Hukuk Genel Kurulu’nun 2024/124 E., 2025/128 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 12.03.2025 tarihli, 2024/124 E., 2025/128 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/124 E., 2025/128 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2023/1528 E., 2023/1591 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 15.06.2023 tarihli ve 2022/2223 Esas, 2023/3421 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların kardeş olduklarını, müvekkilinin Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) tarafından satışa sunulan konutlardan satın almak istediğini ancak yasal koşulları sağlayamadığından başvurunun koşulları taşıyan davalı kardeşi adına yapıldığını, devamında 36.802,00 TL olan taşınmaz bedelinin müvekkili tarafından taksitler hâlinde ödendiğini, taşınmaz tamamlandıktan sonra 774 ada 5 parsel sayılı taşınmazdaki 11 numaralı bağımsız bölümün davalı adına tescil edildiğini, davalı tarafından taşınmazın gerçek maliki olan müvekkiline devri için 25.05.2016 ve 06.12.2016 tarihlerinde iki kez vekâletname verilmesine karşın tapu müdürlüğünde bir kısım eksikler bulunduğundan bahisle vekâlet ile devir işlemi yapılmadığını, sonrasında ise davalının haksız şekilde devirden kaçındığını, oysa ki çalışmayan ve geliri bulunmayan davalının bağımsız bölümü alım gücünden yoksun olduğu gibi taşınmazın tesliminden sonra deprem sigortası, demirbaş ve tadilat faturaları, doğal gaz proje sözleşmesi ve kira sözleşmesinin davacı adına yapıldığını ileri sürerek öncelikle tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ödenen bedelin faiziyle birlikte tahsili talebinde bulunmuştur.
II. CEVAP
Davalı tarafından yasal süresinde cevap dilekçesi sunmamış, vekili tarafından sunulan beyan dilekçesinde; davalıya dava dilekçesinin usulsüz tebliğ edildiğini, iddianın dayanaksız olduğunu, dava konusu taşınmazın davalı tarafından bedeli ödenerek satın alındığını, vekâletnamelerin ise babası ve davacının müvekkiline yönelik darp eylemleri sonucunda alındığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 02.07.2021 tarihli ve 2019/54 Esas, 2021/221 Karar sayılı kararıyla; davacı tarafından taşınmazın kendi adına alındığı ve ödemelerini de kendisi tarafından yapıldığı ileri sürülmüş ise de TOKİ'ye yapılan başvuru ve devamında hak sahibi olarak davalının gözüktüğü, tapu kaydının davalı adına tescil edildiği gibi ödeme makbuzlarında da tahsilatların davalı ... açıklaması ile yapıldığı, dolayısıyla ödemelerin davalı tarafça yapıldığı ve taşınmazın davalıya ait olduğu hususunun aksini iddia eden davacı tarafça iddianın ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 04.03.2022 tarihli ve 2021/1688 Esas, 2022/328 Karar sayılı kararıyla; davanın inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı olduğu, davacı tarafça inançlı işlemin ispatını sağlayacak şekilde yazılı bir belge sunulmamış ise de davacı tarafça dosyaya sunulan ödeme dekontlarının dava konusu ilişki ile bağlantılı olması ve dekont asıllarının davacı elinde bulunması nedeniyle delil başlangıcı niteliğini taşıdığı, dolayısıyla İlk Derece Mahkemesi tarafından davacı tanıklarının dinlenmesinin usule uygun olduğu, tanık beyanları, davacı tarafından satış yetkisini içerir şekilde düzenlenen vekâletnameler ile tüm deliller bir arada değerlendirildiğinde ise taşınmaz borcunun tamamının davacı tarafından ödendiği gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak, yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle tapu kaydının iptaline ve davacı adına tesciline karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; "...Her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesince taşınmazın borç aylık taksit ödenmesine ilişkin dekontların davacının elinde bulunması hususu gözetilerek "yazılı delil başlangıcı" niteliğinde olduğu, çekişme konusu taşınmazın inançlı işlem kapsamında davacı adına alındığı, ancak çeşitli sebeplerle davalı adına tapuya tescil edildiği, taşınmazın borcunun tamamının davacı tarafından ödendiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de dosya arasında bulunan makbuzların davalı adına düzenlendiği yani TOKİ aylık borçlarının Türkiye Halk Bankası'na davalı ...'ın adına yatırıldığı, ödemeleri yapanın davacı olduğuna dair herhengi bir açıklamanın dekontlarda bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu makbuzlar 6100 sayılı H.M.K.nun 202.maddesinde düzenlenen yazılı delil başlangıcı niteliğinde değildir. Zira yazılı delil başlangıcı davanın tamamen kanıtlanmasına yeterli olmamakla birlikte bunun vukuuna delalet eden ve aleyhine ibraz edilmiş olan taraftan sadır olmuş bulunan belgeye denir. Dosya arasında bulunan makbuzlar bu niteliği taşınmadığı gibi davalı adına düzenlenmiştir. Davacının elinde bulunması makbuzlara yazılı delil başlangıcı niteliğini kazandırmaz. Bu nedenle davacı 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtilen inançlı temlik sözleşmesini yazılı delil veya delil başlangıcı ile kanıtlayamamıştır.
Bu durumda; davanın reddine, karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, hükmün bu nedenlerle bozulması gerekmiştir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili; dava konusu taşınmazın müvekkili tarafından bedeli ödenerek satın alındığını, ödemenin davacı tarafından yapıldığı iddiasının gerçek olmadığı gibi bu iddianın ispat da edilemediğini, daha önce aynı evde oturmaları nedeniyle davacı tarafından sunulan dekontların ödemenin onun tarafından yapıldığını göstermeyeceğini, direnme kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek hükmün bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı olarak açılan eldeki davada, taşınmaz bedelinin gerçekte davacı tarafından ödendiğinin ileri sürüldüğü gözetildiğinde ödeme dekont asıllarının davacı elinde bulunması olgusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 202. maddesi kapsamında delil başlangıcı olarak kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı
2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun199 ve 202. maddeleri
2. Değerlendirme
1. Bilindiği üzere Türk Hukukunda inançlı işlemleri doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Ancak uygulama ve öğretide, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 26. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 19.) maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi kapsamında inançlı sözleşmelerin düzenlenebileceği ve geçerliliği kabul edilmektedir. İnançlı işlemlerde inanan ve inanılan taraf, inanç sözleşmesinin konusunun önce inanılana geçmesi; ardından inanana geri dönmesi hususunda anlaşırlar. Hukuk Genel Kurulunun 17.05.2000 tarihli ve 2000/2-888 Esas 2000/885 Karar sayılı kararında belirtildiği gibi inançlı işlemler, bir kimsenin menfaatinin başkası tarafından korunması veya teminat sağlamak amacıyla ona bazı hakları ciddi olarak devrettiği, ancak hakları iktisap edenin bunlardan doğan bazı yetkileri hiç kullanmaması, bazılarını da ancak önceden hak ve hâlen menfaat sahibi olanın gösterdiği biçimde kullanmak zorunda olması hususunda tarafların anlaştığı işlemlerdir. Görüleceği üzere inançlı işlem güven esasına dayanan bir hukuki işlemdir. Taraflar birbirlerine duydukları güven sonucu bir malın mülkiyetini sözleşmenin karşı tarafına geçirir ve daha sonrasında bu malın kendisine geri döneceğine güvenir. Hatta inanan, malın kendisine döneceğine güvenen kişi olarak tanımlanır.
2. İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
3. İnançlı işlemin konusunu devri mümkün olan her türlü malvarlığı değeri teşkil edebilir. Bu hak, bir aynî hak veya bir alacak hakkı olabileceği gibi fikir veya sanat eseri üzerindeki bir hak da olabilir. Bu itibarla, taşınırların, taşınmazların, alacakların, hisse senedine bağlanmış veya bağlanmamış şirket paylarının, fikrî hakların, bir ticari işletmenin inançlı işleme konu edilmesi mümkündür.
4. Ancak Türk hukukunda taşınmazlara ilişkin tasarruf işlemleri resmî şekilde yapılabildiğinden taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde, inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağı ve sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi hâlinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağı, eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında tartışılmış ve sonuçta, “nam-ı müstear davalarının mesmu ve yazılı delil ile ispatının caiz olduğuna” hükmedilmiştir.
5. Görüleceği üzere inanç sözleşmesinin yazılı biçimde yapılması ve bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gerekli olup yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gereğidir. Ancak inançlı işlemin yazılı delilini oluşturan inanç sözleşmesinin varlığını, bu işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen tarafın TMK'nın 6 ve HMK'nın 190/1. maddelerinde düzenlenen genel hükümler uyarınca ispat etmesi gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, ispat yükü inançlı bir işlemin varlığını ileri süren ve bundan dolayı kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.
6. Uygulamada, açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa bile yanlar arasında delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa, inanç sözleşmesinin tanık dahil her türlü delille kanıtlanabileceği kabul edilmektedir (Hukuk Genel Kurulunun 28.12.2005 tarihli ve 2005/14-677 Esas, 2005/774 Karar; 14.11.2019 tarihli ve 2017/1-1254 Esas, 2019/1197 Karar sayılı kararları). Yazılı delil veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK'nın 188. maddesi) ve yemin (HMK'nın 225 ve devamı maddeleri) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır.
7. İnanç sözleşmesinin hukuki mahiyeti ve ispatına ilişkin bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, Bölge Adliye Mahkemesi ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık konusunun ödeme dekont asıllarının davacı elinde bulunması olgusunun delil başlangıcı niteliğinde kabul edilip edilemeyeceği hususuna münhasır olması nedeniyle bu bağlamda yapılacak değerlendirme için öncelikle "delil başlangıcı" kavramının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
8. Delil başlangıcı HMK'nın 202. maddesinde senetle ispat kuralının istisnalarından biri olarak, "(1) Senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir.
(2) Delil başlangıcı; iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir" şeklinde hüküm altına alınmıştır. Maddenin 1. bendinde senetle ispatı zorunlu olan bir hukuki işlem hakkında delil başlangıcı bulunması durumunda tanıkla ispat imkânı tanınmış, 2. bendinde ise doğrudan delil başlangıcının tanımına yer verilmiştir.
9. Söz konusu tanımdan hareketle delil başlangıcından söz edebilmek için öncelikle bir "belge" bulunmalıdır. Belgeden ne anlaşılması gerektiği HMK'nın 199. maddesinde "Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir" şeklinde açıklanmıştır. Dayanılan belgenin uyuşmazlık konusu vakıayı ispata elverişli olması durumunda, diğer bir anlatımla senet niteliğini taşıması hâlinde delil başlangıcı hükmüne gitmeye gerek olmadığı açıktır. Ancak bir belgenin uyuşmazlık konusu vakıanın ispatına elverişli olmaması durumunda delil başlangıcı kabul edilebilmesi için aşağıdaki iki koşulun birlikte bulunması (gerçekleşmesi) gerekir. Bunlardan ilki belgenin, aleyhine ileri sürülen veya temsilcisi tarafından verilmesi ya da gönderilmesidir. Bununla birlikte delil başlangıcı olan belgenin mutlaka karşı tarafa yöneltilmiş bir irade açıklamasını içermesinin gerekmediğini belirtmekte fayda vardır. İkinci koşul ise söz konusu belgenin, varlığı iddia edilen hukuki işlemi tam olarak ispata yeterli olmamakla beraber, o hukuki işlemin muhtemelen yapıldığını (onun varlığını) göstermesidir. Kanunun aradığı bu unsurları taşıyan bir belge delil başlangıcı sayılır ve artık senetle ispat zorunluluğunun istisnası olarak o hukuki işlem hakkında tanık dinlenebilir.
10. Belirtmek gerekir ki, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (HUMK) 292. maddesinde delil başlangıcının mutlaka yazılı olması koşulu benimsenmişken, HMK'da kavram daha geniş değerlendirilerek "yazılı" kelimesi benimsememiş ve sadece "delil başlangıcı" ibaresi kullanılarak, bir belgenin delil başlangıcı olabilmesi için mutlaka yazılı olması koşulu kaldırılmış ve ispat kuralları açısından oldukça önemli bir değişiklik yapılmıştır.
11. Tüm bu açıklamalar kapsamında uyuşmazlık konusuna gelindiğinde; dosya arasında mevcut bulunan banka dekontları, 15.09.2006 tarihli sözleşme ile TOKİ tarafından davalı ...'a satışı yapılan konut bedelinin ödenmesine ilişkin olmakla birlikte, anılan dekontların tamamında taksit tutarlarının davalı ...'dan tahsil edildiği yazmakta olup, taksitlerin davacı tarafından davalı adına yatırıldığına dair herhangi bir ibare yer almamaktadır. Bu nedenle uzun süre aynı evde yaşamaları nedeniyle ele geçirilmesi de mümkün olan söz konusu makbuzların sırf davacı elinde bulunmasının dekontlara delil başlangıcı niteliğini kazandırmayacağı kabul edilmelidir.
12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; dava konusu taşınmaz bedelinin banka aracılığı ile taksitler hâlinde ödendiği, ilk taksitten itibaren ödemelere ilişkin çok sayıda sıralı makbuz asıllarının davacı elinde bulunduğu, bu durumun taşınmaz bedelinin davacı tarafından ödendiğini gösterdiği, davacının taksitleri kendi adına ödeme imkânının da bulunmadığı gözetildiğinde Bölge Adliye Mahkemesi tarafından ödeme makbuzlarının delil başlangıcı niteliğinde olduğu kabul edilerek, tanık beyanlarıyla beraber davacı tarafın dayandığı diğer belgelerin birlikte değerlendirilerek karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmadığı görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
13. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince; somut olayda davacı tarafça ileri sürülen inançlı işlem iddiasının yazılı delille kanıtlanamadığı gibi dayanılan dekontların da delil başlangıcı niteliğinde olmadığı gözetilerek bir değerlendirme yapılması gerekirken, önceki kararda direnilmesi doğru bulunmamış, açıklanan nedenlerle hükmün bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373. maddesinin 2. fıkrası uyarınca Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
12.03.2025 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
Dava, şahsi hak nedeniyle inançlı işlem hukuki sebebine dayalı tapu iptal-tescil, olmazsa tazminat isteğine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince bu karar kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmiş, Özel Dairece bu kararın bozulması üzerine kararda direnilmiştir.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, somut olayda inançlı işlemin şartlarının bulunup bulunmadığı, bir başka ifadeyle davacının dayandığı banka dekontlarının delil başlangıcı sayılmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Ayni hakka dayalı inançlı işlemden kaynaklanan davalara bakan Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin istikrar bulmuş kararları ile banka dekontları delil başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Somut dekontlarda ödeyen olarak davalının isminin geçmesi, banka nezdinde borçlu olarak gözüken kişinin davalı olmasından kaynaklanmaktadır. Davacının dayandığı dekontları davacı ibraz etmiştir. Kural olarak parayı kim ödemişse dekont da ona verilir. Davalı tarafından söz konusu dekontların, zorla elinden alındığı veya çalındığı yönünde bir savunma getirilmemiştir. Dosya kapsamındaki diğer deliler ve özellikle tanık beyanları da nazara alındığında ödemelerin davacı tarafından yapıldığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durumda banka dekontlarının davacı lehine delil başlangıcı olduğunun kabulü Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin yerleşik uygulamasına uygun olacaktır.
Anlatılan bu nedenler ve özellikle direnme kararında belirtilen gerekçelerle kararın onanması düşüncesiyle sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.