ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/164 E., 2024/313 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/164 E., 2024/313 K. sayılı kararı
2 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 06.06.2024 tarihli, 2024/164 E., 2024/313 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2024/164 E., 2024/313 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2022/168 E., 2023/273 K.

KARAR : Davanın kabulüne

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 11.04.2013 tarihli ve

2012/6039 Esas, 2013/5297 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı Güneş Sigorta A.Ş vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı Güneş Sigorta A.Ş vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalıların işleteni, sürücüsü ve trafik sigortacısı olduğu aracın neden olduğu 14.02.2003 tarihli kaza sonucunda müvekkilinin yaralanarak iş gücü kaybına uğradığını, trafik kaza tespit tutanağından anlaşılacağı üzere müvekkilinin kusurunun bulunmadığını, davalı ...'in kaygan yolda sürat yaparak kaldırımda bulunan davacıya çarptığını ve olayda asli kusurlu olduğunu, müvekkilinin tedavi süresince yardımcı gideri ile tedavi masrafları ödemek zorunda kaldığını ileri sürerek davalı ... poliçe limiti ile sorumlu olmak üzere 5.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 15.000,00 TL tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 03.06.2010 harç tarihli ıslah dilekçesiyle maddi tazminat talebini 38,490,48 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı Cevabı

5. Davalı Al Turizm Ltd. Şti. ile davalı ... vekili; kazanın meydana gelmesinde davacının da kusurunun bulunduğunu, maddi tazminata konu edilen nedenlerin açıklanmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı Güneş Sigorta A.Ş. vekili; müvekkilinin poliçe limiti ile sınırlı olarak sorumlu olduğunu, davanın açılmasına sebebiyet vermediklerini belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin Kararı

7. İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.12.2011 tarihli ve 2004/75 Esas, 2011/405 Karar sayılı kararı ile; davacının meydana gelen trafik kazası nedeniyle yaralandığı, Adli Tıp Kurumu raporunda % E cetveline göre % 4 oranında meslekten kazanma gücünü kaybettiğinin belirlendiğini, bilirkişi raporu ile maddi zararının 38.490,48 TL olarak hesaplandığı, ıslah talebine karşı zamanaşımı savunmasında bulunulduğu, ancak olayda ceza zamanaşımı ve davacının maluliyet durumunun tespit edildiği tarih ile zararın öğrenildiği hususu dikkate alındığında zamanaşımı savunmasına itibar etmenin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile 38.490,48 TL maddi tazminatın davalılar ... ile Al Turizm Limited Şirketi için olay tarihinden, davalı ... için dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte poliçe limiti ile sınırlı olmak kaydı ile ve tahsilde tekerrür olmamak üzere, 7.000,00 TL manevi tazminatın ise davalılar ... ve Al Turizm Ltd. Şti'den olay tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.

Özel Dairenin Bozma Kararı

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Güneş Sigorta A.Ş. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

9. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 11.04.2013 tarihli ve 2012/6039 Esas, 2013/5297 Karar sayılı kararı ile;

“…Davacı 14.02.2003 tarihinde meydana gelen kazada yaralanmış olup, en son Gülhane Askeri Tıp Akademisi tarafından düzenlenen 24.09.2003 tarihli rapora göre bir yıl süre ile denizin kara teşkilatında görev yapmasının uygun olduğu belirtilmiştir. Bu tarihten sonra davacının tedavi gördüğüne ilişkin bir belge ya da sağlık raporu bulunmamaktadır. Mahkemece davacının işgücü kaybının belirlenmesi için Adli Tıp Kurumundan rapor alınmış, 19.06.2009 tarihli raporda tibia fibula orta diafizinde kırık nedeniyle davacının % 4 oranında sürekli işgücü kaybına uğradığı belirlenmiştir. O halde önemli olan husus davacının maluliyeti ile ilgili gelişen bir durum olup olmadığıdır. Gelişen durum, meydana gelen zararın tam olarak belli olmaması ve zaman içinde artmasını ifade eden bir hukuki terimdir. Somut uyuşmazlık yönünden davacının 2003 yılında gördüğü tedaviden sonra Adli Tıp Kurumundan rapor alındığı tarihe kadar geçen süre içinde gelişen durumunun varlığı kanıtlanamamış, Adli Tıp Kurumu tarafından böyle bir tespit yapılmamıştır. Bu durumda olay tarihi olan 14.02.2003 tarihinden itibaren ıslahın yapıldığı 03.06.2010 tarihine kadar BK'nin 60, Karayolları Trafik Kanunu'nun 109 ve TCK'nın 102. maddelerine göre (5) yıllık uzamış ceza zamanaşımı geçmiş olduğundan Islah talebi ile ilgili olarak süresi içinde yapılan zamanaşımı itirazının kabul edilerek, ıslahla istenen kısım yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın kabulü doğru olmamıştır…” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Direnme Kararı

10. İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.10.2014 tarihli ve 2014/144 Esas, 2014/318 Karar sayılı kararı ile; davacı tarafından yapılan 03.06.2010 tarihli ıslahın uzamış ceza zamanaşımı süresi dolduktan sonra yapıldığı, ancak davacının kaza nedeniyle birçok kez doktora başvurduğu, kontrol günü verilerek raporlar düzenlendiği, yargılama aşamasında davacının Adli Tıp Kurumuna sevk edildiği, zararın tüm sonuçları ile kesin durumunun 19.06.2009 tarihli Adli Tıp raporu ile tespit edildiği, raporun davacı vekilince 17.11.2009 tarihinde öğrenildiği, rapor tarihinin zararı öğrenme tarihi olarak kabul edilmesi gerektiği, 03.06.2010 tarihli ıslahın iki yıllık süre içerisinde yapıldığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

11. Direnme kararı süresi içinde davalı Güneş Sigorta A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

12. Hukuk Genel Kurulunun 14.05.2019 tarihli ve 2018/17-25 Esas, 2019/559 Karar sayılı kararı ile;

“…Somut uyuşmazlıkta; İstanbul Ticaret Odası verilerine göre Al Turizm Ltd. Şti.’nin 12.02.2007 tarihinde unvan değişikliği ile ticaret unvanının Al Turizm Prodüksiyon Hizmetleri Ltd. Şti. olarak değiştiği ve 25.07.2011 tarihinde ise tasfiye sürecine girerek Özel Daire bozma kararından önce 31.08.2012 tarihinde ticaret sicilinden terkin edildiği anlaşılmaktadır. Tüzel kişinin, tüzel kişiliğinin sona ermesi hâlinde, o tüzel kişinin taraf (husumet) ehliyeti de sona erer.

Limited şirketlerin tasfiyesinde, dava tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 552. maddesi yollaması ile TTK’nın 441-450. maddelerinde düzenlenen anonim şirketlerin tasfiyesine ilişkin hükümler uygulanır.

Limited şirketin tüzel kişiliği ticaret sicilinden silinmesi (terkini) ile sona erer. Tüzel kişiliğin sona ermesi için tasfiye işlemlerinin eksiksiz yapılmış olması gerekir. Şayet, tasfiye işlemleri gerektiği gibi tamamlanmamış ve tasfiyesi gereken hususlar eksik bırakılmışsa, tüzel kişilik ticaret sicilinden silinse bile limited şirketin tüzel kişiliğinin sona erdiğinin kabulü olanaksızdır. Öte yandan tüzel kişiliği sona eren davalı şirketin yeniden ihyası ile sicile kaydedilmesi hâlinde o tüzel kişi hakkında dava görülebilir.

Bu durumda, mahkemenin anılan şirketin ihyası için davacı tarafa, dava açmak üzere süre verilmesi, dava açıldıktan sonra, bu davanın sonucunun beklenilmesi, şirketin ihyasından sonra davaya dâhil edilmesi, bu şekilde taraf teşkilinin sağlanmasından sonra davacının talepleri hakkında bir karar verilmesi gerekmektedir. Yerel mahkemece usulüne uygun taraf teşkili sağlanmadan eksik inceleme ile infazı mümkün olmayacak şekilde karar verilmiştir.

Usulüne uygun taraf teşkilinin sağlanmadığı eldeki dava dosyasında yukarıda açıklanan prosedürün yerine getirilmemesi davalı Güneş Sigorta A.Ş. vekilinin temyiz incelenmesine usulen engel oluşturduğundan öncelikle mahkemece yukarıda açıklanan yasal prosedür tamamlanmalıdır.

Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır…” gerekçesiyle direnme kararının bozulmasına, bozma nedenine göre davalı Güneş Sigorta A.Ş. vekilinin temyiz isteminin şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

13. İstanbul 28. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.09.2023 tarihli ve 2022/168 Esas, 2023/273 Karar sayılı kararı ile; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına uyma kararı verilerek bozma ilâmı doğrultusunda davalı şirketin ihyası ile tasfiye memuru atanmasına ilişkin mahkeme kararının sicile tescil edildiği ve tasfiye memuruna tebligat yapıldığı, Hukuk Genel Kurulu kararında belirtilen usuli eksikliğin bu şekilde ikmal edildiği, Hukuk Genel Kurulunca direnme kararının esasına dair bir değerlendirme yapılmadığı, mahkemece verilen önceki direnme kararının yerinde olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

14. Direnme kararı davalı Güneş Sigorta A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

15. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, ıslah dilekçesi ile talep edilen maddi tazminat tutarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

16. Bilindiği üzere trafik kazaları bir haksız fiildir. Haksız fiil, kazanın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 41 inci maddesinde tanımlanmış, Kanun'un 60 ıncı maddesinde ise haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini istemiyle açacağı davaların zamanaşımı süreleri düzenlenmiştir.

17. Belirtilmelidir ki 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) konuya ilişkin 49 ve 72 nci maddeleri de aynı yönde düzenleme içermektedir. Anılan maddeler ile haksız fiillere uygulanacak üç zamanaşımı süresi belirlenmiştir. Bunlar, zarar görenin zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren başlayacak bir yıllık zamanaşımı; fiilin vukuundan itibaren işleyecek on yıllık zamanaşımı ve fiilin aynı zamanda ceza kanunlarında düzenlenmiş olması hâlinde uygulanacak olan ceza zamanaşımı süreleridir.

18. Haksız fiillerin bir kısmı, sadece hukuk açısından değil, ceza kanunları bakımından da sorumluluğu gerektirir; haksız fiilin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan ceza kovuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin kabul edilmesi mümkün değildir.

19. Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza kanunları gereğince bir suç teşkil ediyorsa ve ceza kanunları ya da ceza hükümlerini ihtiva eden sair kanunlar bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin etmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı süresine tabi olur. Nitekim bu husus 07.12.1955 tarihli ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır. Buna göre, anılan mevzuat uyarınca ceza zamanaşımı süresinin uygulanabilmesi için öncelikle zarar veren eylemin ceza kanunu veya ceza hükmü taşıyan özel kanunlarda suç olarak düzenlenmesi gerekli olup özel kanunlarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda BK'nın 60 ıncı (TBK'nın 72 nci) maddesinde öngörülen zamanaşımının uygulanması gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.10.2013 tarihli ve 2013/4-36 Esas, 2013/1457 Karar sayılı kararı).

20. Özel kanun niteliğinde olan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun (KTK) 109 uncu maddesinin ilk fıkrasında, yine bir haksız fiil niteliğindeki trafik kazalarından doğan tazminat taleplerinin tabi bulunacağı zamanaşımı süresi yönünden BK'nın 60 ıncı maddesindeki düzenlemeden farklı, özel bir hüküm getirilmiştir.

21. Karayolları Trafik Kanunu’nun “Zamanaşımı” başlıklı 109 uncu maddesi;

“...Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar.

Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.

Zamanaşımı, tazminat yükümlüsüne karşı kesilirse, sigortacıya karşı da kesilmiş olur.

Sigortacı bakımından kesilen zamanaşımı, tazminat yükümlüsü bakımından da kesilmiş sayılır.

Motorlu araç kazalarında tazminat yükümlülerinin birbirlerine karşı rücu hakları, kendi yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdikleri ve rücu edilecek kimseyi öğrendikleri günden başlayarak iki yılda zamanaşımına uğrar.

Diğer hususlarda, genel hükümler uygulanır” hükmünü içermektedir.

22. Buna göre madde ile BK’nın 60 ıncı maddesindeki bir yıllık zamanaşımı süresi, trafik kazasından kaynaklanan tazminat davaları yönünden iki yıl olarak düzenlenmiş olup, BK'nın 60 ıncı maddesi ile KTK'nın 109/II nci maddesi zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden birbiriyle uyumlu olmakla birlikte, zamanaşımı süresi yönünden birbirlerinden ayrılmaktadır.

23. Belirtilmelidir ki KTK'nın 109/2 nci maddesindeki düzenleme ile ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin tazminat talebiyle açılacak davalar için de geçerli olabilmesi, sadece eylemin ceza kanunlarına göre suç sayılması koşuluna bağlanmıştır. Zira sonuçta; haksız eylemin cezayı gerektiren bir fiil teşkil etmesi durumunda o fiil için öngörülen ceza zamanaşımı süresi hukuk yargılamasında da uygulanacaktır.

24. Yukarıdaki ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalıların işleteni, sürücüsü ve trafik sigortacısı olduğu aracın neden olduğu 14.02.2003 tarihli kaza sonucunda davacı sürekli iş gücü kaybına uğrayacak biçimde yaralanmış olup, kazada başkaca ölen ya da yaralanan bulunmamaktadır. Kaza tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'na göre zamanaşımı süresi beş yıldır. Davaya konu trafik kazası 14.02.2003 tarihinde meydana gelmiş, maddi tazminat istemini içeren dava, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak, kısmi dava biçiminde 12.03.2004 tarihinde açılmıştır. Yargılama sırasında davacı taraf, 03.06.2010 tarihli ıslah dilekçesiyle maddi tazminat talebini 38,490,48 TL’ye yükseltmiş; davalı Güneş Sigorta A.Ş. vekili tarafından yasal süresi içinde, ıslah edilen kısma ilişkin olarak zamanaşımı def'î ileri sürülmüştür. Davacının iş gücü kaybının belirlenmesi için Adli Tıp Kurumundan rapor alınmış, 19.06.2009 tarihli raporda orta diafizinde kırık nedeniyle davacının % 4 oranında sürekli iş gücü kaybına uğradığı belirlenmiştir. O hâlde önemli olan husus davacının maluliyeti ile ilgili gelişen bir durum olup olmadığıdır. Somut uyuşmazlık yönünden davacının 2003 yılında gördüğü tedaviden sonra Adli Tıp Kurumundan rapor alındığı tarihe kadar geçen süre içinde gelişen durumunun varlığı kanıtlanamamıştır.

25. Mahkemece, kaza nedeniyle oluşan bedensel zararın sebep olacağı maluliyet oranının belirlendiği tarihin, zararın öğrenilmesi kavramına bir etkisi olmadığı, bedensel zararın (yaralanmanın) gerçekleşmesi ve bu yaralanmayla ilgili tedavinin tamamlanması ile zararın kapsamının belli olduğunun kabul edilmesi gerektiği, kaza nedeniyle değişen ya da gelişen bir arızanın bulunmadığı, olay tarihi olan 14.02.2003 tarihinden itibaren ıslahın yapıldığı 03.06.2010 tarihine kadar davaya konu olay bakımından uygulanması gereken BK'nın 60 ıncı maddesindeki bir yıllık, KTK’nın 109 uncu maddesindeki iki yıllık ve TCK'nın 102 nci maddesindeki beş yıllık ceza zamanaşımı sürelerinin dolduğu, davalı Güneş Sigorta A.Ş. vekilinin süresinde zamanaşımı def'ini ileri sürdüğü gözetilerek, bu davalı yönünden ıslah edilen kısım için davacı talebinin reddine karar verilmesi gerekirken; hatalı gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

26. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; iş göremezlik oranının belirlendiği tarihten itibaren zamanaşımı süresi dolmadığından kararın onanması gerektiği görüşü; somut olayda ceza zamanaşımı süresinin yedi yıl altı ay olarak uygulanması gerektiği, bu nedenle direnme kararının değişik gerekçeyle onanması gerektiği görüşü, 29.05.2019 tarihli ve 2017/8 Esas, 2019/3 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararında kısmi davada ıslah ile arttırılan miktarlar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedileceğinin belirtildiği, bu içtihadı birleştirme kararının gerekçesinin yol gösterici olduğu, bu karara göre ıslah ek dava olmayıp dava dilekçesindeki miktarın düzeltilmesi mahiyetinde olduğu, bu nedenle zamanaşımının dava tarihinde ıslah ile arttırılan miktar için de kesildiğinin kabulünün gerektiği, ıslah edilen kısma ilişkin talebin zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddedilmesinin Anayasanın 36 ıncı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca hak ihlallerine sebebiyet vereceği, bu nedenle direnme kararının bu farklı değişik gerekçe ile onanması gerektiği görüşü ile ileri sürülmüş ise de; bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

27. O hâlde; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma ilâmına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

28. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı Güneş Sigorta A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1 inci maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 06.06.2024 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

"K A R Ş I O Y"

Değerli çoğunlukla aramızdaki uyuşmazlık konusu; trafik kazası sonucu yaralanan tarafından fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla açılan tazminat davasında, ıslah edilen kısım yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine ilişkindir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki dava açılmasının sonuçlarından en önemlisi, dava açılmasıyla birlikte zamanaşımının kesilmesidir (TBK md. 154/I-b. 2, TMK md. 714, 777/3).

Kısmi veya belirsiz alacak şeklinde açılan bir davada; davacının gerçekte, biri fazlaya ilişkin hak saklı tutularak istediği bir miktar alacak, diğeri ileride ıslah yoluyla miktar artırımına esas olmak üzere alacak miktarının tespit edilmesinden oluşan iki istemi söz konusudur. Dolayısıyla, bu tür davaların açılması ile birlikte bu istemlerin tümü açısından zamanaşımı kesilmiş olmaktadır.

Bununla birlikte; konunun daha iyi anlaşılması için alacağın ıslah edilen kısmı yönünden zamanaşımı sorununun Yargıtayca geçmişte ne şekilde çözülmeye çalışıldığına, uygulamanın hangi aşamalardan geçtiğine değinmekte yarar vardır.

Bilindiği üzere, yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı HUMK’ nun 87 nci maddesinde; “... Müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” hükmü yer almaktaydı. Bu amir hüküm nedeniyle, fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak kaydıyla açılan bir davanın yargılaması sırasında; davacının tazminat veya alacak tutarının tamamının belirlenmesi hâlinde, ancak ek dava açılmak suretiyle alacağın fazla olan kısmı istenebilmekteydi. Böyle bir durumda, ek dava ile istenilen kısmın zamanaşımına uğraması ve zamanaşımı def’inin ileri sürülmesi hâlinde, ek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmekteydi. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarih ve 1999/1 Esas, 1999/33 Karar sayılı kararıyla iptal edildi. İptalden sonra, ek dava yerine kısmi ıslah suretiyle dava konusu (müddeabih) artırılarak uygulamaya devam edildi. Ne var ki ıslah ile arttırılan kısım için sanki ortada bir ek dava varmış gibi zamanaşımı yönünden de iptal öncesi eski uygulamaya devam edilmiştir. Diğer bir anlatımla, ortada ek bir dava olmamasına karşın, maddi tazminat/alacak isteğinin ıslah yolu ile artırılması sanki yeni bir davaymış gibi kabul edilerek bu kez zamanaşımına ilişkin süreler yönünden ıslah tarihi esas alınmıştır (Örneğin; Yargıtay 4. HD’nin, 09/10/2008 tarih ve 2008/1009 Esas, 2008/11376 Karar, 14/12/2009 tarih ve 2009/2469 Esas, 2009/14096 Karar, 07/03/2011 tarih ve 2010/3617 Esas, 2011/2427 Karar sayılı kararları).

Öte yandan, Yargıtayca zamanaşımı konusunda ek dava açılmasının zorunlu olduğu dönemdeki (Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararı öncesindeki) uygulamaya devam edilmekle birlikte; bir süre, önceki uygulamalardan vazgeçilip alacağın ıslah ile arttırılması isteminin yeni bir dava niteliğinde olmadığı görüşü doğrultusunda, ıslah edilen kısım bakımından da asıl dava tarihi itibariyle zamanaşımının kesildiği kabul edilerek zamanaşımı savunmalarının (zamanaşımı def’ileri) ret edilmesi gerektiği yönünde kararlar verilmiştir (Örneğin; yine Yargıtay 4. HD.’nin 07/02/2013 tarih ve 2012/839 Esas, 2013/1958 Karar, 16/12/2014 tarih ve 2014/5780 Esas, 2014/17282 Karar, 13.05.2015 tarih ve 2014/8157 Esas, 2015/6129 Karar sayılı kararları). Ancak, hemen belirtmek gerekir ki daha sonra, alacağın ıslah ile arttırılması isteminin yeni bir dava niteliğinde olmadığına ilişkin görüşten vazgeçilip tekrar eski uygulamaya dönülerek alacağın ıslahla artırılan kısmı açısından zamanaşımının işlediği benimsemiştir (Örneğin; Yargıtay 4. HD.’nin, 10/12/2015 tarih ve 2014/15140 Esas, 2015/14478 Karar, 13/06/2016 tarih ve 2016/3774 Esas, 2016/7793 Karar, 14/06/2016 tarihli ve 2015/11319 Esas, 2016/7830 Karar, 07/07/2020 tarih, 2018/2375 Esas, 2020/2565 Karar, sayılı kararları).

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu uygulamasına gelindiğinde; bir çok kararda tam ıslah için ilk dava açılmakla alacağın tamamı için zamanaşımının kesildiği kabul edilirken aynı kararlarda kısmi ıslah bakımından zamanaşımının işlemeye devam edeceği belirtilmiştir (Örneğin, 17.10.2019 tarih, 2017/11-11, Esas, 2019/1071 Karar sayılı karar).

Görüldüğü üzere, ıslahla alacağın miktarının artırılmasına ilişkin konularda, Yargıtayca farklı uygulamalara gidildiği anlaşılmaktadır.

Islah ile ilgili Yargıtay uygulamalarından kısaca söz ettikten sonra, bu konuya ışık tutacağına ve uygulamaya yeni bir bakış açısı getirip yeni bir yön vereceğine inandığımız, 24.05.2019 tarihli ve 2017/8 Esas, 2019/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’na (YİBK) değinmekte yarar vardır. Davacının, dava dilekçesinde faiz talep etmekle birlikte, ıslah dilekçesinde faiz istememesi nedeniyle ıslah edilen kısım için de faize hükmedilip hükmedilemeyeceği içtihadı birleştirmeye konu olmuş, sonuçta; “... Bir miktar para alacağının faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesinin talep edildiği kısmî davada, dava konusu miktarın kısmî ıslahla faiz talebi belirtilmeksizin arttırılması hâlinde, arttırılan miktar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedilecektir.” şeklinde içtihatların birleştirilmesine karar verilmiştir. Faizle ilgili olan bu karar, zamanaşımı konusuyla doğrudan ilgili değilse de içtihadı birleştirme kararları; konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı, kararda belirtilen gerekçeleriyle yol gösterici nitelik taşırlar.

Bu YİBK’nda açıkça; ıslahın yeni bir dava olmadığı, dava dilekçesinde bir miktar para alacağının faiziyle birlikte istenmesi hâlinde, ıslah dilekçesinde faize yer verilmemiş olsa bile ıslahla artırılan alacak miktarı yönünde de faize hükmedileceği kararlaştırılmıştır.

Diğer yandan, zamanaşımı sorunu Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru konusu yapılmış; Mahkemece, “Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine” ilişkin kararlar verilmiştir. Söz konusu kararlarda; “... Somut olayda destekten yoksun kalma tazminatının ıslahla artırılan kısmının dava zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale teşkil ettiği açıktır” (G.D. Başvurusu, B.N. 2016/9312, K.T. 27.11.2019), “... Başvurucunun zamanaşımı süresi dolmadan önce talep edeceği tazminat tutarını gerekirse uzman görüşü de alarak yaklaşık olarak belirleyebileceği şeklindeki bir yorum ise davanın sonunda aleyhe hükmedilebilecek yargılama giderleri de dikkate alındığında adaletin iyi yönetimi ilkesiyle bağdaşmayacağı gibi böylesine bir kabul, Anayasa'nın 141. maddesinin son fıkrasında öngörülen "Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir." şeklindeki hüküm ile de bağdaşmamaktadır... Sonuç olarak başvurucunun açtığı ikinci davadan sonra artırdığı alacak talebinin zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin yorumun başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfet hedeflenen meşru amaçla karşılaştırıldığında külfetin orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır” (Ç.A. Başvurusu, B.N. 2019/430, K.T. 23.03.2023), “... Başvuruya konu olay değerlendirildiğinde başvurucunun ıslaha konu dava değerinin artırılan kısmı yönünden davanın zamanaşımından reddedilmesine ilişkin uygulamanın başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla karşılaştırıldığında orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır” (B.T. Başvurusu, B.N. 37411, K.T. 12.07.2023) şeklinde gerekçelere yer verildiği anlaşılmaktadır.

Bu konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) de taşınmış, Mahkeme; özetle, başvuranın ek dava yoluyla ilk talebini arttırma hakkının, olayın koşulları altında etkisiz bırakıldığını ve davacının bütün zararı bakımından tazminat talep edemediğini belirterek Sözleşme’nin (AİHS) 6/1 inci maddesi gereği mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (AİHM, Doğu/Türkiye, B.N. 16312/10, T. 27.04.2021).

Önemle belirtilmeli ki adalete erişim hakkı en temel haklardandır. Temel hak ve hürriyetler ise ancak yasayla kısıtlanabilir.

Fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak süresinde dava konusu edilen ve yargılamanın devamında alacak miktarının ıslahla artırılan kısmı için zamanaşımının yeniden hesaplanacağına yönelik bir yasal düzenleme de yoktur. TBK 154/2 nci maddesi gereği dava açılmakla zamanaşımının kesileceği hüküm altına alınmıştır. Yukarıda bahsedilen İçtihadı Birleştirme Kararında da alacak miktarının artırılmasıyla ilgili kısmi ıslahın yeni bir dava olmadığı açıkça belirtilmiş olmasına göre, en azından buradan yola çıkarak artık ıslahla artırılan alacak miktarı için dava açılmakla birlikte zamanaşımının kesilmediğinden bahsedilemez.

Ayrıca ıslahın; “... Tarafların yaptıkları usul işlemlerinde düşebilecekleri yanlışlıkları düzeltmeye, bırakabilecekleri eksiklikleri tamamlamaya ve böylece adaletli karar verebilmesini sağlamaya yönelik bir yol” olduğunu da unutmamak gerekir (Prof. Dr. Ejder Yılmaz, Islah, genişletilmiş 5 inci baskı, s. 48).

Bu durumda, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında aşağıdaki sonuçlara ulaşmak mümkündür.

1. Başlangıçta ıslah ile dava konusunun (müddeabihin) artırılması mümkün değilken, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile mümkün hâle gelmiştir.

2. Islah, yeni veya ek bir dava değil usulü bir hatanın düzeltilmesi veya eksikliğin tamamlanmasıdır.

3. Islah ile arttırılan kısmın bir ek dava olmadığı YİBK ile kabul edilmiştir.

4. Islah edilen kısım bakımından zamanaşımının devam edeceğine ilişkin yasal bir düzenleme yoktur.

5. Tam ıslah yapılması hâlinde yeni davanın zamanaşımına uğramayacağı kabul edilmişken, kısmi ıslahta zamanaşımı süresinin dolduğunun kabul edilmesi; açıklaması güç, çelişkili bir durumdur.

6. Islah edilen kısma ilişkin talebin zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddedilmesi başta Anayasanın 36 ncı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1 inci maddesinde belirtilen hak arama hürriyetini engellemekte, sonuçta hak ihlalleri doğmaktadır. Uygulamanın bu şekilde devam etmesi hâlinde de yeni hak ihlallerinin doğması kaçınılmaz olacaktır.

Yukarıda açıklanan sebeplerle; kısmi ıslahın, ıslah edilen miktar bakımından yeni bir dava olmadığı dikkate alınarak asıl davanın açılmasıyla zamanaşımının tüm alacak/tazminat bakımından kesildiğinin kabul edilmesi gerekir. Bu değişik gerekçeyle kararın onanması düşüncesinde olduğumuzdan, Sayın Çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyoruz.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2024164-e-2024313-k-sayili-karari