Hukuk Genel Kurulu’nun 2024/145 E., 2025/223 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.04.2025 tarihli, 2024/145 E., 2025/223 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/145 E., 2025/223 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 36. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2023/790 E., 2023/1515 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 24.11.2022 tarihli ve
2022/6257 Esas, 2022/8916 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki alacak, maddi ve manevi tazminat davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davacı ... yönünden taraf sıfatı olmadığından davanın reddine, diğer davacı yönünden davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince tarafların istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacılar vekilleri, müvekkili ... ile davalı arasında Hamzabeyli sınır kapısında faaliyet gösteren sosyal tesislerin işletilmesine ilişkin 22.07.2010 tarihli sözleşme bulunduğunu, diğer müvekkilin ise temlik alan olduğunu, müvekkili kiracının şartname çerçevesinde hem tadilata başlayıp hem de işyeri açma ve çalışma ruhsatı için başvuru yaptığını, ancak kiralananın yapı kullanım izin belgesinin bulunmaması nedeniyle işyeri açma ve çalışma ruhsatı alamadığından 2011 yılı Şubat ayında işyerindeki faaliyetini durdurup 09.03.2011 tarihli ihtarname ile de durumu davalıya bildirdiğini, davalı tarafça yapı kullanım izninin temini sağlanmadığından kiralananda ticari faaliyetin sürdürülemeyeceğinin anlaşılması üzerine faydalı masrafların tespiti için delil tespiti yaptırıldığını, davalı tarafından belirlenen ve bakiye borcun 65.134,92 TL olduğuna dair 04.03.2011 tarihli yazının kabul edilmemesi üzerine bu defa davalı tarafça 18.03.2011 tarihli ihtar ile kira sözleşmesinin tek taraflı olarak feshedildiğini, davalının haksız ve kötüniyetli davranışları nedeniyle müvekkilinin zarara uğratıldığını, bundan ayrı işyerinin gerçek anlamda hiç faaliyete geçirilememesi nedeniyle sözleşmenin sonlanacağı tarihe kadar elde edilmesi gereken kârdan da yoksun kalındığını ileri sürerek 289.155,98 TL maddi tazminatın, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL yoksun kalınan kâr ve 50.000,00 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 340.155,98 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacı ...'ne ödenmesine; davacılar arasındaki temlik sözleşmesi çerçevesinde ... lehine yoksun kalınan kâr da dahil hükmedilecek maddi ve manevi tazminatın 195.000,00 TL'lik kısmının dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacı temlik alacaklısına ödenmesine karar verilmesini talep etmişler ancak yargılama sırasında ıslah suretiyle yoksun kalınan kâr talebi yönünden dava değeri 103.654,84 TL olarak artırılmıştır.
II. CEVAP
Davalı vekili, müvekkilinin işyeri açma ve işletme izni alma taahhüdünün olmadığını, davacının dava dilekçesinde belirttiği ve kamu tarafından tutulan tutanakların hiçbirini müvekkiline bildirmediğini, müvekkilinin yapı kullanma izin belgesi ile projelerin davacıya verilmesi için başvuruda bulunabileceğini, davacının ortak kullanım bedeli ile elektrik bedelini ödemediğini ikrar ettiğini, müvekkilinin teminat mektubunu paraya çevirerek davacıdan olan 80.589,00 TL alacağını tahsil ettiğini, davacının temerrüde düşmesi nedeniyle davacı ile imzalanan alt işletme sözleşmesinin 18.03.2011 tarihinde müvekkili tarafından tek taraflı feshedildiğini, yapılan delil tespitine itiraz edildiğini, bu tutar ve taleplerin müvekkili tarafından kabul edilmediğini, 22 Temmuz 2010 tarihli sözleşme hükümlerine göre davacının eşya ve yatırım bedeli talebinin yerinde olmadığını, sözleşmenin 5.2 maddesine göre; davacının sözleşmenin sonunda işletmeyi devraldığı alanları yapılan ilavelerle birlikte bedelsiz ve bu sözleşmede belirtilen şartlara uygun olarak geri verileceğinin belirtildiğini, maddi ve manevi zararda müvekkilinin sorumluluğunun olmadığını, davacının kendi kusur ve ihmali ile sözleşmenin feshedilmesine sebebiyet verdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Edirne 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 04.04.2019 tarihli ve 2014/506 Esas, 2019/390 Karar sayılı kararıyla; asıl haktan ayrı yalnız başına başkasına devredilemeyen dava hakkının, alacağın temliki ile devredilmesi nedeniyle davacı ... yönünden davacı sıfatının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine; kiralanan yerin ruhsat alınmaya elverişli olup olmadığı ve ihale şartlarının kuracağı işletmeye uygun olup olmayacağı hususunda basiretli bir tacir gibi hareket etmeyen davacı şirketin yoksun kalınan kâr, manevi tazminat taleplerinin kabul edilemeyeceği gerekçesiyle temlik alan davacı ... yönünden bu taleplerin reddine, yoksun kalınan kâr talebi yönünden yapılan ıslahın tarihi itibariyle arabuluculuk şartını gerektirdiği ancak buna ilişkin belge sunulmadığından dikkate alınamayacağı, diğer yönlerden temlik alacaklısı davacı ...'ın hukuki yararının bulunduğu gerekçesiyle 151.080,83 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı ...'a verilmesine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuşlardır.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 23.05.2022 tarihli ve 2019/3637 Esas, 2022/1081 Karar sayılı kararıyla; İlk Derece Mahkemesince alınan bilirkişi raporuna göre davacı şirket tarafından dava konusu taşınmaza yapılan imalatlar, malzeme ve işçilik bedeli toplamının 151.080,83 TL olduğu, bu bedel yönünden davalının sebepsiz zenginleştiği, davacı şirketin somut uyuşmazlıktaki alacağın 195.000,00 TL'sini diğer davacıya temlik ettiği ve hükmedilen tazminat tutarı toplamının temlike konu alacağın altında kalması nedeniyle davacı ... yönünden davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, ıslah dilekçesi dikkate alınarak temlik alan davacı ... tarafından açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmesinin yerinde olduğu gerekçeleriyle taraf vekillerinin istinaf başvurularının ayrı ayrı reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuşlardır.
2. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla;
“...1)İstinaf incelemesinin nasıl yapılacağı, HMK' nın 341 ila 360. maddelerinde düzenlenmiştir.
Bölge adliye mahkemesinin ilgili dairesinin, ilk derece mahkemesinin gerekçe hatasını nasıl gidereceği hususu, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b/2. maddesinde; “Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında, duruşma yapılmadan karar verilir.” şeklinde düzenlenmiş,
Aynı Kanun'un 359/2. maddesinde; “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” hükmüne yer verilmiştir.
HMK'nın 359/2. maddesinde amaçlanan, özellikle infaza esas alınacak hüküm sonucunun şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde oluşturulmasıdır.
Bölge adliye mahkemeleri, ilk derece mahkemesinin hatasını HMK'nın 359.maddesine uygun şekilde yeniden karar vererek düzeltmek zorundadır. Bu hüküm karşısında bölge adliye mahkemelerinin gerekçeyi yada hükmü düzelterek onama yetkisi yoktur.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; ilk derece mahkemesince davacı ... yönünden alacağın diğer davacıya temlik edildiği gerekçesiyle aktif dava ehliyeti yokluğundan davanın reddine karar verilmiş iken; bölge adliye mahkemesince hükmedilen tazminat tutarı toplamının temlike konu alacağın altında kaldığından davanın reddine karar verilmek suretiyle esasen gerekçenin değiştirildiği; açıklananın emredici hükümler karşısında, bölge adliye mahkemesi tarafından ilk derece mahkemesinin kararını gerekçe hatası nedeni ile kaldırıp, uygun gerekçe ile yeniden esastan bir karar vermesi gerekirken, ilk derece mahkemesinin kararının sonucunun doğru olduğu gerekçesi ile davacı şirketin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş olması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
2)Bozma nedenine göre, taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; mahkemece alınan bilirkişi raporuna göre davacı ... tarafından dava konusu taşınmaza yapılan imalatlar, malzeme bedeli ve işçilik bedeli toplamının 151.080,83 TL olduğu, bu bedel yönünden davalının sebepsiz zenginleştiğinin kabulü gerektiği, her ne kadar taraflar arasındaki sözleşmenin 5/2. maddesine göre bahsi geçen işlerin kiraya verene bedelsiz geçeceğine ilişkin düzenleme mevcut ise de, bu maddenin dikkate alınmasının hakkaniyete aykırı olacağına dair İlk Derece Mahkemesince yapılan tespitin yerinde olduğu, davacı ... Şirketinin somut uyuşmazlıktaki alacağının 195.000,00 TL'sini diğer davacıya temlik etmesi ve hükmedilen tazminat tutarı toplamının temlike konu alacağın altında kalması nedeniyle davacı ... yönünden davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, ıslah dilekçesi de dikkate alınarak davacı temlik alan ... tarafından açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmesinin yerinde olduğu, İlk Derece Mahkemesiyle Daire gerekçesinin esas itibarıyla örtüştüğü, Dairece gerekçeye yapılan bir kısım ilavelerin gerekçenin değiştirilmesi değil güçlendirilmesi niteliğinde olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuşlardır.
B. Temyiz Sebepleri
1. Davacılar vekilleri; müvekkil... Kimya Limited Şirketi tarafından diğer müvekkile alacağın yalnızca 195.000,00 TL'sinin temlik edildiğini, dolayısıyla açılan davada aktif husumet ehliyetinin bulunduğunu, yapı kullanma izin belgesinin alt işletmeci müvekkil şirket tarafından temin edilmesinin beklenmesinin hayatın olağan akışına uygun ve yasal olmadığını, dolayısıyla şirketin yoksun kalınan kâr ve manevi tazminat hakkının mevcut olduğunu, somut olaydaki alacağın kira sözleşmesine dayandığını ve bu davalarda kısmi açılan ve artırılan miktar için arabuluculuğun dava şartı olmadığını, ... aleyhine yapılacak kısmi redde ilişkin vekâlet ücreti hesabının tüm dava değeri üzerinden değil, temlik miktarı üzerinden yapılması gerektiği belirterek kararın bozulmasını talep etmişlerdir.
2. Davalı vekili; davacının kusuru ile neden olduğu zararları müvekkilinden talep edemeyeceğini, yap-işlet devret modelinin ve kiracılık süresinin dikkate alınmadığını, davacı şirketin kendi fiilleri ile zararına sebebiyet verdiğini, sözleşmenin müvekkili tarafından haklı nedenlerle fesh edildiğini, sözleşmede tahkim şartının yer aldığını ve bu yol tüketilmeden dava açılamayacağını, mahkeme kararının sözleşme serbestisi ilkesine aykırı olduğunu, ... yönünden davanın reddedilmesine rağmen bu davacı aleyhine vekâlet ücretine ve yargılama giderlerine hükmedilmediğini, Bölge Adliye Mahkemesinin gerekçeyi güçlendirdiği açıklamasıyla direnmesinin yerinde olmadığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; İlk Derece Mahkemesi kararına yönelik taraf vekillerinin istinaf başvurularının Bölge Adliye Mahkemesince 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 353/1-b-1 maddesi gereğince esastan reddedildiği somut olayda; Bölge Adliye Mahkemesi kararının gerekçesinde İlk Derece Mahkemesi karar gerekçesinin değiştirilip değiştirilmediği, buradan varılacak sonuca göre Bölge Adliye Mahkemesinin uygun gerekçe ile yeniden esastan bir karar vermesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) 36 ve 90/son maddeleri,
2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesi.
3. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 27, 297, 353/1-b ve 359. maddeleri
2. Değerlendirme
1. Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde adil yargılanma hakkı “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde ifade edilmiştir.
2. Yine Anayasanın 90/son hükmü uyarınca usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
3. Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Sözleşme'nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse Sözleşme düzenlemelerine koşut olarak da HMK’nın 27. maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir.
4. Anılan madde uyarınca;
“ (1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir”.
5. Hukuki dinlenilme ve adil yargılanma hakkı kararın içeriği ve gerekçeli olmasıyla doğrudan ilgilidir.
6. Bu nedenle kanun koyucu mahkeme kararılarının içeriğinin nasıl olması gerektiğini ayrıntılı bir biçimde düzenlemiştir.
7. Bu bağlamda; HMK’nın 297. maddesiyle bir mahkeme hükmünün neleri kapsaması gerektiğini açıklanmıştır. Söz konusu hükme göre; bir mahkeme kararında tarafların iddia ve savunmalarının özetlerinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekli olup bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür.
8. Bölge adliye mahkemelerince verilecek kararların içeriği ise HMK’nın 359. maddesinde yukarıda anılan 297. maddeyle paralel şekilde düzenlenmiş olup buna göre;
“(1)Karar aşağıdaki hususları içerir:
a) Kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesi ile başkan, üyeler ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları, sicil numaraları.
b) Tarafların ve davaya ilk derece mahkemesinde müdahil olarak katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özeti.
ç) İlk derece mahkemesi kararının özeti.
d) İleri sürülen istinaf sebepleri.
e) Taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep.
f) Hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi.
g) Kararın verildiği tarih, başkan ve üyeler ile zabıt kâtibinin imzaları.
ğ) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
9. Anılan hükme 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 38. maddesiyle 3. fıkra olarak “Bölge adliye mahkemesi, başvurunun esastan reddi kararında, ileri sürülen istinaf sebeplerini özetlemek ve ret sebeplerini açıklamak kaydıyla, kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermekle yetinebilir” maddesinin eklendiği de belirtilmelidir.
10. Buna göre bölge adliye mahkemeleri istinaf incelemeleri sonucu vardıkları netice ve kanaati gerekçelerine yansıtırken ileri sürülen istinaf sebepleri ve taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebebi göstermek zorundadır.
11. Tıpkı tüm mahkeme kararlarında olması gerektiği gibi istinaf mahkemelerince de verilecek kararın açık ve gerekçeli olması hukuki dinlenilme hakkının sağlanması açısından önemlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ve bunların dayandıkları deliller, kararda tartışılıp gerekçeleri açıklandığı ölçüde karar, hukuki dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır. İddia ve savunmaların kararda tartışılması, gösterilen delillerin incelenmesi, neden bir kısmının diğerine üstün tutulduğu ancak gerekçeyle ortaya konulabilir. Bu sayede tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı ya da haksız olduğunu anlayıp değerlendirebilmeleri mümkün olacak, gerekçe sayesinde kararların doğru olup olmadığı denetlenebilecektir. Zira üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun gerekçesiz ise tarafları tatmin etmez (Baki Kuru/ Ramazan Arslan/ Ejder Yılmaz: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
12. Aksi hâlde tarafları, adalete uygun karar verildiği ve yargılamanın adil yapıldığına ikna edebilecek, mantıksal tutarlılık taşıyan, kanuna uygun verilerek yazılmış, kanun yolu denetimine elverişli bir hükmün varlığından söz edilemez.
13. Nitekim 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 Esas, 1976/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
14. Anayasa Mahkemesi de 2013/1876 başvuru numaralı kararında (Anayasanın 36, 141 ve Sözleşme’nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddelerinden söz edildikten sonra) “…Anılan kurallar uyarınca mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfîlik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez” şeklindeki kabul ile gerekçenin adil yargılanma hakkı bakımından önemine dikkat çekmiştir (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23).
15. Mahkeme kararlarının gerekçeli olmasının anlam ve gerekliliğine ilişkin bu açıklamalardan sonra gelinen aşamada, uyuşmazlık kapsamında, bölge adliye mahkemelerince verilecek kararların türlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
16. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-1 maddesine göre; bölge adliye mahkemesi, incelediği ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu sonucuna varacak olur ise duruşma yapmaksızın başvurunun esastan reddine karar verir.
17. Bölge adliye mahkemesi, ilk derece mahkemesinde yapılan yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edildiği veya gerekçesinde yanılgıya düşüldüğü ve fakat bu durumun yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediği hâllerde bu durumu düzelterek yeniden esas hakkında karar verir (HMK md. 353/1-b-2).
18. Kanun’un 353/1-b-1 maddesi çerçevesinde verilecek başvurunun esastan reddi kararları, taraflarca ileri sürülen istinaf sebepleri (ve elbette varsa kamu düzenine ilişkin hususlar) çerçevesinde tarafların iddia ve savunmalarının dosyadaki delillere ilk derece mahkemesince usul ve yasaya uygun şekilde çözümlenmiş olduğunun ve bu bağlamda tesis edilen gerekçenin yerinde görüldüğünün ifadesidir. Başka bir ifadeyle bölge adliye mahkemesi, ilk derece mahkemesinin yargılamayı yürütmesi, gerekçesi ve vardığı neticeyi haklı bulur ve benimser. Ancak bu noktada kararın usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin tespitin istinaf sebepleriyle bağlı olarak yapılan sınırlı bir incelemenin sonucu olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
19. Bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunun esastan reddi yönünde tesis ettiği kararın gerekçesinde yalnızca benimsenen mahkeme gerekçesini/değerlendirmesini ortaya koymaz; istinaf başvusunda bulunan tarafa başvurusundaki itiraz nedenlerinin ne sebeple yerinde görülmediğini de açıkça ortaya koymak zorundadır.
20. İstinaf sebeplerinin neden reddedildiğinin açık bir gerekçeyle ortaya konulması HMK’nın 359. maddesinin emri olduğuna göre; gerekçede hata bulunmamakla birlikte, bazı durumlarda ilk derece mahkemesi kararının gerekçesi istinaf kanun yoluna başvuran tarafın itirazlarını karşılar bir açıklama içermeyebilir ya da var olan açıklama bölge adliye mahkemesince doğru ve fakat yeterli görülmeyebilir. Böyle bir hâlin varlığı durumunda bölge adliye mahkemesi benimsediği ilk derece mahkemesi kararına ilişkin istinaf sebeplerini 359. madde bağlamında kendisine ait, daha açıklayıcı bir gerekçeyle karşılayabilecektir. Gerekçenin değiştirilmesi mahiyeti taşımamak kaydıyla, daha geniş kapsamlı bir gerekçe oluşturulması şeklinde tezahür edecek bu durum yukarıda açıklanan adil yargılanma hakkı ve kararların gerekçeli olması ilkelerinin gereğidir. Aksi yöndeki bir kabul, bölge adliye mahkemelerinin, ilk derece mahkemesince açıklanan gerekçedeki anlatımın ötesinde kendisine ait hiçbir gerekçe ortaya koyamaması gibi bir sonucu doğurabilir ki, bu durum kanunun ve istinaf yargılamasının amacıyla bağdaşmaz.
21. Nitekim aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 08.11.2022 tarihli ve 2021/(13)3-247 Esas, 2022/1449 Karar sayılı kararında da değinilmiştir.
22. Gelinen aşamada taraf sıfatı kavramı üzerinde durulmalıdır.
23. Taraf sıfatı, taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi kavramları uygulamada zaman zaman birbiri yerine kullanılmak suretiyle karıştırılmaktadır. Oysa taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu subjektif hakka yöneliktir.
24. Taraf sıfatı (husumet) dava şartlarından değildir. Kelime anlamı “bir şahıs veya şeyin hâli” olan sıfat (Türk Hukuk Lûgatı, Ankara 2021, s. 977), dava konusu subjektif hak ile taraflar arasındaki ilişkidir (Baki Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C. 1, s. 1157). Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen kişiler, şeklen o davanın tarafları ise de mahkemenin bu taraflar arasında dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verebilmesi için bu kişilerin gerçekten o davada davacı ve davalı sıfatına sahip olmaları gerekir. Bir subjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine ait olduğundan o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine; davalı sıfatı ise, bir subjektif hakkın kendisinden davalı olarak istenebileceği, o hakka uymakla yükümlü olan kişiye aittir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemeyeceğinden, dava sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir.
25. Uygulamada davacı sıfatı, aktif husumeti, davalı sıfatı ise pasif husumeti karşılayacak şekilde kullanılmaktadır. Gerek davacı gerekse davalı sıfatı tamamen maddi hukuka göre belirlendiğinden sıfat konusu usul hukuku sorunu değildir ve bu sebepledir ki sıfat yokluğundan verilecek bir karar yine işin esasına yönelik bir karardır.
26. Sıfat dava şartı olmayıp itirazdır. Zira bir kimsenin hak sahibi veya borçlu olup olmadığı ancak davanın esasına girildikten sonra tespit edilebilir. Başka bir anlatımla, dava şartları işin esasının incelenmesine engel teşkil eder mahiyetteyken, bir davada taraflardan birinin davacı ya da davalı sıfatının (aktif ya da pasif husumet ehliyetinin) olmadığı belirlenirse, artık taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümüne girilmeden, davanın sıfat yokluğundan reddi gerekir. Bu karar, davanın dinlenemeyeceğine ilişkin bir karar olmayıp, yine davanın esasına ilişkin bir karardır. Sıfat, ileri sürülme zamanı kanun ile kabul edilen bir ilk itiraz olmadığı gibi davalı tarafından ileri sürülmesi gerekli bir def'i de teşkil etmediğinden davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkün veya mahkemece vakıf olunduğu takdirde resen nazara alınması gerekli hukuki bir durumdur (Kuru, s. 1157 vd.).
27. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 14.04.2022 tarihli ve 2019/(13)3-452 Esas, 2022/540 Karar sayılı kararında da benimsenmiştir.
28. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; İlk Derece Mahkemesince davacı ... yönünden iş bu davadaki alacağını diğer davacıya temlik ettiği, bu nedenle davacı sıfatının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine, diğer davacı yönünden kısmen kabulüne; Bölge Adliye Mahkemesince taraf vekillerinin istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine karar verilmiş; Özel Daire ise Bölge Adliye Mahkemesi kararının gerekçe itibariyle İlk Derece Mahkemesindeki kabulden farklı mahiyet taşıdığı, bu durumda verilecek kararın esastan ret değil, gerekçe değiştirilerek yeniden karar tesis edilmesi şeklinde olması gerektiğini belirtmiştir.
29. Bölge Adliye Mahkemesince taraf vekillerinin istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine karar verilirken gerekçesinde; davacı ...'nin somut uyuşmazlıktaki alacağının 195.000,00 TL'sini diğer davacıya temlik ettiği ve hükmedilen tazminat tutarı toplamının temlike konu alacağın altında kaldığı, bu nedenle davacı ... yönünden davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığının belirtildiği görülmektedir. Her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiş ise de İlk Derece Mahkemesi ile aynı gerekçeyi benimsemediği anlaşılmaktadır. Zira, İlk Derece Mahkemesince kurulan hükmün tamamı dikkate alındığında talep edilen tüm bedel yönünden davacı ... yönünden davacı sıfatının bulunmadığının benimsendiği, Bölge Adliye Mahkemesince ise talebin yalnızca 195.000,00 TL'sinin temlik edildiğinin belirtilmesiyle geri kalan talep yönünden davacı sıfatının bulunduğunun kabul edildiği, böylece aslında farklı gerekçeye dayanıldığı, İlk Derece Mahkemesi kararını açıklayıcı veya güçlendirici mahiyet taşımadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda Bölge Adliye Mahkemesince yapılması gereken iş, HMK'nın 353/1-b-2 maddesi kapsamında İlk Derece Mahkemesi kararını gerekçe hatası nedeni ile kaldırıp uygun gerekçe ile yeniden esastan bir karar vermekten ibarettir.
30. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; İlk Derece Mahkemesince verilen kararın yalnızca temlik edilen 195.000,00 TL'ye ilişkin olduğu, geri kalan talep yönünden herhangi bir hüküm kurulmadığı, bu nedenle Bölge Adliye Mahkemesi gerekçesinin de İlk Derece Mahkemesi kararını güçlendirmekten ibaret olduğu, İlk Derece Mahkemesinden farklı bir gerekçe ortaya koymadığı, direnme kararının yerinde olduğu, taleple bağlılık ve tasarruf ilkelerine uygun olarak hüküm kurulup kurulmadığı yönünden temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
31. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
32. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme kararının Özel Daire kararında belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Bozma nedenine göre taraf vekillerinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373. Maddesinin 2. fıkrası uyarınca kararı veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 36. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
09.04.2025 tarihinde oy çokluğuyla ve kesin olarak karar verildi.
''K A R Ş I O Y''
Davacılar birlikte dava açmış olup 289.155,98 TL maddi tazminat, 50.000,00 TL manevi tazminat, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 1.000,00 TL yoksun kılınan kâr olmak üzere toplamda 340.155,98 TL' nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı ... Şirketine ödetilmesine, ... lehine hükmolunacak maddi ve manevi tazminat tutarının 195.000,00 TL' lik miktarının davacı temlik alacaklısı müvekili ...'a dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faiz ile birlikte ödenmesine karar verilmesini istemişlerdir.
Bu talep şekline göre dava dilekçesinde talep edilen 340.155,98 TL’nin 195.000,00 TL’sinin temlik alacaklısı olarak davacı ...’a kalan 145.155,98 TL’sinin ise davacı şirkete ait olmak üzere karar verilmesinin talep edildiği görülmektedir.
İlk derece Mahkemesince verilen kararın gerekçesinde temlikle ilgili olarak; “Davacılardan ...Kimya Ltd. Şti, 28.11.2011 tarihli alacağın temlikine ilişkin belge ile iş bu davadaki alacağını ...'a devretmiş ve davacı sıfatı ...'a geçmiştir. Buna göre, davacı ... Ltd. Şti, taraf (davacı) sıfatını sözkonusu temlik ile kaybettiğinden ... Kimya Ltd. Şti yönünden aktif davacı sıfatının bulunmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.” açıklamaları yapılmıştır.
İlk derece mahkemesince; Davacı ... Ltd. Şti'nin aktif davacı sıfatının bulunmaması nedeniyle davanın reddine, 151.080,83 TL'nin dava taihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle davalıdan alınarak davacı ...'a verilmesine, manevi tazminat ve fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
Bu hüküm sonucuna göre her iki davacının ilk 195.000,00 TL’yi talep ettiği davacı ...’ın ise bunun yanında kalan miktarı talep ettiği kabul edilerek karar verildiği görülmekte ve hükümdeki yargılama gideri ile vekâlet ücreti miktarlarının da buna göre belirlendiği anlaşılmaktadır.
İlk derece mahkemesince davacı şirketin talebi ilk 195.000,00 TL’lik miktar olduğu kabul edilerek temlik sözleşmesinin varlığından söz edilerek alacaklı sıfatının bulunmaması nedeniyle davanın reddi yönünde iken bölge adliye mahkemesinin bu hüküm kısmı yönünden gerekçesi davacı ... somut uyuşmazlıktaki alacağın 195.000,00 TL'sini diğer davacıya temlik ettiğinden ve hükmedilen tazminat tutarı toplamının, temlike konu alacağın altında kaldığından davacı ... yönünden davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı şeklindedir.
Bölge adliye mahkemesi bu kararı ile ilk derece mahkemesi kararını doğru bulduğuna göre bu gerekçenin de sıfat yokluğu nedeniyle red kararı verilen temlike konu 195.000,00 TL için yazıldığının kabulü gerekir. Davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığının belirtilmiş olmasının da sıfat yokluğu nedeniyle verilen red kararına ilişkin yazılan gerekçe olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Öte yandan davacı şirket hakkında 195.000,00 TL’yi aşan kısım için bir karar verilmediğinden şirket için bu miktar yönünden olmayan bir kararın olmayan gerekçesinin değiştirilmiş olduğu sonucuna da varılamaz.
Bu durumda yazılan gerekçe 195.000,00 TL’lik talep yönünden mahkeme gerekçesiyle örtüşmekte ve mahkemenin red sonucuna ilişkin gerekçeleriyle de çelişmemektedir. Bu durumda yazılan ifadenin de sıfat yokluğundan red sonucuna ilişkin gerekçenin güçlendirilmesi niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Bölge adliye mahkemesi kararında ayrıca ıslah dilekçesi de dikkate alınarak davacı ... tarafından açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı belirtilmiş ise de ilk derece mahkemesi ıslah dilekçesini dikkate almaksızın karar vermiş ve bunun gerekçesini kararında belirtmiştir. Hükmedilen tazminat miktarı ıslahta istenen miktarı kapsamadığından diğer bir ifadeyle ıslah dilekçesine göre verilmiş tazminat kararı olmadığı için ıslahtan söz edilmesinin mahkemece hükmedilen tazminat yönünden gerekçeyi değiştiren bir yönü yoktur. Hükmedilmeyen bir miktar sanki hükmedilmiş gibi gerekçe yazılması hükmedilen miktara ilişkin gerekçenin değiştirilmesi sayılamaz. Bu ancak dosya kapsamıyla uyumsuz ve gereksiz bir ifadenin kararda yer alması niteliğindedir.
Taleple bağlılık ve tasarruf ilkelerine uygun olarak davacıların talepleri kapsamına uygun bir karar verilip verilmediğinin ise yapılacak temyiz incelemesi sırasında değerlendirilmesi gerekecektir.
Bu durumda bölge adliye mahkemesinin hüküm sonucuna ilişkin gerekçeyi değiştirdiğinden söz edilemeyeceğinden özel daire tarafından temyiz incelemesi yapılarak bir karar verilmesi gerekir.
Açıklanan nedenlerle gerekçenin değiştirilmiş sayılamayacağı yönünden direnme uygun bulunarak temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan gerekçenin değiştirildiği kabul edilerek Özel Daire kararı gibi bozma yönünde oluşan Değerli Çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.