Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/121 E., 2025/390 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 25.06.2025 tarihli, 2024/121 E., 2025/390 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/121 E., 2025/390 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
SAYISI : 2023/221 E., 2023/591 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 23.11.2022 tarihli ve
2021/4112 Esas, 2022/8251 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; müvekkilinin 10.02.2015 tarihinde davalı şirket lehine keşide ettiği senetleri kurulacak ticari ilişki nedeniyle avans olarak davalıya verdiğini ancak taraflar arasında herhangi bir ticari ilişkinin gerçekleşmediğini, bu nedenle senetlerin konusuz kaldığını, buna rağmen davalının söz konusu senetleri takibe koyduğunu, müvekkilinin İstanbul 36. İcra Müdürlüğünün 2015/20920 sayılı dosyası nedeniyle cebri icra tehdidi altında 30.06.2015 vade tarihli ve 50.000,00 TL bedelli senedi ödemek zorunda kaldığını, bu tutarın istirdadı gerektiğini, ayrıca 30.09.2016 vade tarihli ve 50.000,00 TL bedelli senet ile 30.12.2015 vade tarihli ve 50.000,00 TL bedelli iki senet dayanak gösterilerek icra takibine geçildiğini, davalıya verilip de henüz vadesi gelmemiş olan senetlerden dolayı da davalı şirkete borçlu olmadığını ileri sürerek borçsuzluğunun tespitine, ayrıca icra dosyasında ödenen 50.000,00 TL tutarın istirdadına karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı vekili; yetkisizlik itirazlarının yanı sıra esas yönden de iddiaların gerçeği yansıtmadığını, dava konusu edilen 30.09.2016 vade tarihli, 75.000,00 TL bedelli ve 30.12.2016 vade tarihli 75.000,00 TL bedelli senetlerin müvekkiline teslim edilmediğini, bu iki senetten malumatlarının olmadığını, diğer senetler bakımından ise davanın kötüniyetli açıldığını, zira 20.12.2013 tarihinde müvekkili ile davacının organik bağı bulunan dava dışı ... Sağlık Tic. Ltd. Şti. (...) arasında bir protokol imzalandığını, protokolde, ...'nin, müvekkili şirkete olan cari hesap borcuna karşılık olarak davacı şirketin, ... Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden olan 228.889,16 TL alacağını müvekkili şirkete temlik edilmesinin hüküm altına alındığını, protokol gereğince davacı şirketin,... 7. Noterliğinin 26.12.2013/1**** yevmiye No.lu temliknamesiyle bu hak ediş alacağını müvekkiline temlik ettiğini, ... ve davacı şirketinin temsil ve imza yetkilisinin ... olduğunu, protokole her iki şirketin de temsilci olarak iki şirket adına imza attığını, ...'nun yetkilisi olduğu şirketler adına müvekkili şirketten mal aldığını, ...'nin, müvekkil şirkete olan borçlarına karşılık, diğer şirketinin ... Üniversitesinde bulunan hak ve alacaklarını temlik ettiğini ve bu bağlamda ... Sağlık şirketinin borcuna karşılık, diğer şirketinin, yani davacının altı adet senedini de verdiğini, bu senetlerden vadesi gelip de ödenmeyen 30.06.2015 vade tarihli 50.000,00 TL bedelli senet borcunun İstanbul 36. İcra Müdürlüğünün 2015/20920 sayılı dosyasında takibe konulduğunu ve takip borcunun davacı tarafından ödendiğini, vadesi geldiği hâlde ödenmeyen 30.09.2015 vadeli 50.000,00 TL ve 30.12.2015 vadeli 50.000,00 TL bedelli senetler hakkında ise İstanbul 36. İcra Müdürlüğünün 2016/172 sayılı dosyası ile takip başlatıldığını ve senetlerin hâlen ödenmediğini, ... şirketinin borçlarını devralan davacının müvekkili şirkete Dolar hesabından 73.733.74 USD, Euro hesabından 28.657.73 Euro ve Türk Lirası hesabından da 185.000,00 TL borcunun olduğunu, ... şirketinden devralınan bu borcun davacı şirket tarafından hâlen ödenmediğini savunarak davanın reddini ve %20 tazminatın davacıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
2. Yargılama sırasında verilen ıslah dilekçesi ile davalı vekili bu kez; 30.09.2016 vadeli 75.000,00 TL bedelli ve 30.12.2016 vadeli 75.000,00 TL bedelli senetlerin teslim alınmadığı yönündeki savunmaları baki ise de, diğer senetler yönünden yukarıda açıklanan savunmalarını senetlerin, müvekkili şirketin davacı şirketten olan alacağına karşılık alındığı şeklinde ıslah ettiklerini beyan etmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 24.10.2018 tarihli ve 2017/279 Esas, 2018/1081 Karar sayılı kararı ile; davacının dava konusu senetlerin taraflar arasındaki ticari ilişki nedeniyle avans olarak verildiğini iddia ettiği, ispat yükünün davacı üzerinde olduğu ancak iddianın yazılı belge ile ispatlanamadığı, davacının inceleme sırasında defterlerini ibraz etmediği, davalıya ait incelenen ticari defter kayıtlarına göre taraflar arasında ticari ilişki bulunduğu ve dava tarihi itibariyle davalının 472.996,55 TL alacaklı olduğunun tespit edildiği, senedin bir ödeme aracı olduğu ve borcun ifası amacıyla verildiği yönündeki karine karşısında dava konusu senetlerin avans olarak verildiği, ticari alış veriş gerçekleşmediği için karşılıksız kaldığı iddiasının yazılı belge ile ispatlanamadığı, yemin deliline de dayanılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesinin 18.03.2021 tarihli ve 2019/967 Esas, 2021/331 Karar sayılı kararı ile; davacı tarafça dava konusu bonoların taraflar arasındaki ticari ilişki nedeniyle davalıya avans olarak verildiğinin iddia edildiği, davalının ise bonoların mal karşılığı alındığını savunduğu ancak sonrasında davalı vekilinin 27.06.2018 tarihinde Uyap sistemine eklenen ıslah dilekçesi ile dava konusu 30.03.2016, 30.05.2016, 30.06.2016 vadeli ve istirdadı talep edilen 30.06.2015 vadeli senetlerin müvekkili şirket tarafından mal/hizmet karşılığı alındığına ilişkin savunmalarını, işbu senetlerin müvekkili şirketin davacı şirketten olan alacağına karşılık alındığı şeklinde ıslah ettiği, uyuşmazlığın ıslah edilen savunmalara göre çözümlenmesi gerektiği, bu kapsamda yapılan değerlendirmede, davaya konu bonolarda davacının keşideci, davalının ise lehtar konumunda olduğu ve keşidecinin imzayı inkâr etmediği, bonolarda düzenleme nedeninin gösterilmediği, davacı söz konusu bonoların taraflar arasındaki ticari ilişki nedeniyle avans olarak verildiğini, ancak herhangi bir alışveriş gerçekleşmediğini, bu nedenle bonoların bedelsiz kaldıklarını ileri sürmekteyken davalının ıslah edilmiş cevap dilekçesiyle söz konusu bonoların davacı şirketten olan alacağına karşılık verildiğini savunduğu, kural olarak menfi tespit davalarında ispat yükünün davalı alacaklı üzerinde olduğu, ancak bu kuralın bazı istisnalarının bulunduğu, nitekim menfi tespit davasında takibe konu kambiyo senedinin bedelsizliğini ileri süren davacı olan borçlunun bu iddiasını yazılı delillerle ispatlaması gerektiği, ıslah edilen savunmaya göre davalı tarafça bonoların ihdas nedeninin değiştirilmediği, davacı tarafça senetlerin avans olarak verildiği iddiasının yazılı delillerle ispatlanmadığı gibi yemin deliline de dayanılmadığı gözetildiğinden ispatlanamayan davanın reddine karar verilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “…Dava, avans olarak verildiği iddia edilen bonolardan kaynaklanan menfi tespit ve istirdat istemine ilişkindir.
Davacı tarafça, dava konusu toplam 375.000,00 TL bedelli 6 adet bononun taraflar arasındaki ticari ilişki nedeniyle davalıya avans olarak verildiği iddia edilmiş, davalı tarafça, dava dışı "... Sağlık Tic. Ltd. Şti." ile davacı şirket arasında bir protokol imzalandığını, protokol gereğince dava dışı şirketin cari hesap borcuna karşılık dava konusu 4 adet toplam 325.000.-TL bedelli bononun alındığını ancak 30.09.2016 vade tarihli 75.000,00 TL bedelli ve 30.12.2016 vade tarihli 75.000,00 TL bedelli bonolar ise bilgisi dışında olduğu ve davacıya teslim edilmediği savunulmuş, bilahare yargılama sırasında davalı vekili 27.06.2018 tarihli ıslah dilekçesi ile dava konusu senetlerin davacı şirketten olan alacağına karşılık alındığı şeklinde ıslah ettiklerini beyan etmiştir.
İstinaf mahkemesince, ıslah edilen savunmaya göre, davalı tarafça bonoların ihdas nedenin değiştirilmediği, davacı tarafça senetlerin avans olarak verildiği iddiasının yazılı delillerle ispatlanmadığı gibi yemin deliline de dayanılmadığı, bu hali ile, ispat yükü üzerinde olan davacı tarafça dava ispatlanamadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin davanın reddine yönelik kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
“Bilindiği üzere borçlu, kambiyo senedi nedeniyle alacaklıya karşı, genel olarak, ya kambiyo taahhüdünün hükümsüz olduğunu ya da temel borç ilişkisinden dolayı herhangi bir nedenle sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek menfi tespit talebinde bulunabilir. Başka bir deyişle borçlunun kambiyo senedi borcundan dolayı sorumlu olmaması, doğrudan doğruya kambiyo senetleri hukukundan doğan nedenlerden kaynaklanabileceği gibi, temel borç ilişkisine yönelik nedenlere de dayanabilir. Borçlunun, temel borç ilişkisinden dolayı herhangi bir nedenle sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek açtığı menfi tespit davası, öğreti ve uygulamada bedelsizliğe dayalı menfi tespit davası olarak adlandırılmaktadır. Bedelsizlik ise, bir kambiyo senedinin ihdasına neden olan temel alacağın herhangi bir nedenle mevcut olmamasıdır (İnan, Nurkut: Türk Hukukunda Hatır Senetleri ve Özellikle Hatır Bonoları, Ankara, 1969, s.16). Başka bir deyişle bir kambiyo taahhüdünün temel alacağı geçersizse ya da sona ermişse, o kambiyo taahhüdü bedelsiz demektir. Bu anlamda senedin bedelsiz sayılmasında esas alınan husus, temel borç ilişkisinin kendisi değil, bu temel borç ilişkisinden doğan temel alacaktır. Bu itibarla bedelsizliğe dayalı menfi tespit davası ile maddi hukuk bakımından borcun mevcut olup olmadığının tespiti amaçlanmakta; borçlu olmadığını iddia eden borçluya, genel hükümlere göre bu durumu tespit imkanı verilmektedir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 08.02.2022 tarih ve 2021/19-659 Esas ve 2022/82 Karar sayılı ilamı)
Menfi tespit davasında ispat yükü kural olarak davalıya (alacaklıya) düşer. Alacak kambiyo senedine dayanıyorsa kambiyo senetleri sebepten mücerret olduğundan ispat yükü davacı borçludadır. Ancak davalı (alacaklı) maddi vakıayı açıklarken ispat yükünü üstlenebilir.
Somut olayda davaya konu bonolarda davacı keşideci davalı ise lehtar konumundadır ve keşideci imzası inkâr edilmemiştir. Davacı tarafça dosyaya ibraz edilen örneklerine göre, bonolarda düzenleme nedeni gösterilmemiştir. Davacı, söz konusu bonoların taraflar arasındaki ticari ilişki nedeniyle davalıya avans olarak verildiği ve bu ilişkinin gerçekleşmemesi nedeniyle bedelsizlik iddiasında bulunarak, kambiyo senedinin ihdasına neden olan temel alacağın mevcut olmadığı ileri sürdüğünden, davacı borçlu bu iddiasını HMK’nun 200 ve 201’inci maddelerine göre yazılı delillerle ispatla mükelleftir. Ancak davalı, bonodan doğan hukuki ilişki, niteliği itibariyle soyut bir borç kabulüyken, lehine olan karineyi kullanmayıp dava konusu bonolarda borçlu davacı olmasına rağmen senet metninden anlaşılanın aksine kambiyo senedinin ihdasına neden olan temel alacağın dava dışı şirketin borcunun davacı tarafından üstlenilmesi nedeniyle verildiğini savunarak, usul hukuku anlamında bononun düzenleme sebebi ile ilgili ileri sürülen vakıayı açıklamış ve bu vakıaya ilişkin delillerini de sunmuştur. Buna göre tarafların bononun düzenleme sebepleri bakımından ileri sürdükleri vakıalar çekişmeli hâle gelmiş, davacı temel ilişkide borcun varlığını inkâr ederken, davalı temel ilişkide borcun varlığını kabul ettiğinden artık ispat yükü yer değiştirerek davalı alacaklıya düşmüştür. Bu durumda davalı davacının dava dışı şirketin borcunu üstlendiğini ispat ile yükümlüdür. Mahkemece ispat yükümlülüğünün davacıda olduğu gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir” şeklindeki gerekçeyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; ilk karar gerekçesi tekrar edilmek ve davalının ıslah dilekçesiyle savunmasını değiştirdiğinin göz ardı edilmemesi gerektiği belirtilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; Mahkemenin eksik incelemeye dayalı karar verdiğini, müvekkilinin deprem nedeniyle ticari defterlerini sunamadığını, davalının savunmasıyla senedin ihdas ediliş nedenini değiştirdiğini ve ispat yükünü üzerine aldığını, tahkikatın sona erme aşamasında kötüniyetle yapılan ıslaha itibar edilemeyeceğini, müvekkilinin kendisine herhangi bir borcu kalmamasına rağmen hukuka aykırı şekilde cebri icra baskısıyla tahsil çabasında olan davalının söz konusu avans senetlerini konuyla hiç ilgisi olmayan bir protokole bağlamaya çalıştığını, ıslaha değer verilecek olsa dahi 2013 yılına ait bir protokol için 2015 yılında senet verilmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kambiyo senetlerinden dolayı borçlu olunmadığının tespiti ve istirdat istemli eldeki davada, cevap ve ıslah dilekçeleri dikkate alındığında davalının ispat yükünü üzerine aldığının kabul edilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesi.
2. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun (TTK) 776. maddesi.
3. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 19, 141, 176, 179, 190. maddeleri.
4. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 2 ve 6. maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Dava menfi tespit istemine ilişkin olup menfi tespit davaları davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukukî ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan dava olarak tanımlanır (Baki Kuru: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı, Ankara 2013, s. 346).
2. Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.
3. Diğer bir deyişle; kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Baki Kuru: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).
4. Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer. Davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukukî ilişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıdadır. Çünkü hukukî ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalıdır ve HMK'nın 190, TMK'nın 6. maddesi gereği ispat yükü iddia sahibine düşer.
5. Fakat, menfi tespit davasını açan davacı borçlu, davalının varlığını iddia ettiği hukukî ilişkinin hiç doğmadığını iddia etmeyip bilakis bu ilişkinin doğduğunu bildirerek başka bir nedenle hukukî ilişkinin geçersiz olduğunu veya son bulduğunu ileri sürmekte ise bu iddiayı ispat yükü davacıya düşer. Örneğin; alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü davacı borçludadır. Bunun gibi menfi tespit davasında davacının, davalının iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürmesi hâlinde de ispat yükünün davacı üzerinde olduğu açıktır.
6. Somut olayda menfi tespit talebi kambiyo senetlerine dayalı olduğundan gelinen aşamada kambiyo senedi ve bononun hukukî niteliğine değinmekte fayda vardır.
7. Bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak uygun bir asıl borç ilişkisine, bir illî ilişkiye dayanır. Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukukî işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir amaca ulaşmak istemektedir.
8. Bununla birlikte kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.
9. Nitekim bono da ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedi olup bağımsız borç ikrarını içerir.
10. Bonoda şekil şartları TTK'nın 776. maddesinde sayılmıştır. Bunlar; “Bono” ya da “Emre Muharrer Senet” ibaresi, kayıtsız şartsız bir bedel ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi, keşidecinin imzasıdır. Zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliği kaybolur. Bunlardan vade ve ödeme yeri esaslı şekil şartlarından değildir. Sayılan zorunlu şekil şartlarının yanında seçimlik şartlar da vardır. Bonoya isteğe bağlı olarak faiz, yetkili mahkeme yahut bedelin nakden ya da malen alındığı kayıtları da konabilir.
11. Bedel kaydı belirtildiği üzere bononun zorunlu olmayan, ihtiyari unsurlarından biridir ve bu kayıt, keşidecinin (borçlunun), senedin lehtarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar.
12. Aslında kambiyo senetleri illetten mücerret olduğu için bu kayıtların kambiyo hukukunda tek başına bir anlamı olmaz, karşı edimin elde edilip edilmediği de önem taşımaz. Bedel kayıtları daha çok keşideci ile lehtar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşır. Kişisel def’î nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştırır.
13. Sözü edilen kayıtlar özellikle ispat hukuku açısından ilgilileri bağlayıcı niteliktedir. Bedel kaydı içeren bononun lehtarı, artık senedin “kayıtsız ve koşulsuz bir borç ikrarı olduğu” yolundaki soyutluk kuralına dayanamayacaktır.
14. Borç ikrarını içeren bir belge aleyhine elbette kanıt sunulabilir. Ancak; ikrar borcun nedenini içeriyorsa, sadece bu nedenin gerçekleşmediğinin kanıtlanması gerektiği gözden kaçırılmamalıdır (12.04.1933 tarihli ve 1933/30-6 sayılı YİBK kararı).
15. Borçlunun, temel borç ilişkisinden dolayı herhangi bir nedenle sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek açtığı menfi tespit davası, öğreti ve uygulamada bedelsizliğe dayalı menfi tespit davası olarak adlandırılmaktadır. Bedelsizlik ise, bir kambiyo senedinin ihdasına neden olan temel alacağın herhangi bir nedenle mevcut olmamasıdır. Başka bir deyişle bir kambiyo taahhüdünün temel alacağı geçersizse ya da sona ermişse, o kambiyo taahhüdü bedelsiz demektir.
16. Bedelsizlik iddiası, TTK’nın 687. maddesi anlamında bir kişisel def’î olduğundan düzenleyen tarafından kural olarak ancak senet lehtarına karşı ileri sürülebilir. Ayrıca düzenleyen, senet lehtarına karşı senedin bedelsizliğini ispat ettikten sonra, hamilin senedi bilerek kendi zararına devraldığını kanıtlamak şartıyla hamile karşı da bedelsizlik def’îni ileri sürebilir.
17. Bedelsizliğe dayalı menfi tespit davasının yasal dayanağı TBK'nın 77 vd. maddelerinde düzenlenen sebepsiz zenginleşmedir. Zira kambiyo senetlerinde geçerli olan mücerretlik (soyutluk) ilkesi gereğince, temel alacağın mevcut olmaması veya geçersiz olması, kambiyo senedinin hükümsüzlüğü sonucunu doğurmamakta; buna karşılık temel ilişkideki sakatlık, kambiyo borçlusuna, borçlu olmadığının tespitiyle birlikte alacaklıya karşı sebepsiz zenginleşme def’îni dermeyan etme hakkını vermektedir.
18. Bonoda bedelsizlik iddiası ileri sürüldüğünde kural olarak ispat yükü senedin bedelsiz olduğunu ileri süren tarafa aittir. Ancak senette borcun nedeni “mal” ya da “nakit” olarak belirtilmişse, davacının yazılı borç sebebine dayanmaya hakkı olacağından, ispat yükü bunun aksini ileri süren tarafa ait olacaktır. Eğer taraflardan biri senet metninde yazılı kaydın doğru olmadığını söylüyorsa, buna senedin talili denmektedir. Bu anlamda talil, senet metninde açıklanan düzenleme (ihdas) nedenine aykırı beyanda bulunma anlamına gelmektedir ve bu hâlde ispat yükünün kaydın aksini iddia edene ait olacağında kuşku bulunmamaktadır (Hukuk Genel Kurulunun 05.02.2019 tarihli ve 2017/(19)11-821 Esas, 2019/58 Karar sayılı kararı).
19. Somut olayda senetlerin düzenleme nedeninin gösterilmediği çekişmesizdir. Davacı, davaya konu senetlerin davalıyla ileride kurulacak ticari ilişkiye avans olmak üzere verildiğini ancak bu ilişki tesis edilemediği için senetlerin bedelsiz kaldığını ileri sürmektedir. Bu hâliyle ispat yükü bedelsizlik iddiasında bulunan borçlu davacıdadır.
20. Ne var ki yargılama süreci içerisinde tarafların ileri sürdükleri vakıa ve beyanlarına göre elbette ispat yükü yer değiştirebilecektir.
21. Nitekim direnmeye konu uyuşmazlıkta da davalının savunmasıyla ispat yükünü üzerine alıp almadığı, sonrasında verdiği ıslah dilekçesinin neticeye etkisinin bulunup bulunmadığı tartışma konusudur.
22. Davalı, davacının ileride kurulacak ilişkiye avans olarak senetlerin verildiği, bu ilişki kurulmamakla senetlerin bedelsiz kaldığı iddiasını inkâr etmiştir. Bu hâlde inkâr tek başına ispat yükünü davalı tarafa çevirmeyecek idiyse de davalı savunmasının devamında kendilerine teslim edilmeyen iki senet hariç diğerleri yönünden senetlerin bedelsiz olmadığını, davacı şirketin tek ortağı olan ...'nun diğer şirketi olan ...'nın müvekkiline olan cari hesap borcuna karşılık olarak davacının dava dışı hastaneden olan alacaklarını 20.12.2013 tarihli protokol ile kendilerine temlik ettiğini, bu temliknameye istinaden davacı şirketin 30.06.2015, 30.09.2015, 30.12.2015, 30.03.2016, 30.05.2016, 30.06.2016 tarihli dava konusu senetleri düzenleyip müvekkiline verdiğini, ...'nin cari hesap borcunu ödemediğini ve temliknamenin gereğini yerine getirmediğini, bu durumun davacı tarafça da bilindiğini zira iki şirketin de aynı kişiye ait olduğunu, davacının dava konusu senetleri alacağın temliki sözleşmesine istinaden ...'nin müvekkiline olan cari hesap borcuna karşılık olarak vermişken eldeki dava ile hiç böyle bir hukuki ilişki yokmuş gibi davranmasının kötüniyetli olduğunu savunmuştur.
23. Bu savunmayla davalı, davacı tarafça ileri sürülen vakıadan başka bir vakıa ileri sürerek karşı tarafın varmak istediği sonuca karşı çıkma amacı taşısa da kambiyo senedine dayalı bedelsizlik iddialarına ilişkin karineyi kullanmayıp dava konusu bonolarda borçlu davacı olmasına rağmen senet metninden anlaşılanın aksine kambiyo senedinin ihdasına neden olan temel alacağın dava dışı şirketin borcunun davacı tarafından üstlenilmesi nedeniyle verildiğini savunarak usul hukuku anlamında bononun düzenleme sebebi ile ilgili ileri sürülen vakıayı açıklayıp bu vakıaya ilişkin delillerini de sunarak ispat yükünü üzerine almıştır. Artık davalı savunmasının temelini teşkil eden bu yeni vakıayı ispat yükü altındadır.
24. Yargılama sürecinde davalı ispat yükünü bu açıklamalarla üzerine aldıktan sonra ıslahla savunmasını değiştirmek istediğinden gelinen aşamada bunun mümkün olup olmadığı tartışılmalıdır.
25. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 141. maddesine göre yazılı yargılama usulünde taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra karşı tarafın açık muvafakati olmadıkça iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. Bu aşamadan sonra iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi ancak ıslah ile mümkündür.
26. Kavram olarak ıslah; taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesidir (HMK, m. 176). Islah müessesesi davayı değiştirme, başka anlatımla iddia ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkândır. Zira bu suretle aslında yasal itiraz ile karşılaşılabilecek olan herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık itiraza uğramaksızın yapılabilmektedir.
27. Islahın amacı, yargılama sürecinde şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmaktır. Islah, hatalı bazı taraf usul işlemlerini tahkikat aşamasında düzeltme hakkı veren hukuki bir çaredir.
28. Islahın konusu ise tarafların yaptıkları kendi usul işlemleridir. Taraflarca getirilme ilkesi (HMK, m. 25) gereğince hükme temel teşkil edecek vakıalar ve deliller kural olarak davanın taraflarınca getirilir ve taraflar ıslahla, dilekçelerinde belirttikleri dava konusunu, talep sonucunu, savunmalarını değiştirebilecekleri gibi madde gerekçesinden de anlaşılacağı üzere elbette ileri sürdükleri vakıaları da değiştirebilir, genişletebilirler.
29. Ne var ki bu noktada şu husus gözden kaçırılmamalıdır. Islah tarafların yargılama içerisindeki yaptıkları usul hatalarını gidermesine imkân sağlamak amacıyla tanınmış bir haktır ve TMK'nın 2. maddesi uyarınca herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.
30. Davanın açılmasıyla birlikte kişiler arasındaki anlaşmazlık yeni bir boyut kazanır ve yargılama sonunda verilecek kararın isabetli olması için her şeyden önce davaya temel teşkil eden vakıaların yargılamaya gerçeğe uygun bir şekilde yansıtılmış olması gereklidir.
31. Taraflar yargılama sırasında kendi menfaatine uygun olarak neyi ileri sürüp sürmeyecekleri hususunda serbest olmakla birlikte ileri sürdükleri beyan ve açıklamalarının doğru olması, hem kendilerine hem de karşı tarafa ilişkin olarak yaptıkları açıklamalarla mahkemeyi yanıltmamaları, iddia ve savunma haklarını dürüstlük kuralına uygun şekilde kullanmaları gerekir. Aksi hâlde, iddia ve savunma mahkemece dinlenilebilir bulunmaz. Çünkü taraflardan birinin dürüstlük kuralına aykırı işlem veya davranışla ortaya çıkardığı sonuçtan yararlanması düşünülemez. Bu nedenle dürüstlük kuralına aykırılık hâkim tarafından kendiliğinden gözetileceği gibi taraflarca da her zaman ileri sürülebilir (Hukuk Genel Kurulunun 18.02.2021 tarihli, 2017/1-1243 Esas, 2021/113 Karar sayılı kararı).
32. Bu husus, temelini TMK'nın 2. maddesinden almakla beraber Kanun koyucu tarafların yargılamada dürüst davranması ve onun bir parçası olan gerçeği söyleme yükümlülüklerini usul hukukumuzda ayrıca düzenlemiştir.
33. Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile birlikte ayrı ve özel bir düzenlemeye kavuşan "Dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğü" başlıklı 29. maddesi "(1) Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar.
(2) Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler. " şeklinde olup emredici şekilde taraflara gerçeği söyleme yükümlülüğü yükler.
34. Doğruyu söyleme yükümlülüğünün amacı ile mahkeme kararına temel teşkil eden vakıaların mümkün olduğu ölçüde gerçeğe uygun bir şekilde temini ve davada bilinçli yalanın yani usul hilesinin önlenmesidir (Ramazan Arslan, Medeni Usul Hukukunda Dürüstlük Kuralı, Ankara 1989, s.12- Atıf yapan Cenk Akil, "Avukatların Gerçeği Söyleme Yükümlülüğü", TAAD, Yıl:9, Sayı:35, Temmuz 2018).
35. Yargılama sırasında dürüstlük kuralına aykırılık oluşturacak davranış şekillerinden biri ise tarafın daha önce gerçekleştirdiği bir hukuki durumla çelişen usul işlemi yapmak istemesidir. Diğer bir anlatımla çelişkili davranış yasağıdır. Bu husus Mecelle’de “Her kim ki kendi tarafından tamam olan şeyi nakzetmeğe sa’y eder ise sa’yi merduddur” şeklinde düzenlenen kuralın günümüz karşılığı olup bir kimsenin kendi yaptığı/söylediği/tamamladığı şeyi bozmak, yok saymak istemesi hâlinde bu davranışının sonuç doğurmayacağını, dikkate alınamayacağını ifade eder.
36. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; menfi tespit istemiyle açılan davalarda ispat yükü kural olarak alacak iddiasında bulunan davalı tarafta ise de kambiyo senetlerinin illetten mücerret borç ikrarı içerme niteliğini haiz olması nedeniyle keşidecinin lehtara karşı bedelsizlik iddiasında bulunması hâlinde bu kez ispat yükü bu sebeple borçsuzluğunun tespitini isteyen davacıya düşer. Somut olayda dava dilekçesindeki anlatıma göre davacı ile davalı arasında senedin varlık sebebini oluşturan herhangi bir borç ilişkisinin bulunmadığını ispat yükünün başlangıçta davacı üzerinde olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Ne var ki davalı cevap dilekçesinde senette yazılı ikili ilişkinin aksine senedin aslında davacıyla organik bağı bulunan üçüncü bir kişinin kendilerine olan cari hesap borcuna karşılık olduğunu savunarak yeni bir vakıa ortaya atmış ve ispat yükünü üzerine almıştır. Nitekim sadece vakıayı ileri sürmekle kalmamış, savunmasına dayanak protokol, cari hesap ilişkine ilişkin ticari kayıtlar gibi pek çok delili de dosyaya sunmuştur. Ancak sonrasında ıslah dilekçesi vererek bu kez ilk savunmasıyla tümüyle çelişir şekilde borçlunun davacı olduğunu ileri sürerek senedin kendisi lehine yarattığı karineyi yeniden canlandırmak istemiştir.
37. Dilekçeler aşamasında ileri sürülen vakıanın ıslahla değiştirilmesi kural olarak mümkün ise de ıslahın konusu, tarafların usul hataları olup hak kaybına yol açılmaması yönündeki amaçla getirilmiş bu kurumun açıkça usul hilesi yapılmasının bir aracı olarak kullanılması düşünülemez. Dürüstlük kuralı ve tarafların gerçeğe uygun beyanda bulunma yükümlülüğüne aykırı bu davranış çelişkili davranma yasağını ihlâl eder nitelik taşıdığından; somut olayda ıslaha değer verilmesi, daha açık bir anlatımla taraflar arasındaki uyuşmazlığın davalının sanki ilk savunmasını hiç yapmamış gibi muamele edilerek çözümlenmesi artık mümkün değildir.
38. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire kararına uyulması gerekirken hatalı değerlendirmeyle ıslah edilen savunmaya göre ispat yükünün davacı üzerinde olduğundan bahisle verilen karar usul ve yasaya aykırıdır.
39. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373. maddesinin 2. fıkrası uyarınca direnme kararını veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
25.06.2025 tarihinde oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi.