ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/637 E., 2025/165 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/637 E., 2025/165 K. sayılı kararı
1 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.03.2025 tarihli, 2023/637 E., 2025/165 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2023/637 E., 2025/165 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2022/397 E., 2023/47 K.

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 03.11.2022 tarihli ve

2022/608 Esas, 2022/15315 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine dayalı tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnme kararı verilmiştir.

2. Direnme kararı davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi

4. Davacı ... vekili dava dilekçesinde; müvekkiline ait İstanbul ili Silivri ilçesi ... köyünde bulunan 1358 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydına herhangi bir kamulaştırma yapılmaksızın "kısmen orman sınırları içinde kalmıştır" şerhi konulduğunu, davalının bu fiilinin müvekkilinin tapuda tasarrufunu engellediğini ileri sürerek orman olarak ayrılan bölümünün ifraz edilerek tapusunun iptali ile davalı adına tesciline, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,00 TL'nin davalıdan dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsili ile müvekkiline ödenmesini talep etmiş, 13.04.2017 tarihli dilekçesiyle talebini artırmıştır.

Davalı Cevabı

5.1. Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde; taşınmaz üzerindeki şerhin kamulaştırmasız el atma anlamına gelmediğini, bu taşınmazın Devlet ormanı niteliğinde olduğunu, davacının hâlen tapuda malik olarak gözüktüğünü, herhangi bir devir olmadığından davacının bu durumda bir talebinin söz konusu olamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.

5.2. Davalı ... İdaresi vekili cevap dilekçesinde, müvekkili yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini, davacının hâlen tapuda malik olarak gözüktüğünü, herhangi bir devir olmadığından davacının bu durumda bir talebinin söz konusu olamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemenin Birinci Kararı

6. Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.07.2014 tarihli ve 2013/164 Esas, 2014/369 Karar sayılı kararı ile; mahkemenin görevsizliği nedeni ile davanın reddine, davacının idari yargı yoluna başvurmakta muhtariyetine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 08.06.2016 tarihli ve 2015/17606 Esas, 2016/11461 Karar sayılı kararı ile; “…Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; Dava konusu taşınmazın bulunduğu köyde 1949 yılında orman tahdit komisyonu tarafından tahdit yapılıp, sınırları kesinleştirilerek devlet ormanı adı altında 1952'de tapuya tescil edildiği, daha sonra bu orman alanı içinde bir kısım yerlerin 6831 sayılı yasa 2/B çalışmaları yapılarak hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı, 81 adet parselin 2/B kararlarının iptali için Hazine ... aleyhine dava açtığı, mahkeme kararı ile orman sınırları dışına çıkarılma kararlarının iptal edilidiği ve kesinleştiği, 1990 yılında yapılan genel arazi kadastrosunda dava konusu taşınmazın tapulama tutanağında taşınmazın bir kısmının orman tahdit sınırları içinde kaldığı belirtildiği halde, itirazlı olduğundan tutanağın kesinleşmediği, 12/05/1992 tarihinde hükmen taşınmazın ... adına tescil edildiği, davacınında taşınmazı bu kişiden 09/09/2002'de satın aldığı, satın aldığından taşınmaz üzerinde orman vasfında olduğuna dair kısıtlayıcı herhangi bir şerhin bulunmadığı, 2005 yılında taşınmazın bir kısmının orman tahdit sınırları içinde kaldığına dair şerh konulduğu, dava konusu taşınmazın eylemli orman alanı içersinde kalan 2699,38 m²'lik kısmının tapuda davacı adına kayıtlı olmakla beraber hukuki değerini yitirdiği anlaşılmıştır.

4721 sayılı TMK'nun sorumluluk kenar başlığını taşıyan 1007. maddesinde "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder" hükmü yer almakta olup, burada Devletin sorumluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Sicil tutma işleminden kaynaklanan uyuşmazlıklarda Borçlar Kanununu haksız fiile ilişkin kurallarının da uygulanacağı kuşkusuzdur. Davacının istemi 4721 sayılı TMK'nun 1007. maddesinden kaynaklanan zarar olduğuna göre; mahkemece, işin esasına girilip taşınmazın niteliği ve zararın kapsamı belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle yargı yolu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi,

Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Mahkemenin İkinci Kararı

9. Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.04.2017 tarihli ve 2017/47 Esas, 2017/128 Karar sayılı kararı ile; (bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra), dava konusu taşınmazın bir kısmının kesinleşen orman tahdit sınırları içinde kaldığının şerh edildiği, bu suretle malikin mülkiyet hakkı ve tasarruf yetkisinin kısıtlandığı, malikin mülkiyet hakkının kısıtlanmasına karşın idarece herhangi bir tazminat ödenmediği gerekçesiyle davanın kabulü ile, 215.950,40 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, 1358 parsel sayılı taşınmazın 20.05.2014 havale tarihli bilirkişi raporuna ekli krokide (A) harfi ile gösterilen kısmının (2.699,38 m2) davacı adına olan tapusunun iptali ile orman vasfıyla Hazine adına tesciline karar verilmiştir.

Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı

10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı hazine vekili ve davalı ... idaresi vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

11. Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesinin 25.02.2020 tarihli ve 2017/8130 Esas, 2020/963 Karar sayılı kararı ile; “…Dava TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazminat, tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

TMK’nın 1007. maddesine dayalı olarak açılan tazminat davalarında yasal hasım Hazinedir. Davanın tapu iptal ve tescil talebini de içermesi nedeniyle Orman Yönetiminin davada taraf olmasında isabetsizlik yoksa da- TMK’nın 1007. maddesi gereğince açılan tazminat davası yönünden Orman Yönetimine husumet yöneltilemeyeceğinden davanın husumetten reddi gerekirken, yazılı şekilde kabul edilen tazminatın müşterek ve müteselsilen Hazine ve Orman Yönetiminden tahsiline karar verilmiş olması doğru görülmemiştir. Bunun dışında mahkmece yapılan araştırma ve inceleme de hüküm kurmaya yeterli değildir. Mahkemece tüm tahdit evrakları getirtilerek taşınmazın kesinleşen tahdit içinde kalan kısmı orman tahdit haritasında gösterilerek kesin olarak tespit edilmemiş, davacının uğradığı zararı tespit ederken, arsa niteliğine kabul edilen taşınmazın dava tarihindeki piyasa rayiçlerine göre belirlenen bedeli esas almıştır.

Hemen belirtilmelidir ki Medenî Kanunun 1007. maddesinde sözü edilen zarar gerçek zarar olup, burada gerçek zarar; tapunun yüzölçümünün azalması nedeniyle, tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idi ise aynı durumun yeniden tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E. - 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E. - 2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E. - 2010/668 K. sayılı kararı). Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerlendirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir.

Davanın niteliğine göre tazminat miktarı belirlenirken, öncelikli konu, gayrimenkulün niteliğinin ve değerinin hesaplanması olup, arazi niteliğindeki taşınmazlarda, başka deyişle tarım alanlarında net gelir esas alınarak, arsa niteliğindeki taşınmazlar için ise emsal karşılaştırması yapılarak değer belirlenmelidir. Dava tapu iptali ve tescil istemiyle birlikte açıldığına göre değerlendirme tarihinin dava tarihi olarak alınmasında ve dava tarihi itibariyle de 1/1000 ölçekli uygulama imar planında konut alanında kaldığı anlaşılan taşınmazın arsa olarak kabulünde bir isabetsizlik yoktur. Ancak arsa niteliğindeki taşınmazın değerinin emsal kıyaslama yöntemiyle yapılmamış olması, keşif sırasında inşaat bilirkişisi dinlenilmemiş olması da doğru değildir. Eksik araştırma inceleme ve yetersiz bilirkişi raporlarına dayanılarak hüküm kurulamaz.

O halde mahkemece, dava konusu taşınmazın bulunduğu yörede yapılan orman tahdidine ilişkin tüm işe başlama, çalışma, işi bitirme ve sonuçlarının askı ilan tutanakları ile taşınmazın bulunduğu yeri orman tahdit sınır noktalarıyla birlikte gösterir onaylı orman tahdit haritasının getirtilirek, dosya içine konulmalı, arsa niteliğinde bulunan dava konusu taşınmaza yönelik olarak, emsal satışların değerlendirme tarihindeki karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması suretiyle tespiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazın eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak, taşınmazdan DOP payının düşülmesinin gerekip gerekmediği belirtilmek, taşınmaz üzerinde var ise muhdesatın bayındırlık resmi birim fiyatları esas alınarak yıpranma payı düşülmek suretiyle gerçek zararın belirlenmesi gerektiğinden, taraflara, dava konusu taşınmaz ile aynı bölgeden bulunamaması halinde yakın bölgelerden ve değerlendirme tarihinden önce ve yakın zaman içinde satışı yapılan benzer nitelikli ve yüzölçümlü satışları bildirmeleri için olanak tanınmalı, gerekli görülürse re'sen emsal getirtme yoluna gidilmeli ve bu emsallere göre değer biçilmesi için konunun uzmanı bilirkişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulu vasıtasıyla keşif yapılarak, denetlemeye olanak veren bilimsel verileri içeren rapor alınmalı, emsal alınan taşınmazlara ilişkin resmi satış akit tablolarının tapu müdürlüğünden getirtilmeli, emsal taşınmazlar ile çekişmeli taşınmaza ait Arsa Metrekare Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu tarafından belirlenen emlak vergisine esas olan m² değerleri, ilgili Belediye Başkanlığı Emlak Vergi Dairesinden istenmesi, tazminat istemine konu taşınmaz ile emsal alınan taşınmaz/taşınmazların satış tarihleri itibariyle imar düzenlemesi sonucu oluşmuş imar parselleri olup olmadıkları, imar parseli iseler düzenleme ortaklık payının düşülüp düşülmediğinin, düşülmüş ise oranının belediye başkanlığı imar ve tapu müdürlüklerinden sorulmalı, dava konusu taşınmazın, emsal taşınmazlara göre üstünlük oranı yönünden bilirkişi kurulu raporunun denetlenmeli, taşınmazın kesinleşen tahdit sınırları içerisinde kalan kısmı tespit edilerek bu kısmın tapusunun iptaline karar verilmeli, taşınmazın tahdit sınırları içerisinde kalan kısmının dava tarihindeki gerçek değeri hesaplattırılmalı, ve oluşacak sonuca göre karar verilmelidir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Mahkemenin Üçüncü Kararı

12. Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.07.2021 tarihli ve 2020/182 Esas, 2021/485 Karar sayılı kararı ile; (bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra), 1990 yılında yapılan arazi kadastrosunda dava konusu taşınmazın tapulama tutanağında bir kısmının orman tahdit sınırları içinde kaldığı belirtildiği hâlde, itirazlı olduğundan tutanağın kesinleşmediği, 12.05.1992 tarihinde taşınmazın hükmen ... adına tescil edildiği, ...'nin de taşınmazı anılan şahıstan 09.09.2002 tarihinde satın aldığı, 2005 yılında taşınmazın bir kısmının orman tahdit sınırları içinde kaldığına dair şerh konulduğu, dava devam ederken ...'nin 27.05.2019 tarihinde dava konusu taşınmazı ... Turizm İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti.ye satış suretiyle devrettiği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 125/2. maddesi gereği davaya yeni malik davacı gösterilmek ve kararda da bu şirketin davacı olarak ismi yazılmak sureti ile devam olunduğu, dava konusu taşınmazın eylemli orman alanı içerisinde kalan kısmının tapuda davacı adına kayıtlı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabul kısmen reddi ile 215.950,40 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Hazineden tahsili ile davacıya verilmesine, 1358 parsel sayılı taşınmazın 20.05.2021 tarihli rapor ekinde yer alan krokide "A" harfi ile gösterilen 1.970,73 m2'lik ve "B" harfi ile gösterilen 614,61 m2'lik olmak üzere toplam 2.585,34 m2'lik kısmının davacı adına olan tapu kaydının iptali ile orman vasfıyla davalı Hazine adına tesciline, davalı ... yönünden davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Üçüncü Bozma Kararı

13. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

14. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 03.11.2022 tarihli ve 2022/608 Esas, 2022/15315 Karar sayılı kararı ile; “…Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; dava konusu taşınmazın bulunduğu köyde 1949 yılında orman tahdit komisyonu tarafından tahdit yapılıp, sınırları kesinleştirilerek Devlet ormanı adı altında 1952'de tapuya tescil edildiği, daha sonra bu orman alanı içinde bir kısım yerlerin 6831 sayılı Kanun uyarınca 2/B çalışmaları yapılarak Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı, 81 adet parselin 2/B kararlarının iptali için Hazinenin ... aleyhine dava açtığı, mahkeme kararı ile orman sınırları dışına çıkarılma kararlarının iptal edildiği ve kesinleştiği, 1990 yılında yapılan genel arazi kadastrosunda dava konusu taşınmazın tapulama tutanağında taşınmazın bir kısmının orman tahdit sınırları içinde kaldığı belirtildiği halde, itirazlı olduğundan tutanağın kesinleşmediği, 12.05.1992 tarihinde taşınmazın hükmen ... adına tescil edildiği, ...'nin taşınmazı bu kişiden 09.09.2002 tarihinde satın aldığı, satın aldığında taşınmaz üzerinde orman vasfında olduğuna dair kısıtlayıcı herhangi bir şerhin bulunmadığı, 2005 yılında taşınmazın bir kısmının orman tahdit sınırları içinde kaldığına dair şerh konulduğu, ...'nin işbu davayı 27.03.2013 tarihinde açtığı, yargılama devam ederken ...'nin dava konusu taşınmazı 09.10.2019 tarihinde ... Yapı İnşaat Turizm San. ve Ticaret Ltd.Şti.’ye devrettiği, daha sonrada devir alan şirketin 09.09.2020 tarihinde taşınmazı ... Turizm İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd.Şti.’ye satış yoluyla devrettiği, ... Turizm İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd.Şti.’nin dava konusunun devri nedeniyle HMK'nın 125/2. madde gereğince taraf değişikliği talebi ile davanın kabulüne karar verilmesini içeren 14.07.2021 tarihli dilekçesini dosyaya ibraz ettiği anlaşılmıştır.

Dosya kapsamına göre, dava konusu taşınmazın tapu kaydına 12.07.2005 tarihli ve 4634 yevmiye sayılı işlem ile şerh konulduğu, yargılama sırasında ... Turizm İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd.Şti.’nin taşınmazı orman olduğunu gösteren şerh ile 09.09.2020 tarihinde satış yoluyla edindiği anlaşılmıştır. Buna göre Devlet tapu sicil kaydındaki şerhin tesisini sağlayarak kaydın bu hali ile değerlendirilmesi gerektiği hususunu aleniyete intikal ettirmiştir. 4721 sayılı TMK'nın 1020. maddesinin "Tapu sicili herkese açıktır. İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir. Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez.'' hükmü nazara alındığında tapunun beyanlar hanesine şerh işlendikten sonra bu şerhi tapuda görmesine rağmen taşınmazı devir alan davacının iyi niyetli olduğundan ve TMK’nın 2. maddesi uyarınca dürüst davrandığından söz edilemez. Hal böyle olunca, davacının tapusunun iptali sebebiyle bir zararının oluştuğu kabul edilse bile bu zararın tapu sicil kayıtlarının doğru tutulmamasından kaynaklandığı söylenemeyeceği gibi tapu kaydında orman tahditi sınırları içinde kaldığına dair şerh bulunan taşınmazı bilerek ve isteyerek satın alan ayrıca önceki tapu maliki ... tarafından şerhin tasarruf hakkını kısıtladığı gerekçesiyle açılan tapu kaydının iptali ile tazminat istemli davadaki alacağı temlik almasından dolayı uğradığı zararı TMK'nın 1007 nci maddesi uyarınca Devletten isteyen davacının uğradığı zarar ile tapu işlemleri arasında nedensellik bağının varlığından da bahsetmek mümkün olmayacağından davanın reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulüne karar verilmesi,

Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı

15. Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.02.2023 tarihli ve 2022/397 Esas, 2023/47 Karar sayılı kararı ile; davacının dava konusu taşınmazı dava devam ederken satın aldığı, 6100 sayılı Kanun'un 125. maddesi gereğince dava konusunu devralan kişinin esas itibariyle önceki malike halef olduğu, halefiyet kuralı gereğince de söz konusu kişi önceki malikin aktif-pasif tüm borçlarını devraldığı, davacının iyiniyetinin tespitinde dava tarihinin esas alınması gerektiği, tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan eldeki tazminat davasında dosya içerisinde tapunun devralınmasını engelleyen herhangi bir şerh bulunmadığı, Yargıtay kararında belirtildiği şekilde dava konusu alacağı devralan kişinin şerhi bilerek aldığı ve bu nedenle 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi gereğince oluşan zarar ile illiyet bağının kesileceği şeklinde kabulün, mülkiyet hakkına kısıtlama getireceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

16. Direnme kararı süresi içinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

17. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yargılama sırasında ... Tur. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti.nin taşınmazı orman olduğunu gösteren şerh ile 09.09.2020 tarihinde satış yoluyla edindiği eldeki 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkin davada, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı bir zararın doğup doğmadığı, davacının uğradığı zarar ile tapu işlemleri arasında nedensellik bağının bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

18. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı tazminat davası ile ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.

19. Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer özel mülkiyet kapsamından çıkarılarak kamu malı niteliğini kazanmakla birlikte, kişinin ya da kişilerin söz konusu tapuya dayalı hakkının hukuki güvenlik ilkesinin sonucu olarak korunması gerektiği muhakkaktır. Aksi düşünce tarzının, Devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, zamanında geçerli bir şekilde ve kayda dayalı olarak oluşturulan mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi kamu vicdanını yaralaması yanında hukuk devleti ilkesini de zedeleyen bir tutum oluşturacaktır.

20. Devletin, tuttuğu tapu kayıtlarının eksik ya da hatalı olması nedeniyle sorumlu tutulması mülkiyet hakkının korunması için çok önemli bir unsurdur. İşte tam bu noktada Devletin sorumluluğuna ve bu sorumluluğun hukuktaki niteliği üzerinde kısaca durulmasında yarar vardır.

21. Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzanan bir yol izlenir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Haluk, Tandoğan: Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1967, s. 89). Kusur sorumluluğunda “kusur”, sorumluluğun öğesidir (Fikret, Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2017, s. 594).

22. Diğer bir anlatımla tazminat yükümlülüğünü kusura dayandırmak, önceleri adalete uygun ve yeterli görülmekte iken, zarar olasılıklarını çoğaltan büyük sanayinin gelişmesi, üretim ve taşıt araçlarının makineleşmesi, yeni enerji kaynaklarının bulunması halkın büyük şehirlerde yoğunlaşması ile modern hayatta zarar olasılıklarının çoğalması, böylece teknik ilerleme ve ona bağlı tehlikelerin artması ile birlikte zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti sağlama bakımından da yetersiz kalmaya başlamıştır.

23. Böylece sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler hukuk alanında da etkisini doğurmuş ve bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar nedeniyle tazmin sorumluluğunu, kısacası kusursuz sorumluluğu getirmiştir (Haluk, Tandoğan: Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, Ankara 1991, s. 1-4).

24. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür.

25. Öğretide kusursuz sorumluluk hâlleri “olağan sebep sorumluluğu - tehlike sorumluluğu” gibi ikili ayırıma tâbi tutulduğu gibi (Eren, s. 641 ve 693); “hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu” şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır (Selahattin Sulhi Tekinay/Sermet Akman/Haluk Burcuoğlu/Atilla Altop: Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, İstanbul, 7. Baskı, 1993, s. 498).

26. Öte yandan, “objektif sorumluluk” üst başlığı altında kusursuz sorumluluk hâlleri olarak da düzenlemeler bulunmaktadır. Tehlike sorumluluğu, terminolojide “ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu”; “ağırlaştırılmış objektif sorumluluk” olarak yer alır (Cengiz, Koçhisarlıoğlu: Objektif Sorumluluğun Genel Teorisi, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1984, s. 183). Diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak kurtuluş beyyinesi (kanıtı) yasalarda bulunmamaktadır. Ancak, uygun illiyet bağını kesen sebepler sorumluyu sorumluluktan kurtarır.

27. Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında Devletin sorumluluğu o kadar önemlidir ki, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde, “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür” hükmü öngörülmüştür.

28. Devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hâle getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı fer’î değil, aynen İsviçre’de olduğu gibi asli bir sorumluluk yüklenmiştir (Hıfzı Veldet, Velidedeoğlu / Galip, Esmer: Gayrimenkul Tasarrufları, İstanbul 1969, s. 512 vd; Jale, Akipek: Eşya Hukuku, Ankara 1972, s. 303).

29. Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur.

30. Taşınmazda Devletin tapu sicilini tutması, hak ve işlem güvenliğinin sağlanabilmesinin bir güvencesi niteliğindedir. Ancak sistemin tam olarak yerine getirilmesi, tapu siciline duyulan güvenin sürekliliğine bağlıdır. İşte 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde kanun koyucu sicilin doğru tutulduğuna güvenenlerin, sicilin yolsuz tutulmasından dolayı uğradıkları zararların Devlet tarafından ödeneceği ilkesini düzenleyerek güveni sağlamayı amaç edinmiştir.

31. Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.

32. Görüldüğü üzere, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir. Tapu müdür ya da memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mameleki çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücu hâlinde iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır.

33. Bu noktada ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli ve 2009/4-383 Esas, 2009/517 Karar sayılı kararında da değinilen kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanması gerekmektedir.

34. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden sıralı işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.

35. Burada da Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir.

36. Somut olayda, dava konusu taşınmaz 1949 yılında orman tahdit komisyonu tarafından tahdit yapılmak suretiyle sınırları kesinleştirilerek Devlet ormanı adı altında 1952 yılında tapuya tescil edilmiştir.

37. Sonrasında dava konusu taşınmazın da içinde bulunduğu bir kısım yerler 6831 sayılı Kanun uyarınca 2/B çalışmaları yapılarak Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılmış, 81 adet parselin 2/B kararlarının iptali için Hazine tarafından ... aleyhine açılan davada, mahkeme kararı ile orman sınırları dışına çıkarılma kararlarının iptal edildiği ve kesinleştiği anlaşılmıştır.

38. 1990 yılında yapılan genel arazi kadastrosunda dava konusu taşınmazın tapulama tutanağında taşınmazın bir kısmının orman tahdit sınırları içinde kaldığı belirtilerek itirazlı olduğu açıklanmış, 12.05.1992 tarihinde de hükmen ... adına tescil edilmiştir.

39. Taşınmaz ... tarafından orman vasfında olduğuna dair herhangi bir kısıtlayıcı şerh bulunmaksızın 09.09.2002 tarihinde tapuda satış suretiyle devralınmış, 2005 yılında da taşınmazın bir kısmının orman tahdit sınırları içinde kaldığına dair şerh konulmuştur.

40. Davacı ... vekilince, 27.03.2013 tarihinde 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı eldeki tazminat davası açılmış, yargılama sürerken taşınmaz 09.10.2019 tarihinde ... Yapı İnşaat Turizm San. ve Ticaret Ltd. Şti'.ye, anılan şirket tarafından da 09.09.2020 tarihinde ... Turizm İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.'ne satış suretiyle temlik edilmiştir.

41. ... Turizm İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.nin dava konusunun devri nedeniyle 6100 sayılı Kanunun 125/2. madde gereğince taraf değişikliği talebi ile davanın kabulüne karar verilmesini içeren 14.07.2021 tarihli dilekçesini dosyaya ibraz ettiği anlaşılmıştır.

42. Bu noktada yargılama sırasında tapudaki şerhi görmesine rağmen taşınmazı satış suretiyle devralan davacı ... Turizm İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.nin hukuki durumunu açıklamakta yarar bulunmaktadır.

43. Tapu sicili kurumunun amacı, taşınmaz üzerindeki ayni hakları açıklamak olduğu göz önünde tutulursa, bu sicilin ilgili kişilerin incelemesine açık olması gerektiği kolayca anlaşılır.

44. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1020. maddesi; “Tapu sicili herkese açıktır.

İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir.

Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez” hükmünü içermektedir.

45. Kamuya açıklık prensibinin sonucu olarak, ilgili her kişi sicili incelemek imkânına sahip olduğu için, bu imkânı kullanan kişi sicildeki kaydı göreceğinden, imkânı kullanmayan kişi ise gerekli özeni sarfetmiş olmayacağından kimse sicilde var olan bir kaydı bilmediği hususunda iyi niyet iddia edemez (Kemal Oğuzman, Özer Seliçi, Saibe Oktay Özdemir, Eşya Hukuku, İstanbul 2017, s. 154 vd.).

46. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava konusunu 6100 sayılı Kanun'un 125/2. maddesi uyarınca yargılama devam ederken devralan davacı ... Turizm İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. tapuda devir işlemi sırasında, söz konusu taşınmazın bir bölümünün hukuken özel mülkiyete konu olamayacak yerlerden olduğunu bilecek durumdadır. Devlet, davacıya satın aldığı taşınmazın bir bölümünün uyuşmazlık konusu ve mevcut kaydın doğruluğunun an itibarıyla tartışmalı olduğunu, dolayısıyla söz konusu sicil kayıtlarını bu hâliyle değerlendirmesi gerektiğini 4721 sayılı Kanun'un 1020. maddesi uyarınca davacının bilgisine sunmuş bulunmaktadır. Bu itibarla taşınmaza ait tapu kaydının bir bölümüne orman şerhi konulması nedeniyle oluşan zarar ile Devletin tapu sicilinin doğru tutulmamasından kaynaklanan zararlara ilişkin sorumluğu arasında bir sebep sonuç ilişkisi oluşmamıştır. Dolayısıyla davacının tapu kaydına orman şerhi konulması sebebiyle bir zararının oluştuğu kabul edilse bile bu zarar açısından tapu sicili kayıtlarının doğru tutulmamasından kaynaklı olarak Devlete karşı bir tazminat hakkının doğduğundan söz edilemez.

47. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında yargılama sırasında dava konusunu devralan kişinin, davacının yerine geçip, onun hak ve yetkilerini kullanacağı, başka bir anlatımla 6100 sayılı Kanun'un 125. maddesi gereğince dava konusu alacağı devralan kişinin esas itibariyle önceki malike halef olacağı, ayrıca somut olayda anılan şerhin tek başına taşınmaz üzerinde özel mülkiyeti sona erdiren bir işlevinin bulunmadığı, zarar ile sorumluluk arasında illiyet bağını kesecek ölçüde zarar görenin ağır kusurunun olmadığı, dolayısıyla ilk derece mahkemesince verilen direnme kararı uygun olduğundan diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

48. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

49. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. Maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

26.03.2025 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.

"K A R Ş I O Y"

1. İlk derece mahkemesi ile Özel Daire arasındaki temel uyuşmazlık; yargılama sırasında ... Tur. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti.nin taşınmazı orman olduğunu gösteren şerh ile 09.09.2020 tarihinde satış yoluyla edindiği eldeki 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkin davada, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı bir zararın doğup doğmadığı, davacının uğradığı zarar ile tapu işlemleri arasında nedensellik bağının bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

2. Çoğunluk görüşüne aşağıda açıklanan nedenlerle katılınmamıştır.

3. Somut olayda davacı ... taşınmazı, ...'den 09.09.2002 tarihinde orman olduğunu gösteren kısıtlayıcı bir şerh bulunmaksızın satın almış, sonrasında 12.07.2005 tarihinde taşınmazın bir kısmının orman tahdit sınırları içinde kaldığına dair şerh konulmuştur. Davacı ...'nin eldeki davayı 27.03.2013 tarihinde açtığı, yargılama devam ederken dava konusu taşınmazı 09.10.2019 tarihinde ... Yapı İnşaat Turizm San. ve Ticaret Ltd. Şti.ye devrettiği, devralan şirketin de 09.09.2020 tarihinde taşınmazı ... Turizm İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.ye satış suretiyle temlik ettiği, ... Turizm İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.nin dava konusunun devri nedeniyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 125/2. madde gereğince taraf değişikliği talepli 14.07.2021 tarihli dilekçesini dosyaya ibraz ettiği anlaşılmıştır.

4. Bu noktada dava konusunun devri ile ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin açıklanması gerekmektedir.

5. 6100 sayılı Kanun'un 125. maddesinde;

“…(1) Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiye devrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:

a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.

b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.

(2) Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder. (Ek cümle: 22/7/2020-7251/11 md.) Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur” hükmüne yer verilmiştir.

6. Bu hüküm, dava konusunun davanın açılmasından sonra devrini (müddeabihin temlikini) düzenlemektedir. Dava açıldıktan sonra sınırlayıcı bir neden bulunmadığı takdirde dava konusu malın veya hakkın üçüncü kişilere devredilebilmesi “tasarruf serbestisi” kuralının bir gereği, hak sahibi veya malik olmanın da doğal bir sonucudur. Usul Hukukumuzda da ayrık durumlar dışında dava konusu mal veya hakkın davanın devamı sırasında devredilebileceği kabul edilmiş, 6100 sayılı Kanun'un 125. maddesi, dava konusunun taraflarca üçüncü kişiye devir ve temliki hâlinde yapılacak usul işlemlerini belirlemiştir.

7. Uyuşmazlık konusu mal, alacak veya hak, dava açılmadan önce devredilirse 6100 sayılı Kanunun 125. maddesi uygulanmaz. 6100 sayılı Kanun'un 125. maddesinin 2. fıkrası gereğince davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilirse, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve davaya kaldığı yerden itibaren devam eder. Başka bir anlatımla 6100 sayılı Kanun'un 125/2. maddesinde, davacı tarafından dava konusunun üçüncü kişiye devredilmesi hâlinde, devralan üçüncü kişinin, hukuk gereği (ipso iure) davacı sıfatı ve buna bağlı olarak davayı takip yetkisi kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği kabul edilmiştir.

8. Davacının dava konusunu devretmesi durumunda, davalının tercihi aranmadan, devralan, davacının yerine kendiliğinden (resen) geçerek yargılama aşamasında her zaman davada taraf sıfatını kazanacaktır. Dolayısıyla 6100 sayılı Kanun'un 125/2. maddesinde, davalıya 1. fıkradakine benzer seçimlik haklar tanınmamıştır; devir alan kişinin davacının yerine geçmek suretiyle davaya kaldığı yerden devam edeceği ilkesi getirilmiştir. Dava konusu hangi aşamada devredildiyse, o andan itibaren devralan kişi davanın tarafı hâline gelecektir.

9. Dava hakkı, asıl (subjektif ) hakkın içinde bulunan bir hak olduğu için asıl hakkın devri ile dava hakkı (açılmış olan davayı takip etme hakkı) da devredilmiş olur. Asıl hak devredilince devreden kişinin, davacı sıfatı da devir alana geçer.

10. Bu açıklamalar çerçevesinde eldeki dava yönünden yargılama sırasında dava konusunu devralan kişinin, 6100 sayılı Kanun'un 125. maddesinin 2. fıkrası uyarınca davacının yerine geçerek onun hak ve yetkilerini kullanacağı, sonuç itibariyle de tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekeceği cihetle, ilk derece mahkemesince verilen direnme kararı uygun olup, diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun bozma düşüncesine katılamıyorum.

"K A R Ş I O Y"

Dava, TMK 1007. maddesine dayanılarak açılmış tazminat isteğine ilişkindir.

İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiş, Özel Dairece bu kararın bozulması üzerine Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu (HGK) önüne gelen olayda uyuşmazlık, somut olayın koşullarında orman olması nedeniyle tapusu iptal edilen taşınmaza ilişkin olarak davacıya (taşınmaz malikine) tazminat ödenip ödenmeyeceği hususundadır.

Sayın çoğunluk, davacının taşınmazları satın aldığı sırada tapunun beyanlar hanesinde "orman sınırları içinde kaldığı bildirilmiştir" şeklinde bir şerh bulunması nedeniyle tazminata hak kazanmayacağı sonucuna vararak Bölge Adliye Mahkemesinin aksi yöndeki direnme kararının bozulmasına hükmetmiştir.

Dava konusu taşınmaz 1992 yılında hükmen dava dışı ... adına tescil edilmiş, 2002 yılında davacı ... tarafından satın alınmış, 2005 yılında taşınmaz üzerine orman şerhi konulmuş, 2013 yılında malik Hasan tarafından somut dava açılmış, yargılama sırasında 2019 tarihinde davacı ... Yapıya, ondan da 2020 yılında ... Turizme satılmıştır.

Eldeki davada davacının ve temlik alanların tazminat isteminin hukuki dayanağı TMK'nın 1007. maddesidir. Anılan maddenin birinci fıkrasında "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur." hükmüne yer verilmiştir.

Tapu sicili, ayni haklarda aleniyet prensibine hayat vermek ve hukuki işlem güvenliğini sağlamak amacıyla tutulan resmî kayıtlar olarak tanımlanabilir. Taşınmazlara ilişkin hak ve işlem güvenliğinin tesis ve temin edilebilmesi bakımından tapu sicil kayıtlarını tutma ödevi Devlet tarafından üstlenilmiştir. Bu çerçevede taşınmazlar üzerindeki ayni hakkın herkese karşı ileri sürülebilmesi, taşınmaz üzerinde hak iktisap edecek kişilerin hakkın sahibi ve taşınmazın hukuki durumu hakkında bilgi sahibi olması ihtiyacı, taşınmaz üzerindeki ayni haklar bakımından devletin sorumluluğunda tutulan tapu siciliyle sağlanmıştır.

Ülke genelinde taşınmazlarla ilgili olarak sağlıklı bir hukuk düzeninin inşası, kamu mallarının korunması ve kişilerin mülkiyet haklarının zedelenmemesi bakımından tapu sicili kayıtlarının gerçek hak ve hukukî duruma uygun tutulması gerekir. Hukuk Genel Kuruluna göre de Devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan öteki unsur da topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamıştır (HGK'nın 17.11.2020 tarihli ve E.2020/(20)16-136, K.2020/895 sayılı kararı).

Bu nedenle Kanun Koyucu bizzat Devlet eliyle tutulan tapu sicilindeki kayıtlarının doğruluğuna güvenen kişilerin bu güven yüzünden uğradığı zararlardan Devletin sorumlu olduğunu kabul etmiştir. Esasında TMK'nın 1007. maddesinde öngörülen sorumluluk ile kişilerin tapu siciline duydukları güvenin sürekliliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Hukuk Genel Kurulu da taşınmazda Devletin tapu sicilini tutmasının, hak ve işlem güvenliğinin sağlanabilmesinin bir güvencesi niteliğinde olduğunu vurgulamış, ancak sistemin tam olarak yerine getirilmesinin, tapu siciline duyulan güvenin sürekliliğine bağlı olduğuna dikkat çekerek TMK'nın 1007. maddesinde kanun koyucunun sicilin doğru tutulduğuna güvenenlerin, sicilin yolsuz tutulmasından dolayı uğradıkları zararların Devlet tarafından ödeneceği ilkesini düzenleyerek güveni sağlamayı amaç edindiğini belirtmiştir (HGK'nın 17.11.2020 tarihli ve E.2020/(20)16-136, K.2020/895 sayılı kararı).

Tapu sicilinin tutulması sebebiyle Devletin sorumluluğu aslidir. Bu bağlamda tapu sicilinin yolsuz tutulması sebebiyle meydana gelen zarar, tapu memurunun veya denetim makamının kusurundan kaynaklansa da Devlet bu zarardan birinci derecede sorumludur. Nitekim Hukuk Genel Kurulu da bir kararında "Devlet’in tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hâle getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı fer’î değil, aslî bir sorumluluk yüklenmiştir." değerlendirmesinde bulunmuştur (HGK'nın 13.12.2022 tarihli ve E.2020/(20)8-16, K.2022/1720 sayılı kararı).

Öte yandan burada öngörülen sorumluluk tamamen objektif nitelikte bir sorumluluktur. Bir başka ifadeyle Devlet, tapu sicilinin tutulması nedeniyle oluşan zararlardan kusursuz olarak sorumludur. Yine bu sorumluluk tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararları kapsar. Hukuk Genel Kuruluna göre de Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur. Başka bir deyişle Devletin sorumluluğu, kusursuz bir sorumluluktur. Dolayısıyla Devletin "tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna" ilişkin olarak, kusursuz sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumluluk/tehlike sorumluluğa ilişkin kurallar uygulanır (HGK'nın 13.12.2022 tarihli ve E.2020/(20)8-16, K.2022/1720 sayılı kararı).

Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenir. Tazminat yükümlülüğünü kusura dayandırmak, önceleri adalete uygun ve yeterli görülmekte iken, modern hayatla birlikte zarar olasılıklarını çoğaltan gelişmelerle birlikte zarar görenlere etkili bir koruma sağlamada elverişsiz ve dolayısıyla adaleti sağlama bakımından yetersiz kalmaya başlamıştır.

Bu sorumluluk türünün özel görünümlerinden biri olan tapu sicilinin tutulması sebebiyle Devletin sorumluluğu, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür.

Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir. Görüldüğü üzere, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir. Tapu sicil müdür ya da memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mameleki çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece TMK'nın 1007. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, Devletin memuruna rücu hâlinde iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır.

Buna göre Devlet (İdare), illiyet bağının kesildiğini ispat etmediği sürece sorumluluktan kurtulamaz. İlliyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması ya da hakkında zarar doğuran sonucun meydana gelmesinde öngörülemeyen hâlin bulunması gerekir (HGK'nın 13.12.2022 tarihli ve E.2020/(20)8-16, K.2022/1720 sayılı kararı).

Bu bağlamda ilk olarak Hukuk Genel Kurulunca; tapu işlemlerinin kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olarak nitelendirildiği ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK'nın 1007. maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabul edildiği hatırda tutulmalıdır (HGK'nın 16.06.2010 tarihli ve E.2010/4-349, K.2010/318 sayılı kararı). Buna göre kadastro tespiti ile kişiler adına oluşan tapu kayıtlarının taşınmazların kamu malı niteliğinde olması sebebiyle iptal edildiği durumlarda, Devletin tazminat sorumluluğunun TMK'nın 1007. maddesi uyarınca olduğunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Somut olayda; Sayın Çoğunluk, Davacı ...’ın taşınmazı sattığı sırada tapu kayıtlarında "orman sınırları içinde kaldığı bildirilmiştir" şeklinde şerh bulunması dolayısıyla davacıdan HMK 125/1.m.gereği dava konusunu devralan diğer davıcıların, taşınmazların orman vasfında olduğunu bilebilecek durumda olduğunu, zira tapu sicilinin ilgililerine açık olduğunu belirterek davacının iyiniyetli olarak kabul edilemeyeceğini değerlendirmiş ve tazminata hak kazanamayacağı sonucuna ulaşmıştır.

Oysa ki yukarıda da değinildiği üzere TMK'nın 1007. maddesi uyarınca, tapu sicilinin tutulması sebebiyle Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Bu nedenle temel hareket noktası, davacının taşınmazı satın alırken iyiniyetli olup olmadığı değil, uğradığı zarar ile Devletin kusursuz sorumluluğu arasındaki illiyet bağını kesecek unsurların bulunup bulunmadığıdır. Buna göre somut olayın özelikleri itibarıyla davacının zarara uğramasında kendi ağır kusurunun olup olmadığı irdelenmelidir.

Bu çerçevede ilk olarak dava konusu taşınmazın 1992 yılında kesinleşen mahkeme kararı ile kişiler adına tarla vasfıyla tapuya tescil edildiği gözardı edilmemelidir. Taşınmazlar kamu makamlarının gerçekleştirdiği kadastro işlemi sonunda tapuya tescil edilmiş, kadastro tespitinin ilanı sürecinde ilgili kamu tüzel kişileri (Hazine veya Orman İdaresi) tespite itiraz etmiş, yapılan yargılama sonucunda taşınmaz gerçek kişi ... adına tapuya tescil edilmiştir. Mahkemenin bu kararından sonra artık tapu malikinin kötüniyetinden bahsedilemez. HMK’nın 125/2. maddesi gereği dava konusunun devrine gelince, bu maddenin uygulanması suretiyle dava konusunun devralınması durumunda da devralanın kötüniyetinden bahsedilemeyecektir. Zira Kanunun vermiş olduğu hakkın kullanımı nedeniyle kötüniyet söz konusu olamaz. Davacı ...’ın kötüniyetinden bahsedilemeyeceğine göre bu davacının hakkını devralan diğer davacının da kötüniyetinden bahsetmek mümkün değildir. Tapu iptal escil davalarında tapu malikinden sonra taşınmazı iktisap edenlerden birinin iyiniyetli olması hâlinde artık kötüniyet zinciri kesilmiş olmakla, iyiniyetli olan malikten sonraki maliklerin kötüniyetinden bahsedilemez.

Diğer yandan, davacı ...’ın talebi, hakkını devrettiği için reddedilmiş, bundan devralan davacıların talebi ise kötüniyetli oldukları gerekçesilyle reddedilmiş olmakla, Devletin tapu sicilini hatalı tutması nedeniyle sorumluluğundan kurtulması sonucu doğacaktır. Ayrıca, davacı ...’dan taşınmazı temlik alan diğer davacılar yargılama sonunda rücu yoluyla, birbirlerine verdikleri taşınmaz bedelini tahsil edecekler, davacı ... ise Devletten taşınmaz bedelini isteyemeyecek, istemesi hâlinde ise kesin hüküm itirazı ile karşılaşacaktır. Halbuki, HMK 125/2. maddesi düzenlemesi olmasaydı davacı ... dava konusu olan taşınmazı devredemeyecek ve bedelini, açmış olduğu dava sonucu tahsil edecekti. Hâl böyle olunca sırf HMK 125/2. maddesinin varlığı nedeniyle davacıların zarara uğramasının kabulü mümkün değildir. Yasa koyucu bu düzenlemeyi getirirken böyle bir sonucu düşünmemiştir.

Tapunun hükmen oluşmasından sonra da taşınmazlar uzun yıllar boyunca özel mülk statüsünde bulunmaya devam etmiştir. 2005 yılına kadar taşınmazların ormanla ilgisinin olduğu yönünde hiçbir kayıt tapu siciline işlenmiş değildir. Anılan tarihte ise taşınmazlara ilişkin tapu sicilinin beyanlar hanesine "orman sınırları içinde kaldığı bildirilmiştir" şeklinde şerh konulmuştur. Ne var ki bu şerh, tek başına dava konusu taşınmazların hukuki olarak orman niteliğinde olduğu anlamına gelmemekte; dahası taşınmazlar üzerindeki özel mülkiyeti sona erdiren bir işleve sahip bulunmamaktadır.

Somut olayın koşullarında, tapu sicilinin tutulması sebebiyle Devletin kusursuz sorumluluğuna ilişkin olarak; zarar ile sorumluluk arasındaki illiyet bağını kesecek ölçüde zarar görenin (davacının) ağır kusurlu olmadığı kabul edilmelidir.

Diğer yandan Hukuk Genel Kuruluna göre tapu sicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gereken kurallar tapu mevzuatı ile sınırlı olmayıp, bu mevzuat dışındaki hukuk kurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerekmektedir. Tapu müdür ya da memurlarının ihlâl ettikleri hukuk kuralları ister genel olsun ister salt sicilin tutulmasıyla ilgili olsun her iki hâlde de ortaya çıkan sonuç tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmuş olmasıdır. Bu nedenle sicilin hukuka uygun tutulması kavramı tapu mevzuatına uygunlukla sınırlı bir kavram olmayıp, hukukun genel ilkelerine uygunluk da gerekmektedir. Bunun dışına çıkan her hukuka aykırı davranıştan Devletin sorumluluğu asıldır (HGK'nın 17.11.2020 tarihli ve E.2020/(20)16-136, K.2020/895 sayılı kararı).

Bu kapsamda somut olayda davacının tapuda satın aldığı ve satım tarihi itibarıyla uzunca bir süredir tarla vasfıyla tapuya tescil edilmiş olan taşınmazların esasında orman niteliğinde olmaları sebebiyle tapusunun iptal edilmesi, buna karşılık davacıya herhangi bir tazminat ödenmemesinin Anayasanın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı yönünden de incelenmesi gerekmektedir.

Anayasanın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, onun semerelerinden yararlanma ve ondan tasarruf etme olanağı veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017).

Somut olayda davacı adına tapuda tarla vasfıyla kayıtlı olan taşınmazların orman niteliğinde olduğundan bahisle tapuları iptal edilmiştir. Davacının tapusunun iptal edilmesi, mülkiyet hakkına yönelik mülkten yoksun bırakma şeklinde bir müdahaledir. Anayasanın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasaya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca -Anayasanın 13. maddesi gereğince- ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.

Ölçülülük ilkesi uyarınca, kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, kişilerin şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017). İdarenin ölçülülük bağlamında iyi yönetim ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü bulunmaktadır. İyi yönetim ilkesi, kamu yararı kapsamında bir konu mevzubahis olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014). Bu nedenle idarelerin kendi hatalarının sonuçlarını gidermeleri ve bireylere yüklememeleri gerekir (Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, 1/2/2018).

Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği gözardı edilmemelidir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamuya ait orman ve diğer malların korunmasındaki kamu yararı amacı ile kişilerin mülkiyet hakkı arasında makul denge, mülkiyetine müdahale edilen kişiye tazminat ödenmesi veya zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir.

Somut olayda Sayın Çoğunluk; davacının tarla vasfında iken tapu yoluyla satın aldığı taşınmazların tapu sicil kaydının beyanlar hanesinde yer alan "orman sınırları içinde kaldığı bildirilmiştir" şeklindeki şerh sebebiyle -taşınmazların tapu kaydı iptal edilmesine rağmen- davacıya tazminat ödenmemesinde hukuka aykırılık görmemiştir.

Oysa ki Hukuk Genel Kurulunca da ifade edildiği üzere Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek hiçbir karşılık ödemeksizin iptalinin istenmesi, zamanında geçerli bir şekilde ve kayda dayalı olarak oluşturulan mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi kamu vicdanını yaralaması yanında hukuk devleti ilkesini de zedeleyen bir tutum oluşturacaktır (HGK'nın 17.11.2020 tarihli ve E.2020/(20)16-136, K.2020/895 sayılı kararı).

Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesinin, hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da içerdiğini kabul etmekle birlikte; mülkiyet tespitine ilişkin hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal edilerek kişilerin mülkiyetlerinden yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından istikrarlı olarak -hiçbir tazminat ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir istisnai durum da bulunmadığı hâlde- bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermektedir (bkz. N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/10/2005; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04, 10/3/2009).

Anayasa Mahkemesi de taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin bir bireysel başvuruda tapu kaydında yer alan "davalıdır" şeklindeki şerhin tazminata hak kazanmaya engel olduğu yönündeki yaklaşımı inceleme konusu yapmıştır. Karara konu olayda kadastroda gerçek kişi adına tespit edilen ve tapuya tescil edilen bir taşınmaz söz konusudur. Hazine tarafından bu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi ve tespit dışı bırakılması istemiyle dava açılmış ve Mahkeme tarafından yazılan yazıya istinaden Tapu Sicil Müdürlüğü tarafından tapu sicilinin beyanlar hanesine "davalıdır" şerhi işlenmiştir. Sonrasında taşınmaz başvurucu tarafından satın alınmış, bilahare Mahkemece taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesine hükmedilmiştir. Akabinde başvurucunun TMK'nın 1007. maddesi uyarınca açtığı tazminat davası anılan şerhe dayanılarak reddedilmiştir.

Anayasa Mahkemesi söz konusu olay bağlamında tapu siciline güven ilkesinin iyi niyetli üçüncü kişilerin haklarının korunması amacına yönelik olduğunu, bu ilkeden tapu kayıtlarını doğru bir biçimde oluşturma ve tutma sorumluluğunda olan kamu otoriteleri lehine sonuçlar çıkarılmasının Anayasa'nın 35. maddesiyle bağdaşan bir yorum olmadığını ifade etmiştir. Mahkemeye göre kamu otoriteleri, iyi niyetli üçüncü kişi olmadığı gibi bu kayıtları bizzat oluşturan ve tutanlardır. Kamu otoritelerinin oluşturduğu kaydın hatalı olması nedeniyle doğan sorumluluğundan başvurucunun tapunun iptal edileceğini öngörebileceğine atıfla kurtulması düşünülemez. Devletin hatalı olarak oluşturduğu tapunun alış ve satış işlemlerine konu edilmesi hukuken yasak değildir. Salt "davalıdır." kaydı bulunan taşınmazın başka bir kişiye satılmış olması, tapu sicilini doğru oluşturma sorumluluğunu ihlâl etmesinin sonuçlarına katlanmaktan devleti kurtarmamalıdır.

Mahkemece, sonuç olarak olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmış ve mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine karar verilmiştir (... Maden Yapı İnşaat Otelcilik Turizm ve Ticaret Ltd. Şti. [2.B.], B. No: 2019/4977, 24/11/2021).

Bu itibarla somut olayın koşullarında; esasında orman niteliğinde bulunması sebebiyle tapusunun iptaline karar verilen davacının, tapuda tarla vasfıyla tescil edilmiş olan taşınmazını diğer davacıların satın aldığı sırada tapunun beyanlar hanesinde "orman sınırları içinde kaldığı bildirilmiştir" şeklindeki şerh nedeniyle kötüniyetli olduğunun kabulüyle TMK'nın 1007. maddesi kapsamında tazminata hak kazanamayacağı yönündeki yaklaşımın anılan maddede öngörülen Devletin tapu sicil kayıtlarının tutulması nedeniyle kusursuz sorumluluğuna ilişkin düzenlemenin yanı sıra Anayasanın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağdaşmadığı değerlendirilmektedir.

Somut olayda davacı söz konusu taşınmazları satın aldığı sırada taşınmazların tapu kaydının beyanlar hanesinde "orman sınırları içinde kaldığı bildirilmiştir" şeklinde şerh bulunduğundan tarla vasfındaki taşınmazın değerinde bu şerh nedeniyle meydana gelen eksilmenin tespit edilerek bu tutarın tenkis edilmesi suretiyle davacının uğradığı gerçek zararın belirlenmesi ve bu tutarın tazminat olarak ödenmesi yoluna gidilmelidir.

Sonuç itibariyle Mahkemenin, davacıya tazminat ödenmesi gerektiği yönündeki direnme kararının uygun bulunması, ancak hükmedilen tazminatın miktarının denetlenmesi için dosyanın Yargıtay 5. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatinde olduğumuzdan Sayın Çoğunluğun hükmün bozulması yönündeki görüşüne katılmıyoruz.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2023637-e-2025165-k-sayili-karari
Invalid `prisma.category.findFirst()` invocation: Timed out fetching a new connection from the connection pool. More info: http://pris.ly/d/connection-pool (Current connection pool timeout: 10, connection limit: 5)