ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/885 E., 2025/252 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/885 E., 2025/252 K. sayılı kararı
1 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 30.04.2025 tarihli, 2023/885 E., 2025/252 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2023/885 E., 2025/252 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2018/66 E., 2019/96 K.

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 11.05.2017 tarihli ve

2016/12301 Esas, 2017/7071 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Polatlı 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi

4. Davacı vekili; müvekkilinin 1992 yılında 5.000.000,00 (E)TL bedelle satın aldığı Ankara ili, Polatlı ilçesi, Poyraz köyü, ... parsel sayılı taşınmazın zilyetliği kendisinde olmasına rağmen davalılarca tapuda devredilmediğini ileri sürerek söz konusu taşınmazın müvekkili adına tesciline, bu olmadığı takdirde taşınmazın rayiç değerinin tespiti ile davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiş, 27.03.2012 tarihli duruşmada tapu iptali ve tescil talebinden vazgeçtiklerini belirterek taşınmazın rayiç değerinin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı

5. Davalılar usulüne uygun tebligata rağmen davaya cevap vermemiş, duruşma sırasında davalı ..., ..., ... ve ... ortak murisleri ......'nın kendilerine böyle bir satıştan hiç bahsetmediğini, taşınmazı hiç kullanmadıklarını, bir bedel ödenmiş olsaydı haberlerinin olması gerektiğini belirtmiş, davalı ...'nın vefatı sonrası davaya dâhil edilen mirasçıları davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin İlk Kararı İle İlgili Süreç

6. Polatlı 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.05.2012 tarihli, 2009/228 Esas, 2012/314 Karar sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazı davalılardan satın alan davacının 1992 yılından beri bu yere zilyet olduğu, davalıların tapu devrine yanaşmadığı, tanık beyanlarının satışı doğruladığı, davacının tapu iptal talebinden vazgeçerek taşınmazın rayiç bedelini istediği gerekçesiyle davanın kabulüne, dava konusu taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri olan 38.500,00 TL'nin davalılardan tahsiline karar verilmiştir.

7. Kararın davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 05.02.2013 tarihli, 2012/23599 Esas, 2013/1601 Karar sayılı kararıyla; "…Dosya kapsamından ve dinlenen tanık ifadelerinden davalılar adına tapuda kayıtlı taşınmazın davacıya harici sözleşme ile satıldığı, taşınmazın devrinin yapılmadığı anlaşılmaktadır.

Hükme esas alınan ziraat bilirkişi raporunda dava konusu ... parseldeki taşınmazın dava tarihindeki değerinin 38.500,00 TL olduğu açıklanmıştır.

Davada, geçersiz sözleşme gereğince sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre alacak talep edilmektedir.

818 sayılı BK'nun 61-66 maddeleri (6098 sayılı TBK'nun 77-82 maddeleri) gereğince, geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin malvarlığından, diğerinin mal varlığına kayan değerlerin iadesi "Denkleştirici adalet" düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebebe dayanmadan başkasının mal varlığından istifade ederek, kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder. Bu şekilde haksız değer kaymalarının önlenmesi sağlanmış olur.

Bu bakımdan sebepsiz zenginleşmeye konu geçersiz sözleşme gereğince alacağın iadesine karar verilirken, taşınmazın satış bedelinin alım gücünün ilk ödeme günündeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi gerekir.

Bunun için uzman bilirkişiden rapor alınarak, çeşitli ekonomik etkenlerin, altın ve döviz kurlarındaki artış, maaş artış oranları, ÜFE artış oranları vs. dikkate alınarak bu değerlerin ortalamasının alınması sonucu ulaşacak bedele hükmedilmesi gerekirken, mahkemece; taşınmazın dava tarihindeki değerine karar verilmesi doğru görülmemiştir" şeklindeki gerekçeyle karar bozulmuştur.

Mahkemenin Direnmeye Esas İkinci Kararı

8. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda Mahkemece 05.06.2014 tarihli, 2013/283 Esas, 2014/253 Karar sayılı kararla; bozma ilâmı doğrultusunda satış bedelinin dava tarihinde eriştiği rayiç değerin tespiti yönünde alınan ve hesaplamada sözleşmeye konu taşınmazın rayiç değerini de dikkate alan bilirkişi incelemesi sonunda alınan raporun denetlemeye ve hüküm kurmaya elverişli olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, tapu iptal ve tescil talebinin reddi ile 8.660,94 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı

9. Yukarıda belirtilen karara karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

10. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 11.05.2017 tarihli ve 2016/12301 Esas, 2017/7071 Karar sayılı kararı ile; "…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacının tüm, davalının sair temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Mahkemece bozma kararına uyulmuştur. Kural olarak bozma kararına uyulmakla orada belirtilen biçimde işlem yapılması yolunda lehine bozma yapılan taraf yararına kazanılmış hak, aynı doğrultuda işlem yapılması yolunda yerel mahkeme için zorunluluk doğar.

Belirtilmelidir ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlanan bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Y.İ.B.K.).

Bu ilke kamu düzeni ile ilgili olup, Yargıtay'ca kendiliğinden dikkate alınması gerekir.

Somut olayda, mahkemece; bozmaya uyma kararı verilmiş ise de, bozma kararının gerekleri tam olarak yerine getirilmemiş, bozma ilamı doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Bozma ilamında işaret edilen güncelleme yapılırken, güncellemeye esas alınan somut verileri tek tek uygulanarak, ödeme tarihinden ifanın imkânsız hale geldiği tarihe kadar paranın ulaştığı değer her bir dönem için hesaplanmalı, sonra bunların ortalaması alınmalıdır. Bozma ilamında bu hesaplama yapılırken taşınmazın rayiç değerinin hesaplamaya dâhil edileceği belirtilmediği halde, mahkemece bozma ilamı kapsamı dışına çıkılarak taşınmazın rayiç değerinin de hesaplamaya dâhil edilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

O halde mahkemece, bilirkişiden, yukarıda bahsedilen hususta, taşınmazın rayiç bedeli rapordan çıkartılmak suretiyle geri kalan verilere göre hesaplama için, ek rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken hatalı bilirkişi raporuna itibar edilerek hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir” şeklindeki gerekçeyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı

11. Mahkemenin 18.04.2019 tarihli ve 2018/66 Esas, 2019/96 Karar sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, uyulan bozma kararında hesaplamada esas alınması gereken ölçütlerin tahdidi olarak sıralanmadığı, enflasyonist ortamda kişilerin repo, altın, döviz gibi menkul yatırım araçları yanında gayrimenkul yatırımlarıyla da paranın değerini korumaya gayret ettikleri gözetildiğinde paranın gerçek alım gücünün tespitinde sözleşmeye konu taşınmazın değerinin de dikkate alınmasının denkleştirici adaleti sağlamaya daha iyi hizmet ettiği konusunda vicdani kanaat oluştuğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

12. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; geçersiz taşınmaz satış sözleşmesine dayalı olarak rayiç bedelin talep edildiği somut olayda, uyulan bozma kararının denkleştirici adalet ilkesi çerçevesine yapılacak hesaplama yöntemine esas alınacak ölçütler yönünden kesin nitelik taşıyıp taşımadığı, sözleşmeyle ödenen bedelin yani paranın sebepsiz zenginleşme hükümleri ve denkleştirici adalet ilkesi çerçevesinde iadesine yönelik olarak paranın rayicinin/alım gücünün hesaplanmasında sözleşmeye konu taşınmazın rayiç değerinin bir ölçüt olarak gözetilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

14. Özel Daire ile Mahkeme arasındaki uyuşmazlık iki aşamalı olup ilki uyulan bozma kararının yarattığı usulî bir kazanılmış hak oluşturup oluşturmadığı konusudur.

15. Türk Hukuk Lûgatında “kazanılmış hak” daha önce yürürlükte olan hükümlere göre bir kişi yararına kazanılmış olan hak şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 676).

16. Usul hukukumuzdaki anlamı itibariyle bu kavram, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Gerek mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda usulî kazanılmış hak kavramına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu kurum davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir.

17. Usulî kazanılmış hakkın söz konusu olduğu durumlardan biri de mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak uyulan kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğünün doğması hâlidir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 09.05.1960 tarihli, 1960/21 Esas, 1960/9 Karar sayılı kararı).

18. Somut olayda davacı resmî şekle uygun yapılmamakla geçersiz taşınmaz satış sözleşmesine dayanarak rayiç bedel talebinde bulunmuş, Mahkemece ilk kararla dava rayiç değer üzerinden kabul edilmiş, Özel Dairece geçersiz sözleşmelerde rayiç bedelin talep edilemeyeceği, tarafların ancak sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre verdiklerinin iadesini sağlayabilecekleri, bu çerçevede iade borcunun hesabında denkleştirici adalet ilkesi çerçevesinde "çeşitli ekonomik etkenlerin, altın ve döviz kurlarındaki artış, maaş artış oranları, ÜFE artış oranları vs. dikkate alınarak bu değerlerin ortalamasının alınması" suretiyle paranın alım gücünün belirlenmesi gerekliliğine işaret ederek bozma kararı tesis edilmiştir.

19. Mahkeme bozmaya uyarak yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasını sağlamış, hükme esas alınan 27.03.2014 tarihli raporda davacının ödediği 5.000.000,00 (E)TL'nin yeni Türk Lirası karşılığı değerinin altı sıfır atılmakla 5,00 TL'ye tekabül ettiği, bu meblağın altın, Türk Lirası yıllık mevduat faiz oranı, USD cinsinden mevduat faiz oranı, asgari ücret artış oranı, TEFE endeksi ve son olarak bozma öncesinde tespit edilen taşınmaz rayicinin katılması suretiyle oluşturulan altılı sepetin ortalaması üzerinden karar verilmiştir.

20. Özel Dairece, uyulan bozma kararında denkleştirici adalet ilkesi çerçevesinde hesaplama yapılırken taşınmazın rayicinin hesaplamaya dâhil edileceği belirtilmemiş olmasına rağmen mahkemece bozma kapsamı dışına çıkılarak rayicin de hesaplamaya katılmasının bozma gereğinin yerine getirilmemesi sonucunu doğurduğu gibi bozmaya uymakla doğan usulî kazanılmış hakları da ihlâl ettiği belirtilmiştir.

21. Ne var ki uyulan bozma kararı, hesaplama yöntemi bakımından esas alınacak ekonomik verilere ilişkin tahdidi bir sınırlandırma bulunmadığından, mahkemenin hesaplamada esas alınacak kriterler yönünden örnekleme suretiyle belirlenmiş veriler ve benzeri ekonomik değerleri dikkate alarak hesaplama yapmasında hukuken bir engel bulunmamaktadır.

22. Hâl böyle olunca Mahkemenin usulî kazanılmış hakkın ihlâl edilmediği yönündeki direnme gerekçesinin yerinde olduğu açıktır.

23. Bu tespitten sonra; uyuşmazlıkta çözümlenmesi gereken ikinci husus geçersiz taşınmaz satış sözleşmesi çerçevesinde ödenen bedelin sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde iadesi için paranın alım gücünün tespitinde sözleşme konusu malın rayiç değerinin dikkate alınıp alınmayacağı konusudur.

24. Bilindiği üzere tapulu taşınmazlarda mülkiyetin devrini öngören her türlü sözleşmenin resmî şekilde yapılması zorunlu olup (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 706, 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu 213, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 217, 1512 sayılı Noterlik Kanunu 60/3 ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 26. maddeleri) şekil koşuluna uygun olmayan sözleşmeler hukuken geçersizdir. Kanunun öngördüğü şekil bir geçerlilik koşuludur.

25. Şekle aykırılık nedeniyle geçersiz bir sözleşmenin varlığı hâlinde tarafların hak ve borçları geçerli bir sözleşmenin yarattığı hukuki durumdan elbette farklıdır; geçersiz bir sözleşmeye dayalı olarak taraflar sözleşmenin ifasını yahut ifa karşılığını isteyemezler. Bununla birlikte sözleşme nedeniyle tarafların birbirlerine verdikleri şeylerin de iadesi gerekeceği açıktır. Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına intikal eden şeylerin iadesi ise sebepsiz zenginleşme hükümleri ve denkleştirici adalet ilkesi çerçevesinde sağlanabilecektir.

26. Hâl böyle olunca; geçersiz sözleşmeye dayalı olarak edimin ifasının talep edildiği davalarda mahkemenin, söz konusu ilke uyarınca ifaya yahut ifa karşılığına değil, çoğun içinde azın da olduğu gözetilerek sözleşme çerçevesinde verilen şeylerin sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde iadesine hükmetmesi gerekir.

27. Sebepsiz zenginleşme nedeniyle iade borcunun temelinin hakkaniyet ilkesine dayandığını belirtmekte yarar vardır. Mülga Borçlar Kanunu'nun 63. (TBK md.79) maddesinin 1. fıkrasına göre sebepsiz zenginleşen, zenginleşmenin geri istenmesi sırasında elinden çıkmış olduğunu ispat ettiği kısmın dışında kalanı geri vermekle yükümlüdür. Ancak maddenin 2. fıkrasında zenginleşen, zenginleşmeyi iyiniyetli olmaksızın elden çıkarmışsa veya elden çıkarırken geri vermek zorunda kalabileceğini hesaba katması gerekiyorsa, zenginleşmenin tamamını geri vermekle yükümlü olduğu düzenleme altına alınmıştır.

28. Kanuni düzenleme bu şekilde olmakla beraber, bazı durumlarda zenginleşmenin tamamının geri verilmesi durumunda dahi diğer tarafın zararı tamamen karşılanmayabilir. Özellikle para borçlarında aradan geçen uzun zaman nedeniyle paranın değer kaybetmesi nedeniyle bu gibi durumlarla karşılaşılmaktadır. Bu hâlde sebepsiz zenginleşmenin temelinin “hakkaniyeti” sağlamak olduğu göz önüne alındığında paranın aynen iadesi ile adaletin tam olarak sağlanamayacağı açıktır.

29. Bu durumda Yargıtay içtihatları ile yaygınlaşarak kullanım alanı bulan “denkleştirici adalet ilkesi” gündeme gelmektedir. Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin eksiksiz iadesi denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri vermek zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hâle getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.

30. Türk Medeni Kanunu’nun 2/2. maddesinde düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralı, hâkime özel ve istisnai hâllerde (adalete uygun) hüküm verme olanağı sağlamaktadır. Yargı organları, çıkarlar dengesini ve adalet duygularını gözeterek toplumun gereksinimlerini karşılamakla yükümlüdür.

31. Enflasyon, paranın değerini (alım gücü) aradan geçen zamana bağlı olarak düşürmektedir. Doğal olarak belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın iade günündeki alım gücü arasında fark edilir ölçüde azalma olabilmektedir. Geçersiz sözleşme gereğince, akdin düzenlendiği tarih itibariyle verilen paranın aynen iadesine karar verilmesi ise, enflasyon nedeniyle büyük adaletsizlikler doğurur. Bu da toplamsal barış ve huzuru engeller (Hukuk Genel Kurulunun 01.10.2014 tarih, 2013/1-1117 Esas, 2014/745 Karar, 26.09.2019 tarih, 2017/3-963 Esas, 2019/955 Karar, 02.10.2024 tarih, 2023/7-1069 Esas, 2024/496 Karar sayılı kararları).

32. Yerleşik içtihatlara göre denkleştirici adalet ilkesi gereği hesaplama yapılırken enflasyon, TEFE-TÜFE, altın ve döviz kurlarındaki artış, maaş artışları gibi ekonomik etkenlerin ortalaması alınarak iade edilmesi lazım gelen bedelin dava tarihi itibariyle hesaplanması gerekmektedir.

33. Uygulamada sepet hesabı olarak da anılan ve bir anlamda iade borcuna esas olan paranın güncel değerini hesaplamaya yarayan bu yöntemde hangi ekonomik enstrümanların kullanılacağı elbette daha çok hesap uzmanlığını/muhasebeyi ilgilendiren teknik bir konudur.

34. Ne var ki eldeki uyuşmazlıkta Mahkeme, söz konusu sepet içerisindeki enstrümanlar arasına sözleşmeye konu taşınmazın rayiç bedelinin de katılması hâlinde adaletin hakkaniyete daha uygun şekilde denkleşeceğini ifade etmektedir.

35. Gerçekten de denkleştirici adalet hesabında kullanılan altın vb. değerli madenler, döviz fiyatları, faiz oranları, üretici ve tüketici fiyat endeksleri, asgari ücret, memur maaşları, vadeli mevduat getirileri gibi kriterlerin objektif bir değer arz eden, çoğunlukla yatırım aracı olarak kullanılıp paranın enflasyon karşısında değersizleşmesinin önüne geçmeye yarayan ölçütler olduğunda şüphe bulunmamaktadır.

36. Kişiler arasındaki ihtilâflar ve dolayısıyla hukuk canlı ve değişkendir. Başlangıçta öngörülmesi mümkün olmayan değişim ve ihtiyaçların ortaya çıktığı bazı durumlarda kanunun harfi harfine uygulanması kimi zaman adaletin esaslı unsurlarından olan hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabilir (Hukuk Genel Kurulunun 20.02.2020 tarihli, 2017/13-2618 Esas, 2020/184 Karar sayılı kararı).

37. Aynı durum, ihtiyaçlar sebebiyle doğan içtihadî bir ilkenin, yine değişen ihtiyaçlar çerçevesinde gözden geçirilip şekillendirilmesi için de geçerli olmalıdır.

38. Hâl böyle olunca geçersiz dahi olsa sözleşme çerçevesinde satın alınmak istenen ve bu sebeple de bir bedel ödenen şey, somut olayda olduğu gibi yatırım aracı olarak kullanılabilecek nitelikte ekonomik bir değer taşıyorsa hesaplama yönteminde bir kriter olarak gözetilmesinde bir sakınca olmamalıdır.

39. Ancak bu noktada gözden kaçırılmaması gereken asıl önemli husus, Mahkemece kabul edildiğinin aksine, hesaplamada doğrudan sözleşmeye konu malın rayiç değerinin eklenmesinin mümkün olmadığı gerçeğidir. Çünkü bu şekilde iade alacaklısı davacı yönünden adalet sağlanmak istenirken, söz konusu malın hukuken korunan sahibi olan ve sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde elinde kalanı iade etmek dışında hiçbir borcu bulunmayan davalıya, sahip olduğu malın değerinin bir kısmını karşı tarafla paylaşmak gibi bir külfet yüklenecek ve bu kez iade borçlusu yönünden adil olmayan bir sonuca varılmasına sebep olunacaktır.

40. O hâlde yapılacak hesaplamaya geçersiz sözleşmeye geçerlilik atfedercesine bizzat malın rayiç değerinin katılması hukuka uygun olmayacağından, taraflar arasındaki adalet dengesini objektif bir şekilde tesis edilebilmesi için, taşınmazın sözleşme tarihindeki gerçek değeri ile (sözleşmenin yapıldığı tarihteki koşulları/vasıfları ölçüsünde) iade borcunun muacceliyeti anındaki güncel değeri belirlenip bunlar arasındaki artış oranının iadeye konu parasal değere uygulanması şeklindeki bir hesaplama ölçütünün de eklenmesi, değişen günümüz ekonomik koşullarında daha işlevsel ve adilâne çözüme ulaşmaya yardımcı olacaktır. Bu ise elbette teknik bir konudur ve konusunda uzman bilirkişiler eliyle belirlenecek usulüne ve amaca uygun bir yöntem ile yapılan hesaplamanın sonucuna göre Mahkemece değerlendirilip iade borcunun kapsamı belirlenecektir.

41. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; uyulan ilk bozma kararının hesaplama yöntemi bakımından tahdidi ve sınırlayıcı bir değerlendirme içermediği konusunda çoğunluk görüşüyle hemfikir olunmakla beraber hesaplama yöntemine sözleşmedeki taşınmazın değer artış oranının katılması fikrine iştirak edilemeyeceği, denkleştirici adalet sepetinde yer alan tüm ekonomik enstrümanların tümüyle sözleşmeden bağımsız, objektif değer arz eden ölçütlerden oluştuğu, söz konusu ilke içtihatlarla ortaya çıktığından beri süregelen bu yerleşik uygulamanın hukuken Mahkeme ile Özel Daire arasında çekişmesiz olan iade etme borcu dışında hiçbir hak ve borç doğurmayan bir sözleşme metnine değer atfedilerek hesaplama yapılmasının mümkün olmamasından kaynaklandığı, denkleştirici adaletin sözleşme konusu malın değil iade borcuna konu paranın rayicini hedef aldığı ve müspet zararını talep edemeyecek olan alacaklının adalet duygusunu bir nebze olsun tatmin edebilme amacıyla getirilmiş bir ilke olduğu yoksa hiçbir zaman gerçek tazminin amaçlanmadığı, bunun mümkün de olmadığı, bu sebeple direnme kararının hesaplama yöntemi yönünden Özel Daire kararında gösterilen şekilde ve usulî kazanılmış hak yönünden ise açıklanan değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul Çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

42. Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmiştir.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,

30.04.2025 tarihinde yapılan ikinci görüşmede, oy çokluğuyla ve kesin olarak karar verildi.

''K A R Ş I O Y''

Dava, resmî şekilde yapılmadığından geçersiz nitelik taşıyan taşınmaz satış sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir.

Davacı, harici sözleşmeye konu taşınmazın rayiç değerini talep etmiş ve Mahkemece ilk kararla bu değere hükmedilmiş, Özel Dairece sözleşmenin geçersiz olması nedeniyle taşınmaz rayicine hükmedilemeyeceğine ve taraflar arasındaki ihtilâfın sebepsiz zenginleşme hükümleri ile denkleştirici adalet ilkesi çerçevesinde çözümlenmesi gerekliliğine işaret edilerek karar bozulmuştur.

Bozmaya uyularak yargılamaya devam edilmiş ancak Mahkemece sözleşmeyle verilen bedelin iadesine yönelik olarak denkleştirici adalet ilkesi çerçevesinde bedelin güncel alım gücü belirlenirken bu kez de sözleşmeye konu taşınmazın rayiç değeri bir ölçüt olarak hesaplamaya dâhil edilmiştir.

Direnmeye konu uyuşmazlık ise uyulan bozma kararının usulî kazanılmış hak yaratıp yaratmadığı ve mahkemenin bozmaya uygun davranıp davranmadığı hususu ile söz konusu hesaplamada geçersiz sözleşmeye konu taşınmazın değerinin gözetilmesinin mümkün olup olmadığı noktalarında düğümlenmiştir.

Bu bağlamda yapılan incelemede Hukuk Genel Kurulu; uyulan bozma kararının hesaplamadaki kriterler yönünden sınırlayıcı nitelikte olmadığı, direnme kararı bu yönden yerinde olmakla beraber davalının iade borcunun kapsamı belirlenirken hesaplamaya doğrudan taşınmazın rayiç değerinin eklenmesinin mümkün olmayacağı konusunda şahsım da dâhil olmak üzere hemfikir olmuştur. Bu tespit ve değerlendirmelerden sonra ise, taşınmazın rayiç değerin tamamının hesaplamaya katılması mümkün değil ise de, en azından sözleşmeye konu malın değerinde meydana gelen artış oranının sözleşme bedeline uygulanması şeklindeki ilave bir ölçütle denkleştirici adalet sepetinin belirlenmesinin hakkaniyete ve adaletin sağlanmasına daha uygun olacağı görüşü üzerinde tartışılmış ve neticeten oy çokluğuyla bunun mümkün olduğu sonucuna varılmıştır.

Ne var ki Saygıdeğer Çoğunluğun bu görüşüne şu sebeplerle iştirak etmem mümkün olmamıştır:

Bir borç kaynağı olarak sebepsiz zenginleşme; mülga BK'nın 61-66. (TBK'nın 77-82) maddeleri arasında düzenlenen, haklı bir neden olmaksızın bir kimsenin malvarlığının başka bir kimsenin malvarlığı aleyhine çoğalmasını ifade eden ve iyiniyetli sebepsiz zenginleşenin geri verme borcunun kapsamını belirleyen BK'nın 63 ve TBK'nın 79. maddesine göre, iade borçlusunun fiilen elde ettiği zenginleşmenin değil, geri istenme anında malvarlığında mevcut bulunan, henüz elden çıkarmadığı zenginleşme miktarının esas alındığı bir sorumluluk türüdür.

Geçersiz sözleşmede taraflar ancak sözleşme çerçevesinde aldıklarını iade etmekle sorumludur. Bu sebepledir ki uygulamada, bilhassa taşınmazların harici satışları nedeniyle doğan ihtilaflarda, en basit tabiriyle "para faizsiz, yer kirasız" şeklinde ifade edilebilecek iade kuralları benimsenmiştir.

Bununla birlikte, özellikle sözleşmenin yapılmasının üzerinden uzun zaman geçmesi hâlinde, ekonomik koşullardaki olumsuz seyrin etkisiyle, sözleşme bedeli olarak alınan paranın aynen iade edilmesi hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurmuş ve içtihatlarla iade borcunun belirlenmesinde "denkleştirici adalet ilkesinin" uygulanması gerekliliğine işaret edilmiştir.

Bu ilke çerçevesinde iade borcunun belirlenmesinden anlaşılması gereken, sözleşmeyle ödenmiş bedelin, iade borcunun doğduğu tarihe kadar paranın alım gücünde oluşan değişiklikler nazara alınarak bir anlamda güncellenmesi ve bu şekliyle sahibine geri ödenmesidir.

Şimdiye kadarki uygulamada söz konusu ilke gereği yapılacak hesaplamada yerleşik bir şekilde paranın alım gücüyle ilgili olan altın, döviz, faiz gibi objektif ekonomik veriler esas alınmaktayken direnmeye konu uyuşmazlık üzerinde yapılan tartışmalarda hâlihazırdaki koşullarda bunun da yeterli olmadığı, kapsamın güncellenmesi gerektiği şeklindeki düşünceler ileri sürülmüştür.

Bu noktada kanaatimce göz ardı edilmemesi gereken en önemli husus, sebepsiz zenginleşmede iade borcunun gerçek anlamda bir zarar tazmini olmadığıdır.

Zira geçersiz bir sözleşme, kural olarak tarafları için sözleşmeye uygun davranma yükümlülüğü doğurmayacağı gibi, geçerli sözleşmelerin ifa edilmemesi hâlinde alacaklı olan tarafa tanınan müspet zararı isteme imkânını da vermez. Bu yüzden de hukuken herhangi bir varlığı olmayan bu sözleşmede yer alan kararlaştırmaların hiçbir ehemmiyeti yoktur.

Bununla birlikte sözleşmede bir taraf için bir şeyi yapma/verme borcu öngörülmüşken diğer taraf için de bedel ödeme borcu kararlaştırıldığında, nasıl geçerlilik koşulu sağlanmadığı için verme/yapma borcunun ifası istenemezse, sözleşme çerçevesinde ödenen bedelin de bu parayı tahsil eden taraf yedinde kalmasının da hukuki hiçbir dayanağı kalmayacaktır. İade borcu da bizzat bu haksız durumdan kaynaklanır.

Kanuni düzenlemesinin de ötesine geçilerek kapsamı hakkaniyet esasına dayalı içtihatlarla genişletilen sebepsiz zenginleşenin iade borcu, onu doğuran geçersiz sözleşmeden bağımsız, kendi kurallarına tabi olan farklı bir sorumluluk niteliği taşıdığından borcun kapsamı belirlenirken taraflar arasındaki sözleşme tümüyle göz ardı edilerek yalnızca herkes için geçerli, objektif ekonomik veriler esas alınmalıdır.

Bu nedenlerledir ki, bir anlamda hukuk âleminde görünmez olan bir sözleşme metninin görünür kılınmasının ve bu metin göz önüne alınarak sözleşmeye konu maldaki değer artış oranının, paranın güncel değerini tespitte bir ölçüt olarak kullanılmasının mümkün olmadığı, bu mümkün olsaydı dahi, aksi yöndeki bir değerlendirmeyle bir taraf korunmak istenirken, içtihatlarla gelişen denkleştirici adalet ilkesiyle sağlanmak istenen amacın tam tersine, kanun gereği iyiniyetli olması hâlinde elinde kalanı iade etmekten başka borcu olmayan ve hukuken mülkiyet hakkı korunan taraf aleyhine olacak şekilde karşı tarafa, üzerinde hiçbir hak iddia edemeyeceği bir malın değerlenmesi ihtimalinden faydalanma imkânı verilmesinin taraflar arasındaki hak ve nesafet dengesinin bozulmasına neden olacağı görüşünde olduğumdan bu noktada Sayın Çoğunluğun değerlendirmesine iştirak etmem mümkün olmamıştır.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2023885-e-2025252-k-sayili-karari