Hukuk Genel Kurulu'nun 2024/113 E., 2025/389 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 25.06.2025 tarihli, 2024/113 E., 2025/389 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/113 E., 2025/389 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
SAYISI : 2022/609 E., 2022/900 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 10.02.2022 tarihli ve
2020/3064 Esas, 2022/959 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; müvekkilinin ... S.A. isimli İspanya Bankasının Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) izni ile Türkiye'de faaliyet gösteren temsilcisi olduğunu, davalının Samsun 9. İcra Müdürlüğünün 2017/17488 sayılı dosyasında başlattığı genel haciz yoluyla icra takibinde borçlu olarak ...yı göstermesine rağmen müvekkiline ait adresin verildiğini, oysa takip konusu borcun müvekkiliyle ilgisinin bulunmadığını, davalının alacaklı olduğunu iddia ettiği borcun bankanın İspanya şubesi ile aralarındaki hukuki ilişkiden kaynaklandığını, bu durumun elektronik posta yoluyla davalıya bildirildiğini, ne var ki süresinde takibe itiraz edilmediğinden bahisle takibin kesinleştiğini ve icra tehdidiyle ödeme baskısı altında kaldıklarını, bu sebeple müvekkilinin haklarının korunması açısından menfi tespit davası açmakta hukuki yararlarının olduğunu, bunun dışında takibin yetkisiz icra müdürlüğünde yapıldığını, takibe dayanak belge aslı yahut onaylı sureti eklenmesinin zorunlu olduğunu, buna rağmen takibe dayanak gösterilen 04.06.2015 tarihli ödeme teyidinin ödeme emri ekinde gönderilmediğini ileri sürerek söz konusu takip yönünden müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine, davalının kötüniyetle takip başlatarak mağduriyetlerine neden olması nedeniyle %20'den aşağı olmamak üzere alacaklı aleyhine tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili; dava konusu icra takibinde borçlunun ...S.A. olduğunu, borçlu adresi olarak Türkiye'deki ofisi şeklinde kendilerine bildirilen Beyoğlu/İstanbul adresine tebligat çıkarıldığını, davacının bahsi geçen şirketin temsilciliği sıfatıyla eldeki davayı açtığını, icra takibinin borçlusu ve tarafı olmadığından davacının takipte üçüncü kişi konumunda olduğunu, bu sebeple takibin iptalinde hukuki yararının bulunmadığını, dava şartı yokluğundan davanın reddi gerektiğini, davalının icra takibindeki adrese ve yapılan tebligata itiraz yahut tebligatı iade etmediğini, henüz herhangi bir malının haczedilmediğini, hacizde usulsüzlük yahut hata varsa icra hukuk mahkemesi önünde mülkiyet iddiasına dayalı istihkak davası açabilecek veya şikâyet yoluna başvurabilecekken eldeki davayı açarak kötüniyet tazminatı talep edilmesinin yersiz olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 16.10.2018 tarihli ve 2017/230 Esas, 2018/800 Karar sayılı kararı ile; davaya konu icra takibinde borçlunun ... S.A. olduğu, davacının takip talebinde taraf olarak yer almadığı, tebligatın davacının adresine gönderilmiş olmasının davacıyı icra takibinde taraf hâline getirmeyeceği, bunun dışında söz konusu takipte davacıya herhangi bir haciz ihbarnamesinin de gönderilmediği, hâl böyle olunca icra takibinin tarafı olmayan ve kendisinden herhangi bir alacak talep edilmeyen davacının aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesinin 16.05.2019 tarihli ve 2019/400 Esas, 2019/637 Karar sayılı kararı ile; davalı ... Makine Sanayi A.Ş'nin dava dışı İspanya'daki ... S.A'ya sattığı mal karşılığında ...S.A. Bankasının ödeme yapacağına ilişkin taahhütte bulunduğu, ... Makine Sanayi A.Ş'nin bu taahhütnameye dayanarak alacağını tahsil için ...S.A. Bankası aleyhine icra takibi başlattığı, ödeme emrinin eldeki dosya davacısı olan ...S.A. (İspanya) Türkiye temsilciliğinin adresine çıkartıldığı, davacının ödeme emrine süresinde itiraz etmediği ve bir kısım ödemeler yaptığı görülmüş ise de takibin davacı Türkiye temsilcisi aleyhine yapılmadığı gözetildiğinde haksız olarak ödeme yaptığını iddia ettiği bedeli ancak temsilcisi olduğu aleyhine takip yapılan ...S.A.'dan talep edebileceği, davacının dayanak vekâletinde ...nın sınırlı olarak yetki verdiği ve bu yetkiler arasında dava açma ve vekil tayin etme yetkisinin bulunmadığını, davacının icra takibinde ve ticari ilişkide taraf olmaması nedeniyle davalı ... Makine Sanayi A.Ş. aleyhine eldeki davayı açması mümkün olmadığı, dolayısıyla ilk derece mahkemesince aktif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “…Dava, davalı tarafından İspanya’da bulunan merkez borçlu gösterilerek ve temsilciliğin adresi belirtilerek başlatılan takip nedeniyle borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece temsilciliğin adresinin takipte belirtilmesinin onu icra takibinde taraf haline getirmediği, başka bir anlatımla icra takibinin tarafı yapmadığı gerekçesiyle temsilciğilin aktif husumeti olmadığından davanın reddine karar verilmiş, temsilciliğin istinaf yoluna başvurması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince temsilci vekilinin istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir. Kanuni temsilin söz konusu olduğu hallerde temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması HMK m.114/1-d hükmünde belirtildiği üzere dava şartıdır. Mahkeme dava şartı eksikliğini tespit ederse, davanın usulden reddine karar verir; ancak dava şartı eksikliğinin giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verilir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği giderilmemişse HMK m.115/2 gereğince davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder. Bu açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, davayı yurt dışı şirketi adına Türkiye temsilciliği açmıştır. Türkiye temsilciliğinin ise yurt dışı şirketi temsil yetkisi bulunmamakta ve yurt dışı şirketin Türkiye temsilcisinin temsilci için aranan gerekli niteliğe sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Bu husus HMK m.114/1-d hükmünde düzenlenen dava şartı eksikliği olup dava şartı eksikliğinin yurt dışı şirketten vekalet alınması ile giderilmesi mümkündür. Bu nedenle dava şartı eksikliğinin giderilmesi için kesin süre verilmesi ve bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi gerekirken doğru olmayan gerekçe ile davanın aktif dava ehliyeti nedeniyle reddi doğru olmamış bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; bozma kararında belirtilen dava şartı eksiliğinin ancak davayı açmakta aktif dava ehliyetine sahip bir davacının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 114/1- f bendindeki (vekil eliyle takip edilen işlerde davaya vekâlet ehliyeti, vekâletnamenin sunulmasına ilişkin) hüküm sebebiyle 115/2. maddesinin uygulanması durumunda geçerli olabileceğini, oysa somut olayda davanın HMK'nın 114/1-d maddesindeki (tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları, kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunmasına ilişkin) hüküm sebebiyle usulden reddedildiği, bu bentte düzenlenen ve dava açma ehliyetine isabet eden bir durum sonradan HMK'nın 115/3. maddesi çerçevesinde giderilemeyeceğinden, bozma kararında işaret edilen şekilde takip borçlusu şirketten vekâlet alınarak davaya devam edilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; müvekkili ...Türkiye temsilciliğinin, davalı ... Makine Sanayi A.Ş ile herhangi bir hukuki ilişkisi ya da borcu bulunmadığını ve bunun tespitinde müvekkilinin menfaati olduğunu, müvekkilinin yalnızca bir irtibat bürosu olduğunu, borç ilişkisine giremeyeceğini, borçlu olunmayan icra takibinde müvekkilinin temsilcilik adresinin kullanıldığını, buna rağmen müvekkilinin itibar kaybına uğramamak için icra takibi ve fiili haciz sonrası borçlusu olmadığı bir parayı (2017/17488 Esas numaralı dosya borcu 99.575,84 TL) icra tehdidi altında kalması nedeniyle 21.04.2017 tarihinde ödediğini, ihtiyati tedbir için de teminat olarak 10.04.2017 tarihinde 12.762,82 TL ayrıca ödeme yaptığını, bu bedellerin müvekkiline iadesi gerektiğini ileri sürerek kararın bozulmasını istemiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yurt dışında faaliyet gösteren banka hakkında başlatılan ilâmsız icra takibinde borçlu adresi olarak bankanın Türkiye'deki irtibat bürosunun gösterildiği ve bu temsilcilik tarafından temsilciliğin borçtan sorumlu olmadığının tespiti talebiyle dava açtığı somut olayda, HMK'nın 114/1-d maddesine ilişkin dava şartı eksikliğinin, HMK'nın 115/2. maddesi uygulanarak asıl şirketten vekâletname alınmak suretiyle giderilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 50, 51, 52, 53, 54, 114, 115. maddeleri.
2. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun (TTK) 103, 105. maddeleri.
3. 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımcılar Kanunu'nun 3/h maddesi.
4. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 6 ve 93. maddeleri
5. Bankaların İzne Tabi İşlemleri ile Dolaylı Pay Sahipliğine İlişkin Yönetmelik 3 ve 10. maddeleri.
6. Türkiye'de Açılan Temsilciliklerin Faaliyetlerine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ'in 3 ve 4. maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Dava menfi tespit istemine ilişkin olup uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavramların açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
2. Dava şartları, HMK'nın 114. Maddesinin1 1. fıkrasında sıralanmış ve 2. fıkra özel kanunlarda dava şartı olarak öngörülmüş koşulların kararlaştırılmış olabileceğine işaret edilmiştir.
3. Anılan 114/1. maddenin (d) bedinde "Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması" bir dava şartı olarak öngörülmüştür.
4. Söz konusu maddede geçen taraf ehliyeti kavramı, bir davada, davacı veya davalı olarak bulunabilme yeteneğini ifade eder ve bu durum HMK'nın 50. maddesine göre “Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir.” şeklinde açıklanmıştır.
5. Taraf ehliyeti, medeni hukuktaki hak ehliyeti ile özdeştir. Bu nedenle, hak ehliyetine sahip her gerçek ve tüzel kişi, davada taraf olabilme ehliyetine sahiptir (Baki Kuru, Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, Ankara 2009, s. 238 vd.). Bu hâlde, bir davada taraf olarak yer alabilecek kimseler, medeni hukukun çizdiği prensipler dâhilinde ya gerçek kişi ya da tüzel kişi olmalıdır (Mustafa Reşit Belgesay, Dava Teorisi, İstanbul, 1943, s. 78). Taraf ehliyeti, tarafların taraf olabilme yeteneğinin tetkik ve tespiti ile davanın esası hakkında inceleme yapılıp yapılamayacağını belirler. Taraf ehliyeti eksikliği durumunda, davanın esasına girilmeyecek ve dava usulî bir kararla sonlanacaktır. Bu yönden taraf ehliyeti, yargılamanın başında dikkate alınması gereken bir dava şartıdır.
6. Yine dava şartları arasında sayılan dava ehliyeti ise; tarafın bir davayı ister kendisi, isterse bir vekil ile yürütüp geçerli taraf usul işlemleri yapabilme ehliyetidir (İsmail Hakkı Karafakih, Hukuk Muhakemeleri Usulü Esasları, Ankara,1952, s. 117) ve bu kavram HMK'nın 51. maddesinde yer alan “Dava ehliyeti, medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir.” hükmüyle açıklanmıştır.
7. Bir kimsenin taraf ehliyetinin bulunması, tarafı bulunduğu davayı yürütebilmesi için tek başına yeterli değildir. Taraf ehliyetiyle beraber dava ehliyetine de sahip olması gerekmektedir. Davanın açılmasıyla başlayan usul hukuku ilişkisinin yürütülebilmesi için, dava ehliyetinin bulunması şarttır.
8. Dava ehliyeti, medeni hukuktaki fiil ehliyetinin (medenî hakları kullanma ehliyeti) yargılama hukukundaki karşılığıdır. Buna göre, ayırt etme gücüne sahip, ergin ve kısıtlanmamış gerçek kişiler ile tüzel kişiliğe sahip ve organları teşekkül etmiş mal veya kişi topluluklarının dava ehliyeti vardır. Ayırt etme gücü olan küçük ile kısıtlının kural olarak dava ehliyetleri yoktur. Ancak bu kişiler, kişilik haklarıyla ilgili davalarda dava ehliyetine sahiptirler. Tam ehliyetsizlerin ise dava ehliyetleri bulunmamaktadır.
9. Dava ehliyeti de tıpkı taraf ehliyeti gibi bir dava şartı olmakla birlikte davacının veya davalının dava ehliyetinin olmadığı esasa girilmeden, dava şartları incelenirken anlaşılırsa dava hemen reddedilmez; davanın kanunî temsilciye bildirilmesi ve kanunî temsilcinin davaya icazet vermesi için süre verilir. Süre sonunda kanunî temsilci, dava ehliyeti olmayan taraf adına yargılamaya katılmazsa dava, dava ehliyeti eksikliğinden reddedilir (Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, İstanbul,2000, s. 299; Kuru, s. 1098).
10. Uygulamada sıklıkla taraf ehliyeti ve dava ehliyeti kavramlarının taraf sıfatı ile karıştırıldığı, kavramların birbiri yerine kullanıldığı görülmekte ise de, husumet olarak da anılan sıfat tümüyle farklı bir kavramdır. Sıfat, davanın tarafı ile dava konusu arasında hak ilişkisine dayalı bağdır. Gerek davacı gerekse davalı sıfatı tamamen maddi hukuka göre belirlendiğinden sıfat konusu usul hukuku sorunu değildir ve bu sebepledir ki sıfat yokluğundan verilecek bir karar yine işin esasına yönelik bir karardır. Sıfat dava şartı olmayıp itirazdır.
12. Dava şartlarının amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, İstanbul, 2016, s. 190).
13. Mahkemece, dava şartlarının mevcut olup olmadığı, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırılır; taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler (HMK md. 115/1). Dava şartı noksanlığının tespit edilmesi hâlinde davanın usulden reddine karar verilir. Ancak dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için ilgili tarafa kesin süre verilecek olup bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilecektir (md. 115/2).
14. Somut olayda Mahkeme, yabancı bankanın Türkiye'deki temsilciliği olan davacının menfi tespit davası açamayacağı zira dava ehliyetinin olmadığı ve bu dava şartı eksikliğinin giderilmesinin de mümkün bulunmadığı gerekçesine dayandığından öncelikle davacının hukuki konumunun tespiti gerekir. Bunun için ise ilgili mevzuat hükümleri ortaya konulmalıdır.
15. Yabancı yatırımcıların Türkiye'deki faaliyet ve işlemlerine uygulanacak muameleleri düzenleyen 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu'nun 3. maddesinin (h) bendine göre yabancı ülke kanunlarına göre kurulmuş şirketler Türkiye'de ticarî faaliyette bulunmamak kaydıyla ve Müsteşarlık izniyle ülkemizde irtibat bürosu açabilirler. Bu irtibat bürolarının kuruluşu ve işleyişi hakkındaki ayrıntılar ise Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu Yönetmeliğinin 6 ilâ 8. maddelerinde hükme bağlanmıştır.
16. Yabancı yatırımcının bir banka olması hâlinde, yabancı bankanın ülkemizde açılan temsilciliklerinin faaliyet esasları ise 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 6 ve 93. maddeleri ile 01.11.2006 tarihli, 2633 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bankaların İzne Tabi İşlemleri ile Dolaylı Pay Sahipliğine İlişkin Yönetmelik ve yine 01.04.2008 tarihli, 26834 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türkiye'de Açılan Temsilciliklerin Faaliyetlerine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ hükümleri ile düzenlenmiştir.
17. Anılan Yönetmeliğin 3. maddesinin 1-(l) bendinde "Temsilcilik"; yurt dışında kurulu bankaların bir temsilci tarafından sevk ve idare olunan Türkiye'deki irtibat bürosu olarak tanımlanmıştır.
18. Yönetmeliğin 10/1. maddesinde ise Türkiye'de temsilcilik açılmasının Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun iznine tâbi olduğu ve temsilciliklerin mevduat veya katılım fonu kabul edemeyeceği, kredi kullandıramayacağı, 5411 sayılı Kanun'un 4. maddesinde düzenlenen faaliyetlerde bulunamayacağı ve bunlara aracılık edemeyeceği düzenlenmiştir. Konuyla ilgili yukarıda bahsedilen Tebliğ'in 4. maddesinde ise temsilciliklerin faaliyetlerinin kapsamına ilişkin ayrıntılara yer verilmiştir.
19. Tüm bu düzenlemeler günümüz ticari hayatında yabancı şirketlerin de ülkemizde faaliyet göstermesi gerçeğinin ve bu temasın zorunlu olarak belli bazı kurallara bağlanması ihtiyacının sonuçlarıdır.
20. Aynı ihtiyacın etkileri gerek mülga gerekse yürürlükte olan TTK'nın acenteliğe ilişkin hükümleri içerisinde de görülmektedir.
21. Kanun koyucu belli bazı hâllerde acenteliğe ilişkin hükümlerin, acentelik kavramına girmese dâhi benzer kabul ettiği bazı faaliyetlere de uygulanacağını öngörmüştür.
22. Acentelik TTK'nın yedinci kısmında 102 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup bu hükümlerin uygulama alanını belirleyen ve yukarıda bahsi geçen 103. madde şu şekildedir:
"(1) Özel kanunlardaki hükümler saklı olmak üzere, bu Kısım hükümleri şunlar hakkında da uygulanır:
a) Sözleşmeleri yerli veya yabancı bir tacir hesabına ve kendi adına yapmaya sürekli olarak yetkili bulunanlar.
b) Türkiye Cumhuriyeti içinde merkez veya şubesi bulunmayan yabancı tacirler ad ve hesabına ülke içinde işlemlerde bulunanlar."
23. Maddenin (b) bendine göre Türkiye'de merkez ya da şube açmamakla beraber hukuki muameleler içerisine giren yabancı tacirler adına ve hesabına ülkemizde işlemlerde bulunan kişiler de acentelik hükümlerine tâbi olacaktır.
24. Bu hüküm mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nda da aynen mevcut olup (m.117) yabancı işletmelerin yetkisiz kişiler marifetiyle muamele yapıp sorumluluktan kurtulma saiklerine karşı getirilmiştir. Buna göre yabancı tacir ile Türkiye'de faaliyet gösteren kişi arasındaki ilişki ne olursa olsun TTK bu kişiyi acente statüsünde kabul etmektedir (Reha Poroy, Ticari İşletme Hukuku, İstanbul 1987, s. 165).
25. Anılan hüküm nedeniyle acente statüsünde kabul edilenler 115. maddede düzenlenen yetkileri kullanabilirler. Buna göre; ''(1) Acente, aracılıkta bulunduğu veya yaptığı sözleşmelerle ilgili her türlü ihtar, ihbar ve protesto gibi hakkı koruyan beyanları müvekkili adına yapmaya ve bunları kabule yetkilidir.
(2) Bu sözleşmelerden doğacak uyuşmazlıklardan dolayı acente, müvekkili adına dava açabileceği gibi, kendisine karşı da aynı sıfatla dava açılabilir. Yabancı tacirler adına acentelik yapanlar hakkındaki sözleşmelerde yer alan, bu hükme aykırı şartlar geçersizdir.
(3) Acentelerin ad ve hesabına hareket ettikleri kişilere karşı Türkiye’de açılacak olan davalar sonucunda alınan kararlar acentelere uygulanamaz."
26. Bu düzenlemenin mehaz kanunlarda bulunmayan 2. fıkrası; acentenin müvekkiline izafeten dava açması/acenteye müvekkiline izafeten dava açılmasına açıkça imkân sağlamakta olup milletlerarası usul hukuku açısından özellikle yerleşim yerleri Türkiye dışında bulunan yabancı asıla ulaşmadaki birtakım zorlukların aşılması, Türk vatandaşları olan müşterilerin usulî bazı haklarının korunması, tebligat gibi işlemlerin daha hızlı ve en az maliyetle yürütülmesi amacıyla getirilmiştir.
27. Söz konusu düzenleme elbette yalnızca 102/1. maddede tanımlanan acenteler için değil, 103. maddede öngörülen koşulların varlığı hâlinde acente niteliği taşımayan bazı kişiler bakımından da uygulanacaktır. Nitekim somut olayı ilgilendiren bu istisnai kişilerden biri de 103/1-b bendinde düzenlenen ve yukarıda değinilen Türkiye'de merkez veya şubesi bulunmayan yabancı tacirler ad ve hesabına ülke içinde işlemlerde bulunanlardır.
28. Somut olayda; davalı merkezi İspanya'da bulunan bir banka olan ... isimli şirket hakkında kendisine borçlu olduğundan bahisle icra takibi başlatmış, söz konusu takipte borçlu İspanyol şirket olarak gösterilmekle birlikte adres olarak Türkiye'deki temsilciliğin adresi gösterilmiştir. Temsilciliğin başındaki yetkili eldeki davayı açarak takip konusu borçla ilgilerinin bulunmadığını, hukuki ilişkinin asıl şirketle olduğunu, borç ilişkisinin tarafı olmadığını ileri sürerek menfi tespit talebinde bulunmuş, yargılama içerisinde icra tehdidi altında ödeme yapıldığını belirterek ödenen bedelin istirdadını istemiştir. Mahkeme bu şekilde açılan bir davada temsilciliğin aktif dava ehliyetinin olmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiş, Özel Daire davacının şirketi temsil yetkisi bulunmadığı sabit ise de bu dava şartı eksikliğinin şirketten alınacak bir vekâletname ile tamamlanabileceği gerekçesiyle bozma kararı tesis etmiştir. Bu hâliyle Özel Daire ve Mahkeme arasındaki anlaşmazlık yabancı bankanın Türkiye'deki temsilciliğinin eldeki davayı açıp açamayacağı noktasında düğümlenmiştir.
29. Davacı dosya içerisinde yer alan BDDK yazısı ile de sabit olduğu üzere davacı, yabancı bankanın Türkiye'de irtibat bürosu olarak faaliyet gösteren temsilcisi olup Bankaların İzne Tabi İşlemleri ile Dolaylı Pay Sahipliğine İlişkin Yönetmelik ve ilgili Tebliğ gereğince yetkileri söz konusu mevzuat hükümleriyle sınırlı şekilde hareket edebilir. Söz konusu temsilciğin tek başına dava ehliyeti yahut şirketi temsile ilişkin genel hükümler anlamında kanuni temsil yetkisi bulunmuyor ise de TTK'nın istisnai bu duruma özgü olarak düzenlenen 103. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi gereği yabancı tacir ile Türkiye'de faaliyet gösteren kişi arasındaki ilişki ne olursa olsun acente statüsünde sayılacağından bu maddenin sağladığı imkân dâhilinde yabancı şirketi temsilen dava açabileceği gibi, yabancı şirkete izafeten temsilciliğe de dava açılabilecektir. Dolayısıyla Mahkemenin davacının dava ehliyetinin bulunmadığı yönündeki değerlendirmesinde isabet olmadığı gibi, Özel Daire kararında işaret edilenin aksine TTK'nın 103/1-b ve 105. maddelerinin açık izni gereği de yabancı şirketten ayrıca bir muvafakat yahut bir vekâletname alınması da gerekli değildir.
29. Sonuç itibariyle Mahkemece bu hükümler çerçevesinde değerlendirme yapılıp davanın dinlenilebilir olduğu gözetilerek işin esasına girilmeli, dava konusu talebin yerinde olup olmadığı esastan incelenmelidir.
30. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; direnme kararının Özel Daire kararında gösterilen nedenler çerçevesinde bozulması gerektiği görüşü ile somut olayda TTK'nın 103 ve 105. maddelerinin uygulanmasının mümkün olmadığı, zira bu istisnai yetkinin 103. maddenin ilk cümlesinde açıkça öngörüldüğü üzere ancak başka bir kanunda buna engel bir hükmün var olmaması hâlinde söz konusu olabileceği, oysa somut olayda davacının BDDK izni ile faaliyet gösteren ve ilgili Yönetmelik ve Tebliğ gereği herhangi bir hukuki iş ve işlem içerisine girmesi yasak olan, yabancı bankanın Türkiye'deki faaliyetlerine ilişkin olarak Türkiye'deki kredi kuruluşları ve finansal kuruluşlarla olan münasebetlerin güçlendirilmesi, piyasa araştırması yapılması, bilgi toplanması ve raporlanmasından başka hiçbir eylem içerisine girişemeyecek bir irtibat bürosu olduğu, irtibat bürosuna hiçbir şekilde işlem ve şirketi temsil yetkisi verilmediği gibi aksi olsa dahi bunun belirtilen açık yasal düzenlemeler nedeniyle geçersiz olacağı, üstelik davanın şirket adına ve namına dile getirilmiş bir borçsuzluk yahut usulsüzlük iddiası üzerinden açılmadığı, tam aksine bizatihi temsilciliğin hukuken hiçbir işlemin tarafı ve muhatabı olamayacağı iddiasına dayanıldığı, şirketten ayrı bir hukuki varlığı olmayan irtibat bürosunun bu şekilde bir dava açamayacağı, davanın ancak ve ancak temsilciliğin başındaki gerçek kişinin icra takibinden çekinip bizzat kendi malvarlığından ödeme yapması hâlinde dinlenebilir olacağı, zira böyle bir ihtimalde elbette ...'nun kendi adına davaya devam etmesinin mümkün olduğu ve herhangi bir dava şartı eksikliğinden bahsedilemeyeceği, ne var ki dosya kapsamından şirket bütçesinden ayrı, bizzat ... tarafından kendi malvarlığından ödeme yapıldığına dair hiçbir iddiada bulunulmadığı, tam tersine ödemenin şirket tarafından yapıldığının belirtildiği gözetildiğinde dava ehliyeti ve temsilci sıfatı bulunmayan irtibat bürosunun kendi nam ve hesabına dava açması mümkün olmadığından mahkemenin tamamlanabilir bir dava şartı eksikliğinin söz konusu olmadığı yönündeki gerekçesinin haklı ve yerinde olduğu, direnme kararının bu sebeple onanması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de bu görüşler açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
31. Hâl böyle olunca direnme kararının açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373. maddesi uyarınca direnme kararını veren Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesine, kararın bir örneğinin Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
25.06.2025 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.