ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/679 E., 2023/1151 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/679 E., 2023/1151 K. sayılı kararı
3 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 29.11.2023 tarihli, 2023/679 E., 2023/1151 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2023/679 E., 2023/1151 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2023/84 E., 2023/355 K.

KARAR : Şikâyetin hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 26.12.2022 tarihli ve

2022/12102 Esas, 2022/14023 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki ihalenin feshi isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda İlk Derece Mahkemesince şikâyetin reddine karar verilmiştir.

Kararın borçlu vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesinin kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle şikâyetin hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı borçlu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı borçlu vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. TALEP

Şikâyetçi borçlu vekili; alacaklı vekili tarafından İstanbul 10. İcra Müdürlüğünün 2017/475 Esas sayılı dosyasında başlatılan ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilâmlı takipte yazılan talimat üzerine Trabzon İcra Müdürlüğünün 2017/79 Talimat sayılı dosyasında 07.10.2021 tarihinde taşınmazın ihalesinin yapıldığını, satış ilanı ve şartnamesinde taşınmazın önemli niteliklerinin yazılmadığını, kıymet takdir raporunun müvekkiline veya vekiline tebliğ edilmediğini, kıymet takdirine itiraz edemediklerini, satış ilanının borçlulara ve dosya alacaklılarının tümüne usulüne uygun tebliğ edilmediğini ileri sürerek taşınmazın ihalesinin feshine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

1. Alacaklı vekili; kıymet takdir raporunun borçlulara ve tüm ilgililere tebliğ edildiğini, Borçlu vekili tarafından Büyükçekmece 1. İcra (Hukuk) Mahkemesinin 2020/783 Esas sayılı dosyasında kıymet takdir raporuna itiraz edildiğini, satış ilanının borçlunun kıymet takdirine itiraz eden vekiline tebliğ edildiğini, ihalenin feshini gerektirecek bir durum bulunmadığını belirterek şikâyetin reddini savunmuştur.

2. İhale alıcısı vekili; duruşmadaki beyanında şikâyetin reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 24.03.2022 tarihli ve 2021/380 Esas, 2022/106 Karar sayılı kararı ile; ihalenin feshi şikâyetinin süresinde olduğu, taşınmazın satışın elektronik ortamda ilan edildiği, kıymet taktirinin 13.11.2019 tarihinde yapıldığı ve ihale tarihi arasında iki yıldan az bir süre bulunduğu, icra müdürlüğünce açık artırma ilanının kesinleşen kıymet takdir raporuna uygun olarak hazırlandığı, satış ilanında taşınmazın tüm niteliklerinin açıkça belirtildiği, satış ilanının 14.08.2021 tarihinde yayınlandığı, satış ilanının gazetede yayınlanması ile ihale arasında bir aydan fazla bir zaman bulunduğu, taşınmazın 421.743,75 TL muhammen bedelli olup, 528.000,00 TL'ye ihale edildiği, ihalenin satış ilanında belirtilen saat ve yerde yapıldığı, açık arttırma tutanağının yasanın aradığı tüm şartları içerdiği, resen yapılan incelemede ihalenin feshini gerektirir bir yön olmadığı, kıymet takdiri raporunun şikâyetçi borçlunun vekili Veysel Malkoç'un elektronik tebligat adresine 14.03.2021 tarihinde tebliğ edildiği, şikâyetçi vekilinin ihaleye konu taşınmaz kat irtifakı projesi ve yönetim planına aykırı olarak kıymet takdiri raporuna istinaden ihale yapıldığına ilişkin iddialarının satışa hazırlık işlemine ilişkin şikâyet niteliğinde olup, yasal yedi günlük süre içerisinde bu işlemin şikâyet konusu yapılması gerekmekte olup, süresinde şikâyet edilmeyen satış öncesi işlem kesinleştiğinden, artık bu hususa dayalı olarak ihalenin feshinin istenemeyeceği, gerekçesiyle ihalenin feshi şikâyetinin reddine, takdiren ihale bedelinin % 5'i oranında para cezasının şikâyetçiden tahsili ile Hazineye gelir kaydına karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı şikâyetçi borçlu vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 16.09.2022 tarihli ve 2022/1045 Esas, 2022/1289 Karar sayılı kararı ile; satış ilanının şikâyetçi borçlu vekiline 16.08.2021 tarihinde e-tebligat ile tebliğ edildiği, bu durumda borçlunun satışa hazırlık işlemleri olan kıymet takdirini ve satış şartnamesinin içeriğini en geç 16.08.2021 tarihinde öğrendikleri, bu iddialara yönelik yedi günlük şikâyet süresinde şikâyet yoluna başvurulmadığından ihalenin feshi sebebi olarak dayanılmasının mümkün olmadığı, dolayısıyla İlk Derece Mahkemesince bu iddiaların reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı, 2004 sayılı Kanun’un 134 üncü maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca yerleşik Yargıtay uygulamasına göre ihale bedelinin, en az muhammen bedel kadar olması hâlinde ihalede zarar unsurunun gerçekleşmediğinin kabulünün gerektiği, somut olayda şikâyet konusu taşınmazın muhammen bedelinin 421.743,75 TL, satış bedelinin 528.000,00 TL olduğu, bu durumda zarar unsuru gerçekleşmemiş olup şikâyetçinin ihalenin feshini istemekte hukuki yararının bulunmadığı, şikâyet tarihi itibariyle yürürlükte olan 2004 sayılı Kanun’un 134 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmü karşısında şikâyetin hukuki yarar yokluğundan reddi hâlinde para cezasına hükmedilmeyeceği gerekçesiyle şikâyetçi vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının resen kaldırılarak, yeniden hüküm kurulmak suretiyle şikâyetin hukuki yarar yokluğundan reddine, şikâyetçi aleyhine para cezasına hükmedilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde şikâyetçi borçlu vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

“…2.3.2005 tarihli ve 5311 Sayılı Kanunun 24. maddesi ile değişik 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 363/1. maddesine göre istinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğden itibaren on gündür.

Somut olayda, İcra Mahkemesi kararı istinaf eden borçlu vekiline 24/03/2022 tarihinde tefhim edildiği halde, istinaf dilekçesi belirli süre geçirildikten sonra, 26/04/2022 (25/04/2022 tebliğ) tarihinde verildiği, istinaf başvuru süresinin kanun gereği tefhimden itibaren başlayacağı buna rağmen, süre tutum dilekçesi verilmediği, istinaf dilekçesinin belirli süre geçirildikten sonra verildiği gözetilerek Bölge Adliye Mahkemesince, İİK'nın 365/3 maddesi gereğince istinaf talebinin reddine karar verilmesi gerektiği halde, işin esasının incelenmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, kararın şikâyetçi vekilinin yüzüne karşı 24.03.2022 tarihinde verildiği, kararda istinaf süresinin "tefhimden itibaren on gün" olarak belirtildiği, gerekçeli kararın şikâyetçi vekiline 30.04.2022 tarihinde tebliğ edildiği, istinaf başvurusunun ise 26.04.2022 tarihinde yapıldığı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 297 nci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi uyarınca hükümde kanun yolları ve süresinin belirtilmesinin zorunlu olduğu, 6100 sayılı Kanun’un 321 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşeceği, Anayasa Mahkemesince verilen kararlarda kısa kararının usul hükümlerine uygun olarak tefhim edilmemesine rağmen istinaf süresini tefhim tarihinden başlatılmasını Anayasanın 36 ncı maddesi ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlâli olarak kabul edildiği, İlk Derece Mahkemesinin kısa kararında hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanmadığı, bu hâliyle usulüne uygun ve tam bir tefhimden söz edilemeyeceği, bu sebeple eldeki dosyada kanun yolu başvurusunun tefhim ile başlamayacağı, istinaf başvurusunun süresinde olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde borçlu vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Borçlu vekili; satış ilanı ve şartnamesinde taşınmazın önemli niteliklerinin yazılmadığını, kıymet takdir raporunun müvekkiline veya vekiline tebliğ edilmediğini, kıymet takdirine itiraz edemediklerini, satış ilanının borçlulara ve dosya alacaklılarının tümüne usulüne uygun tebliğ edilmediğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; İlk Derece Mahkemesinin kısa kararının şikâyetçi borçlu vekilinin yüzüne karşı 24.03.2022 tarihinde verilmesi, gerekçeli kararın 30.04.2022 tarihinde tebliğ edilmesi ve kararın 26.04.2022 tarihinde istinaf edilmesi karşısında, istinaf başvurusunun süresinde olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre Bölge Adliye Mahkemesince 2004 sayılı Kanun’un 365 inci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince istinaf talebinin süre aşımından reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 2004 sayılı Kanun'un 363 ve 366 ncı maddeleri,

2. 6100 sayılı Kanun'un 297 ve 321 inci maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Hukuka aykırı veya haksız olduğu iddia edilen yargı kararlarının, kural olarak bir üst dereceli veya farklı mahkemelerce, istisnai olarak da kararı veren mahkemece tekrar incelenmesine ve değiştirilmesine olanak tanıyan bu hukuksal mekanizmalara genel olarak “kanun yolu” denilmektedir.

2. Kanun yollarının öncelikli amacı; derece mahkemesi kararlarının, ikinci kez ve bu defa farklı bir yargı merci tarafından incelenmesi suretiyle söz konusu kararların doğruluğunu güvence altına almak, bu sayede dava konusu edilen sübjektif hakların hukuka ve maddi gerçeğe uygun kararlarla elde edilmesini sağlamaktır. Aynı zamanda; benzer hukuksal sorunlara mahkemeler tarafından farklı çözümler getirilmesini önleyerek ülkede içtihat birliğini korumak, objektif nitelikteki bu fonksiyonu sayesinde hukukta kalitenin artırılması ve geliştirilmesine katkı sunmaktır.

3. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı Anayasanın 36 ncı maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesinde dava açma hakkını değil, kanun yollarına başvurma hakkını da içermektedir. Kanun yollarına başvurabilme olanağının kişiye ve topluma güvence sağlaması açısından hukuk devletinin bir gereği olduğu da açıktır. Belirtilmelidir ki hukuk devleti ilkesinin zedelenmemesi, adalet mekanizmasına duyulan güvenin sarsılmaması, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlâl edilmemesi için yargılama makamlarınca verilen kararların gözden geçirilmesi ve hukuka aykırı olup olmadıklarının denetlenmesi gerekmektedir. Mahkeme kararlarının denetlenmesini talep hakkı, evrensel bir hukuk ilkesi olan adil yargılanma hakkının ve hak arama hürriyetinin birer gereği olarak kabul edilmekte ise de kanun koyucu tarafından bütün mahkeme kararlarına karşı bu hak kabul edilmemiş ve bazı sınırlamalar getirilerek, üst yargı denetimi kapalı tutulmuştur.

4. Anayasa'nın 154 ve devamı maddelerinde her bir yargı kolunda üst derecede yer alan yüksek mahkemeler düzenlenerek, en azından iki dereceli bir yargılama teşkilatı ile mahkeme kararlarının hukuka uygunluğunun denetlenmesi zorunluluğu getirilmiştir. Bu hükümler karşısında yargı yolu denetimi anayasal bir gereklilik olmakla beraber, uygulanacak kanun yolları ve bunların kapsamı konusunda bir düzenleme yapılmayarak, bu hususlar kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır.

5. Ülkemizde iki dereceli yargılama teşkilatı mevcut iken, Yargıtayın içtihat mahkemesi olma niteliğinin korunması ve denetim yargılamasının güçlendirilerek daha etkin hâle getirilmesi için kanun koyucu tarafından istinaf incelemesi gerekli görülmüş ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun (5235 sayılı Kanun) ile ilk derece mahkemeleriyle Yargıtay arasında istinaf incelemesi yapmakla görevli olmak üzere bölge adliye mahkemeleri kurulmuştur. İlk derece mahkemelerinin kararlarına karşı gidilebilen bu yol, yargı teşkilatını iki aşamalı olmaktan çıkarıp üç aşamalı hâle getirmiştir.

6. 5235 sayılı Kanun’a paralel olarak 02.03.2005 tarihli ve 5311 sayılı İcra Ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (5311 sayılı Kanun) ile temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümlerde değişiklik yapılmıştır.

7. İcra ve iflas hukuku, icra ve iflas takiplerinin usul hukuku niteliğindedir. Bu hukuk dalının amacı, bir yandan takip alacaklısının alacağına kavuşması için borçlu veya üçüncü kişilerin çıkarabilecekleri zorlukları ortadan kaldırmak, diğer yandan kötü niyetli takiplere karşı takip borçlusunun kendisini korumasını sağlayacak hukuki çareler bulmak, bu arada takipten etkilenen üçüncü kişilerin menfaatlerini korumak, takip işlemlerinin yapılması sırasında insan hak ve hürriyetlerinin ihlâl edilmesini önlemektir. İcra iflas hukukunun en önemli kaynağı 2004 sayılı Kanun olup, bu Kanun icra ve iflas takibinden, tahsile kadar uygulanması gereken usul hükümlerini düzenlemektedir.

8. Borçların Devlet kuvveti yardımı ile (zorla) yerine getirilmesinde cebrî icra organlarının, alacaklı ile borçlu arasındaki menfaatler dengesini gözetmeleri gerekir (Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara, 2013, s.47). Maddî hukukça kişilere tanınan hakların icrasını sağlayan cebrî icra kuralları bünyesinde önemli birtakım menfaatleri barındırır. Zira icra hukuku, alacaklı ile borçlunun menfaatlerinin yoğun bir şekilde çatıştığı bir mücadele alanıdır. Bu hukuk alanında, borcunu vadesinde kendi iradesiyle ifa etmeyen borçluya karşı, alacaklının menfaatleri devlet gücüyle korunur. Bir tarafta alacaklının, alacağını tahsil etme isteği yer almakta; diğer tarafta da, borçlunun olabildiğince malvarlığına ve şahısvarlığına zarar verilmeden borcun tahsil edilmesi veya borcunun sona ermiş olduğunu ispatlama isteği yer almaktadır. Hukukun ve özellikle cebrî icra hukukunun temel fonksiyonu da alacaklı ile borçlu arasında doğan bu menfaat çatışmasını ölçülü, hukukun temel ilkelerine ve özellikle Anayasal kurallara uygun bir şekilde dengeye oturtmaktır

(Pınar Çiftçi, Menfaat Dengesi Çerçevesinde Genel İcra Hukuku ile Kamu İcra Hukukunun Karşılaştırılması, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 2010, Cilt 12, s.315-316).

9. 2004 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesi gereğince icra mahkemesi, icra ve iflas dairelerinin işlemlerine karşı yapılan şikâyetlerle, itirazları incelemeye görevli olup takip hukukuna ilişkin kararlar veren özel bir mahkemedir. İcra mahkemelerinin hukuka ilişkin kararlarına karşı kanun yolları 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun ile değişik 363, 364, 365 ve 366 ncı maddelerinde özel hükümlerle düzenlenmiştir.

10. 2004 sayılı Kanun'un 366 ncı maddesinin birinci fıkrasında ise istinaf ve temyiz incelemelerinin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na (1086 sayılı Kanun) göre yapılacağı belirtilmiştir. 6100 sayılı Kanun'un 447 nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı Kanun'a yapılan yollamalar, 6100 sayılı Kanun'un bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılır.

11. Açıklanan bu hükümlere göre 2004 sayılı Kanun'da istinaf ve temyize ilişkin özel düzenlemeler yer almakta olup, özel düzenleme bulunmaması hâlinde kural olarak 6100 sayılı Kanun'un istinaf ve temyize ilişkin hükümleri uygulanır.

12. 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun'un 24 üncü maddesi ile değişik 363 üncü maddesi, maddenin değişiklik öncesi hâlinin aksine icra mahkemesinin hangi kararlarına karşı istinaf yolunun kapalı olduğunu düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinde gösterilmeyen icra mahkemesi kararlarına karşı ait olduğu hak, alacak veya malın değer veya miktarının yasada öngörülen parasal miktarı geçmesi şartıyla istinaf yolu açıktır.

13. Anayasa'nın 141 inci maddesinde düzenlenmiş olan olan usul ekonomisi ilkesi takip hukukunda da uygulanır. 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesi uyarınca aleyhine istinaf yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlara ilişkin düzenlemenin temelinde usul ekonomisi ilkesi yer almaktadır. Maddede belirtilen kararlara karşı istinaf yolu kapatılarak takibin mümkün oldukça hızlı ilerleyerek alacaklıların alacaklarına bir an evvel kavuşması amaçlanmıştır. İcra takiplerinin en kısa sürede basit ve ucuz şekilde sonuçlandırılması usul ekonomisinin bir gereğidir. Usul ekonomisinin bir unsuru olan hızlılık, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde “makul sürede yargılanma hakkı” olarak karşımıza çıkmaktadır.

14. 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun ile değişik 363 üncü maddesinin birinci fıkrasına göre istinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğden itibaren on gündür. Cebri icra prosedürünün kısa sürede sonuçlandırılması yönündeki beklenti istinaf süresinin de kısa tutulmasına neden olmuştur.

15. 2004 sayılı Kanun'un 03.07.1940 sayılı ve 3890 sayılı Kanun ile değişik 363 üncü maddesinde tefhim yeterli görülmeyerek icra mahkemesi kararının tebliğ edilmesi şartı konulmuş, icra mahkemesi kararının tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz edilebileceği kabul edilmişti. 18.02.1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun ile değişiklikten önce temyiz süresinin başlangıcını kararın tebliği teşkil etmekteydi. Uygulamada ilgililerin gereken özeni zamanında göstermemeleri nedeniyle kararın oluşturulmasından uzun süre geçtikten sonra kararın tebliğ edilmesi üzerine haksız çıkan tarafın temyiz etmeyebileceği bir karar için dahi temyiz yoluna başvurduğu görülüyordu. Bu nedenle de işler sürüncemede kalıyor ve bu durum doğal olarak işlerin çoğalmasına yol açıyordu. Buna son vermek için 18.02.1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun ile değişiklik yapılarak kararın yüze karşı açıklandığı durumlarda on günlük temyiz süresinin yüze karşı bildirme tarihinden itibaren başlayacağı düzenlenmiştir. Temyiz süresinin başlangıcı için yasanın kabul ettiği ölçüt karar yüze karşı açıklanmışsa açıklanma tarihi, yüze karşı açıklanmamışsa tebliğ tarihidir (E. İlhan Postacıoğlu, İcra Hukuku Esasları, İstanbul, 2010, s.930).

16. Görüldüğü üzere tebliğin sürat isteyen icra işlerinin uzamasına, işlerin sürüncemede kalmasına ve hakkın yerine getirilmesinde gecikmelere sebep olduğu gözönünde tutularak 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesi, 538 sayılı Kanun'un 140 ıncı maddesi ile değiştirilerek "tefhim veya tebliğ" şartı getirilerek bugünkü mevcut düzenlemedeki esasa geçilmiştir.

17. 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun ile değişik 365 inci maddesi uyarınca istinaf yoluna başvurma yasal süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa 6100 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir. İstinaf yoluna başvuran kişi ret kararını kabul etmezse, istinaf dilekçesi diğer tarafa tebliğ edildikten sonra, karar sureti ve verilirse cevap dilekçesiyle birlikte yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge Adliye Mahkemesi birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar.

18. İcra mahkemesi kararları aleyhine işlemleri uzatmak gibi kötüniyetle istinaf yoluna başvurulduğu anlaşılır ise 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinin ikinci fıkrası göndermesi ile 6100 sayılı Kanun'un 351 inci maddesi uygulanır. Bu hüküm 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca kesin bir (istinaf yolu kapalı olan) karara karşı istinaf yoluna başvuranlar içinde uygulanır.

19. 2004 sayılı Kanun'un 18 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra mahkemesine arzedilen hususlar ivedi işlerden sayılır ve bu işlerde basit yargılama usulü uygulanır.

20. 6100 sayılı Kanun'un 321 inci maddesi;

"Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.

Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir." hükmünü,

Basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde uygulanması gereken aynı Kanun'un 297 nci maddesinin ikinci fıkrası ise; "Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir." hükmünü içermektedir.

21. 6100 sayılı Kanun'un 321 inci maddesinin ikinci fıkrası ile 297 nci maddesinin ikinci fıkrası hükümlerinden anlaşılacağı üzere hâkimin hüküm özetini tutanağa geçirmek suretiyle de kararı tefhim etmesi mümkündür. Hüküm fıkrasının (sonucunun) açık olması zorunludur. Hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.

22. Hüküm sonucu veya kısa karar olarak da ifade edilen hüküm fıkrası, kararın en önemli bölümüdür. Öğretide hüküm fıkrasının, kararın vücut bulmuş hâli olduğu, kararın kalbi ve özü niteliğinde bulunduğu ifade edilmektedir (Nilüfer Boran Güneysu, Medeni Usul Hukukunda Karar, Ankara, 2014, s.225). Hâkimin sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim ettiği durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkarılması gerekir. Aynı Kanun'un 298 inci maddesi gereğince gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. Hâkim verdiği (tefhim ettiği) hüküm ile bağlıdır, sonradan hükmün yanlış olduğu kanısına varsa bile artık hükmünü değiştiremez.

23. Anayasa'nın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrasında, "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli yazılır" hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm ile gerekçenin önemi Anayasa düzeyinde vurgulanmış olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

24. İcra mahkemesi kararlarının da gerekçeli olması gerekir. Ancak kararın gerekçesi ile birlikte tefhimi, gerekçeli kararın hazırlanması belli bir zaman alacağından cebri icra prosedürünün yapısına aykırı düşebilir. Ne var ki kararın tefhimi için en az hüküm özetinin okunarak tutanağa geçirilmesini öngören 6100 sayılı Kanun'un 321 inci maddesinin ikinci fıkrası bu sakıncayı bertaraf edebilir. Usul ekonomisi ilkesine göre takibin ve icra faaliyetlerinin mümkün olduğunca kısa sürede, basit ve ucuz şekilde sonuçlandırılması gerekir.

25. 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinin birinci fıkrasına göre on günlük istinaf süresi icra mahkemesi kararının taraflara tefhim edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. İcra mahkemesi, kısa kararın tefhiminden sonra (istinaf süresi olan) on gün içinde gerekçeli kararını yazıp dosyaya koymazsa ilgilinin (tefhimden itibaren on gün içinde) kısa bir istinaf dilekçesi yazıp vermesi, (bu istinaf dilekçesinde) icra mahkemesi kararını istinaf ettiğini ve gerekçeli kararı gördükten sonra ayrıntılı bir istinaf dilekçesi vereceğini belirtmesi gerekir (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflas Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2021, s.347). Kısa bir istinaf dilekçesinin verilmesinden sonra gerekçeli kararın tebliği üzerine istinaf başvurusunda bulunanın gerekçeli istinaf dilekçesi verme hakkı mevcut olduğundan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı da ihlâl edilmemiş olacaktır. Gerekçeli kararın tefhim edilen kısa karara aykırı olması hâlinde ise istinaf süresinin tebliğden başlayacağı açıktır.

26. Diğer taraftan Hukuk Genel Kurulunun 22.11.2023 tarihli ve 2021/12-560 Esas, 2023/1123 Karar sayılı kararında da benimsendiği üzere 2004 sayılı Kanun'un 366 ncı maddesinin birinci fıkrasında istinaf incelemesinin 6100 sayılı Kanun'a göre yapılacağı ifade edilmiş olup, istinaf başvurusuna karşı cevap dilekçesinin verilmesi ve cevap dilekçesiyle katılma yoluyla istinafa başvurulması mümkündür. İstinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf, başvurma hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, vereceği cevap dilekçesi ile istinaf yoluna başvurabilir.

27. Açıklanan ilke ve kurallar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; alacaklı vekili tarafından borçlular aleyhine başlatılan ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilâmlı takipte takip konusu taşınmaz ihale edilmiştir. Borçlu vekili ihalenin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurmuştur.

28. İcra mahkemesinin borçlu vekilinin yüzüne karşı verilen 24.03.2022 tarihli kısa kararında ihalenin feshi şikâyetinin reddine, takdiren ihale bedelinin % 5'i oranında para cezasının şikâyetçiden tahsili ile Hazineye gelir kaydına karar verilerek, kanun yolu "Dair, davacı vekili, davalı vekili ve dahili davalı vekilinin yüzüne karşı, kararın duruşmada hazır bulunan tarafa tefhiminden, hazır bulunmayan tarafa tebliğinden itibaren 10 günlük süre içerisinde..." şeklinde gösterilmiştir.

29. Borçlu vekili 26.04.2022 tarihinde istinaf başvurusunda bulunmuş, borçlu vekiline gerekçeli karar 30.04.2022 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusu süresinde kabul edilerek istinaf incelemesi yapılmıştır. Özel Dairece İlk Derece Mahkemesince kararının borçlu vekilinin yüzüne karşı verildiği, süre tutum dilekçesi sunulmadığı gibi, kararın tefhiminden itibaren yasal on günlük süreden sonra istinaf başvurusunda bulunduğu, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.

30. 2004 sayılı Kanun'un 134 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ihalenin feshi talebi üzerine icra mahkemesi talep tarihinden itibaren yirmi gün içinde duruşma yapar ve taraflar gelmeseler bile icap eden kararı verir. Somut olayda icra mahkemesince 24.03.2022 tarihinde tefhim edilen kısa karar 6100 sayılı Kanun'un 297 nci maddesinin ikinci fıkrasına göre usulüne uygun olup tefhim ile istinaf süresi başlamıştır. Borçlu vekili on günlük istinaf süresi içinde icra mahkemesi kararını istinaf ettiğini ve gerekçeli kararı gördükten sonra ayrıntılı bir istinaf dilekçesi vereceğini belirten kısa bir istinaf dilekçesi sunmamıştır. O hâlde Bölge Adliye Mahkemesince borçlu vekilinin istinaf isteminin süre aşımından reddine karar verilmesi gerekir.

31. Kanun yoluna başvurunun süresinde olup olmadığının belirlenmesi kamu düzenindendir. Kamu düzeni ile ilgili konularda da usuli kazanılmış haktan söz edilemez

32. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.10.2013 tarihli ve 2013/12-339 Esas, 2013/1474 Karar ile 01.04.2015 tarihli ve 2014/12-1271 Esas, 2015/1157 Karar sayılı kararlarında da 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun ile değişiklikten önceki 363 üncü maddesinde öngörülen tefhim veya tebliğden itibaren on günlük temyiz süresinin kısa kararın yüzüne karşı verilen taraf yönünden tefhimden itibaren başlayacağı kabul edilmiştir.

33. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 6100 sayılı Kanun'un 321 inci maddesi uyarınca hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle açıklanmadığı hâllerde kanunun aradığı koşulları taşıyan bir bildirimin yapılmadığının kabul edilmesi gerektiği, kanun hükmünün de zorunlu nedenlerle bu bildirimin yapılmayabileceğini kabul ederek bu hâlde hüküm özetinin tutanağa yazdırılmasını yeterli gördüğü ancak bu hâlde de kararın bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması zorunluluğunu getirdiği, bu zorunlulukla birlikte değerlendirildiğinde hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle birlikte açıklanmadığı hâllerde kısa sözlü bildirimin yetmediği ayrıca gerekçeli kararın tebliği yoluyla bildirim yapılması gerektiği, gerekçeli kararın geçerli bildiriminin de bu tebliğ olduğuna göre istinaf kanun yolu süresinin de tebliğden başlayacağının kanun hükmünün açık sonucu olduğu, 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesindeki tefhim veya ibaresinden sonra yer verilen tebliğ sözcüğünü duruşmada bulunmayan tarafı kapsayan bir bir ibare olarak değil, duruşmada bulunup da kendisine kanunun aradığı şekle uygun tefhim yapılmayan tarafları da kapsayan bir ibare olarak kabul edilmesi gerektiği, somut olayda mahkemece tefhim edilen kısa kararda hüküm sonucunun tüm unsurlarının gösterilmediği ve kararın gerekçesinin de açıklanmadığı, bu durumda kanunun aradığı unsurları içeren bir tefhim bulunmadığından kararın taraflara tebliğ edilmesi ve istinaf kanun yolu süresinin de tebliğ tarihinden başlatılması gerektiği gerekçesiyle direnme kararının uygun olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

34. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeple;

Şikâyetçi borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 5311 sayılı Kanun ile değişik 2004 sayılı Kanun'un 364 üncü maddesinin ikinci fıkrasının göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

29.11.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

"K A R Ş I O Y"

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nda istinaf ve temyize ilişkin hükümler bulunmakta ise de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda olduğu gibi ayrıntılı hükümlere yer verilmemiş ancak istinaf ve temyiz incelemelerinin 6100 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na göre yapılacağı (İİK 366/1) düzenlenmek suretiyle yollama yapılmakla yetinilmiştir. Bu yollama hükmü nedeniyle İİK’da istinaf ve temyize ilişkin hüküm bulunmayan konularda HMK hükümleri uygulanmalıdır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK) 363/1 inci maddeye göre istinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gündür. Maddede sözü edilen tefhim, mahkeme tarafından verilen kararın duruşmada bulunan tarafa veya taraflara hakim tarafından sözlü olarak bildirilmesidir.

Bu bildirimin hükmün tüm unsurlarıyla ve gerekçesiyle açıklanmasıyla mı yoksa hüküm sonucunun esaslı noktalarının açıklanmasıyla mı yapılacağı konusunda İİK’da açık bir hüküm bulunmamakta ise de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) bu konuyu düzenlemiştir. İcra hukuk mahkemesinde uygulanacak yargılama usulü konusunda da İİK’daki özel düzenlemeler ile İİK hükümlerinden kaynaklanan farklı uygulama yapılmasını gerektiren durumlar saklı kalmak üzere HMK hükümlerinin uygulanması gerektiğinden tefhimin nasıl olması gerektiği konusunda HMK hükümleri uygulanmalıdır.

Tefhimin nasıl yapılacağı HMK’da yazılı yargılama usulü ve basit yargılama usulü bakımından farklı düzenlenmiştir. İcra hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulandığından (İİK 18/1), bu usulde tefhimin nasıl olması gerektiği konusundaki HMK hükümlerine bakmak gerekir.

Bu konuda HMK’da basit yargılama usulüne ilişkin olarak 321 inci madde hükmü bulunmaktadır. Bu maddenin birinci fıkrasında; tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkemece tarafların son beyanları alınıp yargılamanın sona erdiği bildirilerek kararın tefhim edileceği ikinci fıkrasında ise kararın tefhiminin, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşeceği ancak zorunlu hâllerde, hâkimin bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebileceği ve bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerektiği hükme bağlanmıştır.

Bu hükmün sonucu olarak basit yargılama usulünde hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle açıklanmadığı hâllerde Kanunun aradığı koşulları taşıyan bir bildirimin yapılmadığı kabul edilmelidir. Kanun hükmü de zorunlu nedenlerle bu bildirimin yapılmayabileceğini kabul ederek bu hâlde hüküm özetinin tutanağa yazdırılmasını yeterli görmüş ancak bu hâlde de kararın bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması zorunluluğunu getirmiştir.

Bu zorunlulukla birlikte değerlendirildiğinde kanuna uygun bir tefhimin bulunmadığı yani hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle birlikte açıklanmadığı hâllerde kısa sözlü bildirim yetmemekte ayrıca gerekçeli kararın tebliği yoluyla bildirim yapılması gerekmektedir. Gerekçeli kararın geçerli bildirimi de bu tebliğ olduğuna göre istinaf kanun yolu süresinin de bu tebliğden başlayacağı kanun hükmünün açık sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenledir ki istinaf yoluna başvuru süresinin tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün olduğunu düzenleyen İİK 363 üncü maddede, tefhim veya ibaresinden sonra yer verilen tebliğ sözcüğünü, salt duruşmada bulunmayan tarafı kapsayan bir bir ibare olarak değil, duruşmada bulunup da kendisine kanunun aradığı şekle uygun tefhim yapılmayan tarafları da kapsayan bir ibare olarak kabul etmek gerekir.

Anayasa'nın 40 ıncı maddesinde "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır" hükmü bulunmaktadır. Anayasadaki bu zorunluluğa uygun biçimde HMK’nın 297 nci maddesinde de varsa kanun yolları ile süresinin hüküm sonucunda yer alması gerektiği belirtilmiştir. Bu sürenin gösterilmesi zorunluluğu gün sayısı olarak bir göstermeyi değil, bu sürenin hangi tarihten başlayacağının gösterilmesini de gerektirmektedir. Zira sürenin başladığı ve sona erdiği tarihleri anlaşılır biçimde ortaya koymayan ifadeler, anayasada yer verilen kanun yolu sürelerini gösterme zorunluluğunun yerine getirildiği anlamına gelmeyecektir.

Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 28.04.2023 tarih ve 2021/5 Esas, 2023/2 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararında; hukuk davalarında, hükümde kanun yolu süresinin hatalı gösterilmesi hâlinde, hatalı gösterilen kanun yolu süresi içerisinde yapılan kanun yolu başvurusunun incelenmesi gerektiğine karar verilmiştir. Bu karar kanundaki sürelerin gün sayısı olarak hatalı gösterildiği kararlar nedeniyle verilmiş ise de içtihadı birleştirme kararları sonuçlarıyla bağlayıcı, gerekçeleriyle yol göstericidir. Bu nedenle sürenin gün sayısı olarak hatalı gösterilmesi yanında sürenin başlayacağı tarihin, kişinin yanılmasına neden olacak biçimde tefhim yerine tebliğ yazılmak suretiyle hatalı gösterilmesi hâlinde de farklı bir sonuca varılmamalı usulüne uygun bir tefhim bulunsa bile hatalı yazılan tebliğ tarihinden süre başlatılmalıdır.

Yukarıda açıklandığı üzere usulüne uygun bir tefhim olmadığı için sürenin tebliğden başlatılması gereken hâllerde mahkemenin sürenin tebliğden başlayacağına dair gösterimi kanuna aykırı olmayıp açıkça kanun hükümlerinin sonucu olduğundan bu hâlde hatalı bir kanun yolu süresi gösterimi olduğu da düşünülemez.

Usulüne uygun bir tefhim olmadığı hâlde mahkemece sürenin tebliğ yerine hatalı olarak tefhimden başlayacağının gösterilmiş olması hâlinde sonucu ne olacaktır? Bu durum kişiyi yanıltacak ise de tefhim ya da tebliğ tarihine uyması bir hak kaybına sebep olmayacaktır. Zira kişi gösterilen bu süreye uyarsa süresinden önce kanun yolu başvurusu yapmış olacak bu süreye uymaz ve tebliğ tarihini esas alarak başvurursa kanunun aradığı süre içinde başvurusunu yapmış sayılacak yine bir hak kaybına uğramamış olacaktır.

Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlamalar bir kanun hükmüne dayalı olmalıdır. Zira temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanabilmesi için kanunilik unsuru taşıyan açık bir kanun hükmü bulunması gerekir. Kanunun açık hükümleriyle sürenin tebliğden başlatılması gerektiği çok açık biçimde anlaşıldığı hâlde sürenin kanuna uygun olmayan tefhimden başlatılması mahkemeye erişim hakkınının kanunilik unsuru bulunmaksızın kısıtlanması sonucu doğuracaktır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece basit yargılama usulünün uygulandığı yargılamada, tefhim edilen kısa kararda hüküm sonucunun tüm unsurları gösterilmemiş ve kararın gerekçesi de açıklanmamıştır. Bu durumda kanunun aradığı unsurları içeren bir tefhim bulunmadığından kararın taraflara tebliğ edilmesi ve istinaf kanun yolu süresinin de tebliğ tarihinden başlatılması gerekmektedir.

Sürenin tebliğden başlaması gerekirken mahkemece tefhimden başlayacağı yazılmış ise de bu hatalı yazımın taraflar aleyhine bir sonuç doğurmayacağı açıktır. Somut olayda kararın tebliğinden itibaren süresi içinde istinaf başvurusu yapıldığı için başvurunun süresinde olduğu kabul edilerek istinaf incelemesi yapılarak karar verilmiş olması ayrıca süre aşımından red kararı verilmesi gerektiğini belirten bozma kararı üzerine de önceki kararda direnilmiş olması yukarıda yer verilen açıklamalara uygun bir gerekçe ve sonuç içermektedir.

Tüm bu nedenlerle direnme kararı uygun bulunarak dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan, özel daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2023679-e-20231151-k-sayili-karari