bir değişiklik meydana gelmez. Ancak, tapu sicilindeki bir kaydın gerçek hak durumunu yansıtmayıp, sadece şekli bir değer taşıması hâlinde, tapu sicilinin kendisinden beklenen fonksiyonu yerine getirmesi imkânı ortadan kalkar.

20. Bu nedenle aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş veya bir tescil yolsuz olarak terkin olunmuş ya da değiştirilmiş ise bu yüzden aynî hakkı zedelenen kimse, TMK’nın 1025. maddesine göre tapu sicilinin düzeltilmesini dava edebilir. Uygulamada ise bu davaya, eldeki davada olduğu gibi tapu iptali ve tescil davası denilmektedir.

21. Dosya kapsamında celp edilen kayıtlar incelendiğinde; dava konusu Mersin ili Erdemli ilçesi ... mahallesinde kain "Tarla, Kısmen Limon ve Portakal Fidanlığı" niteliğindeki 112.000 m2’lik 60 ada 27 parsel sayılı taşınmazın 1998/2048 payı muris ...’na ait iken ölümü ile 999/4096’şar paylarının eşi ... ile çocukları ..., ... ve davacı ...’e intikal ettiği, davacı ...’nun Erdemli 2. Noterliğinin 11.06.2010 tarihli ve ... yevmiye numaralı vekâletnamesi ile dava konusu taşınmazdaki hak ve hisselerini satması için davalı ...’nu vekil tayin ettiği, davalı-vekil ...’in çekişmeli taşınmazda davacı ... adına kayıtlı 999/4096 payın tamamını 14.06.2010 tarihli ve 9149 yevmiye numaralı işlemle diğer davalı ...’e 90.000,00 TL bedel üzerinden satış yoluyla temlik ettiği, davalı ... tarafından da anılan payın tamamının 25.06.2010 tarihli ve 10007 yevmiye numaralı işlemle davalı ...’a 500.000,00 TL üzerinden satış suretiyle devredildiği, dava konusu taşınmazın paydaşları arasında fiilen taksim edilmek ve bu husus 01.04.2010 tarihli adi yazılı sözleşme ile kayıt altına alınmak suretiyle kullanıldığı, hâlihazırda taşınmazın büyük kısmının ... ailesine ait olduğu anlaşılmaktadır.

22. Öte yandan, davacı ...’nun Mersin 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 22.12.1993 tarihli ve 1993/610 Esas, 1993/1669 Karar sayılı kararıyla 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 355. maddesi uyarınca kısıtlanmasına, aynı Kanun’un 369/2. fıkrası uyarınca annesi ...’nun velayetine tevdiine karar verildiği tespit edilmiştir.

23. Her ne kadar Adli Tıp Kurumu Dördüncü Adli Tıp İhtisas Kurulunun 10.02.2016 tarihli ve 2016/649 Karar numaralı raporuyla davacı ...’nun vekâletname verdiği 11.06.2010 tarihinde fiil ehliyetine haiz olduğu saptanmış ise de, 4721 sayılı Kanun’un 335/2. fıkrasındaki "Hâkim vasi atanmasına gerek görmedikçe, kısıtlanan ergin çocuklar da ana ve babanın velâyeti altında kalırlar" ve 342/3. fıkrasındaki "Vesayet makamlarının iznine bağlı hususlar dışında kısıtlıların temsiline ilişkin hükümler velâyetteki temsilde de uygulanır" düzenlemeleri karşısında davacı-kısıtlı ...’nu temsil yetkisi annesi ...’nda bulunmasına rağmen bizzat davacı tarafından vekâletname verildiği ve geçersiz vekâletname dayanak yapılmak suretiyle çekişmeli payın devredildiği gözetildiğinde ilk el konumundaki davalı ... adına yapılan tescilin TMK’nın 1024/2. fıkrası uyarınca yolsuz olduğu, yapılan tescile rağmen ...’in aynî hakkı kazanmasının söz konusu olmadığı ortadadır. Gelinen aşama itibarıyla da bu konuda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

24. Çözümlenmesi gereken asıl mesele, davalı ...’den çekişmeli payı satın alma yoluyla edinen ikinci el konumundaki davalı ...’un TMK’nın 1023. maddesinde ifadesini bulan tapu siciline güven ilkesi kapsamında iktisabının korunup korunmayacağı, bir başka ifadeyle iyiniyetli üçüncü kişi konumunda bulunup bulunmadığıdır.

25. Tapu sicili, TMK’nın 7. maddesi uyarınca içeriğinin doğruluğu karine olarak kabul edilen bir resmî sicildir. Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyiniyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.

26. Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, satın alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu kapsamda TMK’nın 3. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.

27. Yolsuz tescilin üçüncü kişiler bakımından doğuracağı sonuçlar iyiniyetli olup olmadıkları esas alınarak düzenlenmiş ve “İyiniyetli üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1023. maddesinde; “Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” hükmü öngörülmüştür. Anılan bu maddeye göre, tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendisinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi mümkün olmayan kişinin iktisabı korunur.

28. Öte yandan aynı Kanun’un “İyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1024. maddesi ise; “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.

Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.

Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir” hükmünü içermekte olup, bu madde ile de iyiniyetli olmayan kimsenin iktisabının korunmayacağına vurgu yapılmıştır. TMK’nın 1023. maddesi iyiniyetle mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımını korurken; tamamlayıcı madde niteliğinde bulunan 1024. madde ile de iyiniyetli olmayan üçüncü şahısların kazanımı hükümsüz sayılmıştır.

29. Görüldüğü üzere, tapuda taşınmazla ilgili kayıtlara ilişkin olarak “tapu siciline güven ilkesi” benimsenmiştir. Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hâllerde manevi büyük değer taşıyan aynî hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyiniyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

30. Tapu siciline güven ilkesi, gerçek hak sahipliğine dayanmayan bir tescile (yolsuz tescile) dayanılarak iyiniyetle kazanılan aynî hakkın geçerli olarak hükümlerini doğurması demektir. İyiniyet hakkın doğumunda temel unsurlardan biri olduğundan tapu siciline inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kişi aleyhine açılan davalarda iyiniyet veya kötüniyet olgusunun ispatı büyük bir önem taşımaktadır. Genel hüküm niteliğindeki TMK’nın 3. maddesi uyarınca kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır. Uyuşmazlığın dayanağını oluşturan TMK’nın 1023. maddesi de bu genel hükümde bahsi geçen; kanunun, iyiniyete hukuki sonuç bağladığı durumlardan biridir. Dolaysıyla iyiniyetin varlığı kanun tarafından öngörülen bir karine olduğundan, tapu siciline güvenerek iyiniyetle hak kazandığını savunan kişi aleyhine açılan bu tür davalarda, davalının iyiniyetli olmadığını iddia eden davacının bunu ispat etmesi gerekmektedir. İspat yükü, üçüncü kişinin kötüniyetli olduğunu ileri süren tarafa ait olmakla birlikte kötüniyet iddiasının hukuki niteliği uyarınca ispat edilmesi çoğu zaman zordur. Bu nedenle uygulamada üçüncü kişinin kötüniyetli olduğunu ileri süren davacının bazı fiili karinelerden yararlanabileceği kabul edilmiştir. Yargıtay kararlarında taşınmazın çok sık aralıklarla el değiştirmesi ya da rayiç değerinin çok altındaki bir fiyatla satın alınması gibi durumlar, fiili birer karine olarak kabul edilmektedir.

31. Ayrıca bu konu hakkında, 14.02.1951 tarihli ve 1949/17 Esas, 1951/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; “…Vakıa ve karinelerden olayda kanunen iyi niyet iddiasında bulunmayacak durumu belirmiş olan kimsenin kötü niyetinin diğer tarafa ispat ettirilmesine sebep ve vecih kalmayacağından dava hakkının doğumunu sağlayan ve bertaraf eden iyi veya kötü niyetin bu durumda mahkemece re’sen nazara alınabileceğine…”, 08.11.1991 tarihli ve 1990/4 Esas, 1991/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında ise; “…Tapuda kayıtlı bulunan bir taşınmaz malı iktisap eden kimseye karşı TMK.nun 931. maddesinde öngörülen iyi niyet kurallarına aykırılık nedeniyle açılan tapu iptali davalarında, dava açma iradesinin iktisabın kötü niyete dayalı olduğu iddiasını da taşıdığına, kaldı ki öyle olmasa bile buradaki kötü niyet iddiasının hukukî mahiyeti itibariyle itiraz niteliğinde bulunduğu ve bu nedenle de yargılama sona erinceye kadar iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabi olmadan her zaman ileri sürülebileceğine…” karar verilmiştir.

32. 14.02.1951 tarihli ve 1949/17 Esas, 1951/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile kabul edilen kötüniyet iddiasının mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınabileceği ilkesi 08.11.1991 tarihli ve 1990/4 Esas, 1991/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da benimsenerek; kötüniyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece resen nazara alınacağı kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.

33. Üçüncü şahsın iyiniyetli olup olmadığı ve satışın kötüniyete dayandığının hangi hâllerde bilinmesi gerektiği araştırılırken kesin bir ölçü koymak mümkün değil ise de, genel bazı kriterlerle önemli özel durumların araştırılması gerekir. Genel kriter olarak, davalının dayandığı tescilin kötüniyetli olduğunu ve taraflar arasındaki uyuşmazlığın genel hayat tecrübelerine ve hayatın doğal akışına göre bilip bilmediği veya normal görünüşlü bir insanın sarf etmesi gereken dikkati sarf etseydi yolsuzluğu ve uyuşmazlığı bilecek durumda olup olmadığı araştırılmalıdır.

34. Tüm bu açıklamalara göre somut olay değerlendirildiğinde; çekişmeli pay davalı ... adına tescil edildikten çok kısa bir süre sonra (11 gün sonra) davalı ...’e satılmış olup, tapu kaydında satış bedeli 500.000,00 TL olarak gösterilmiştir. Konusunda uzman bilirkişiler tarafından hazırlanan raporda ise çekişmeli payın temlik tarihi itibarıyla gerçek bedeli 1.222.554,00 TL (zemin değeri) olarak belirlenmiştir. Davalı ... tarafından ara malik davalı ...’a 25.06.2010 tarihinde çekişmeli payın satış bedeli olduğu açıklaması ile 409.000,00 TL gönderildiğine dair dekont dosyaya sunulmuştur. Ne var ki, keşfen saptanan rayiç değer ile ödendiği savunulan ve aynı zamanda akitte gösterilen bedel (500.000,00 TL) arasındaki fahiş fark ortadadır. Kaldı ki, iyiniyet savunmasından yararlanmak isteyen davalı tarafın bedel ödeyip ödemediği hususu tek başına TMK’nın 1023. maddesi koruyuculuğundan yararlanacağını ya da yararlanmayacağını göstermez. He ne kadar davalı ... vekili tarafından ek bilirkişi raporuna (kıstas alınan gerçek bedelin hesaplandığı) itiraz edilmiş ise de bilirkişiler tarafından çekişmeli paya isabet eden m2 üzerinden (27.412,54 m2) hesaplama yapılması gerekirken dava konusu taşınmazda taksim suretiyle fiili kullanılan m2 üzerinden (24.678,12 m2) hesaplama yapıldığı, bir başka söylemle saptanan rayicin daha da artacağı anlaşılmıştır.

35. Keşif sırasında dinlenen ve davalı ...’un kardeşi olan tanık ...; davacı ...’in 20-30 yıldır bahçe komşuları ve dostları olduğunu, taşınmazın satılık olduğunu duyunca araştırdıklarını, başkasına satıldığını ve onların da satabileceğini öğrenince miras meselesi olup olmadığını sormak için kardeşi ... ile birlikte davacı ...’in evine gittiklerini, paydaşlar arasındaki rızai taksim sözleşmesinin gösterildiğini, sorun çıkmayacağını söylediklerini, bir iki gün içinde tapu işlemlerini ... ile birlikte yaptıklarını, ...’i tanımadığını beyan etmiştir. Öte yandan davalı ... cevap dilekçesinde; bölgede saygın bir narenciye ihracatçısı olan ... Gıda Narenciye A.Ş.’nin ortağı olduğunu, gerek atadan intikal eden gerekse kardeşleri ile birlikte sonradan aldıkları narenciye bahçelerinden ürün sağladıklarını, dava konusu yer ile de kardeşi ...’un haber vermesi üzerine ilgilendiğini, kardeşi ... ile birlikte davacı ...’in evine gidip temlik öncesi görüştüklerini ve sonrasında satın almanın gerçekleştiğini belirtmiştir. Anılan tanık beyanı ve savunma beraber değerlendirildiğinde; davalı ...’in ve ... Ailesinin davacı ...’i uzun zamandır tanıdığı, bahçe komşuları olduğu, taşınmazın bulunduğu bölgede narenciye ticareti ile uğraşan bir tacir olduğu, narenciye işinin içinde yer almasından da kaynaklı olarak Mersin-Erdemli karayoluna yaklaşık bir km mesafede sulu tarıma uygun, verimli ve narenciye tarımı yapılan dava konusu taşınmazı bildiği, basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğü bulunduğu, ne var ki gerekmediği hâlde önceki malik ...’nun evine giderek görüşme yaptığı, bu hususun davalı ...’in çekişmeli payın devrinde bir sorun olduğuna dair düşüncelerini gösterdiği, temlik tarihinde 20 yaşında olan ve dosyaya alım gücü de yansımayan ara malik ...’den yer satın aldığı, bu durumu diğer emareler ile birlikte sorgulaması gerektiği ve yine satın almayı ilk temlikten 11 gün gibi kısa bir süre sonra yaptığı anlaşılmaktadır.

36. Öte yandan, vakıaların içerisinde yer alan davalı ...’nun dosyaya sunduğu 16.08.2012 tarihli dilekçesindeki ... ve ...’un davacı ...’na hiçbir şekilde para vermediğine, ...’in davacı ...’in rahatsızlığını bildiğine yönelik beyanlarının yukarıdaki yer verilen tespitleri desteklediği saptanmıştır.

37. Olayların gelişimi ve ortaya konulan tespitler ışığında; davalı ...’in sergilediği tutumun hayatın olağan akışına uygun olduğunu söyleme imkânı bulunmamaktadır. Belirtmek gerekir ki, durumun gereklerine göre kendinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz. Normal bir insanın hayatın olağan akışı içerisinde sergilediği davranış biçimi dikkate alındığında davalı ...’un TMK’nın 1024. maddesine göre yolsuz tescili bilen ya da bilmesi gereken kişi konumunda olduğu ve aynı Kanun’un 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı sonucuna varılmıştır.

38. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; davalı ...’un üzerine düşen araştırma yükümlülüğünü yerine getirdiği, satış bedelinin davalı ...’e ödendiğine dair dekont sunduğu, davacı ... ile davalı ... arasında adi yazılı bir sözleşme olduğu, çekişmeli payı aslında ...’in satın aldığı, ...’in üzerine kâr koyup satma isteğinin olduğu, davalı ...’in kötüniyetli olması hâlinde önceki malik ile gidip konuşmayacağı, davacı ...’in kısıtlı olduğunun bulunduğu çevrede bilinmediği, davalı ...’ten de bilmesinin beklenmeyeceği, yerel mahkemece davanın reddine karar verilmesi isabetli olduğundan direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

39. Hâl böyle olunca; yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

40. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

05.02.2025 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2024182-e-20258-k-sayili-karari