Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/709 E., 2025/325 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 21.05.2025 tarihli ve 2023/709 E., 2025/325 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/709 E., 2025/325 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
SAYISI : 2022/464 E., 2022/623 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 23.02.2022 tarihli ve
2021/5576 Esas, 2022/1663 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki katkı payı alacağı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların anne-kız olduklarını, müvekkilinin babası davalının ise eşi olan muris ...’ın 12.01.2014 tarihinde vefat ettiğini, geride mirasçı olarak davacı kızı ile davalı eşinin kaldığını, muris ...’ın 1989 yılında kendi emek ve çabasıyla bedeli kendi tarafından ödenmek suretiyle İstanbul ili, Bağcılar ilçesi, ... köyü, 2608 ada 2 parsel üzerindeki taşınmaza iki katlı ev yaptırdığını, müvekkilinin ise 2001 yılında bedelini kendi ödeyerek bu taşınmazın üçüncü katını inşa ettirdiğini, ne var ki taşınmazın tapu kaydının davalı üzerinde bulunduğunu, oysaki annesinin evlilik süresince hiçbir işte çalışmadığını, buna karşılık babasının sürekli çalışarak gelir elde ettiğini ileri sürerek mal rejimin ölüme bağlı tasfiyesinden kaynaklanan alacaklarının hesap edilerek müvekkiline ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili tarafından süresinde sunulmadığı anlaşılan cevap dilekçesinde; müvekkili ile muris ...’ın 29.06.1972 tarihinde evlendiklerini, bu evlilikten 23.09.1985 doğumlu davacı ...’ın dünyaya geldiğini, davaya konu taşınmazın davalının abisi...adına kayıtlı iken 1989 yılında bedelsiz olarak müvekkiline verildiğini, arsa üzerindeki binanın ise davalının kardeşleri olan ... ve... ile akrabaları ...’ın gerek maddi gerekse iş gücü olarak yardımları ile birlikte muris ... tarafından yapıldığını, katkı yaptığını iddia ettiği 2001 yılında 18 yaşında olan ve eşinden boşandığı için ailesi ile görüşmeyen davacının dava konusu taşınmaza bir lira dahi katkısının bulunmadığını, davacının ilkokul mezunu olduğunu, herhangi bir mesleğinin bulunmadığını, dava tarihinde ikinci eşinden de ayrılan davacının şu anda üçüncü eşi ile resmi nikâh olmaksızın birlikte yaşadığını, müvekkili tarafından yaşam şeklinde karşı çıkılan davacının annesinden intikam almak amacıyla eldeki davayı açtığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 16.05.2019 tarihli ve 2017/450 Esas, 2019/373 Karar sayılı kararı ile; muris ... ile davalının 29.06.1972 tarihinde evlendiği ve evlilik birliğinin 12.01.2014 tarihinde ölüm nedeni ile sona erdiği, taraflar arasında herhangi bir mal rejimi sözleşmesinin bulunmadığı, bu nedenle muris ... ile ... arasında evlenme tarihinden 4721 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih olan 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimi bu tarihten ölüm tarihine kadar edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu, dava konusu taşınmazın 08.03.1989 tarihinde davalı adına kaydedildiği, bu tarih itibariyle eşlerin mal ayrılığı rejimine tabi oldukları, davacının babasının ölümü nedeni ile annesinden katkı alacağı talep ettiği, ne var ki dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde davacının kök murisi ...’ın taşınmaz üzerinde bulunan binaya katkısını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 25.02.2021 tarihli ve 2019/2209 Esas, 2021/365 Karar sayılı kararı ile; davalı ve muris eşi ...’ın 29.06.1972 tarihinde evlendikleri, murisin 12.01.2014 tarihinde vefat ettiği, eşler arasındaki mal rejiminin ölüm tarihi itibarıyla sona erdiği, dava konusu tarla vasıflı taşınmazın 08.03.1989 tarihli ifraz işlemi sonucu tam hisse ile davalı adına kayıtlı olduğu, evveliyatında ise 13.08.1984 tarihinde davalıya satış yolu ile devredildiğinin görüldüğü, 01.01.2002 tarihinden önce edinildiği anlaşılan taşınmazın davalının kişisel malı niteliğinde olduğu, toplanan delillere göre davacının murisi tarafından yapıldığını iddia ettiği katkıyı ispat edemediği gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin ilâm başlığında tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"...Dava, ölüme bağlı mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katkı payı alacağı istemine ilişkindir. Somut olayda, davaya konu 2608 ada 2 parselde kayıtlı taşınmazın evlilik birliği içinde 08.03.1989 tarihinde davalı sağ kalan eş adına tescil edildiği, davalının cevap dilekçesinde muris eşinin dava konusu yer üzerindeki binayı yaptığını, bina yapılırken davalının kardeşleri ve akrabalarının da yardım ettiğini beyan ettiği, murisin ölmeden önce şoförlük yaparak gelir elde ettiği, mahkemece davacının tanık beyanlarına göre murisin katkısı olmadığı kabul edilerek davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Buna göre, davalının cevap dilekçesindeki beyanı dikkate alınarak, murisin binanın yapımına geliriyle katkıda bulunduğu kabul edilmek suretiyle, dosya kapsamında toplanan tüm deliller de değerlendirilmek suretiyle hakkaniyet ve fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi dikkate alınarak dava konusu taşınmaz üzerindeki binanın dava tarihindeki değeri üzerinden belirlenecek alacağa miras payları da gözetilmek suretiyle hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir..."
gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin ilâm başlığında tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; her ne kadar Yargıtay bozma ilâmında "cevap dilekçesinde murisin binanın yapımına geliri ile katkıda bulunduğunun kabul edildiği" gerekçesine yer verilmiş ise de dava dilekçesinin davalıya 23.06.2017 tarihinde tebliğ edildiği, davalının süresinden sonra 14.07.2017 tarihinde davaya cevap verdiği, süresinde olmayan cevap dilekçesindeki beyanların ve gösterilen delillerin toplanmasının mümkün olmadığı, 6100 sayılı Kanun’un 127. maddesinde cevap dilekçesinin dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde verilebileceğinin düzenleme altına alındığı, aynı Kanun’un 128. maddesine göre de cevap dilekçesi sunmayan davalının ileri sürülen bütün vakıaları inkâr etmiş sayılacağının belirtildiği, davalının cevap dilekçesi vermediği hâllerde davacı tarafından sunulmuş olan vakıalar ve deliller esas alınarak davanın görülüp sonuçlandırılması gerektiği, böyle olunca davalının süresinden sonra sunmuş olduğu cevap dilekçesindeki beyanlarının hükme esas alınamayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde; Yargıtay bozma ilâmı doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, ölüme bağlı mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katkı payı alacağına ilişkin eldeki davanın ispat edilip edilmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
Medeni Kanun'un (743 sayılı Kanun) 147, 170, 181, 186, 191 ve 211. maddeleri.
Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 202 ilâ 255. maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
2. Bilindiği üzere Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un (4722 sayılı Kanun) 10. maddesine göre; 4721 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar tâbi oldukları mal rejimi devam eder. Eşler, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, bu tarihten geçerli olmak üzere yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimini seçmiş sayılırlar.
3. Türk Medeni Kanunu’nun 179. maddesinde mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümlerin uygulanacağı açıklanmıştır. Bu düzenleme gereğince 4721 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinde evli olan eşlerin; önceki dönemde edindikleri mallarının tasfiyesi Medeni Kanun (743 sayılı kanun) hükümlerine göre, bu tarihten sonra edinilen malların tasfiyesi ise 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılmalıdır.
4. Medeni Kanun’un 146/1. maddesi "Karı koca, mallarının idaresi hakkında hangi usulü kabul etmiş olursa olsun boşanma vukuunda her biri kendi şahsi emvalini geri alır. Husule gelmiş olan ziyade, kabul ettikleri usulün hükümlerine tevfikan aralarında taksim olunur. Zuhur eden noksan, karısı tarafından sebebiyet verildiğini ispat etmedikçe kocaya aittir. Boşanan karı koca, birbirinin kanuni mirasçısı olamaz ve evlenme mukavelesi ile veya boşanmadan evvel yapılmış ölüme bağlı bir tasarruf ile temin olunan menfaatleri zayi eder" şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Aynı Kanun’un 170. maddesi de yasal mal rejimi olarak mal ayrılığı kabul edilmiştir. İlgili madde "Karı koca, evlenme mukavelenamesi ile kanunda muayyen diğer usullerden birini kabul etmedikleri takdirde veya kabul edipte kanunda gösterilen sebeplerden birinin hüdusu halinde, aralarında mal ayrılığı cereyan eder" hükmünü taşımaktadır. Bu düzenlemeye göre; eşler mal rejimi sözleşmesi ile seçimlik mal rejimleri olan 191. ve devamı maddelerde düzenlenen mal birliği rejimini veya 211. ve devamı maddelerde düzenlenmiş olan mal ortaklığı rejimini seçmemişlerse, evlilik tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimine tabi olacaklardır.
5. Mülga 743 sayılı Medeni Kanun’un 186/1. maddesinde "Karı kocadan her birinin bütün mallarının mülkiyet ve idare ve intifa haklarını muhafaza etmesine, mal ayrılığı denir" denilmek suretiyle mal ayrılığı rejiminin kısa tarifi yapılmış, aynı Kanun’un 189. maddesindeki “Karı kocadan her birinin mallarının geliri ve kazançları, kendisine aittir” düzenlemesiyle de, eşlerin gelirlerinin kendi kişisel malları olduğu belirtilmiştir.
6. Mülga 743 sayılı Medeni Kanun’un mal ayrılığı rejiminin tasfiyesini düzenleyen 181. maddesi "Karı koca, mukavele ile başka bir usul kabul etmiş olup ta evliliğin devamı esnasında akit veya diğer bir sebeple mal ayrılığı vukuunda alacaklıların hakları mahfuz kalmak şartiyle karı kocadan her biri kendi mallarını geri alır" hükmünü taşımakta olup; esasen her eşin kendi malını alarak evlilik birliğinden ayrılması düşüncesi benimsenmiştir. Eşlerin, birbirlerinin kişisel mallarına katkılarının söz konusu olduğu durumlarda ise tasfiyenin nasıl yapılacağına ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durumda, 743 sayılı Kanun'un 5. maddesi yollaması ve mülga Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı Kanun) 544. maddesi ve aynı yöndeki Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) ise 646. maddesi uyarınca, 743 sayılı Kanun’un tamamlayıcısı olarak kabul edilen 818 sayılı Kanun'un genel hükümlerinden yararlanılarak tasfiye gerçekleştirilecektir. 818 sayılı Kanun'un 544. maddesinde “Kanunu Medeninin müttemimi olan işbu kanun merbut tashihler ile beraber kabul edilmiştir” hükmüne, 6098 sayılı Kanun'un 646. maddesinde ise “Bu Kanun, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun Beşinci Kitabı olup, onun tamamlayıcısıdır” hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenlemelere göre, Borçlar Kanunu, Medeni Kanun’un tamamlayıcısı olup, Medeni Kanun’da hüküm bulunmayan hususlarda, Borçlar Kanunu uygulanmalıdır. 743 sayılı Kanun'da mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme bulunmadığından, eşlerin yaptıkları katkının karşılığını evlilik sona erdiğinde alabilmeleri 818 sayılı Kanun'dan yararlanmak suretiyle Yargıtay içtihatlarıyla geliştirilen "katkı payı alacağı kavramı" ile mümkün kılınmıştır.
7. Katkı payı alacağı, 743 sayılı Kanun gereği mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde evlilik birliği devam ederken bir eşe ait mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına diğer eşin para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkısının karşılığı olmak üzere hesaplanan mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklı alacak türüdür. Kural olarak katkıda bulunan eş, diğer eşten katkısının karşılığı olarak sadece alacak isteğinde bulunabilir, ayın talep edemez. Çünkü; Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun 07.10.1953 tarihli ve 1953/8 Esas, 1953/7 Karar sayılı kararı ve “mülkiyeti nakleden akitler resmi şekilde yapılmadıkça muteber olmazlar” yönündeki 743 sayılı Kanun'un 634. maddesi hükmü gereği ayın talep edilebilmesi için eşler arasında akdi ilişkinin varlığı ve ispatı gerekir.
8. Katkı payı alacağına ilişkin olarak 743 sayılı Kanun'un yürürlükte olduğu dönemde belirlenip uygulanan ilke ve esasların benzeri, 4721 sayılı Kanun'un 227/1. maddesinde düzenlenen "değer artış payı" alacağı ile kanun hükmü hâline getirilmiştir. Ancak, katkı payı alacağı ile değer artış payı alacağı davaları arasında önemli farklılıkların bulunduğu da göz ardı edilmemelidir. Burada dikkat edilmesi gereken hususlar özellikle, katkının; mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına yönelik olması, para ya da para ile ölçülebilen maddi bir değerle yapılması, hayatın olağan akışına göre eşlerin birbirlerine günlük hayatta yapmaları gereken basit katkı ölçüsünü aşan esaslı nitelikte olması, resmî evlilik akdi ile bir araya gelmiş eşler arasında mal rejiminin devamı süresince gerçekleşmesi ve uygun karşılığı alınmaksızın yapılması gerekir.
9. Eldeki davada; davacının babası ... ile davalı ... 29.06.1972 tarihinde evlenmiş, erkek eş ... 12.01.2014 tarihinde ölmüştür. Bilindiği üzere ölüm, kişiliğin son bulma sonucunu doğurduğundan; ... ve ... arasındaki evlilik birliği erkeğin ölümü ile sona ermiştir. Eşler arasında sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden; evlilik tarihi olan 29.06.1972 tarihinden 4721 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimi, bu tarihten evlilik birliğinin ölüm ile sona erdiği 12.01.2014 tarihine kadar ise 4721 sayılı Kanun'un 202/1. maddesi ile düzenlenen edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Davaya konu taşınmazın tapu tescil kaydı, mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde davalı kadın eş adına oluşturulmuştur.
10. Medeni Kanun’un 170. maddesi uyarınca geçerli olan mal ayrılığı rejiminde, eşlere ait mallar kendi kişisel malları olduğundan, katkının yapıldığına dair ispat yükü bunu iddia davacıya aittir. Katkının; toplu para vermek suretiyle veya çalışma karşılığı elde edilen gelirlerle yapıldığı ileri sürülebilir. Toplu para vermek suretiyle yapılan katkıda öncelikle, iddia edilen miktarda paranın bulunduğu, kaynağı ve bunun katkıda kullanıldığı ispatlanmalıdır. Toplu para ile katkı iddiası ileri sürüldüğü takdirde, eşin iddia edilen miktarda katkıda bulunabilecek ekonomik gücünün olduğu ve tasfiyeye konu malın edinilmesinde, iyileştirilmesinde veya korunmasında kullanıldığını tanık dâhil her türlü delille ispat edebilir. Çalışma karşılığı elde edilen gelirle katkının gerçekleştirildiği ileri sürüldüğü takdirde ise öncelikle, katkı yaptığı iddia edilen eşin düzenli ve sürekli çalıştığı ispat edilmelidir. Bu doğrultuda, eşin çalıştığı işe ve süresine ait maaş bordroları, sigorta kayıtları, işyerine ait diğer çalışma belgeleri, meslek ve sanat odaları ile ticaret ve sanayi odaları kayıtları, şirket ortaklık belgeleri, tanık beyanları da dâhil her türlü delilden yararlanılabilir. Düzenli ve sürekli çalışmanın varlığının kabulü için resmî kayıtlara mutlak suretle ihtiyaç duyulmaz, zira kayıt dışı çalışıldığı yönünde hâkimde yeterli kanaat uyandıracak şekilde ispatlanmışsa, düzenli ve sürekli çalışmanın varlığı kabul edilmelidir. Katkı yaptığı iddiasında bulunulan eşin, anlatılan şekilde katkısının olduğu ispatlandığı takdirde, hayatın olağan akışı uyarınca elde edilen gelirin "katkıda kullanıldığı" fiili karine olarak kabulü gerekir. Bundan sonra gelirin başka yerde kullanıldığını iddia eden diğer eş, fiili karinenin aksini ispatlamalıdır. Diğer bir ifadeyle böyle bir durumda ispat yükü yer değiştirir. Zira, hayatın olağan akışı gereği olması gerekenin aksini iddia eden taraf ispat yükümlülüğü altındadır.
11. Somut olay, yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler kapsamında değerlendirildiğinde; eşlerin ortak çocuğu olduğu anlaşılan davacı tarafından "babasının sürekli ve düzenli çalışması sonucu elde ettiği gelirle satın alınan taşınmazın annesi adına tescil edildiğini, eşler arasındaki evlilik birliğinin babasının ölümü ile sona erdiğini, böyle olunca mirasçı sıfatıyla katkı payı alacağı hakkının tahsili" istemi ile davalıdan alacak talep edildiği anlaşılmıştır. Dosyada tanık olarak dinlenen ...tarafından müteveffa ...'ın çalıştığı ancak eve bakmadığı beyan edilmiştir. Diğer yandan Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının 06.03.2018 tarihli yazısında; 12.01.2014 tarihinde vefat eden 3...525 sigorta sicil numaralı ...'ın vefat etmeden önce en son aldığı maaşının belirtildiği ve ölümünden sonra hak sahibi eşi ...'a 01.02.2014 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlandığı açıklanmıştır. Olağan olan, evlilik birliği içinde edinilen taşınmaza aynı dönemde çalışan ve geliri bulunan erkeğin de katkı yapmasıdır. Davalı kadın tarafından aksine bir delil ileri sürülüp erkek eşin çalışmadığı ispatlanmadığına göre, çalışan erkeğin evlilik birliği içinde edinilen ve tapuda kadın eş adına tescil edilen taşınmaza katkısının bulunduğu kabul edilmelidir.
12. Ne var ki; benzer hâllerde olduğu gibi somut olayda da katkının varlığı sübuta ermekle birlikte, murisin geliri tam olarak belirlenememiştir. Eşler, işbirliği ve dayanışma ile evliliğin getirdiği yükümlülüğü birlikte karşılarlar. Birlik içinde meydana gelen olumsuzluklara nasıl ki birlikte karşı koymaları gerekiyorsa, olumlu sonuçlardan da birlikte yararlanmaları gerekir. Bu düşünceyle hâkim; her somut olayı kendi içinde değerlendirerek "fedakârlığın denkleştirilmesi ve hakkaniyet" gereği katkıda bulunan eşin katkısının karşılığını vermelidir. Eşin çalışma ve katkısının varlığı sabit iken "elde ettiği gelirin belirlenememesi" nedeniyle katkı oranının tespitinde duraksama ve güçlük yaşandığı takdirde hâkim; TMK’nın 4. ve TBK’nın 50. maddelerinde yer alan düzenlemeleri gözeterek, denkleştirici adalet ilkesi gereği, somut olayın koşullarını kendi içinde değerlendirmek suretiyle hukuk ve hakkaniyete uygun bir katkı oranı takdir etmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
13. Hukuk Genel Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; ikrarın kişinin kendi aleyhine beyanda bulunması olup yargılamanın her aşamasında gerçekleştirilebileceği gibi mahkemece kesin delil olarak dikkate alınması gerektiği, böyle olunca davalının cevap dilekçesinde belirttiği "dava konusu binanın yapımında başkaları ile birlikte ...'ın da katkısının" olduğuna ilişkin beyanının ikrar niteliğinde olduğu, 6100 sayılı Kanun'nda ikrarın iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı kapsamında kabul edilmesini gerektirir bir hüküm bulunmadığı hâlde iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağından söz edilerek önceki hükümde direnilmesinin doğru olmadığı, böyle olunca direnme kararının belirtilen bu genişletilmiş gerekçe ile bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
14. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
15. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373. maddesinin 1. fıkrası uyarınca Bakırköy 6. Aile Mahkemesine gönderilmesine,
21.05.2025 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi
"K A R Ş I O Y"
Vakıa, kendisine hukuki sonuç bağlanmış hayat olayları olup bir davada iddia ve savunma sebeplerini oluşturur. Dava sebebi davacının davasına dayanak yaptığı vakıalar, savunma sebepleri ise davalının savunmasına dayanak yaptığı vakıalardır.
Davacı, dava dilekçesinde iddiasının dayanağı olan vakıaları (HMK 119/1-e), davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağı olan vakıaları (HMK129/1-e) gösterir. Taraflar dilekçeler aşamasında iddia ve savunmalarını serbestçe değiştirebileceklerinden (HMK 141/1) ikinci dilekçelerinde yeni vakıalara dayanabilirler. İddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı (HMK 141/1) başladıktan sonra taraflar karşı tarafın açık muvafakatı olmadıkça yeni vakıalara dayanamazlar. Çünkü yeni vakıalara dayanmak iddia veya savunmanın değiştirilmesi anlamına geleceğinden bu yasak başladıktan sonra yeni vakıalara da dayanılması mümkün değildir.
Tarafın beyanı kendi lehine olan bir vakıanın ilk kez ileri sürülmesi niteliğinde ise iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabi olacaktır. Ancak tarafın süresinden sonraki beyanı kendi lehine bir sebep olarak yeni vakıa bildirimi olmayıp, karşı tarafın dayandığı sebepler kapsamındaki bir vakıanın doğruluğunun kabul edilmesi niteliğinde ise bu beyan iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağında olmayıp ikrar olarak değerlendirilmelidir. Türk Hukuk Lugatı’nda ikrar “onama, kabul etme, tanıma, saklamayarak söyleme” şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lugatı, Cilt-I, Ankara-2021, s. 556).
Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı gerekmez (HMK 188/1). Herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz. (HMK 187/2). Bu hükümlerin sonucu olarak ikrar kesin delillerden olup ikrar olunan vakıanın başkaca delillerle ispatı gerekmez.
İkrar, bir tarafın ileri sürdüğü bir maddi vakıanın doğru olduğunun mahkemeye yöneltilmiş tek taraflı açık bir irade beyanıyla bildirilmesidir. Diğer bir ifadeyle ikrarın konusu tarafların iddia veya savunmalarına dayanak yaptığı herbir vakıadır. Vakıalara bağlanan talep sonucunun kabul edilmesi ise ikrar olmayıp kabul beyanı niteliğindedir.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davalı taraf süresi içinde davaya cevap vermemiştir. Ancak cevap süresinden sonra verilen dilekçede:
“Bahse konu gayrımenkulun bulunduğu arsa davalı ...'ın abisi ... 'a ait iken bedelsiz olarak kız kardeşi ...' a vermiştir. Miras bırakan ... ise bu yer üzerine binayı yapmıştır. Ancak mevcut binayı yaparken yine davalı müvekkilimin kardeşleri ... ve... ile akrabaları ... gerek maddi olarak gerek iş gücü olarak yardımcı olmuş ve yapmışlardır. ... hafriyat şirketi sahibi yardımsever bir insandır ve ciddi anlamda yardımları olmuştur. Davacının bu binaya bir tek tuğla bile katkısı olmamıştır.”
Şeklinde açıklama yapılmıştır.
Davalı bu beyanıyla, davacının dava dilekçesinde vakıa olarak dayandığı, binanın muris tarafından yapıldığı vakıasını, başka kişilerin yardımlarını da belirtmek suretiyle kısmen kabul etmiş olduğundan bu yönüyle beyan ikrar niteliğini taşımaktadır. İkrar kişinin kendi aleyhine beyan olup her aşmada gerçekleşebilir ve mahkemece kesin delil olarak dikkate alınması gerekir. İkrarın mutlaka iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı başlayıncaya kadar yapılabileceğinin kabulünü gerektirir bir hüküm bulunmamadığı hâlde iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağından söz edilerek önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
Özel Daire bozma kararında bu beyan ile ilgili olarak; davalının cevap dilekçesindeki beyanı dikkate alınarak, murisin binanın yapımına geliriyle katkıda bulunduğu kabul edilmek ve dosya kapsamında toplanan tüm deliller değerlendirilmek suretiyle hakkaniyet ve fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi dikkate alınarak, dava konusu taşınmaz üzerindeki binanın dava tarihindeki değeri üzerinden belirlenecek alacağa miras payları da gözetilmek suretiyle hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesinin doğru görülmediği belirtilmiştir. Bozma kararı da ikrarın kesin delil olmasına uygun bir sonuç içermektedir.
İkrarın kesin delil olmasının sonuçlarını da belirtir şekilde genişletilmiş gerekçeyle bozma kararı verilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan bu beyanların ikrar olarak değerlendirilmesi uygun görülmemekle birlikte beyan olarak dikkate alınması gerektiği kabul edilmek suretiyle özel daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.