Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/166 E., 2025/396 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 25.06.2025 tarihli, 2024/166 E., 2025/396 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/166 E., 2025/396 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
SAYISI : 2022/198 E., 2022/291 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 02.03.2022 tarihli ve
2021/12704 Esas, 2022/2860 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki rücuan tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın davalılar ... ve ... yönünden reddine, davalı ... İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. yönünden kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davacı ... vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı ... vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı ... (Kurum/SGK) vekili; Kurum sigortalılarından dava dışı ...’ın davalı şirkete ait işyerinde 16.06.2014 tarihinde çatıdan düşmek suretiyle geçirdiği iş kazasında vefat etmesi nedeniyle hak sahiplerine ilk peşin sermaye değerli toplam 132.419,74 TL gelir bağlandığını ve cenaze gideri ödendiğini, Kurum inceleme raporunda olayın iş kazası olduğu ve davalı şirketin kusurunun bulunduğu yönünde tespit yapıldığını, bu nedenle Kurum zararının tazmini gerektiğini, iş kazası nedeniyle açılan ceza davasının derdest olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 20.000,00 TL’nin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1.Davalılar ... Tecrit Uygulama Merkezi İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. (... Ltd. Şti.) ve ... vekili; şirketin tek hissedarı ve genel müdürü olan müvekkili ... yönünden davanın husumetten reddi ile dava dışı müteveffanın şirket çalışanı olması sebebiyle davanın sadece şirkete yöneltilmesi gerektiğini, ceza davasında alınan kusur raporunda da müvekkili ...’na atfedilecek kusur bulunmadığının belirtildiğini, müvekkili şirketin ise gerçekleşen iş kazasında kusurunun bulunmadığını, kazanın işyerinin hazırlığı aşamasında gerçekleştiğini, müteveffaya şirket çalışanı olarak tüm iş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinin verildiğini, iş güvenliği konusunda şirket tarafından tüm yükümlülüklerin yerine getirildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
2. Davalı ... vekili; olay tarihinde müvekkilinin davalı şirket çalışanı olduğunu, davalı şirket ile dava dışı ... Site Yönetimi arasında çatı onarımı ve mantolama konusunda sözleşme yapıldığını, müvekkilinin yapılacak iş ile ilgili malzeme temini ve kullanımıyla ilgilenen kişi olduğunu, inşaat mühendisi ve inşaat sorumlusu da olmadığını, yasal düzenlemeler gereği müvekkilinin şantiye şefi olarak çalıştırılması mümkün bulunmadığı gibi sorumlu tutulmasının da söz konusu olmayacağını, her ne kadar ceza dosyasında müvekkilinin şirket ortağı ve şantiye şefi olduğunun kabulü ile cezalandırılmasına karar verilmişse de hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmek suretiyle temyiz haklarının ortadan kaldırıldığını, hukuk hâkiminin ceza mahkemesi kararı ile bağlı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 21.11.2019 tarihli ve 2016/912 Esas, 2019/312 Karar sayılı kararı ile; dinlenen tanıkların davalı ...'den emir ve talimat aldıklarını belirtmiş olmalarına rağmen tanık ...'ın beyanı bütün olarak değerlendirildiğinde emir ve talimatların ...'ndan alındığının anlaşıldığı, davalı ...'ün ceza davasında şantiye şefi olduğu yönündeki beyanı ile yapılan yargılama sonunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip yargılanmanın yenilenmesi isteğinin de reddedildiği, bu kararın kesinleşmiş mahkumiyet kararının hukuk mahkemesine etkisi anlamında bağlayıcılığı bulunmadığı, bu itibarla sübut ve kusura ilişkin yeniden araştırma ve inceleme yapılması gerektiği, tanık anlatımları da değerlendirilerek davalı ...’ün işveren vekili olmadığı kanaatine ulaşıldığı, 22.09.2017 tarihli bilirkişi heyetinin davalı şirketin % 80 oranında kusurlu olduğuna ilişkin tespitinin Kurum tarafından düzenlenen raporla da uyumlu olması nedeniyle bu rapora itibar edildiği, davalılar ... ve ...'nın ise kusurlarının bulunmadığı, 21.02.2018 tarihli hesap raporunun hükme esas alındığı gerekçesiyle davalı ... ve ... aleyhine açılan davanın reddine, davalı ... Ltd. Şti. aleyhine açılan davanın kabulü ile 105.935,79 TL'nin gelirin tahsis onay tarihinden, 411,20 TL'nin ise ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı şirketten tahsiline karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı Kurum vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 14.10.2021 tarihli ve 2020/508 Esas, 2021/1639 Karar sayılı kararı ile; İlk Derece Mahkemesince verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle davacı Kurum vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı Kurum vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin ilâm başlığında tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "..Dava, 16.6.2014 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahiplerine bağlanan peşin sermaye değerli gelir ve cenaze gideri nedeniyle uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesi istemine ilişkin olup, davanın yasal dayanağı, olay tarihinde yürürlükte bulunan 5510 sayılı Kanunun 21. maddesidir.
Bu maddede sorumluluk ancak zararlandırıcı sigorta olayının meydana gelmesinde kusurun varlığı halinde mümkündür. Rücu edilebilecek tarafların kusur oran ve aidiyeti ise, zararlandırıcı sigorta olayının ne şekilde oluştuğunun, dosya içeriğindeki tüm delillere göre kabul edilen maddi olgular doğrultusunda, konusunda uzman sayılan kişilerden oluşturulacak bilirkişi heyetinden, aynı olay nedeniyle daha önce açılmış ve kesinleşmiş tazminat ve ceza dosyaları varsa, bu dosyalardaki kusur raporları ile çelişki oluşturmayacak şekilde hazırlanmış bir raporla tespit edilecektir. Maddi olguyu tespit ederken, Borçlar Kanununun 53 üncü maddesi uyarınca (TBK madde 74.) hukuk hakimi, ceza davasında alınmış kusur raporu ile bağlı olmayıp, kesinleşmiş ceza ilamıyla saptanmış maddi olgularla bağlı olduğu dikkate alınmalı, sigortalı veya hak sahipleri tarafından tazmin sorumluları aleyhine açılan tazminat davalarında alınan kusur tespitine ilişkin bilirkişi raporunun, rücu davasında bağlayıcı nitelikte değilse de güçlü delil niteliğinde bulunduğu hususu gözetilmelidir.
Dava kapsamında dava konusu işkazası ile ilgili görülen ceza davasında işveren şirketin ortağı ...’nın kusurlu görülmediğinden beraat ettiği, şantiye şefi olarak sorumlu tutulan ...’ ün asli kusurlu bulunduğu, hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı ve kararın kesinleştiği, eldeki davada aldırılan 19.3.2017 tarihli bilirkişi raporunda davalı işveren şirketin %75 oranında, ölen sigortalının %20 oranında, işi sevk ve idare eden olarak tanımlanan ...’ün %5 oranında, davalı ...'nın kusurunun olmadığının belirtildiği, kusur raporuna itirazlar üzerine alınan 22.9.2017 tarihli kusur raporunda ise; davalı işveren şirketin %80 kusurlu olduğu bu kusur oranı içinde olmakla %5 oranında işveren vekili olarak tanımlanan ...’ün kusurlu olduğunun belirtildiği, Mahkemece davalı ...’ün işveren vekilliği sıfatının kabul edilmeyerek davanın sadece işveren şirket hakkında kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece davalı ... hakkında verilen red kararı yerinde ise de davalı ... hakkında verilen karar hatalı değerlendirmeye dayalıdır.
Davalı ...’ün davalı işveren şirketin çalışanı olduğu, işçilerin temini ve işyerinde yönlendirilmeleri ile ilgili görevinin olması ve çalışma ile ilgili tüm talimatların davalı ... tarafından verilmesi karşısında davalının işyeri sorumlusu olduğu değerlendirilerek yeniden bu kapsamda davalı ...’a ait tüm işyeri kayıt ve bilgileri getirtilerek, ceza dosyası ve eldeki dosyada bulunan dellilerin ışığında, kusur oran ve aidiyetlerinin yeniden belirlenmesi ile varılacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Mahkemece yukarıda belirtilen fiili ve hukuki durumlar dikkate alınmaksızın eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin ilâm başlığında tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle davalı ... hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmünün olmadığı, ayrıca dinlenen tanıkların davalı ...'ün malzeme eksiği olduğunda işyerine malzeme getirdiğini, kazanın olduğu şantiyede ...isimli teknik elemanın malzeme eksiklerini patrona bildirdiğini ifade etmelerinin yanı sıra taraf tanıklarının işleri şirket sahibi ...'nın babası ...'nın kontrol ettiğini, ... ile muhatap olduklarını, davalının malzeme getirip götürdüğünü beyan etmeleri karşısında davalı ...'ün bozma kararında belirtildiği şekilde işçi temin ettiği, işçileri yönlendirdiği, çalışma ile ilgili tüm talimatların bu davalıdan alındığı yönünde bir kanıtın dosyada bulunmadığı gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı Kurum vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı Kurum vekili, hakkında ret kararı verilen davalıların kusurlu olduğunu, bozma sonrası bilirkişi raporu alınmaksızın direnme kararı verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek resen gözetilecek nedenlerle de kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; rücuan tazminat talebiyle açılan eldeki davada, davalı ... yönünden 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2. maddesi gereğince işveren vekili olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin hatalı değerlendirmeye dayanıp dayanmadığı, dosya kapsamı itibarıyla davalı ...’ün işyeri sorumlusu olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalı ...’e ait tüm işyeri kayıt ve belgeleri getirtilerek tüm deliller ışığında iş kazasındaki kusur oranlarının ve aidiyetlerinin yeniden belirlenmesi suretiyle oluşacak sonuca göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1.5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) 12 ve 21. maddeleri.
2.6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 74. maddesi.
2. Değerlendirme
1. Öncelikle konuya ilişkin mevzuattaki düzenlemeler ve kavramlar üzerinde kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır.
2. İş kazası geçiren sigortalı Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucuları tarafından tedavi altına alınmakta, sağlığına kavuşması için gerekli tüm tıbbi yardımlar sağlanmakla birlikte çalışamaması nedeniyle gelir kaybına uğramaktadır. Bu kaybın telafisi için Kurum tarafından sigortalıya geçici iş göremezlik ödeneği ödenmektedir. Geçici iş göremezlik ödeneğine ilişkin hükümlere 5510 sayılı Kanun'un 18. maddesinde yer verilmiştir.
3. İş kazasına uğrayan sigortalı tedavi sonucunda tamamen sağlığına kavuşarak yeniden çalışma gücünü kazanabileceği gibi meslekte kazanma gücünü tamamen ya da kısmen yitirmesi de söz konusu olabilir. Sigortalı geçirdiği iş kazası nedeniyle meslekte kazanma gücünü tamamen yitirmiş başka bir deyişle sürekli iş göremez hâle girmiş ya da çalışmasını sürdürmekle birlikte meslekte kazanma gücünü kısmen kaybetmiş olabilir. 5510 sayılı Kanun'un 19. maddesinde Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurulları tarafından verilen raporlara istinaden Kurum sağlık kurulunca meslekte kazanma gücü en az %10 oranında azalmış bulunduğu tespit edilen sigortalının sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanacağı hükme bağlanmıştır.
4. Ancak sigortalı geçirdiği iş kazası sonucunda hayatını kaybetmiş de olabilir. Bu durumda 5510 sayılı Kanun'un 37. maddesinin 3. fıkrasına göre hak sahiplerine Kurum Yönetim Kurulunca belirlenip Bakan tarafından onaylanan tarife üzerinden cenaze ödeneği ödenir. Yine iş kazasında vefat eden sigortalının hak sahiplerine 5510 sayılı Kanun'un 20. maddesi uyarınca Kurum tarafından ölüm geliri bağlanmakta olup sigortalının ölümü sebebiyle ölüm geliri bağlanmış olan kız çocuklarının evlenmeleri ve talepte bulunmaları hâlinde ise 5510 sayılı Kanun'un 37. maddesine göre bir defaya mahsus olmak üzere gelirlerin iki yıllık tutarı kadar evlenme ödeneği verilmesi sözkonusu olmaktadır.
5. Bununla birlikte Kuruma sigortalı için yaptığı her türlü gider ve ödemeleri, onun zarara uğramasına neden olanlardan geri isteyebilme (rücu) hakkı tanınmıştır. Bu yolla Kurum, bir yandan sigortalıya yardım yapma ödevi dolayısıyla malvarlığında meydana gelen eksilmeyi kısmen veya tamamen giderme olanağına kavuşmuş olacak, öte yandan (ve daha önemlisi) zararı ödemek durumunda kalan kişiler (işveren veya üçüncü kişiler) bundan böyle sigortalının sağlık ve can güvenliğini koruma hususunda özen göstereceklerdir. Ayrıca rücu kurumunun işçinin sağlığını ve can güvenliğini koruma hususunda işverenler ve üçüncü kişiler üzerinde hem yaptırım hem de caydırıcı özelliği olduğundan söz edilir (Aziz Can Tuncay, Ömer Ekmekçi, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, İstanbul, 2012, Yenilenmiş 15. Baskı, s.334).
6. Kurumun sigortalıya ya da hak sahiplerine bağladığı gelir ve yaptığı ödemelere ilişkin rücu hakkına ilişkin düzenlemeler 5510 sayılı Kanun'un 21. maddesinde yer almaktadır. 5510 sayılı Kanun'un 21. maddesine göre;
"İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir. İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.
İş kazasının, 13 üncü maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sürede işveren tarafından Kuruma bildirilmemesi halinde, bildirim tarihine kadar geçen süre için sigortalıya ödenecek geçici iş göremezlik ödeneği, Kurumca işverenden tahsil edilir.
Çalışma mevzuatında sağlık raporu alınması gerektiği belirtilen işlerde, böyle bir rapora dayanılmaksızın veya eldeki rapora aykırı olarak bünyece elverişli olmadığı işte çalıştırılan sigortalının, bu işe girmeden önce var olduğu tespit edilen veya bünyece elverişli olmadığı işte çalıştırılması sonucu meydana gelen hastalığı nedeniyle, Kurumca sigortalıya ödenen geçici iş göremezlik ödeneği işverene ödettirilir.
İş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edilir....".
7. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 21. maddesinin ilk üç fıkrasında Kurumun işverene rücu hakkına ilişkin hükümlere yer verilmiş, maddenin 4. fıkrasında ise Kuruma kusuru ile iş kazasının meydana gelmesine neden olan üçüncü kişiye rücu hakkı tanınmıştır. Ancak rücu davalarında işveren veya üçüncü kişinin sorumluluk esasları farklı olup 5510 sayılı Kanun'un 21. maddesine göre rücu alacağından sorumluluk belirlenirken kural olarak işveren yönünden 1. fıkraya göre gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri ile yargılamada yöntemince hesaplanacak gerçek (maddi) zarar karşılaştırması yapılıp düşük (az) olan tutar esas alınmalı, üçüncü kişi bakımından ise 4. fıkra gereğince gerçek zarar gözetilmeksizin gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı benimsenmeli ve bunlara kusur oranları uygulanmalıdır.
8. Gelinen bu noktada belirtilmelidir ki, Kurum tarafından iş kazası geçiren sigortalıya yapılan sosyal sigorta yardımlarının kendisinden rücu yoluyla tahsilinin Kanun tarafından öngörüldüğü işverenin işçiyi gözetme borcu kapsamında işyerinde gerekli iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alması gerekmekte olup ayrıca mevzuatta öngörülmemiş olsa dahi bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı diğer iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerini de yerine getirmesi zorunludur. Bilim, teknik ve örgütlenme düşüncesi yönünden alınabilme olanağı bulunan, yapılacak gider ve emek ne olursa olsun bilimin, tekniğin ve örgütlenme düşüncesinin en yeni verileri göz önünde tutulduğunda işçi sakatlanmayacak, hastalanmayacak ve ölmeyecek ya da bu kötü sonuçlar daha da azalacaksa her önlem işverenin koruma önlemi alma borcu içine girer.
9. Bu önlemler konusunda işveren işyerini yeni açması nedeniyle tecrübesizliğini, bilimsel ve teknik gelişmeler yönünden bilgisizliğini, ekonomik durumunun zayıflığını, benzer işyerlerinde bu iş güvenliği önlemlerinin alınmadığını savunarak sorumluluktan kurtulamaz. Gerçekten, çalışma hayatında süregelen kötü alışkanlık ve geleneklerin varlığı işverenin önlem alma borcunu etkilemez. İşverenlerce, iş güvenliği açısından yaşamsal önem taşıyan araç ve gereçlerin işçiler tarafından kullanılması sağlandığında, kaza olasılığının tamamen ortadan kalkabileceği de tartışmasız bir gerçektir. Bu açıklamalara göre iş kazasının oluşumuna etki eden kusur oranlarının saptanmasına yönelik olarak yapılan incelemede, ihlal edilen mevzuat hükümleri, zararlı sonuçların önlenmesi için koşulların taraflara yüklediği özen ve dikkat yükümüne aykırı davranışın doğurduğu sonuçlar, ayrıntılı olarak irdelenip kusur aidiyet ve oranları gerekçeleriyle ortaya konulmalıdır.
10. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 20.06.2019 tarihli ve 2017/10-2359 Esas, 2019/749 Karar, 04.11.2021 tarihli ve 2018/(21)10-369 Esas, 2021/1348 Karar ile 15.06.2022 tarihli ve 2019/10-111 Esas, 2022/948 Karar sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
11. Yeri gelmişken işveren vekili kavramına kısaca değinilmelidir. 5510 sayılı Kanun'un 12. maddesinin 2. fıkrası uyarınca işveren adına ve hesabına, işin veya görülen hizmetin bütününün yönetim görevini yapan kimse, işveren vekilidir. Sözü edilen maddenin 2. fıkrasının son cümlesinde ise bu Kanun'da geçen işveren deyiminin işveren vekilini de kapsayacağı belirtilmiştir. Bu hükümden anlaşılacağı üzere işveren vekili, 5510 sayılı Kanun'da belirtilen yükümlülüklerden dolayı işveren ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.
12. İşyerinde işveren adına ve hesabına işin bütününü yönetme, 5510 sayılı Kanun açısından işveren vekilliğinin ayırıcı özelliğini oluşturur. Bu nedenle işyerinin bütününü yönetmek yetkisine sahip olmayanlar 5510 sayılı Kanun anlamında işveren vekili olarak kabul edilmezler. Bunun sonucu olarak İş Kanunu anlamında işveren vekili olup işin ve işyerinin bir kesiminde yönetim görevi alanlar (örneğin şef, ustabaşı, personel müdürü, işyeri amiri vb) işin bütününü yönetmediklerinden 5510 sayılı Kanun açısından işveren vekili sıfatını kazanamazlar (Ali Güzel, Ali Rıza Okur, Nurşen Caniklioğlu, Sosyal Güvenlik Hukuku, İstanbul, Yenilenmiş 14. Baskı, 2012, s.223).
13. Son olarak ceza davasında belirlenen kusur durumunun hukuk mahkemesindeki davaya etkisi ile hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu ile ilgili düzenlemeler üzerinde durulmalıdır.
14. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” başlıklı 231. maddesinde sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan cezanın, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası olması durumunda mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği belirtilmiş olup maddeye göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder. CMK'nın 231. maddesinin devam eden fıkralarında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için gerekli şartların neler olduğu düzenlenmiştir.
15. Ceza hukukunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması, tıpkı seçenek yaptırıma çevirme ve erteleme kurumlarında olduğu gibi hükmün ve cezanın bireyselleştirilmesine ilişkin kurumlardan birisidir. Özellikle ilk defa suç işleyen kimselerin hemen cezalandırılmasını ceza adaleti ile güdülen amaca uygun görmeyen kanun koyucu, verilecek cezanın bireyselleştirilmesinde olduğu gibi kurulan hükmün açıklanıp açıklanmayacağı konusunda da hâkime takdir yetkisi vermeyi uygun görmüştür. Böylece hâkimin yetkisi arttırılarak bir şansa daha ihtiyacı olan sanıkların durumlarının hâkim tarafından bir daha değerlendirilmesi imkânı getirilmiştir.
16. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 tarihli ve 2009/4-13 Esas, 2009/12 Karar ile 06.04.2010 tarihli ve 2010/2-76 Esas, 2010/77 Karar sayılı kararlarında da sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının CMK'nın 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturduğu, müessesenin yargılama kanununda düzenlenmiş bulunmasının kurumun karma niteliğini değiştirmeyeceği vurgulanmıştır.
17. Öte yandan yargılama sistemimizde temyiz yolu yalnızca hükümler bakımından kabul edilmiş olup CMK'nın 223. maddesinde sınırlı olarak sayılan ve mahkûmiyet, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, güvenlik tedbirine , davanın reddi ve düşme kararları olarak belirtilen hüküm çeşitleri arasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları yer almadığından bu kararlar hüküm niteliğinde değildir.
18. Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Kanun'un " Ceza hukuku ile ilişkisinde" başlıklı 74. maddesinde;
"Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz." hükmü bulunmakta olup bu hükümden de anlaşılacağı üzere hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.
19. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74. maddesinde ifadesini bulan bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.
20. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74. maddesindeki açık hüküm karşısında ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet bağı gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.
21. Hemen belirtilmelidir ki hukuk hâkiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarında ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.1.1975 tarihli ve 1971/406 Esas, 1975/1 Karar ile 23.1.1985 tarihli ve 1983/10-372 Esas, 1985/21 Karar sayılı kararları).
22. Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini bağlamasına, 6098 sayılı Kanun'un 74. maddesi bir engel oluşturmaz.
23. Yargıtayın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.06.2022 tarihli ve 2019/10-111 Esas, 2022/948 Karar ile 15.12.2022 tarihli ve 2021/10-292 Esas, 2022/1759 Karar sayılı kararları).
24. Somut olayda davalı şirkete ait işyerinde ısı yalıtım ve çatı aktarma işinde çalışmakta iken 16.06.2014 tarihinde sekizinci kattan düşerek hayatını kaybeden dava dışı sigortalının hak sahiplerine bağlanan ilk peşin sermaye değerli gelir ile yapılan cenaze yardımının rücuan tahsili istemiyle açılan eldeki davada, İlk Derece Mahkemesince alınan 19.03.2017 tarihli bilirkişi kurulu raporunda davalı şirketin % 75, dava dışı sigortalının % 20, işi sevk ve idare eden olarak ifade edilen davalı ...'ün % 5 oranında kusurlu olduğunun belirtildiği, bu rapora itiraz edilmesi üzerine alınan 22.09.2017 tarihli ikinci bilirkişi kurulu raporunda ise davalı şirketin % 80, dava dışı sigortalının % 20 oranında kusurlarının bulunduğu, işveren vekili olarak değerlendirilen davalı ...'ün % 5 oranındaki kusurunun davalı şirketin kusurunun içinde değerlendirildiği yönünde tespit yapıldığı, Kurum müfettiş yardımcısı tarafından düzenlenen 18.02.2015 tarihli inceleme raporunda da davalı şirketin % 80, dava dışı sigortalının % 20 oranında kusurlu olduğu şeklinde görüş bildirildiği görülmüştür.
25. Öte yandan taksirle ölüme neden olmak suçundan yapılan soruşturmada tanzim edilen 11.03.2015 tarihli raporda şirket müdürü ... ile şirket yöneticisi ...'ün işin yürütümü ve koordinasyonu ile ilgili görevleri birlikte yürütmeleri nedeniyle asli, dava dışı sigortalının ise tali kusurlu olduğu; ceza davasında alınan 15.11.2015 tarihli raporda ise şirket müdürü ...'nın kusursuz, inşaat işinde yapılan çalışmaların sevk ve idaresinde yürütüldüğü ve şantiye şefi olduğu belirtilen davalı ...'ün asli, sigortalının da tali kusurlu olduğu şeklinde tespit yapıldığı, Ankara Batı 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 31.05.2016 tarihli ve 2015/289 Esas, 2016/570 Karar sayılı kararı ile idari işler dışında sorumluluğu bulunmadığı değerlendirilen davalı ...'nın beraatine, davalı ...'ün davalı şirket ortağı olmasının yanı sıra şantiye şefi olması sebebiyle iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması noktasında kusur ve sorumluluğunun bulunduğu gerekçesiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 85/1 ve 62/1. maddeleri uyarınca sonuçta 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, kararın itiraz edilmeksizin 27.06.2016 tarihinde kesinleştiği; eldeki davada İlk Derece Mahkemesince davalı ...'ün işveren vekilliği sıfatı kabul edilmeyerek davanın sadece davalı şirket hakkında kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.
26. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; tüm dosya kapsamına göre davalı ...'ün davalı işveren şirketin çalışanı olması, işçilerin temini ve işyerinde yönlendirmeleri ile ilgili görevinin bulunması ve çalışma ile ilgili talimatların bu davalı tarafından verilmesi karşısında davalı ...'ün işveren vekili olduğu değerlendirilerek davalı ...'e ait işyeri kayıt ve bilgileri getirtilerek ceza dosyası ile eldeki davada yer alan deliller kapsamında kusur oran ve aidiyetleri yeniden belirlenerek varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
27. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davacı Kurum vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Dosyanın HMK' nın 373 maddesinin 1. fıkrası uyarınca kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
25.06.2025 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi