ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/654 E., 2024/530 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/654 E., 2024/530 K. sayılı kararı
4 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 23.10.2024 tarihli, 2023/654 E., 2024/530 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2023/654 E., 2024/530 K.

"İçtihat Metni"

İNCELENEN KARARIN

MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2022/2019 E., 2022/2596 K.

KARAR : Davanın kabulüne

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 30.03.2022 tarihli ve

2021/3718 Esas, 2022/2464 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki el atmanın önlenmesi, ecrimisil ve muhdesatın aidiyetinin tespiti davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekilinin istinaf başvurusunun esasa ilişkin hususlar bakımından reddine, kamu düzenine ilişkin hükmün düzeltilmesine yönelik husus bakımından kabulü ile ilk derece mahemesi kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 353/1-b.2 maddesi gereğince kaldırılmasına, yeniden hüküm tesisi ile; davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili; İstanbul ili, Sancaktepe ilçesi, 886 ada, 3 parsel sayılı taşınmazda bulunan ve mülkiyeti dava dışı Maliye Hazinesine ait 264,66 m²'lik arsa üzerindeki binanın müvekkiline ait olduğunu, bu binada bulunan üç numaralı daireyi müvekkilinin kardeşi olan davalıya ekonomik durumu düzelene kadar oturması için tahsis edildiğini, davalının bu dairede uzunca bir süre kira vermeden oturduğunu, ancak taşınmazın bulunduğu arsanın Maliye Hazinesi tarafından üzerinde yapısı bulunan hak sahiplerine satışı kararlaştırılmış olup, görevliler tespite geldiğinde davalının sanki hak sahibi kendisiymiş gibi tutanak düzenlettiğini, belirtilen arsayı müvekkilinin 03.05.1987 tarihinde bu yerin zilyedi olan dava dışı ...'den harici satış sözleşmesiyle satın aldığını ve üzerine iki katlı, üç bağımsız bölümden oluşan binayı inşa ettiğini, davalıya gönderilen 21.06.2016 tarihli ve 00582 yevmiye numaralı ihtarname ile taşınmazı tahliye etmesi ve ecrimisil ödemesinin ihtar edildiğini, ihtarnamenin davalıya 22.06.2016 tarihinde tebliğ edildiğini, davalının ise taşınmazı tahliye etmediğini ve ecrimisil ödemediğini ileri sürerek mülkiyeti dava dışı Maliye Hazinesine ait 264,66 m²'lik arsa üzerindeki iki katlı binanın müvekkiline ait olduğunun tespitine, davalıdan şimdilik 500,00 TL ecrimisil tahsiline ve dava konusu taşınmaza müdahalesinin önlenmesi ile taşınmazdan tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili usulüne uygun tebligata rağmen süresinde davaya cevap vermemiş, yargılama sırasındaki beyanında; müvekkilinin bina yapılırken mermer dükkânı olduğunu, davacının da müvekkilinin yanında çalıştığını, binayı müvekkilinin yaptırdığını, davacının ekonomik durumu iyi olmadığından dairenin birinde oturmasına ve diğer dairelerin kirasını almasına müsaade ettiğini, Defterdarlık Milli Emlak Müdürlüğünün 23.02.2010 tarihli tespit tutanağında üç katlı binanın Celal ve Bayram tarafından müştereken 1992 yılından beri kullanıldığının belirtildiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 05.03.2019 tarihli ve 2016/284 Esas, 2019/105 Karar sayılı kararı ile; binanın bulunduğu arsayı davacının adi senet ile 03.05.1987 tarihinde satın alarak üzerine ruhsatsız bina inşa ettiği, bir dairesinde kardeşi olan davalının ikâmet etmesine izin verdiği, davalının hiçbir akdî veya kanunî sebebe dayanmaksızın taşınmazı ikametgâhı olarak kullandığı anlaşılmakla taşınmaza haksız müdahalesinin durdurulmasına karar verilmesi gerektiği; davalının davacıya ait taşınmazı 22.06.2016-12.07.2016 tarihleri arasında hiçbir akdî ya da kanunî sebep olmaksızın kullandığı ve bu süre içinde kullanması karşılığında ecrimisil ödemesi gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne, binanın davacıya ait olduğunun tespitine, davalının 3 No.lu daireyi ikametgâh olarak kullanmak suretiyle yaptığı müdahalenin menine, ecrimisil talebi yönünden talep ile bağlı kalınarak 22.06.2016-12.07.2016 tarihleri arası için 500,00 TL ecrimisilin davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 04.03.2021 tarihli ve 2019/2311 Esas, 2021/450 Karar sayılı kararı ile; dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan binanın davacıya ait olduğu, davalının binanın 3 No.lu dairesini hiçbir akdî veya kanunî sebebe dayanmaksızın ikâmeti olarak kullandığı, davacının davalıya ihtarname göndererek muvafakatini sonlandırdığından mahkemece yazılı olduğu şekilde davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı; ancak ilk derece mahkemesince taşınmaz üzerinde bulunan binanın zilyetlik hakkının davacıya ait olduğunun tespitine karar verilmesi gerekirken, arz sahibinin taraf olmadığı davada arz üzerinde bulunan binanın davacıya ait olduğunun tespitine şeklinde hüküm kurulmasının hatalı olduğu, bu husus kamu düzenine ilişkin bulunduğundan kararın buna ilişkin bölümünün düzeltilmesi gerektiği gerekçesiyle, davalı vekilinin istinaf başvurusunun esasa ilişkin hususlar bakımından reddine, kamu düzenine ilişkin husus yönünden hükmün 6100 sayılı Kanun’un 353/1-b.2 maddesi gereğince kaldırılmasına, yeniden hüküm tesisi ile davanın kabulüne, binanın davacı zilyetliğinde olduğunun tespitine, davalının 3 No.lu daireyi ikametgâh olarak kullanmak suretiyle yaptığı müdahalenin menine, ecrimisil talebi yönünden taleple bağlı kalınarak 22.06.2016 – 12.07.2016 tarihleri arası için 500,00 TL ecrimisilin davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “…4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 982 ve 983. maddelerinde düzenlenen zilyetliğe dayalı davalar ile zilyet, zilyetliğinin bir hakka dayandığını ispat külfetine katlanmadan yalnızca zilyetliğini öne sürerek, zilyetliğinin korunmasını isteyebilir. Ancak, zilyetliğinin arkasında bulunan nesnel veya kişisel bir hakka dayanıldığında ise dava, bir hak davası niteliğini kazanır. (HGK'nin 25.11.2009 tarihli ve 2009/8-518 Esas, 573 Karar). TMK'nin 981. maddesinde; zilyet, her türlü gasp veya saldırıyı kuvvet kullanarak defedebilir, denilmektedir. Aynı Kanunun 973. maddesinde ise; bir şey üzerinde fiili hakimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir, biçiminde tanımlama getirilmiştir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 683. maddesinde; malikin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, tasarrufta bulunma, yararlanma yetkilerine sahip olduğu, malını haksız olarak elinde bulunduran kişiye karşı her türlü elatmanın önlenmesi davası açabileceği öngörülmüştür.

Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur (4721 sayılı TMK m.684/1). Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyet kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere kalıcı yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer (TMK m.718). 22.12.1995 tarih ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulandığı gibi eşya hukukunda, muhdesattan, bir arazi üzerinde kalıcı yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçları anlamak gerekir. Muhdesat, şahsi bir hak olup (TMK m.722, 724 ve 729), sahibine arazi mülkiyetinden ayrı bağımsız bir mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak bahşetmez. Taşınmaz üzerindeki kalıcı yapı, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemez. Açıklanan bu ilke ve esaslara göre, kural olarak muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetinin tespiti istenemez.

Tespit davası, kendine özgü davalardan olup dava sonucunda istihsal edilecek ilamın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da bu davaların uygulama alanı sınırlıdır. Bilindiği üzere, tespit davalarının görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması (6100 s.lı HMK 106/2 m) ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğini kaybetmemesi gerekir. Tespit davaları eda davalarının öncüsüdür, bu nedenle eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmektedir. Hukuki yararının bulunması dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi, hakim tarafından da re'sen gözetilir. Hukuki yararın bulunmadığının tespiti halinde davanın, dava şartı yokluğu gerekçesiyle usulden reddine karar verilmelidir (HMK 114/1-h, 115 m.).

Öğretide ve Yargıtay'ın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğu kabul edilmektedir.

Somut olayda;

1-Dava konusu 886 ada 3 parsel sayılı taşınmaz arsa vasfı ile Hazine adına kayıtlıdır, davacı üzerindeki yapının kendisine ait olduğunu davalının dairenin birinde işgalci olduğunu ileri sürerek müdahalenin önlenmesi, ecrimisil ve yapının kendisine aidiyetinin tespitini istemiş mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekilinin istinaf isteminde bulunması üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince, davalı vekilinin istinaf nedenlerinin esasa ilişkin hususlar bakımından reddine, kamu düzenine ilişkin hükmün düzeltilmesine yönelik husus nedeniyle kabulüne, yerel mahkeme kararının kaldırılmasına, yeniden hüküm tesisi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dava dilekçesi kapsamı ve dosyadaki bilgi ve belgelere göre, uyuşmazlık, Hazineye ait arsa üzerinde yapılan kalıcı nitelikli yapıya ilişkindir. Taşınmaz üzerindeki bina bakımdan açılan dava TMK'nin 683. maddesi gereğince mülkiyet hakkına dayalı olarak açıldığı anlaşılmaktadır.

Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Daire Başkanlığının 24/02/2010 - 25/09/2013 ve 13/05/2016 tarihli taşınmaz tespit tutanaklarında taşınmaz üzerindeki 3 katlı yapının 1992 yılından beri Celal ve ... tarafından müştereken kullanıldığının tespit edildiği ve Sancaktepe Belediyesinin 07.06.2017 tarihli yazısında ...’ün kapı no:39/A-1, 39 B 1, 39/2, 39/3, 39/4, kapı numaralı daireler, ...’ün 5/4 kapı nolu daire için emlak beyanında bulunduğu bildirilmiş olup, davacının, davalının oturduğu daire yönünden emlak beyanında bulunmadığı gibi tanık ve diğer delillerle de davalının oturduğu dairenin davacıya ait olduğu hususunun ispatlanamadığı anlaşıldığından, dava konusu bölüm yönünden tarafların birbirine üstün hakları bulunmamaktadır. Bu nedenlerle elatmanın önlenmesi ve ecrimisil istemine yönelik davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.

2- Davacının diğer talepler yanında taşınmaz üzerinde bulunan yapının kendisine aidiyetinin tespiti istemi de bulunmaktadır. Muhdesatın aidiyeti istemli davalar, tespit davası mahiyetinde olduğundan tapu kayıt maliki dışında üçüncü kişi konumunda olan davacının dava açmasında hukuki yararının bulunması ve bu yararın devam ediyor olması gerekir. Hazineye ait taşınmaz üzerindeki binanın kendisine ait olduğunun tespitini istemekte davacının güncel hukuki yararının bulunduğundan söz edilemez. Bu nedenle bu talep yönünden de açılan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir,…” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararı bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ilâveten yargılama aşamasında dosyaya sunulan 03.05.1987 tarihli senet, ecrimisil ihbarnameleri ve tahsilatları, nizalı taşınmaza ilişkin davacı tarafından verildiği anlaşılan emlak beyannameleri ve dosya kapsamına göre nizalı taşınmaz üzerindeki binanın davacı tarafından inşa edildiği ve hak sahipliğinin davacıya ait olduğu, Özel Daire bozma kararında bahsi geçen ve davalı tarafından verildiği bildirilen 5/4 No.lu daireye ilişkin emlak beyanının dava dışı parsele ilişkin bulunduğu, davacı tarafından hak sahipliği iddiasının kanıtlandığı, bina ve dava konusu bölüm yönünden üstün hakkı olduğu ve davada muhdesatın tespiti hususunda talep bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili; davacının Hazine arazisinde mülkiyet hakkı bulunmadığı için eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığını; İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Daire Başkanlığının 24.02.2010, 25.09.2013 ve 13.05.2016 tarihli taşınmaz tespit tutanaklarında taşınmaz üzerindeki üç katlı yapının 1992 yılından beri ... ve ... tarafından müştereken kullanıldığının tespit edildiğini, tanık ve diğer delillerle de müvekkilinin oturduğu dairenin müvekkiline ait olduğunun anlaşıldığını; davacının binanın yapımında hiçbir katkısı olmamasına karşılık müvekkilinin iş yoğunluğu nedeniyle abisine çok güvenerek elektrik su abonmanlığını ve vergi kaydını abisi adına yaptırmış olduğunu; müvekkili tarafından yaptırılmış üç katlı binada bulunan altı dairenin sadece iki ve üç numaralı daireleri için davacı tarafından emlak kaydının verilmiş olmasının da müvekkilimin haklılığını ortaya çıkardığını; müvekkilinin dava konusu binada fiilî kullanımını ispatlayan ikametgâh belgesi, telefon kaydı, elektrik, su, doğalgaz abonmanlığının bulunduğunu ileri sürerek direnme kararının bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacı tarafça hak sahipliği iddiasının kanıtlanıp kanıtlanmadığı ve davacının bina ile dava konusu bölüm yönünden üstün hakkının bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre Bölge Adliye Mahkemesince müdahalenin önlenmesi ve ecrimisil davalarının kabulüne karar verilmesinin yerinde olup olmadığı; ayrıca davacının muhdesatın aidiyetinin tespiti isteminde hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Kanun md. 106/2, 114/1-h, 115.

2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (4721 sayılı Kanun) md. 684, 718,728, 982, 983.

2. Değerlendirme

1. Davacı, tapuda dava dışı Hazine adına kayıtlı bulunan taşınmaz üzerine bina inşa ettiğini ileri sürerek, binaya yapılan müdahalenin önlenmesi, ecrimisil ve muhtesatın aidiyetinin tespiti isteminde bulunmuştur.

2. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle bu türden yapılar üzerindeki hakkın hukuki niteliğinin açıklanması gerekmektedir.

3. Bilindiği üzere 4721 sayılı Kanun'un “Taşınmaz mülkiyetinin içeriği” başlıklı 718 inci maddesine göre, arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer. Buna göre bir arazinin mülkiyeti, o arazide bulunan yapıları da kapsar. Bu hükmün ele aldığı prensip, “üst toprağa tabidir” şeklinde ifade edilmektedir. 4721 sayılı Kanun’un 718/2 nci fıkrasında yapılarla ilgili temel prensip bu şekilde açıklanmış ise de arazi mülkiyeti kapsamına giren yapıdan ne anlaşılması gerektiği belirtilmemiştir. Buna karşın 728 inci maddede taşınır mal hükümlerine tabî olan yapılar düzenlenmiş ve başkasının arazisi üzerinde kalıcı olması amaçlanmaksızın yapılan kulübe, büfe, çardak, baraka ve benzeri hafif yapıların, bunların malikine ait olacağı ifade edilmiştir. Görüleceği gibi kalıcı olarak toprağa bağlanmamış, sürekli kalması amaçlanmayan, basit ve hafif yapılar taşınır niteliğinde olup, bu yapılar taşınır mülkiyetine tabîdir. 4721 sayılı Kanun'un 718/2 nci fıkrasında arazi mülkiyetinin kapsamına dâhil olduğu belirtilen yapılar ise taşınır yapı dışında kalan, kalıcı ve sürekli olması amacıyla inşa edilen yapılardır. Bu unsurlar, muhdesatı taşınır yapı ve taşınır bitkilerden ayırır. Kara parçasına süreklilik amaçlanarak inşa edilmiş ve arazi ile sıkı şekilde birleşmiş bu türdeki yapılar arazinin bütünleyici parçası sayılmaktadır.

4. Uygulamada sıkça karşılaşılan muhdesattan ne anlaşılması gerektiği ise 22.12.1995 tarihli ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında "bir arazi üzerinde kalıcı yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçları" ifade ettiği vurgulanmıştır. Bu nedenle, muhdesat hukuki niteliği itibarıyla bütünleyici parçadır. Bu niteliğin kazanılmasıyla birlikte muhdesat üzerinde önceki malzeme veya bitki sahibinin artık bir mülkiyet hakkının varlığından söz edilemez; arazi üzerindeki ayni hak, muhdesatı da kapsar. Çünkü 4721 sayılı Kanun’un 684/1 inci maddesinde bir şeye malik olan kimsenin o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olacağı hüküm altına alınmıştır. Kanun'un öngördüğü sistemde ana kural, muhdesatın bağımsız bir şekilde mülkiyete konu olamayacağıdır. Başka bir anlatımla, tapuda başkası adına kayıtlı bir taşınmaz üzerine muhtesat niteliğinde yapı inşa edilmesi durumunda muhdesatın ayrı, zeminin ise ayrı bir şekilde ikili mülkiyete konu edilmesi mümkün değildir. Muhdesat, kişisel bir hak olup, sahibine arazi mülkiyetinden ayrı bağımsız bir mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak bahşetmez.

5. Bununla birlikte, üçüncü kişiler tarafından muhdesata yönelik bir saldırı olduğu takdirde muhdesat sahibi birtakım istemlerde bulunabilir. Bu bağlamda muhdesatı inşa eden kişi 4721 sayılı Kanun’un 982 ve 983 üncü maddelerinde düzenlenen zilyetliğin gaspı ve zilyetliğe saldırıdan doğan davalar kapsamında, zilyetliğinin bir hakka dayandığını ispat külfetine katlanmadan, yalnızca zilyetliğini öne sürerek, sulh mahkemelerinde dava açabileceği gibi zilyetliğinin arkasında nesnel veya kişisel bir hakkı bulunduğu takdirde, bu durumda açılan dava bir hak davası niteliğini kazanacağından, eldeki davada olduğu gibi el atmanın önlenmesi isteminde de bulunabilir. Çünkü davacının inşa ettiği yapı üzerinde sarfettiği malzeme nedeniyle kişisel bir hakkı bulunmaktadır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 07.11.2001 tarihli ve 2001/1-1032 Esas, 2001/772 Karar sayılı kararında da zeminle ilgili bir iddia ileri sürmeyen davacının, salt muhtesata (binaya) bağlı kişisel hakka dayanarak el atmanın önlenmesi davası açabileceği kabul edilmiştir.

6. Diğer taraftan, Hukuk Genel Kurulunun 25.11.2009 tarihli ve 2009/8-518 Esas, 2009/573 Karar sayılı kararında da Hazineye ait taşınmaz mal üzerine izinsiz olarak, hafif yapı niteliğinde olmayan yapı kuran zilyetlerin, arsa maliki Hazineden başka kişiler aleyhine açtıkları davaların, arkasında barındırdığı bir hakka dayanmakla olup, temelinde bir hak davası niteliğinde olduğu vurgulanmıştır.

7. Davada ispat yükü ise davacı taraf üzerinde olup, davacı taraf muhtesatı kendi adına ve hesabına meydana getirdiğini, dolayısıyla muhdesat üzerinde hakkı bulunduğunu 4721 sayılı Kanun'un 6 ve 6100 sayılı Kanun'un 190 ıncı maddeleri gereğince ispat etmelidir.

8. Tespit davası ise kendine özgü davalardan olup dava sonucunda istihsal edilecek ilâmın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da bu davaların uygulama alanı sınırlıdır. Bilindiği üzere, tespit davalarının görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması (6100 sayılı Kanun md. 106/2) ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğini kaybetmemesi gerekir. Tespit davaları eda davalarının öncüsüdür, bu nedenle eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmektedir. Hukuki yararın bulunması dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi, hâkim tarafından da kendiliğinden gözetilir. Hukuki yararın bulunmadığının tespiti hâlinde davanın, dava şartı yokluğu gerekçesiyle usulden reddine karar verilmelidir (6100 sayılı Kanun md. 114/1-h, 115).

9. Yargıtayın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın aidiyetinin tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğu kabul edilmektedir.

10. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu yapının üzerinde bulunduğu İstanbul ili, Sancaktepe ilçesi, Samandıra Mahallesi, 8861 ada 3 parsel sayılı ve 264,66 m² arsa vasıfındaki taşınmaz tam hisse ile dava dışı Maliye Hazinesi adına kayıtlıdır. Davacının kendi emek ve malzemesiyle inşa ettiğini ileri sürdüğü bina da üç katlı olup, taşınmazda kalıcı ve sürekli olması amacıyla yapıldığı ve buna göre muhdesat niteliğinde olduğu açıktır. Diğer yandan davacı taraf, binadaki 3 numaralı daireyi ekonomik durumu düzelinceye kadar oturması için davalı kardeşine tahsis ettiğini ancak ikamet konusundaki rızasını ihtar çekerek geri almasına karşın davalının daireyi boşaltmadığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Davalı ise ekonomik durumunun her zaman iyi olduğunu ve iddia edilenin aksine üç katlı binanın kendisi tarafından inşa edildiğini savunmuştur.

11. İddia ve savunma ile toplanan deliller bağlamında davacı tarafın 3 numaralı daire üzerinde davalıya karşı ileri sürdüğü üstün hakkını ispat edip edemediği hususuna gelince, İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Tespit ve İmar Takip Koordinatörlüğünün 23.02.2010 - 25.09.2013 ve 13.05.2016 tarihli taşınmaz tespit tutanaklarında işgalin başlangıç tarihinin 01.01.1992 olduğu, konut ve bahçe olarak kullanılan taşınmaz üzerinde bulunan üç katlı yapının üçüncü katının ne zaman yapıldığının net olarak öğrenilemediği, taşınmaz üzerinde bulunan üç katlı binada beş daire ve bir dükkânın bulunduğu, bir dükkân ve dört dairenin ...'e ait olduğu, bir dairenin ise ...'e ait olduğu belirtilmiştir.

12. İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığı Kartal Emlak Müdürlüğünün 23.03.2017 tarihli müzekkere cevabında; mahallinde düzenlenen 23.02.2010 tarihli tespit tutanağına göre 1992 yılından beri üç katlı binanın konut ve bahçe olarak ... ve ... tarafından müştereken kullanıldığı tespit edildiğinden anılan kişilere ecrimisil tahakkuku yapılacağı belirtilmiştir. Ancak ecrimisil ihbarnameleri davacı ...'e gönderilmiştir.

13. Sancaktepe Belediye Başkanlığının 07.06.2017 tarihli müzekkere cevabında ise; davacı ...’ün binadaki 39/A-1, 39/B-1, 39/2, 39/3, 39/4, kapı numaralı daireler, ...’ün 5/4 kapı No.lu daire için emlak beyanında bulunduğu bildirilmiş olup, davacı davalının oturduğu daire yönünden emlak beyanında bulunmadığı gibi, binanın yapımında kalebodur işlerini yapan, tuğla, çimento gibi inşaat malzemelerini satan davalı tanık beyanları ve diğer delillerle de davalının oturduğu dairenin davacıya ait olduğu hususu ispat edilemediğinden dava konusu bölüm yönünden tarafların birbirine karşı üstün hakkının bulunmadığı anlaşılmaktadır.

14. Davacı taraf dava dilekçesinde taşınmaz üzerinde bulunan yapının müvekkiline aidiyetinin tespiti isteminde de bulunmuş olup, Yargıtay, öğreti ve uygulamada bu davaların muhdesat iddiasını kabul etmeyen tapu kayıt maliki ya da maliklerine karşı açılacağı konusunda görüş birliği vardır. Muhdesatın aidiyeti istemli davalar tespit davası niteliğinde olduğundan, davacının tapu kayıt maliki olmayan ve üçüncü kişi konumunda olan kişiye karşı bu davayı açmasında hukuki yararı yoktur. Zira Maliye Hazinesine ait taşınmaz üzerindeki binanın kendisine ait olduğunun tespitini istemekte davacının güncel bir hukuki yararının bulunduğundan söz edilemez.

15. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davacının eldeki davada binanın kendisi tarafından yapıldığının tespiti yönündeki isteminin 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 5 inci maddesi uyarınca yapılacak bir satış nedeniyle belirtildiği ve davacının Maliye Hazinesine ait dava konusu taşınmaz üzerinde -satış önceliği bakımından- hak sahibi kişinin kendisi olduğunu ileri sürdüğünün anlaşıldığı, dolayısıyla belirtilen kanun hükmü gereğince dava konusu taşınmazın idare tarafından satışının söz konusu olduğu, en azından böyle bir talebin bulunduğu, bu satış sırasında Kanun gereğince taşınmaz üzerindeki yapı sahibinin öncelik hakkı bulunduğu, dolayısıyla muhdesatın aidiyetinin tespiti istemi bakımından davacının hukuki yararı bulunduğu ve direnme kararı usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek kararın onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

16. Hâl böyle olunca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

23.10.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

''K A R Ş I O Y''

Hukuk Genel Kurulu (HGK) önüne gelen olayda öncelikle çözüme ulaştırılması gereken uyuşmazlık, davacının somut olayın koşullarında dava konusu taşınmaz üzerindeki binanın kendisi tarafından yapıldığı yönündeki iddiası bakımından hukuki yararının bulunup bulunmadığı hususuna ilişkindir.

Somut olayda dava konusu taşınmaz, tapuda arsa vasfıyla Hazine adına kayıtlıdır. Dava dilekçesinde "davalının, tespite gelen Milli Emlak görevlilerine taşınmaz üzerinde kendisinin hak sahibi olduğunu yazdırması nedeniyle satışı yapılacak arsa üzerindeki yapının davacıya ait olduğunun belirlenmesinin önemine" vurgu yapılarak binanın davacıya ait olduğunun tespiti isteminde bulunulmuştur.

İlk Derece Mahkemesince davacının taşınmazdaki binada mülkiyet hakkının bulunduğu kabul edilerek "binanın davacıya ait olduğunun tespitine" şeklinde hüküm tesis esilmiş, Bölge Adliye Mahkemesi ise talepte bulunmanın taraflara hukuki tavsif yetkisinin de mahkemede bulunduğunu vurgulayarak taşınmaz üzerinde bulunan binanın zilyetlik hakkının davacıya ait olduğunun tespitine karar verilmesi gerekirken, arz sahibinin taraf olmadığı davada arz üzerinde bulunan binanın davacıya ait olduğunun tespitine şeklinde hüküm kurulmasının hatalı olduğunu belirterek "binanın davacı zilyetliğinde olduğunun tespitine" karar vermiştir.

Anılan hükmün temyiz incelemesini yapan Yargıtay 7. Hukuk Dairesi; öğretide ve Yargıtayın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğunun kabul edilmekte olduğuna vurgu yaparak; somut olayda davacının, Hazineye ait taşınmaz üzerindeki binanın kendisine ait olduğunun tespitini istemekte güncel hukuki yararının bulunduğundan söz edilemeyeceğinden bahisle bu talep yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşmış ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına hükmetmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesince, önceki hükümde direnilmesi üzerine Sayın Çoğunluk tarafından, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin bozma ilâmında belirtilen nedenlerle direnme hükmünün bozulması yönünde karar verilmiştir.

Eldeki davada, Sayın Çoğunluk ile farklı sonuca ulaştığımız öncelikli mesele davacının, dava konusu Hazineye ait taşınmaz üzerindeki binanın zilyetliğinde olduğunun tespitini istemesinde hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Bu bağlamda somut olayda uyuşmazlığın özünü oluşturan "hukuki yarar" kavramıyla ilgili bazı açıklamalara yer verilmesi yararlı olacaktır. Medeni usul hukukunda hukuki yarar mahkemede bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması anlamına gelir. Davacının dava tarihi itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır (bkz. HGK'nın 08.11.2023 tarihli ve 2022-8-450 Esas, 2023/1075 Karar sayılı kararı).

Hukuki yarar, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 114 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) bendi gereğince dava şartlarından olup davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır.

Anılan maddenin gerekçesinde de "...Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir..." ifadelerine yer verilmiştir.

Bir davada menfaat (hukuki yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Bu ilkeden hareketle bir davada hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir (bkz. HGK'nın 08.11.2023 tarihli ve 2022-8-450 Esas, 2023/1075 Karar sayılı kararı).

Diğer taraftan uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesi gerekir. Bu çerçevede tespit davalarının hukuki niteliği üzerinde durulmalıdır. HMK'nın "Tespit davası" kenar başlıklı 106 ncı maddesinde "Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir. / Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır. / Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.

" hükümlerine yer verilmiştir.

Buna göre bir hukuki ilişkinin varlığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunuyorsa, bu uyuşmazlık tespit davası yoluyla giderilebilir. Davacının; bir hukuki ilişkinin varlığı, yokluğu veya içeriğinin belirlenmesi hakkında tespit hükmü elde etmek için açtığı davaya tespit davası denir. Tespit davası ile davalı bir şeyi yapmaya veya bir şeyden kaçınmaya mahkûm edilmez, sadece taraflar arasındaki hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu ya da tereddütlü olan içeriği tespit edilir. Öte yandan tespit davası açan davacı, eda davası ile inşai davalardan farklı olarak dava açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararının bulunduğu hususunu açıkça ortaya koymak, hukuki yararını ispatlamak zorundadır. Maddi vakıalar tek başına tespit davasına konu yapılamaz; ancak bir hakkın yahut bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun belirlenmesi amacıyla tespite konu yapılabilir (bkz. HGK'nın 28.03.2014 tarihli ve 2013/7-670 Esas, 2014/423 Karar sayılı kararı).

Tespit davalarında davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hak veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup, hak veya hukuki ilişkinin varlığı yahut yokluğu tespit davası açılabilmesi için yalnız başına yeterli değildir. Bundan başka, tespit davasının dinlenebilmesi (esasına girilebilmesi için), konusunu oluşturan hak veya hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının korunmaya değer güncel bir hukuki yararının bulunması gerekir (bkz. HGK'nın 08.11.2023 tarihli ve 2022-8-450 Esas, 2023/1075 Karar sayılı kararı).

Bir hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukuki yararın bulunması, şu üç şartın birlikte varlığına bağlıdır: a) Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; b) Bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalı; c) Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır (bkz. HGK'nın 08.11.2023 tarihli ve 2022-8-450 Esas, 2023/1075 Karar sayılı kararı).

Bu açıklamalar ışığında somut olayda hukuki yarar tespiti yapılırken davacının Hazineye ait dava konusu taşınmaz üzerindeki binanın zilyeyetliğinin kendisine ait olduğu (kendisi tarafından yapıldığı) yönündeki iddiasını ispat etmesinin davacıya ne tür bir hak kazandırabileceği üzerinde durulmalıdır. Davacı, anılan iddiasını; taşınmazın Hazine tarafından binanın sahibi/zilyedi olan olan kişiye satılacağı ve davalının da İdarece bu yönde yapılan tespitlerde kendi adını hak sahibi olarak yazdırdığı olgularına dayanarak ileri sürmüştür.

4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun

'un (4706 sayılı Kanun) 5 inci maddesinin altıncı fıkrasında "Belediye ve mücavir alan sınırları içinde olup, Bakanlıkça tespit edilen, Hazineye ait taşınmazlardan, 30/3/2014 tarihinden önce üzerinde yapılanma olanlar; Hazine adına tescil tarihine bakılmaksızın öncelikle yapı sahipleri ile bunların kanunî veya akdi haleflerine satılmak ya da genel hükümlere göre değerlendirilmek üzere ilgili belediyelere bedelsiz olarak devredilir. Bu şekilde devredilen taşınmazlar, haczedilemez ve üzerinde üçüncü kişiler lehine herhangi bir sınırlı ayni hak tesis edilemez. Bu taşınmazlar belediyelerce öncelikle talepleri üzerine yapı sahipleri ile bunların kanunî veya akdi haleflerine, rayiç bedel üzerinden doğrudan satılır..." hükmüne yer verilmiştir.

Esasında davacının eldeki davada, binanın kendisi tarafından yapıldığının tespiti yönündeki isteminin bu Kanun uyarınca yapılacak bir satış nedeniyle dile getirildiği ve davacının Hazineye ait dava konusu taşınmaz üzerinde - satış önceliği bakımından - hak sahibi kişinin kendisi olduğunu ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Nitekim Kartal Emlak Müdürlüğü tarafından İlk Derece Mahkemesine gönderilen 23.03.2017 tarihli yazıda 4706 sayılı Kanun'un 5 inci maddesi uyarınca taşınmazın satışının talep edildiği belirtilmiştir.

Dolayısıyla anılan Kanun hükmü uyarınca dava konusu taşınmazın İdare tarafından satışının söz konusu olduğu, en azından bu yönde bir talebin bulunduğu görülmektedir. Bu satış sırasında Kanun gereğince taşınmaz üzerindeki yapı sahibinin öncelik hakkı bulunmaktadır. Dosya içinde yer alan belgelerden İdarece yapılan tespitlerde, taşınmaz üzerindeki yapının davacı ve davalıya ait olduğu belirtilmiştir. Bu durumda davacı eldeki dava ile yapı üzerinde zilyetlik hakkının bulunduğunu tespit ettirdiği taktirde taşınmazın satın alımına ilişkin öncelik hakkını tek başına kullanma imkanına sahip olacaktır. Dolayısıyla somut olayda davacının eldeki tespit isteminde hukuki yararının bulunmadığının kabulü mümkün değildir.

Öte yandan Öğretide ve Yargıtayın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun (2942 sayılı Kanun) 19 uncu maddesi hükmünün uygulanma imkânının bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğu kabul edilmektedir (bkz. HGK'nın 22.10.2019 tarihli ve 2017/8-1854 Esas, 2019/1096 Karar sayılı kararı). Ancak somut olayda Bölge Adliye Mahkemesi kararında da açıkça ifade edildiği üzere bir muhdesatın tespiti değil zilyetlik hakkından kaynaklanan bir zilyetliğin tespiti söz konusudur. Dolayısıyla muhdesatın tespitine ilişkin yargısal içtihatların somut olaya uygulanma imkanı bulunmamaktadır.

Buna göre Bölge Adliye Mahkemesinin direnme hükmünün onanması gerektiğini düşündüğümüzden, Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki bozma kararına katılmıyoruz.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2023654-e-2024530-k-sayili-karari