Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/956 E., 2023/1153 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 29.11.2023 tarihli, 2023/956 E., 2023/1153 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/956 E., 2023/1153 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 19. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2023/438 E., 2023/787 K.
ASIL VE BİRLEŞEN DAVALARDA
KARAR : Şikâyetin reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 09.01.2023 tarihli ve
2022/12791 Esas, 2023/6 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki asıl dosyada meskeniyet şikâyeti, birleşen dosyada kıymet takdirine itiraz isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl dosyada meskeniyet şikâyetinin kısmen kabulüne, birleşen dosyada kıymet takdirine itirazın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince alacaklının kıymet takdirine yönelik itiraz ile ilgili istinaf başvuru dilekçesinin reddine, alacaklı vekilinin meskeniyet şikâyeti hakkında verilen karara ilişkin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle meskeniyet şikâyetinin reddine, birleşen dosyada borçlunun kıymet takdirine ilişkin itirazının kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı borçlu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda karar bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı borçlu vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. ASIL DOSYADA
Asıl dosyada şikâyetçi borçlu; alacaklı tarafından Eskişehir 6. İcra Müdürlüğünün 2019/12220 Esas sayılı dosyasında aleyhine başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla takipte Eskişehir ili, Tepebaşı ilçesi Çamlıca Mahallesi 7289 ada 6 parselde (3402 sayılı Kanun’un Ek 1 inci maddesi gereğince düzeltme işlemi sonrası 21065 ada 6 parsel) bulunan taşınmazına haciz konulduğunu, 04.02.2021 tarihinde kıymet takdirine yönelik yapılan keşif sırasında hacizden haberdar olduğunu, taşınmazın ailesiyle birlikte yaşadığı hâline münasip meskeni olduğunu ileri sürerek 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (2004 sayılı Kanun) 82 nci maddesinin birinci fıkrasının on ikinci bendine göre haczedilemeyeceğini ileri sürerek meskeniyet şikâyetinin kabulüne karar verilmesini talep etmiş ve 08.11.2022 tarihinde kendisini vekille temsil ettirmiştir.
2. Alacaklı vekili; duruşmadaki beyanında şikâyetin reddini savunmuştur.
II. BİRLEŞEN DOSYADA
1. Borçlu; alacaklı tarafından Eskişehir 6. İcra Müdürlüğünün 2019/12220 Esas sayılı dosyasında aleyhine başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla takipte Eskişehir ili, Tepebaşı ilçesi Çamlıca Mahallesi 7289 ada 6 parselde (3402 sayılı Kanun’un Ek 1 inci maddesi gereğince düzeltme işlemi sonrası 21065 ada 6 parsel) bulunan taşınmazına haciz konulduğunu, taşınmazla ilgili kıymet takdir raporunun kendisine 24.03.2021 tarihinde tebliğ edildiğini, raporda bir çok eksik bulunduğunu ve değerin düşük tespit edildiğini ileri sürerek kıymet takdirine itirazın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
2. Alacaklı vekili; duruşmadaki beyanında mahkemenin 2021/80 Esas sayılı dosyası ile birlikte tek keşif yapılmasının usul ekonomisine uygun olduğunu belirtmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 08.07.2021 tarihli ve 2021/80 Esas, 2021/467 Karar sayılı kararı ile; hükme esas alınan 10.06.2021 havale tarihli bilirkişi raporunda taşınmazın değerinin 480.000,00 TL olduğu, borçlunun sosyo ekonomik durumuna göre hâline münasip bir taşınmazın yaklaşık 275.000,00 TL bedel ile alınabileceğinin bildirildiği gerekçesiyle asıl dosyada borçlunun meskeniyet şikâyetinin kısmen kabulü ile takip dosyasında taşınmaz değerinin 275.000,00 TL'den aşağı olmamak kaydıyla ve borçluya bu miktar paranın ödenmesi şeklinde satışının yapılmasına, birleşen dosyada borçlunun kıymet takdirine ilişkin itirazının kabulüne, taşınmaz değerinin 480.000,00 TL olduğunun tespitine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı taraf vekilleri tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 15.09.2022 tarihli ve 2021/1490 Esas, 2022/1714 Karar sayılı kararı ile; alacaklının kıymet takdirine yönelik istinaf sebeplerinin incelenmesinde, kıymet takdirine itiraz hakkında verilen kararın 2004 sayılı Kanun’un 363 üncü maddesinde belirtilen istinaf yoluna başvurulabilecek kararlardan olmadığından alacaklı vekilinin istinaf başvuru dilekçesinin reddi gerektiği, alacaklı vekili ile şikâyetçi borçlunun meskeniyet iddiasına ilişkin istinaf sebeplerinin incelenmesinde ise, taşınmaz üzerinde haciz tarihinden önce kooperatif lehine tesis edilmiş ipoteğin mevcut olduğu, lehine ipotek şerhi olan SS Eskişehir Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet Kooperatinin cevabında ipoteğin esnaf kredisinin teminatı olarak tesis edildiği, taşınmaza ...'ün kredisi için ipotek konulduğu, kredi borcunun 01.09.2020 tarihinde kapatıldığının bildirildiği, haciz tarihi itibariyle borcun hâlen devam ettiği gerekçesiyle alacaklının kıymet takdirine yönelik itirazı ile ilgili istinaf başvuru dilekçesinin reddine, alacaklı vekilinin meskeniyet şikâyeti hakkında verilen karara ilişkin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle meskeniyet şikâyetinin reddine, birleşen dosyada borçlunun kıymet takdirine ilişkin itirazının kabulüne, taşınmaz değerinin 480.000,00 TL olduğunun tespitine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde borçlu vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 363.maddesine göre, istinaf yoluna başvuru süresi kararın tefhim veya tebliğinden itibaren 10 gündür.
Somut olayda; ilk derece mahkemesince kararın alacaklı vekilinin yüzüne karşı 08.07.2021 tarihinde tefhim edildiği, alacaklı tarafından istinaf dilekçesinin yasal 10 günlük süreden sonra 28.07.2021 tarihinde sunulduğu, buna göre istinaf isteminin süresinde olmadığı tespit edilmiştir.
O halde Bölge Adliye Mahkemesince alacaklının istinaf başvurusunun süreden reddine karar verilmesi gerekirken, meskeniyet şikayeti yönünden alacaklının istinaf başvurusu süresinde kabul edilerek, İlk Derece Mahkemesinin kararı kaldırılıp, yeniden hüküm tesisi isabetsiz olup kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, İlk Derece Mahkemesince yapılan inceleme sonucunda verilen kısa kararın borçlu ile alacaklı vekilinin yüzüne karşı 08.07.2021 tarihinde tefhim edilmiş ise de gerekçeli karar tüm unsurlarıyla tefhim edilmediği, 2004 sayılı Kanun’un 363 üncü maddesi uyarınca tefhimden itibaren kanun yolu süresinin başlamasının hükmün 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 298 inci maddesinin üçüncü fıkrası ile 294 üncü maddesinin üçüncü fıkrası hükümleri uyarınca yazılıp, tefhimine bağlı olduğu, İlk Derece Mahkemesince gerekçeli kararın alacaklı vekiline 18.07.2021 tarihinde tebliğ edildiği, alacaklı vekilinin 28.07.2021 tarihinde istinaf harcını yatırarak kararı istinaf ettiği, özellikle Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin çok sayıdaki hak ihlâli kararlarının dikkate alınması gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde borçlu vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Borçlu vekili; alacaklı vekilinin istinaf başvurusunun süresinde olmadığını, Eskişehir Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet Kooperatifi'nden gelen yanlış bilgiyle hüküm kurulduğunu, bilirkişi tarafından şikâyet konusu meskene takdir edilen 480.000,00 TL değerin günümüz piyasasında oldukça düşük olduğunu, bilirkişinin belirlediği borçlunun hâline münasip 275.000,00 TL bedelle gayrimenkul bulunmasının imkansız olduğunu, meskeniyet şikâyetinin kabulü gerektiğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; İlk Derece Mahkemesinin kısa kararının alacaklı vekilinin yüzüne karşı 08.07.2021 tarihinde verilmesi, gerekçeli kararın 18.07.2021 tarihinde tebliğ edilmesi ve kararın 28.07.2021 tarihinde istinaf edilmesi karşısında, istinaf başvurusunun süresinde olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre Bölge Adliye Mahkemesince 2004 sayılı Kanun’un 365 inci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince istinaf talebinin süre aşımından reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın 40 ıncı maddesinin ikinci fıkrası,
2. 2004 sayılı Kanun'un 363 ve 366 ncı maddeleri,
3. 6100 sayılı Kanun'un 297 nci maddesi.
2. Değerlendirme
1. Hukuka aykırı veya haksız olduğu iddia edilen yargı kararlarının, kural olarak bir üst dereceli veya farklı mahkemelerce, istisnai olarak da kararı veren mahkemece tekrar incelenmesine ve değiştirilmesine olanak tanıyan bu hukuksal mekanizmalara genel olarak “kanun yolu” denilmektedir.
2. Kanun yollarının öncelikli amacı; derece mahkemesi kararlarının, ikinci kez ve bu defa farklı bir yargı merci tarafından incelenmesi suretiyle söz konusu kararların doğruluğunu güvence altına almak, bu sayede dava konusu edilen sübjektif hakların hukuka ve maddi gerçeğe uygun kararlarla elde edilmesini sağlamaktır. Aynı zamanda; benzer hukuksal sorunlara mahkemeler tarafından farklı çözümler getirilmesini önleyerek ülkede içtihat birliğini korumak, objektif nitelikteki bu fonksiyonu sayesinde hukukta kalitenin artırılması ve geliştirilmesine katkı sunmaktır.
3. Anayasanın 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı Anayasanın 36 ncı maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesinde dava açma hakkını değil, kanun yollarına başvurma hakkını da içermektedir. Kanun yollarına başvurabilme olanağının kişiye ve topluma güvence sağlaması açısından hukuk devletinin bir gereği olduğu da açıktır. Belirtilmelidir ki hukuk devleti ilkesinin zedelenmemesi, adalet mekanizmasına duyulan güvenin sarsılmaması, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmemesi için yargılama makamlarınca verilen kararların gözden geçirilmesi ve hukuka aykırı olup olmadıklarının denetlenmesi gerekmektedir. Mahkeme kararlarının denetlenmesini talep hakkı, evrensel bir hukuk ilkesi olan adil yargılanma hakkının ve hak arama hürriyetinin birer gereği olarak kabul edilmekte ise de kanun koyucu tarafından bütün mahkeme kararlarına karşı bu hak kabul edilmemiş ve bazı sınırlamalar getirilerek, üst yargı denetimi kapalı tutulmuştur.
4. Anayasanın 154 ve devamı maddelerinde her bir yargı kolunda üst derecede yer alan yüksek mahkemeler düzenlenerek, en azından iki dereceli bir yargılama teşkilatı ile mahkeme kararlarının hukuka uygunluğunun denetlenmesi zorunluluğu getirilmiştir. Bu hükümler karşısında yargı yolu denetimi anayasal bir gereklilik olmakla beraber, uygulanacak kanun yolları ve bunların kapsamı konusunda bir düzenleme yapılmayarak, bu hususlar kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır.
5. Ülkemizde iki dereceli yargılama teşkilatı mevcut iken, Yargıtayın içtihat mahkemesi olma niteliğinin korunması ve denetim yargılamasının güçlendirilerek daha etkin hâle getirilmesi için kanun koyucu tarafından istinaf incelemesi gerekli görülmüş ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun (5235 sayılı Kanun) ile ilk derece mahkemeleriyle Yargıtay arasında istinaf incelemesi yapmakla görevli olmak üzere bölge adliye mahkemeleri kurulmuştur. İlk derece mahkemelerinin kararlarına karşı gidilebilen bu yol, yargı teşkilatını iki aşamalı olmaktan çıkarıp üç aşamalı hâle getirmiştir.
6. 5235 sayılı Kanun’a paralel olarak 02.03.2005 tarihli ve 5311 sayılı İcra Ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (5311 sayılı Kanun) ile temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümlerde değişiklik yapılmıştır.
7. 2004 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesi gereğince icra mahkemesi, icra ve iflas dairelerinin işlemlerine karşı yapılan şikâyetlerle, itirazları incelemeye görevli olup takip hukukuna ilişkin kararlar veren özel bir mahkemedir. İcra mahkemelerinin hukuka ilişkin kararlarına karşı kanun yolları 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun ile değişik 363, 364, 365 ve 366 ncı maddelerinde özel hükümlerle düzenlenmiştir.
8. 2004 sayılı Kanun'un 366 ncı maddesinin birinci fıkrasında ise istinaf ve temyiz incelemelerinin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na (1086 sayılı Kanun) göre yapılacağı belirtilmiştir. 6100 sayılı Kanun'un 447 nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı Kanun'a yapılan yollamalar, 6100 sayılı Kanun'un bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılır.
9. Açıklanan bu hükümlere göre 2004 sayılı Kanun'da istinaf ve temyize ilişkin özel düzenlemeler yer almakta olup, özel düzenleme bulunmaması hâlinde kural olarak 6100 sayılı Kanun'un istinaf ve temyize ilişkin hükümleri uygulanır.
10. 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun'un 24 üncü maddesi ile değişik 363 üncü maddesi, maddenin değişiklik öncesi hâlinin aksine icra mahkemesinin hangi kararlarına karşı istinaf yolunun kapalı olduğunu düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinde gösterilmeyen icra mahkemesi kararlarına karşı ait olduğu hak, alacak veya malın değer veya miktarının yasada öngörülen parasal miktarı geçmesi şartıyla istinaf yolu açıktır. 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinin birinci fıkrasına göre istinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğden itibaren on gündür.
11. 2004 sayılı Kanun'un 365 inci maddesi uyarınca istinaf yoluna başvurma, yasal süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa, 6100 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir. İstinaf yoluna başvuran kişi ret kararını kabul etmezse, istinaf dilekçesi diğer tarafa tebliğ edildikten sonra, karar sureti ve verilirse cevap dilekçesiyle birlikte yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge Adliye Mahkemesi, birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar.
12. Diğer taraftan 03.10.2001 tarihinde kabul edilen değişiklikle Anayasanın 40 ıncı maddesine “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” hükmü ilave edilmiştir. Hükmün gerekçesinde; bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, merci ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği açıklanmıştır.
13. Anayasanın yargısal kanun yollarını da kapsayan 40 ıncı maddesinin ikinci fıkrası hükmü yanında 6100 sayılı Kanun’un 297 nci maddesinde mahkemelerce hukuk davalarında kurulacak hükümlerin taşıması gereken kapsam açıkça düzenlenmiş ve maddenin 1/ç bendinde varsa kanun yolları ile süresinin hüküm sonucunda yer alması gerektiği belirtilmiştir.
14. Yukarıda belirtilen Anayasanın 36 ve 40 ıncı maddesinin ikinci fıkrası ile 6100 sayılı Kanun’un 297 nci maddelerinde yer alan düzenlemeler dikkate alındığında, mahkemelerin kararlarında ilgililere başvurulabilecek kanun yollarını, başvuru mercilerini ve başvuru sürelerini sadece göstermeleri yeterli olmayıp, aynı zamanda doğru olarak göstermeleri de anayasal ve yasal gerekliliktir.
15. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki hukuk devleti, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Sadece pozitif olarak yürürlüğe konmuş kurallar, bir devleti hukuk devleti yapmaya yetmez. Hukukun aynı zamanda bireylere güven veren açıklıkta, istikrarda ve öngörülebilirlikte olması gerekir.
16. Bu noktada meşru (haklı) beklentiye değinmek gerekirse, bu kavram bir hakkın ileride mevcut olacağına dair hukuki bir umudu ifade eder. Bu durumda hakkında mevcudiyeti yönünde geçerli bir beklenti bulunmaktadır. Meşru beklenti kavramı ile hukuki güvenlik ve giderek hukuk devleti/hukukun üstünlüğü ilkesi arasında sıkı bir bağ olup, hakkaniyet de önemli bir temel sağlamaktadır. Bu ilkelerin uzantısı olan öngörülebilirlik ve belirlilik ya da sürprizlere kapalılık kişide güven duygusuna ve hakka sahip olacağı yönünde objektif olarak makul sebeplerle dayanmasına yol açacaktır (H. Burak Gemalmaz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde Mülkiyet Hakkı, İstanbul, 2009, s.139 vd ).
17. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; alacaklı vekili tarafından başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte borçlu asıl dosyada meskeniyet şikâyetinde bulunmuş birleşen dosyada ise kıymet takdirine itiraz ederek icra mahkemesine başvurmuştur.
18. İcra mahkemesinin alacaklı vekilinin yüzüne karşı verilen 08.07.2021 tarihli kısa kararında asıl dosyada borçlunun meskeniyet şikâyetinin kısmen kabulü ile takip dosyasında taşınmaz değerinin 275.000,00 TL'den aşağı olmamak kaydıyla ve borçluya bu miktar paranın ödenmesi şeklinde satışının yapılmasına, birleşen dosyada borçlunun kıymet takdirine ilişkin itirazının kabulüne, taşınmaz değerinin 480.000,00 TL olduğunun tespitine karar verilerek, kanun yolu "Dair, davacı (borçlu) ve davalı (alacaklı) vekilinin yüzüne karşı meskeniyet şikayetine yönelik İK 363 maddesi gereğince tebliğ tarihinden itibaren 10 gün içinde... " şeklinde gösterilmiştir.
19. Alacaklı vekiline gerekçeli karar 18.07.2021 tarihinde tebliğ edilmiş olup alacaklı vekili 28.07.2021 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun süresinde kabul edilerek istinaf incelemesi yapılmıştır. Özel Dairece İlk Derece Mahkemesince kararın alacaklı vekilinin yüzüne karşı verildiği, kararın tefhiminden itibaren yasal on günlük süreden sonra istinaf başvurusunda bulunulduğu, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun süre aşımından reddine karar verilmesi gerekirken meskeniyet şikâyeti yönünden alacaklının istinaf başvurusunun süresinde kabul edilmesinin isabetsiz olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
20. Anayasanın 36 ve 40 ıncı maddesinin ikinci fıkrası ile 6100 sayılı Kanun’un 297 nci maddelerinde yer alan düzenlemeler karşısında icra mahkemesinin verdiği kararlarda ilgili karara karşı hangi süre içinde ve hangi kanun yoluna başvurulabileceğine yer vermesi gerektiği açıktır. İcra mahkemesinin verdiği nihai kararda kanun yoluna başvuru süresine yer vermesi aynı zamanda mahkemeye erişim hakkı ve adil yargılanmanın da bir gereğidir.
21. Somut olayda icra mahkemesinin kısa kararında istinaf başvuru süresi "gerekçeli kararın tebliğinden itibaren on gün" şeklinde belirtilmiş olup, bu ifade yasal on günlük istinaf süresinin tebliğden başlayacağına ilişkin haklı beklenti yaratmıştır. Dolayısıyla alacaklı vekilinin istinaf başvurusunun süresinde olduğunun kabulü gerekir.
22. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, kısa kararın istinaf edenin yüzüne karşı verildiği, 6100 sayılı Kanun'un 321 inci maddesi uyarınca zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edilebileceği, aynı Kanun'un 297 nci maddesinin ikinci fıkrasının gerekçeli karara ilişkin bir düzenleme olup, kısa karara ilişkin bir düzenleme olmadığından direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle bozulması gerektiği görüşü ile 6100 sayılı Kanun'un 321 inci maddesi uyarınca basit yargılama usulünde hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle açıklanmadığı hâllerde Kanunun aradığı koşulları taşıyan bir bildirimin yapılmadığı, ayrıca gerekçeli kararın tebliği yoluyla bildirim yapılması gerektiği, gerekçeli kararın geçerli bildirimi ile tebliğ olduğuna göre istinaf kanun yolu süresinin de bu tebliğden başlaması gerektiği, somut olayda usulüne uygun bir tefhim bulunmadığından istinaf başvuru süresinin tebliğ tarihinden itibaren başlaması gerektiğinden direnme kararının farklı değişik gerekçeyle uygun olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
23. Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı Bölge Adliye Mahkemesince verilen istinaf başvurusunun süresinde olduğuna ilişkin direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.
24. Ne var ki, işin esasına yönelik temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme uygun olup borçlu vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
29.11.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nda istinaf ve temyize ilişkin hükümler bulunmakta ise de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda olduğu gibi ayrıntılı hükümlere yer verilmemiş ancak istinaf ve temyiz incelemelerinin 6100 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre yapılacağı (İİK 366/1) düzenlenmek suretiyle yollama yapılmakla yetinilmiştir. Bu yollama hükmü nedeniyle İİK’da istinaf ve temyize ilişkin hüküm bulunmayan konularda HMK hükümleri uygulanmalıdır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK) 363/1 inci maddeye göre istinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gündür. Maddede sözü edilen tefhim, mahkeme tarafından verilen kararın duruşmada bulunan tarafa veya taraflara hâkim tarafından sözlü olarak bildirilmesidir.
Bu bildirimin hükmün tüm unsurlarıyla ve gerekçesiyle açıklanmasıyla mı yoksa hüküm sonucunun esaslı noktalarının açıklanmasıyla mı yapılacağı konusunda İİK’da açık bir hüküm bulunmamakta ise de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) bu konuyu düzenlemiştir. İcra hukuk mahkemesinde uygulanacak yargılama usulü konusunda da İİK’ndaki özel düzenlemeler ile İİK hükümlerinden kaynaklanan farklı uygulama yapılmasını gerektiren durumlar saklı kalmak üzere HMK hükümlerinin uygulanması gerektiğinden tefhimin nasıl olması gerektiği konusunda HMK hükümleri uygulanmalıdır.
Tefhimin nasıl yapılacağı HMK’da yazılı yargılama usulü ve basit yargılama usulü bakımından farklı düzenlenmiştir. İcra hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulandığından (İİK 18/1), bu usulde tefhimin nasıl olması gerektiği konusundaki HMK hükümlerine bakmak gerekir.
Bu konuda HMK’da basit yargılama usulüne ilişkin olarak 321 inci madde hükmü bulunmaktadır. Bu maddenin birinci fıkrasında; tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkemece tarafların son beyanları alınıp yargılamanın sona erdiği bildirilerek kararın tefhim edileceği ikinci fıkrasında ise kararın tefhiminin, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşeceği ancak zorunlu hâllerde, hâkimin bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebileceği ve bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerektiği hükme bağlanmıştır.
Bu hükmün sonucu olarak basit yargılama usulünde hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle açıklanmadığı hâllerde Kanunun aradığı koşulları taşıyan bir bildirimin yapılmadığı kabul edilmelidir. Kanun hükmü de zorunlu nedenlerle bu bildirimin yapılmayabileceğini kabul ederek bu hâlde hüküm özetinin tutanağa yazdırılmasını yeterli görmüş ancak bu hâlde de kararın bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması zorunluluğunu getirmiştir.
Bu zorunlulukla birlikte değerlendirildiğinde kanuna uygun bir tefhimin bulunmadığı yani hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle birlikte açıklanmadığı hâllerde kısa sözlü bildirim yetmemekte ayrıca gerekçeli kararın tebliği yoluyla bildirim yapılması gerekmektedir. Gerekçeli kararın geçerli bildirimi de bu tebliğ olduğuna göre istinaf kanun yolu süresinin de bu tebliğden başlayacağı kanun hükmünün açık sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenledir ki istinaf yoluna başvuru süresinin tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün olduğunu düzenleyen İİK 363 üncü maddede, tefhim sonrasında veya ibaresinden sonra yer verilen tebliğ sözcüğünü, salt duruşmada bulunmayan tarafı kapsayan bir bir ibare olarak değil, duruşmada bulunup da kendisine kanunun aradığı şekle uygun tefhim yapılmayan tarafları da kapsayan bir ibare olarak kabul etmek gerekir.
Anayasanın 40 ıncı maddesinde "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır" hükmü bulunmaktadır. Anayasadaki bu zorunluluğa uygun biçimde HMK’nın 297 nci maddesinde de varsa kanun yolları ile süresinin hüküm sonucunda yer alması gerektiği belirtilmiştir. Bu sürenin gösterilmesi zorunluluğu gün sayısı olarak bir göstermeyi değil, bu sürenin hangi tarihten başlayacağının gösterilmesini de gerektirmektedir. Zira sürenin başladığı ve sona erdiği tarihleri anlaşılır biçimde ortaya koymayan ifadeler Anayasada yer verilen kanun yolu sürelerini gösterme zorunluluğunun yerine getirildiği anlamına gelmeyecektir.
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 28.04.2023 tarih ve 2021/5 Esas, 2023/2 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararında; hukuk davalarında, hükümde kanun yolu süresinin hatalı gösterilmesi hâlinde, hatalı gösterilen kanun yolu süresi içerisinde yapılan kanun yolu başvurusunun incelenmesi gerektiğine karar verilmiştir. Bu karar kanundaki sürelerin gün sayısı olarak hatalı gösterildiği kararlar nedeniyle verilmiş ise de içtihadı birleştirme kararları sonuçlarıyla bağlayıcı, gerekçeleriyle yol göstericidir. Bu nedenle sürenin gün sayısı olarak hatalı gösterilmesi yanında sürenin başlayacağı tarihin kişinin yanılmasına neden olacak biçimde tefhim yerine tebliğ yazılmak suretiyle hatalı gösterilmesi hâlinde de farklı bir sonuca varılmamalı usulüne uygun bir tefhim bulunsa bile hatalı yazılan tebliğ tarihinden süre başlatılmalıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere usulüne uygun bir tefhim olmadığı için sürenin tebliğden başlatılması gereken hâllerde mahkemenin sürenin tebliğden başlayacağına dair gösterimi kanuna aykırı olmayıp açıkça kanun hükümlerinin sonucu olduğundan bu hâlde hatalı bir kanun yolu süresi gösterimi olduğu da düşünülemez.
Usulüne uygun bir tefhim olmadığı hâlde mahkemece sürenin tebliğ yerine hatalı olarak tefhimden başlayacağının gösterilmiş olması hâlinde sonucu ne olacaktır? Bu durum kişiyi yanıltacak ise de tefhim ya da tebliğ tarihine uyması bir hak kaybına sebep olmayacaktır. Zira kişi gösterilen bu süreye uyarsa süresinden önce kanun yolu başvurusu yapmış olacak bu süreye uymaz ve tebliğ tarihini esas alarak başvurursa kanunun aradığı süre içinde başvurusunu yapmış sayılacak yine bir hak kaybına uğramamış olacaktır.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece basit yargılama usulünün uygulandığı yargılamada tefhim edilen kısa kararda hüküm sonucu unsurları gösterilmiş ise de tefhimde kararın gerekçesi açıklanmamıştır. Bu durumda kanunun aradığı unsurları içeren bir tefhim bulunmadığından kararın taraflara tebliğ edilmesi istinaf kanun yolu süresinin de tebliğ tarihinden başlatılması gerekmektedir. Mahkemece kısa kararda ve gerekçeli kararda istinaf süresinin tebliğ tarihinden başlayacağının belirtilmesi de bu nedenle kanun hükümlerine uygundur.
Kararda kanun yolu başlangıcının tebliğ olarak gösterilmesi kanun hükümlerine uygun olduğundan tefhim yerine tebliğ yazılarak tarafın yanıltıldığı gibi bir sonuca varılması mümkün değildir.
İstinaf başvurusu Kanuna uygun olarak yapılan gösterime uygun biçimde tebliğ tarihinden itibaren süresi içinde yapılmıştır. Bu durumda istinaf talebinin süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmeyerek istinaf incelemesi yapılmış olmasında bir yanlışlık bulunmamaktadır.
İstinaf başvurusunun süresinde yapılmamış olduğu gözetilmeksizin istinaf incelemesi yapılmasının doğru olmadığını belirten bozma kararı üzerine; bölge adliye mahkemesince verilen direnme kararı da yukarıda açıklanan esaslara uygun bir gerekçe ve sonuç içermektedir. Bu durumda direnme uygun bulunarak temyiz itirazları incelenmek üzere dosyanın özel daireye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
Değerli çoğunluk görüşü; mahkemece kanun yolu başlangıcının tefhim yerine tebliğ yazılarak taraf yanıltıldığı için temyiz talebinin süresinde olduğunun kabul edilmesi gerektiği ve bu değişik gerekçeyle direnme uygun bulunarak dosyanın özel daireye gönderilmesi gerektiği yönünde olmuştur. Mahkemece tefhim yerine tebliğ yazılması bir yanıltma olmayıp kanun hükmüne uygun bir yazım olduğu için yukarıda açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşünden farklı değişik gerekçeyle direnmenin uygun olduğu düşüncesiyle değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.