Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/615 E., 2025/217 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.04.2025 tarihli, 2023/615 E., 2025/217 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/615 E., 2025/217 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Ticaret Mahkemesi
SAYISI : 2022/516 E., 2022/948 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 01.06.2021 tarihli ve
2019/4847 Esas, 2021/4665 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki anonim şirket hisse devir sözleşmesinin iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 6. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davalı şirket yönünden davanın usulden reddine, davalı ... mirasçısı davalı ... yönünden davanın kabulüne ilişkin karar, taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin 2. fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı ... vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin murisi ...'nun 26.04.2002 tarihinde majör depresyon tedavisi sürerken intihar ederek yaşamına son verdiğini, murisin hastalığın etkisiyle yapılan baskılara dayanamadığını ve ölümünden bir ay önce 26.03.2002 tarihinde davalı şirketteki hissesinin yarısını ivazsız olarak davalı ...'na devrettiğini, devrin murisin özgür iradesine dayanmadığını, murisin majör depresyon etkisiyle temyiz kudretini kullanmada sorunlu bir kişiliğinin bulunduğunu ileri sürerek hisse devrinin iptali ile müvekkillerinin murisi tarafından devredilen şirket hisselerinin müvekkillerinin miras hisseleri oranında iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; dava dilekçesinde hukuki sebebin ikrah olarak gösterildiğini, ehliyetsizliğe dayanılmadığını, davacının davanın hukuki sebebini değiştiremeyeceğini, davanın zamanaşımına uğradığını ve hisse devrinin hukuka uygun olarak bedeli karşılığında yapıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı
6. İstanbul Anadolu 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 13.05.2015 tarihli ve 2014/450 Esas, 2015/422 Karar sayılı kararı ile; Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun raporunda davacıların murisi ...'nun devir tarihi olan 26.03.2002 tarihinde hukuki işlem ehliyetine haiz olmadığının bildirildiği, davacının murisinin devir tarihinde ehliyetsiz olduğu, ehliyetsizlik hukuki işlemi baştan itibaren geçersiz kılacağından hisse devir işleminin geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne 26.03.2002 tarihinde davacıların murisi ...'na ait ...'na devrilen 80.000 hissenin devrinin iptali ile davacılara mirasçılık belgesindeki hisseleri oranında davalı şirketin pay defterine tesciline karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 13.12.2016 tarihli ve 2015/15612 Esas, 2016/9524 Karar sayılı kararı ile;
“…1- Dava, anonim şirket hisse devir sözleşmesinin iptali ve davacılar adına tescili istemine ilişkindir.
6100 sayılı Kanun'un 184 ve devamı maddeleri uyarınca, yargıç tarafların iddia ve savunmalarıyla toplanan kanıtları inceledikten sonra duruşmada hazır bulunan taraflara tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için söz verir. Taraflar tahkikatın tamamı hakkında açıklamada bulunduktan sonra, yargıç yeniden araştırma yapılmasını gerektiren bir husus kalmadığı sonucuna varırsa tahkikatın bittiğini taraflara tefhim eder. Anılan Kanunun 186. maddesi hükmüne göre, tahkikatın bitiminden sonra sözlü yargılama ve hüküm için tayin olacak gün ve saatte mahkemede hazır bulunmalarını sağlamak amacıyla iki tarafı davet eder. Taraflara çıkartılacak olan davetiyede belirlenen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde yokluklarında hüküm verileceği hususu bildirilir. Ancak, taraflar duruşmada hazırsa bu bildirim sözlü olarak yapılır, tutanağa geçirilir ve taraflara imzalatılır. Sözlü yargılama aşamasında taraflara son sözleri sorularak hüküm tefhim edilir. Sözlü yargılama safhasında taraflar kanıt sunmadan kendisi ve karşı tarafın iddia ve savunmaları ile kanıtlarıyla ilgili hukuki değerlendirme yaparak neden haklı olduklarını açıklama hakkı elde ederler, yargıç da gerektiğinde salt hukuki değerlendirmeye esas olmak üzere taraflara soru sorma ve tereddütlü noktaları son kez açıklığa kavuşturma imkanına sahip olur.
Somut uyuşmazlıkta, 13.05.2015 tarihli celsede tahkikat aşamasının bittiği tefhim edildikten sonra davalı şirket vekili sözlü yargılama için süre verilmesini talep etmişse de, mahkemece şirketin yasal hasım olduğu gerekçesiyle sözlü yargılama için süre verilmesi talebi reddedilmiş olup yukarıda açıklanan hükümler çerçevesinde sözlü yargılama için taraflara süre verilmeden davanın kabulüne karar verilmiştir. Bu itibarla, mahkemece HMK'nın 184 ve devamı maddelerinde belirtilen usullere uyulmadan, tarafların iddia ve savunma hakkını kısıtlar şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.
2- Bozma sebep ve şekline göre, davalılar vekilinin diğer, davacılar vekilinin tüm temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir,...” gerekçesiyle (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile karar bozulmuş, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin diğer, davacılar vekilinin tüm temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına oy çokluğuyla karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı
9. İstanbul Anadolu 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 22.05.2019 tarihli ve 2017/248 Esas, 2019/444 Karar sayılı kararı ile; bozma kararına uyulmak suretiyle yapılan yargılama sonucunda, davacılar murisi ...'nun fiil ehliyetinin bulunmadığına yönelik Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun görüşü benimsenerek dava konusu hisse devrinin iptaline, hisse devrinin iptaline yönelik davada husumetin devralan ortağa yöneltilmesi gerekmekte olduğundan davalı şirketin davaya konu talepte husumetinin bulunmadığı değerlendirilerek davalı şirket yönünden davanın usulden reddine, davalı ... mirasçısı davalı ... yönünden davanın kabulü ile 26.03.2002 tarihinde davacılar murisi ...'na ait 80.000 adet hissenin ...'na devrinin iptaline karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 01.06.2021 tarihli ve 2019/4847 Esas, 2021/4665 Karar sayılı kararı ile;
“…);“… 1-Dava, anonim şirket hisse devir sözleşmesinin iptali ve davacılar adına tescili istemine ilişkin olup mahkemece davalı gerçek kişi yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir.
Ancak, davacılar, davalıya hisse devreden murisin devir esnasında hür iradesinin bulunmadığını ve bu suretle devrin geçersiz olduğunu ileri sürmüş iseler de, hisse devri yapan murisin devir tarihi olan 26.03.2002 tarihine yakın tarihlerde silah ruhsatı almış olduğu, şirkette yönetim kurulu üyeliği yaptığı ve yine bu tarihlerde dava dışı eşine de hisse devri yaptığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, hisse devri tarihinden itibaren 9.5 yıl kadar sonra açılan işbu davaya kadar davacıların hisse devrine ilişkin bir itirazları olmaksızın şirketle ilgili birçok işlem yaptığı hususu da bir bütün olarak değerlendirilip davacıların hisse devrinin dava tarihinden itibaren geçersizliğini ileri sürmesi de göz önüne alındığında davacı taleplerinin TMK'nın 2. maddesine uygun olmayan şekilde hakkın kötüye kullanması mahiyetinde olduğu gözetilmeden davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, hükmün bozulması gerekmiştir.
2-Bozma sebep ve şekline göre davacıların tüm davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir,…” gerekçesiyle (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile karar bozulmuş, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacıların tüm, davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Direnme Kararı
12. İstanbul Anadolu 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 14.12.2022 tarihli ve 2022/516 Esas, 2022/948 Karar sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesine yanında, davacılar murisinin iki adet silah ruhsatı aldığı, birinin tarihinin 1997, diğerinin tarihinin ise 1999 olduğu, davacılar murisinin tedavi sürecinin ise bu tarihten sonra başladığı; davacılar murisinin yönetim kurulu üyeliği yönünden ise bu görevin herhangi bir ehliyet gerektirmediği, anılan yönetim kurulu üyeliği görevi sırasında davacılar murisinin ayrıntılı bir tıbbî incelemeye tâbi tutulmamış olduğu; Özel Dairenin davanın hisse devri tarihinden dokuz buçuk yıl sonra açılmasının davaya kadar davacıların hisse devrine ilişkin bir itirazları olmaksızın şirketle ilgili bir çok işlem yapmasının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 2. maddesi uyarınca hakkın kötüye kullanması mahiyetinde olduğu kanaati yönünden ise, davacılar murisinin intihar suretiyle vefatının davacılar üzerindeki muhtemel etkisi ve davacı ...'ın babasının vefat tarihinde on üç, davacı...'nın ise dokuz yaşında olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
13. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davada davacı taraf taleplerinin 4721 sayılı Kanun'un 2. maddesine göre hakkın kötüye kullanılması mahiyetinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
16. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 12/1. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu düzenlendiği gibi, 48/1. maddesinde de herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetinin bulunduğu kabul edilerek kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduğu temel ilke olarak benimsenmiştir. Borçlar hukukumuza hâkim olan “sözleşme serbestliği” ilkesinin kaynağı da irade özgürlüğüne dayanmaktadır.
17. Sözleşme serbestliği ve özgürlüğünün; sözleşme yapıp yapmama, sözleşmenin karşı tarafını seçme, sözleşmenin içeriğini, tipini ve şeklini belirleme, sözleşmenin içeriğini değiştirme ve sözleşmeyi ortadan kaldırma gibi biçimleri bulunmaktadır.
18. 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun) 19/1. [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 26.] maddesinde tarafların kanunda öngörülen sınırlar içinde, sözleşmenin içeriğini özgürce belirleyebilecekleri kabul edilmiştir. Akdin mevzuu kavramından anlaşılması gerekenin ne olduğu Kanun’da açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte doktrinde tarafların yapmış oldukları sözleşme kapsamında, üzerinde anlaşmaya vardıkları her şeyin sözleşmenin içeriğine dâhil olduğu ifade edilmektedir. Tarafların belirlediği edim veya edimler, bu edimlerin nerede ve ne zaman yerine getirileceği, yan edim ve yükümlülükler, sözleşmenin şekli, tarafların yapmaması gereken fiil ve davranışlar ile pek çok şey sözleşmenin içeriğine dâhildir.
19. Sözleşmenin içeriğini belirleme ve serbestçe tayin etme özgürlüğüne getirilen temel sınırlama, davanın dayanağı 818 sayılı Kanun'un 20. maddesinde "Butlan" başlığı altında (6098 sayılı Kanun 27) maddesinde "Bir akdin mevzuu gayri mümkün veya gayri muhik yahut ahlaka (adaba) mugayir olursa o akit batıldır.
Akdin muhtevi olduğu şartlardan bir kısmının butlanı akdi iptal etmeyip yalnız şart, lağvolur. Fakat bunlar olmaksızın akdin yapılmıyacağı meczum bulunduğu takdirde, akitler tamamiyle batıl addolunur." şeklinde düzenlenmiştir.
20. Sözleşmenin geçerliliğini önemli ölçüde etkileyen unsurların eksikliği durumunda butlan (kesin hükümsüzlük) söz konusu olur. Zira bu unsurlar sözleşmenin geçerliliği bağlamında oldukça önem arz etmektedir. Butlan yaptırımının söz konusu olduğu hâllerde sözleşmenin kurulmasında aranan unsurlar vazgeçilemez nitelikte olup bu unsurlar sadece sözleşme taraflarının menfaati yanında kamu düzeni için de tesis edilmiş olan geçerlilik koşullarıdır. Bu unsurların varlığında taraflar yanında üçüncü kişilerin de sözleşmelere güvenleri için yarar bulunmaktadır.
21. Butlan yaptırımı her zaman ileri sürülebilecek nitelikte olup bu unsurların eksikliği nedeniyle kesin hükümsüz olan bir sözleşmenin zamanla geçerli hâle gelme gibi bir durumu söz konusu olamaz. Bu çerçevede butlan hâli sadece sözleşmenin tarafları yanında sözleşmenin geçersiz hâle gelmesinde yararı bulunan tüm ilgililer tarafından her zaman ileri sürülebileceği gibi mahkemece resen dikkate alınması gerekir. Nitekim aynı hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 31.05.2023 tarihli ve 2021/11-922 Esas, 2023/548 Karar sayılı kararında da vurgulanmıştır.
22. Bu noktada, öncelikle medeni hakları kullanma ehliyeti konusunda bir açıklama yapılmasında yarar vardır.
23. Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak elde edebilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez.
24. Nitekim, 4721 sayılı Kanun'un “Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmeyi, borç (yükümlülük) altına girebilmeyi, fiil ehliyetine bağlamış; 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırt etme gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmüne yer vermiştir.
25. “Ayırt etme gücü” aynı Kanun'un 13. maddesinde “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” şeklinde belirtilmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırt etme gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, belirtilen Kanun ile diğer Kanunların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
26. Bunun yanında, 4721 sayılı Kanun'un 14. maddesi ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyetinin bulunmadığını belirttikten sonra, aynı Kanun'un 15. maddesinde de kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiillerinin hukuki sonuç doğurmayacağı açıklığa kavuşturulmuştur.
27. Kanun'un belirtilen düzenleme sistemine göre, temyiz kudretine sahip olmayan kimsenin yaptığı işlemlerin, hiçbir hukuki hüküm ifade etmeyeceği, dolayısıyla butlan ile malul bulunduğu söylenebilir. Gerek doktrinde gerekse uygulamada benimsenen görüş de bu doğrultudadır. Bu düzenleme ve kabul tarzının, mutlak ehliyetsizlik hâli olarak da nitelendirilebilen, temyiz kudreti yoksunu (ayırt etme gücü bulunmayan) kişiyi korumaya yönelik olduğu muhakkaktır. Böyle bir korumanın gerekliliği de tartışılamaz.
28. Nitekim konuyla ilgili 28.07.1941 tarihli ve 4/21 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararının sonuç bölümünde "...temyiz kudretinden mahrum olduğu kat'iyyetle tahakkuk etmesi halinde tasarruf, MK'nun 15. maddesi hükmünce batıldır. Mümeyyiz olmayan bir kimse ile hukuki muamelede bulunan diğer akidin bunu bilmeyerek iyi niyetle hareket etmiş olması, zikri geçen 15. maddenin mutlak ve kat’i sarahati karşısında, öyle bir kimsenin tasarrufu üzerine hukuki hükmün terettüp etmesi için kafi değildir.
Kanun o gibi temyiz kudretinden mahrum kimselerin esasen hüküm ifade etmeyen tasarrufları hususunda o tasarruftan dolayı hak iddia edenlerin iyi niyetini himaye etmemektedir. Elverir ki, o tasarrufun hüküm ifade etmesi için lüzumlu olan temyiz kudreti derecesinin tasarruf zamanında mevcut olmadığı kat’iyyetle sübut bulsun. Bu takdirde kasırın hali, hüsnüniyetten ziyade himayeye layık görülür. Medeni Kanunumuzun metin ve ruhundan başka türlü bir netice çıkarılmasına imkan yoktur..." denilerek yukarıda sözü edilen görüşler dile getirilmiş, hatta ehliyetsizle hukuki işleme taraf olan kişinin iyiniyetine değer verilemeyeceği vurgulanmıştır (Hukuk Genel Kurulunun 30.04.2013 tarihli ve 2013/13-749 Esas, 2014/551 Karar ile 16.01.2013 tarihli ve 2012/3-655 Esas, 2013/63 Karar sayılı kararları).
29. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse; sözleşme geçerliliği için aranan ehliyet fiil ehliyeti olup 4721 sayılı Kanun'un 9. maddesine göre ancak fiil ehliyetine sahip olan kimselerin, kendi fiilleriyle hak edinebilecek ve borç altına girebileceklerdir. Bu anlamda fiil ehliyeti tam olan (kısıtlı olmayan, ergin olan ve ayırt etme gücü olan) kimseler hak ve borç altına girebileceklerdir. Sözleşme ehliyeti ise sözleşmenin her iki tarafı için de aranan bir unsur olup tarafların sözleşmenin kurulduğu anda bu ehliyete haiz olmaları durumunda geçerli bir sözleşme ilişkisi kurulur. Ayrıca taraflardan her ikisinin de ehliyetli olmaları gerekmekte olup tek tarafın ehliyetli olması geçerli bir sözleşmenin kurulabilmesi için yeterli değildir.
30. Sözleşmenin geçerliliği için aranan ehliyet unsuru, sadece taraflar açısından değil kamu yararı açısından da aranan bir geçerlilik unsurudur. Bu sebeple ehliyetsizlik hâlinde mutlak butlan yaptırımı söz konusu olur. Nitekim az yukarıda açıklandığı üzere 4721 sayılı Kanun 15. maddesinde; Kanun'da gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiillerinin hukuki sonuç doğurmayacağı açıkça belirtilmiştir.
31. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki dava ehliyetsizlik hukuki sebebine dayalı olarak davacıların murisi ... tarafından yapılan hisse devrinin iptali istemine ilişkin olup mahkemece davanın davalı ... bakımından kabulüne ilişkin kararının temyizi üzerine, Özel Dairece hisse devri yapan murisin devir tarihi olan 26.03.2002 tarihine yakın tarihlerde silah ruhsatı almış olduğu, şirkette yönetim kurulu üyeliği yaptığı ve yine bu tarihlerde dava dışı eşine de hisse devri yaptığı ve ayrıca hisse devri tarihinden itibaren dokuz buçuk yıl kadar sonra açılan eldeki davaya kadar davacıların hisse devrine ilişkin bir itirazları olmaksızın şirketle ilgili birçok işlem yaptığı hususu da bir bütün olarak değerlendirilerek davacıların hisse devrinin dava tarihinden itibaren geçersizliğini ileri sürmesinin 4721 sayılı Kanun'un 2. maddesi uyarınca hakkın kötüye kullanması mahiyetinde olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
32. Mahkemece alınan 27.03.2014 tarihli Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kurul raporunda; murisin 18.03.1999 tarihinden itibaren Balıklı Rum Hastanesinde "Atipik Depresyon" tanısı ile mükerrer hastane yatışlarının ve intihara eğiliminin olduğunun görüldüğü, bu sürecin sonunda 26.04.2002 tarihinde intihar ederek vefat ettiği, dosyasının yapılan incelemesinde kişinin geçirdiği bu ruhsal rahatsızlık nedeniyle menfaatlerini müdrik ve telkinlere mukavim olamayacağı, kendi hür iradesi istikametinde serbest olarak eylem ve işlemlere girişemeyeceği kişide mevcut "Ağır Major Depresyon" tablosunun fiil ehliyetini kaldıracak mahiyet ve derecede olduğu tıbbî kanaatine varıldığı, bu duruma göre muris ...'nun hisse devir tarihi olan 26.03.2002 tarihinde fiil ehliyetine haiz olmadığının kabulünün uygun bulunduğu mütalaa edilmiştir.
33. Türk Medeni Kanunu'nun 9 ve 15. maddeleri ile eldeki davaya uygulanması gereken 818 sayılı Kanun'un 19 ve 20. (6098 sayılı Kanun'un 26 ve 27.) maddeleri gereğince fiil ehliyeti bulunmayan kişi tarafından gerçekleştirilen sözleşmeler yukarıdaki kanun hükümleri gereği mutlak butlan yaptırımına tâbi olup, geçersizdir.
34. O hâlde davacılar murisi ...'nun 06.06.1997 ve 24.12.1999 tarihlerinde iki adet silah ruhsatı almış olması, şirket yönetim kurulu üyeliği ve spor kulübü derneği üyeliklerinin bulunması ile davalı şirket adına bir takım işlemler yapmış olması murisin hisse devir tarihinde fiil ehliyeti bulunduğu anlamına gelmez. Bu nedenle mahkemece davacıların murisi tarafından davalı ...'nun murisi ...'na 26.03.2002 tarihinde yapılan anonim şirket hisse devrinin iptali yerindedir.
35. Zira silah ruhsatlarının alındığı tarihler bakımından murisinin yoğun tedavi sürecinin bu tarihlerden sonra olduğu, yönetim kurulu üyelikleri bakımından ise murisin ayrıntılı bir tıbbî incelemeye tâbi tutulmamış olduğu anlaşıldığı gibi, davacılar murisinin intihar suretiyle vefatının davacılar üzerindeki muhtemel etkisi ile davacı ...'nun babasının vefatı tarihinde on üç, davacı...... ...'nun ise dokuz yaşında oldukarı dikkate alındığında davacıların taleplerinin 4721 sayılı Kanun'un 2. maddesine uygun olmayan şekilde hakkın kötüye kullanması mahiyetinde olduğundan söz edilemeyeceği açıktır.
36. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; hisse devri yapan murisin devir tarihi olan 26.03.2002 tarihine yakın tarihlerde silah ruhsatı almış olduğu, şirkette yönetim kurulu üyeliği yaptığı ve yine bu tarihlerde dava dışı eşine de hisse devri yaptığı, hisse devri tarihinden itibaren dokuz buçuk yıl kadar sonra açılan eldeki davaya kadar davacıların hisse devrine ilişkin bir itirazları olmaksızın şirketle ilgili birçok işlem yaptığından davacı taleplerinin 4721 sayılı Kanun'un 2. maddesi uyarınca hakkın kötüye kullanması mahiyetinde olduğu, direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüşse de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
37. Hâl böyle olunca, açık kanun hükmü karşısında mahkemenin az yukarıda belirtilen maddi ve hukuki olguları gözeterek davanın davalı ... bakımından kabulüne karar vermesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Aşağıda dökümü yazılı (472.124,09 TL) harcın temyiz edenden alınmasına,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
09.04.2025 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.