ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/998 E., 2024/363 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/998 E., 2024/363 K. sayılı kararı
2 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 03.07.2024 tarihli, 2023/998 E., 2024/363 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2023/998 E., 2024/363 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

SAYISI : 2022/667 E., 2023/156 K.

KARAR : Davanın kabulüne

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 29.09.2022 tarihli ve

2022/8425 Esas, 2022/10766 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 20.09.2004 tarihinden itibaren Kars Merkez Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) çalışmaktayken 02.11.2009 tarihinde Tirebolu Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına, ardından 29.06.2018 tarihinde Espiye Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına nakil yoluyla geçiş yaptığını, müvekkilinin yaptığı başvuru üzerine ikinci nakil ile iş ilişkisi tasfiye edilmiş gibi değerlendirilerek kıdeminin sıfırlandığının bildirildiğini, yasal düzenlemeler gereği Türkiye genelindeki Vakıfların ... Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne bağlı, aynı işverene ait aynı işkolundaki işyerleri olduğunu, müvekkilinin de bu kapsamda aynı işletme içinde farklı bir işyerine yani bir Vakıftan başka bir Vakfa nakil olduğunu, iş ilişkisinin tasfiye edilmediğini ileri sürerek kıdem süresi ile birikmiş ve nakilden sonra hak kazanılan yıllık izin sürelerinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı ... (Bakanlık) vekili cevap dilekçesinde; Vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğunu, yasal düzenlemeler gereği işçilerin özlük hakları konusunda Bakanlığın yetkisinin olmadığını, Vakıfların her birinin ayrı işyeri olduğunu, birbirlerine veya Bakanlığa bağlı olmadıklarını, müvekkilinin taraf sıfatının bulunmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 28.12.2021 tarihli ve 2020/629 Esas, 2021/777 Karar sayılı kararı ile; 3294 sayılı Kanun’un 7 nci maddesi dikkate alındığında çalıştığı işyerinden nakil yoluyla aynı alanda çalışan başka bir işyerine geçiş yapan davacının önceki hizmetleri yok sayılarak iş ilişkisinin tasfiye edilmiş gibi değerlendirilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 12.05.2022 tarihli ve 2022/958 Esas, 2022/1630 Karar sayılı kararı ile; 3294 sayılı Kanun, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün yapısı ve görevleri, Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığının görevleri ile 09.06.2017 tarihli ve 2016/3 Esas, 2017/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile ilgili açıklamalar yapıldıktan sonra Bakanlığa husumet yönetilmesinde hata bulunmadığı, tespit davası açılması yönünden de hukuka aykırılık olmadığı, esasa yönelik olarak ise davanın 7144 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten sonra açıldığı, Bakanlıkça işyerlerinde uygulanmak üzere işletme toplu iş sözleşmesi bağıtlandığı dikkate alındığında İlk Derece Mahkemesi kararının vakıa ve hukuki değerlendirme yönünden usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "...10. Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde, öncelikle Mahkemece sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının temelde vakıf olduklarının gözden kaçırıldığı anlaşılmaktadır. Vakıflar, kural olarak özel hukuk tüzel kişisidir. Bu kuralın istisnası ise ancak o kuralı koyan makam tarafından konulabilir. Çünkü, istisna, genel kuralın uygulama alanını daraltır. Bu sebeple yargı organının, bir kurala istisna getirmesi mümkün değildir (Gözler, s.45). Bir kuralın istisnasının ancak o kuralı koyan makam tarafından oluşturulabilmesinin sonucu ise yargı organı tarafından varsayımlardan ya da genel kabuller üzerinden istisna oluşturulamamasıdır. Diğer taraftan 3294 sayılı Kanun'da sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları (md.7) ile sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik fonu (md.3) ayrı ayrı hükümlerde düzenlenmiş olup Mahkemece bu ikisinin birbiri ile karşılaştırılması yahut birbiri ile aynı kabul edilmesi de yerinde değildir. Şayet kanun koyucu aksini öngörseydi, vakıflar ile Fonun farklı şekilde düzenlenmesine gerek duyulmazdı. Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise açık bir kanun hükmü olmaksızın, “tüm ülke çapında Bakanlık tarafından yürütülmesi gerekli sosyal yardım kamu hizmetinin, taşrada sosyal yardımlaşma vakıfları aracılığıyla yürütüldüğü, vakıfların finansının Bakanlık tarafından gerçekleştirilip, işe alınacakların özlük işleri ile çalışma koşullarının belirlenmesinde Bakanlığın söz sahibi olduğu” varsayımı ile vakıflara kamu tüzel kişiliği verilip verilemeyeceğidir. Zira, Anayasa'nın 123 üncü maddesi ile 5737 sayılı Kanun'un 4 üncü maddesi son derece açık olup aslolan bir vakfın kamu tüzel kişi olması değil, özel hukuk tüzel kişisi olmasıdır. Bir kural hangi norm ile konulmuş ise o kuralın istisnası da ancak o kural ile konulabilir. Yorum yoluyla istisna üretilemez (Gözler, s.45, 54). Somut olayda, vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduklarına dair kanun hükmünün aksini öngören bir kanun hükmü bulunmadığı hâlde, Mahkeme tarafından yorum yolu ile istisna oluşturulması hukuka aykırıdır.

11. Bu noktada, 25.05.2018 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 7144 sayılı Kanun'un 7 nci maddesi ile 3294 sayılı Kanun'un 7 nci maddesinin son fıkrasına eklenen hükümden de söz etmek gerekmektedir. İlgili hükümde "Vakıflar, 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34. maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyerleridir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenlemeden de açıkça görüleceği gibi, yapılan değişiklik ile vakıfların kamu tüzel kişisi olduğu değil, "Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyeri olduğu” esası benimsenmiştir. İlgili maddenin gerekçesinde, "Madde ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34. maddesinin ikinci fıkrasında bahsi geçen kamu kurum ve kuruluşlarının aynı işkolundaki birden çok işyerlerinde toplu iş sözleşmesinin ancak işletme düzeyinde yapılması gerektiği hükmü uyarınca, Vakıfların, mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce veya yetkili kıldığı işveren sendikasınca imzalanan işletme toplu iş sözleşmesi kapsamındaki kamu işyerleri olduğu düzenlenmiştir." denilmiş ise de gerekçede vakıfların genel bir kural olarak kamu tüzel kişisi olduğu değil, “mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere” kamu işyeri olduğu belirtilmiştir. Kaldı ki gerekçede geçen bu ifade kanun metnine bilinçli olarak alınmamıştır. Söz konusu düzenlemenin amacı, tüm sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına kamu tüzel kişiliği atfetmek değil, Bakanlığın taraf olduğu toplu iş sözleşmelerinin yapılmasını kolaylaştırmaktadır. Zira, mülga 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nun ‘Toplu iş sözleşmesinin kapsamı ve düzeyi’ başlığını taşıyan 3 üncü maddesinde “... Ancak, kamu kurum ve kuruluşlarına ait müessese ve işyerleri ayrı tüzel kişiliğe sahip olsalar dahi, bu kurum ve kuruluşlar için tek bir işletme toplu iş sözleşmesi yapılır.” hükmü bulunmakta iken (md. 3, f.1,2), 6356 sayılı Sendika ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nda bu hükme yer verilmemiş, onun yerine “Bir gerçek ve tüzel kişiye veya bir kamu kurum ve kuruluşuna ait aynı işkolunda birden çok işyerinin bulunduğu işyerlerinde, toplu iş sözleşmesi ancak işletme düzeyinde yapılabilir.” düzenlemesine yer verilmiştir (md.34). Toplu iş sözleşmesinin düzeyine ilişkin tarihsel gelişmeler ve kanun değişiklikleri dikkate alındığında, 3294 sayılı Kanun'a eklenen hükmün vakıfların özel hukuk tüzel kişisi olduğu gerçeğini değiştirmediği, yapılan değişikliğin sadece toplu iş sözleşmesinin düzeyi ve bağıtlanması süreci ile ilgili olduğu kabul edilmelidir. Mahkemece, 7144 sayılı Kanun gerekçesine at?çıklığa kavuştuğu belirtilmiş ise de gerekçede açıkça vakıfların “mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere kamu işyeri” olduğu ifade edilmiştir. Gerekçede çizilen bu sınırlar gözden kaçırılarak Kanun'da ‘tüm sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olarak kabul edildiği’ şeklinde, amacı aşan bir yorumla sonuca gidilmesi yerinde değildir. Yukarıda da ayrıntılı olarak açıklandığı gibi aslolan vakıfların özel hukuk tüzel kişi olmalarıdır. Aksinin kabulü için, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olduğunu açıkça düzenleyen bir kanun hükmü olmalıdır. Bu itibarla, 7144 sayılı Kanun ile 3294 sayılı Kanun'un 7 nci maddesinde yapılan değişikliğin sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının hukuki niteliğini değiştiren yeni ve farklı bir düzenleme olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

12. Belirtmek gerekir ki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 09.06.2017 tarihli ve 2016/3 Esas, 2017/4 Karar sayılı kararı ile "3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğu, ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları" belirlenmiştir. İçtihadı birleştirme kararları, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 45 nci maddesine göre bağlayıcıdır. Somut olayda, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olduğuna yönelik kanuni bir düzenleme, Anayasa Mahkemesi iptali kararı yahut aksi yönde içtihadı birleştirme kararı bulunmadığına göre,09.06.2017 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı'nın hâlen bağlayıcı olduğu kabul edilmelidir.

13. İzah edilen sebeplerle, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı birer özel hukuk tüzel kişisi olan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olarak kabulü ile husumetin davalı olarak Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına yöneltilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

14.Bölge Adliye Mahkemesi kararının dava dilekçesinin özeti ve gerekçe kısmı oluşturulurken Dairemizce aynı gün incelemesi yapılan 2022/8423 Esas sayılı dosya davacısının çalıştığı işyerlerine dair bilgilerin ve tarihlerin kullanılması hatalı ise de bu durumun sonuca etkili olmadığı görülmüş, sadece eleştirilmekle yetinilmiştir.

..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının mali yapısı, gelir kaynakları ile Vakıf çalışanlarına ilişkin yasal düzenlemelere değinildikten sonra Vakıflar kamu işyeri mahiyetinde olduğu, bu nedenle Vakıf çalışanları ile ilgili açılan davalarda Bakanlığa husumet yöneltilmesinde hukuken engel bulunmadığı vurgulanmak suretiyle önceki hükümde direnilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili, Vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip, ayrı işyeri ve bağımsız işveren olduklarını, müvekkili Bakanlığın sadece toplu iş sözleşmesi yapma yetkisi bulunduğunu, davacının müvekkilinin işçisi olmadığını, işe alma ve işten çıkarma işlemlerinin Vakıflar tarafından yapıldığını, müvekkili Bakanlığın taraf sıfatı bulunmadığını, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunduğunu belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının kamu tüzel kişisi mi yoksa Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı bir özel hukuk tüzel kişisi mi olduğu; buradan varılacak sonuca göre eldeki davada husumetin Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne izafeten Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına yöneltilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

D.Ön Sorun

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında öncelikle kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre direnme kararının usulüne uygun olup olmadığı ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

E. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 294 ve 297 ve 298 inci maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297 nci maddesinde bir mahkeme hükmünün neleri kapsaması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre;

"(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:

a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.

b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.

c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.

d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.

e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir."

2. Bu düzenleme uyarınca bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.

3. Bu kapsamda tarafların tüm delilleri toplanıp tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hâkim hükmü (kısa kararı) 6100 sayılı Kanun'un 297 nci maddesinin ikinci fıkrasına uygun biçimde tefhim eder. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.

4. Bu aşamadan sonra yapılması gereken iş, gerekçeli kararın yazılmasıdır. Ancak 6100 sayılı Kanun'un 298 inci maddesi uyarınca gerekçeli kararın tefhim edilen kısa karara uygun olması gerekir. Artık bu karardan dönme (rücu) olanaklı olmadığı gibi kararın asli unsurlarından olan gerekçenin de hüküm fıkrasına uygun biçimde yazılması gerekir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10.04.1992 tarihli ve 1991/7 Esas ve 1992/4 Karar sayılı kararı). Esasen gerekçeli kararın tefhim edilen karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup bu kurala kanun koyucu 6100 sayılı Kanun'un 294 ve 298 inci maddeleriyle varlık kazandırmıştır.

5. Gerçekten de anılan maddeler kamu düzeni amacıyla konulmuş, emredici hükümlerdendir. Bu maddeler uyarınca kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Yine 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı 141/3 üncü maddesinde; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” hükmüne yer verilmiştir.

6. Ne var ki uygulamada 6100 sayılı Kanun'un 294 üncü maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır. İşte bu gibi hâllerde tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesi mümkün değildir. Öte yandan kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasa'nın 141 inci maddesi ile 6100 sayılı Kanun'un yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki hükümlerine aykırı bir durum oluşturur. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama, yargı kararlarının her türlü kuşkudan uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

7. Somut olayda İlk Derece Mahkemesince direnmeye ilişkin kısa kararda,

"...2)-Davacının dava açıldığı tarih itibariyle davalı işeverenlikteki toplam kıdem süresinin 15 yıl 11 ay 22 gün olduğunun tespitine

3)-Davacının yıllık ücretli izin sürelerinin hizmet süresi içinde bir bütün olarak değerlendirilerek kullandığı izinlerin mahsup edilmesiyle bakiye 18 gün izin hakkının bulunduğunun tespitine

4)-Mevcut toplu iş sözleşmesinin 20. Maddesinde yıllık ücretli izin düzenlemesine göre 15 yıldan fazla hizmeti olan davacının 15. Kıdem yılını doldurduğu 21/09/2020 tarihinden itibaren 29 gün ücretli izine hak kazandığının tespitine,...." ; gerekçeli kararda ise,

"1)-Davacının dava açıldığı tarih itibariyle davalı işverenlikteki toplam kıdem süresinin 11 yıl 6 ay 14 gün olduğunun tespitine

2)-Davacının yıllık ücretli izin sürelerinin hizmet süresi içinde bir bütün olarark değerlendirilerek kullandığı izinlerin mahsup edilmesiyle bakiye 30 gün izin hakkının bulunduğunun tespitine,

3)-Mevcut toplu iş sözleşmesinin 20. Maddesinde yıllık ücretli izin düzenlemesine göre 5 yıldan fazla hizmeti olan davacının 7. Kıdem yılını doldurduğu 03/03/2021 tarihinden itibaren 23 gün ücretli izine hak kazandığının tespitine..." şeklinde karar verilmiş olup bu hâliyle kısa karar ile gerekçeli kararın hüküm sonucu arasındaki meydana gelen uyumsuzluk nedeniyle çelişki oluştuğu anlaşılmıştır.

8. Bu durumda mahkemece yapılması gereken 6100 sayılı Kanun'un 297 nci maddesindeki düzenlemeler gözetilerek kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişki giderilerek karar verilmelidir.

9. Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan Anayasal ve yasal düzenleme ile ilkeler gözetilerek kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişki giderilerek usulüne uygun direnme kararı verilmesi için karar usulden bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeple;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

03.07.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2023998-e-2024363-k-sayili-karari