Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/61 E., 2025/62 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 19.02.2025 tarihli, 2023/61 E., 2025/62 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/61 E., 2025/62 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2021/1502 E., 2021/1874 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 10.06.2021 tarihli ve
2020/549 Esas, 2021/4964 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki ecrimisil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince bozma kararına uyularak davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin bozmaya uyarak verdiği karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucu tekrar bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin murisi ...'nın 12.05.2008 tarihinde öldüğünü, murisin Zeytinburnu ilçesi ... Mahallesi 2945 ada 13 parsel sayılı taşınmazda bulunan işyeri niteliğindeki binanın 4/10, yine Kartal ilçesi ... Mahallesi 1016 ada 293 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki binanın 4/10 payının maliki olduğunu, murisin ölümü ile taşınmazların müvekkillerine intikal ettiğini, davalıların müvekkillerinin paylarını kullanmalarına engel olup bir kısmını bizzat kullandıkları gibi bir kısmını da üçüncü kişilere kiraya verdiklerini ileri sürerek 01.01.2003 ilâ 31.12.2007 tarihleri arasında 10.000,00 TL, 01.01.2008 ilâ 01.09.2008 tarihleri arasında 192.000,00 TL, 02.09.2008 ilâ 31.12.2009 (bu kısımla ilgili talep atiye terk edilmiştir) tarihleri arası 10.000,00 TL ecrimisilin fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalılar cevap dilekçesinde; muris ...'nın 12.05.2008 tarihinde öldüğünü, davacıların bu tarihten önceki taleplerinde davacı sıfatlarının bulunmadığını, davada zamanaşımı süresinin dolduğunu, bu nedenle öncelikle davanın usul yönünden reddine karar verilmesi gerektiğini, ayrıca dava dilekçesindeki hususların gerçeği yansıtmadığını, murisin hissedar olduğu taşınmazlara ait kira bedellerinin 2008 yılı ekim ayından itibaren kiracılar tarafından davacıların hesaplarına yatırıldığını, murisin aile şirketi olan ... Gıda A.Ş'nin yönetim kurulu başkanı olduğunu, bu nedenle kira gelirinden yararlanmadığı hususunun gerçeği yansıtmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 21.09.2017 tarihli ve 2011/100 Esas, 2017/213 Karar sayılı kararı ile; dosya kapsamında yer alan 29.11.2016 tarihli bilirkişi raporu benimsenerek davanın kısmen kabulü ile davacı ... için 52.918,19 TL, davacı ... için 52.918,19 TL, ... için 35.278,79 TL işgal tazminatının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte davalılar ..., ..., ... ve ...’dan müteselsilen tahsiline, davacıların 01.09.2008 ile 31.12.2009 tarihleri arasındaki alacak taleplerinin atiye bırakılmasına, mirası reddettiği anlaşılan ...'nın mirasçıları ... ve ...’ya yönelik davanın bu nedenle reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuşlardır.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 03.04.2018 tarihli ve 2018/333 Esas, 2018/557 Karar sayılı kararı ile; mahkemece istem ecrimisil olarak nitelendirilmişse de dava dilekçesindeki anlatımdan davanın sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı alacak istemine ilişkin olduğu, Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 82. maddesine göre sebepsiz zenginleşme davasında zamanaşımı süresinin hak sahibinin geri isteme hakkının olduğunu öğrendiği tarihten itibaren iki yıl ve her hâlde zenginleşmenin gerçekleştiği tarihten itibaren on yıl olduğu, davada davalı tarafın usulüne uygun zamanaşımı def'inde bulunduğu, alacağın dönem sonunun 01.09.2008 olduğu, alacağın bu tarih itibarıyla muaccel hâle geldiği, zamanaşımı süresinin başlangıcının da bu tarih olduğu, dava tarihi itibarıyla alacağın zamanaşımına uğradığı, mahkemece delillerin taktir ve tahlilinde ve buna bağlı davanın hukuki nitelendirmesinde hataya düşüldüğü, yasal ve yeterli gerekçe içermeyen hükmün dosya kapsamına göre isabetli olmadığı, davalılar vekilinin istinaf sebeplerinin yerinde olduğu buna karşılık davacılar vekilinin istinaf sebeplerinin yerinde olmadığı gerekçesiyle davacılar vekilinin istinaf talebinin esastan reddine; davalılar vekilinin istinaf talebinin kabulü ile İstanbul Anadolu 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21/09/2017 tarihli ve 2011/100 Esas, 2017/213 Karar sayılı kararının HMK'nın 353/1-b.2. maddesi gereği kaldırılarak davanın reddine karar verilmiştir .
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Birinci Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 16.05.2019 tarihli ve 2018/11249 Esas, 2019/5200 Karar sayılı kararı ile; “…Dava ; ecrimisil istemine ilişkindir .
Yerel mahkemece, ecrimisil talepli davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup Bölge Adliye Mahkemesince istinaf baş vurusu üzerine mahkemece istem ecrimisil olarak nitelendirilmişse de, dava dilekçesindeki anlatımdan davanın sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı alacak istemine ilişkin olduğu, Türk Borçlar Kanunu'nun 82. maddesine göre sebepsiz zenginleşme davasında zamanaşımı süresi, hak sahibinin geri isteme hakkının olduğunu (sebepsiz zenginleşmeyi, zenginleşeni ve zenginleşmenin kapsamını) öğrendiği tarihten itibaren iki yıl ve her halde zenginleşmenin gerçekleştiği tarihten itibaren on yıl olduğu, davada davalı tarafın usulüne uygun zamanaşımı definde bulunduğu, alacağın dönem sonunun 01.09.2008 olduğu, alacağın bu tarih itibarıyla muaccel hale geldiği, zamanaşımı süresinin başlangıcının da bu tarih olduğu, dava tarihi itibarıyla alacağın zamanaşımına uğradığı, mahkemece delillerin taktir ve tahlilinde ve buna bağlı davanın hukuki nitelendirmesinde hataya düşüldüğü, yasal ve yeterli gerekçe içermeyen hükmün dosya kapsamına göre isabetli olmadığı, davalılar vekilinin istinaf sebeplerinin yerinde olduğu buna karşılık davacılar vekilinin istinaf sebeplerinin yerinde olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir .
Her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesince davanın sebepsiz zenginleşme sebebine dayalı olarak açıldığı tespiti yapılmış olsa da dava dilekçesinin 2.sayfasının, 2. bendinde; “Davalılar, müşterek taşınmazların 4/10 hissesine malik olan müvekkillerimizin müşterek taşınmazdan payları oranında faydalanmasına ve kullanmasına engel olmak suretiyle, dava konusu taşınmazlarda bulunan bağımsız bölümlerin büyük bir kısmını üçüncü kişileri kiraya vermekte, geri kalan bölümleri de bizzat kendileri kullanmakta ya da 3.kişilere tahsis etmektedirler . Bu şekilde müşterek mülkiyet konusu taşınmazların tamamı, davacıların rıza ve muvafakatı olmaksızın, davalılarca işgal ve istifade edilmektedir,”; 3. bendinde; “Müvekkillerimizin murisi ..., 12 Mayıs 2008 tarihinde vefat etmesine karşılık önceden olduğu gibi özellikle 2008 yılı başından itibaren de işlerini takip edememiş ve dava konusu binaların semeresinden hiçbir şekilde faydalandırılmamıştır.
Davalılar, ...’nın vefatından sonra da mevcut dava konusu binalara müdahalelerini sürdürerek binaların tüm semerelerinden münhasıran kendileri faydalanmaya devam etmişler ve müvekkillerimizin hisseleri oranında faydalanmalarını engellemişlerdir .” ; 5. bendinde; “Davalı paydaşlar, uzun zamandan beri taşınmazın tümüne bu şekilde müdahalede bulunarak müvekkillerin ve murislerinin müşterek taşınmazlardan olması gerektiği gibi faydalanmalarına izin vermedikleri gibi dava konusu taşınmazları kullanıp kiraya vermek suretiyle elde ettikleri semere , menfaat ve gelirlerden hisseleri oranında müvekkillere pay vermekten kaçınmaktadırlar. Müvekkillerimizin keşide ettikleri ihtarnameler ile taleplerine rağmen davalılar, müşterek taşınmazdan faydalandırmadıkları gibi faydalanmalarına izin vermemekte ve semerelerinden tamamen kendileri yararlanmaktadırlar . Paylarından ve de ortak taşınmazlardan yararlanmalarına engel olarak müvekkillerimizi taşınmazdan men etme iradelerini açıkça ortaya koyan davalılar, ortak taşınmazlardan haksız yararlanma yoluna gitmektedirler .” şeklinde açıklandığı üzere davacı yanın talebi ecrimisile yöneliktir.
Bilindiği üzere, gerek öğretide ve gerekse yargısal uygulamalarda ifade edildiği üzere ecrimisil, diğer bir deyişle haksız işgal tazminatı, zilyet olmayan hak sahibinin, hak sahibi olmayan kötüniyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat olup, 08.03.1950 tarihli ve 22/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; fuzuli işgalin tarafların karşılıklı birbirine uygun iradeleri ile kurduğu kira sözleşmesine benzetilemeyeceği, niteliği itibarı ile haksız bir eylem sayılması gerektiği, haksız işgal nedeniyle oluşan zararın tazmin edilmesi gerekeceği vurgulanmıştır. Ecrimisil, haksız işgal nedeniyle tazminat olarak nitelendirilen özel bir zarar giderim biçimi olması nedeniyle, en azı kira geliri karşılığı zarardır. Bu nedenle, haksız işgalden doğan normal kullanma sonucu eskime şeklinde oluşan ve kullanmadan kaynaklanan olumlu zarar ile malik ya da zilyedin yoksun kaldığı fayda (olumsuz zarar) ecrimisilin kapsamını belirler. Haksız işgal, haksız eylem niteliğindedir. (YHGK'nin 25.02.2004 tarihli ve 2004/1-120-96 sayılı kararı)
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 33 maddesi uyarınca, Hakim Türk Hukuku'nu re’sen uygulama mükellefiyetindedir. Yukarıda yapılan açıklamalar kapsamında davanın ecrimisil talepli olduğu açıktır. Bu bağlamda Bölge Adliye Mahkemesince ecrimisil talepli davanın esası hakkında, yapılan istinaf başvuruları kapsamında değerlendirme yapılarak karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Birinci Bozmaya Uyularak Verilen Karar
Bölge Adliye Mahkemesinin 28.11.2019 tarihli ve 2019/1501 Esas, 2019/1648 Karar sayılı kararı ile bozma ilâmına uyularak; davanın paydaşlar arasında ecrimisil istemine ilişkin olduğu, kural olarak, men edilmedikçe paydaşların birbirlerinden ecrimisil isteyemecekleri, intifadan men koşulunun ise ecrimisil istenen süreden önce davacı paydaşın davaya konu taşınmazdan ya da gelirinden yararlanmak isteğinin davalı paydaşa bildirilmiş olması ile gerçekleşeceği, ancak bu kuralın yerleşik yargısal uygulamalarla ortaya çıkmış bir takım istisnalarının bulunduğu, ayrıca intifadan men koşulu dava şartı niteliği taşıdığından mahkemece resen araştırılması gerektiği, oysa ki davacıların murisi ...’nın 12.05.2008 tarihinde vefat ettiği, TMK'nın 575. ve 599. maddeleri dikkate alındığında, davacıların murisin ölüm tarihi itibarı ile mirasta hak sahibi olacağı, davacıların taşınmazlardaki mülkiyet ve tasarruf haklarını murisin ölüm tarihi itibariyla edindiği, bu tarihten öncesi için mülkiyet ve tasarruf hakları bulunmayan taşınmaz için ecrimisil talep haklarının da bulunmadığı, sonuç olarak davacıların 12.05.2008 ilâ 01.09.2008 tarihleri için ecrimisil talep edebilecekleri, murisin ölüm tarihinden öncesini kapsayacak şekilde ecrimisile hükmedilmesinin hukuka uygun kabul edilemeyeceği, bu nedenle davacılar vekilinin 2008 yılı öncesine ilişkin ecrimisil bedelinin hüküm altına alınması gerektiğine yönelik istinaf talebinin yerinde olmadığı, diğer yandan yargılamanın devamı sırasında davalı tarafından davacıların talep ettiği ecrimisil miktarının ödenmesi gibi bir durum olmadığından davanın konusuz kaldığından söz edilmesine yasal olanak bulunmadığı gerekçesiyle davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak davanın kısmen kabulüne, 12.05.2008 - 01.09.2008 tarihleri arası için toplam 59.269,42 TL ecrimisilin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalılardan müteselsilen tahsili ile mirasçılık payları oranında davacılara ödenmesine karar verilmiştir.
C. İkinci Bozma Kararı
1.Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"...Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yer alan istinaf ve temyize dair hükümler gereğince; İlk Derece Mahkemesinin dava hakkındaki kararı istinaf incelemesi ile ortadan kaldırılıp Bölge Adliye Mahkemesince esas hakkında yeniden karar verildiği hallerde, söz konusu bu yeni kararın Yargıtay incelemesinden geçerek bozulduğu ve bozmaya Bölge Adliye Mahkemesince uyulmasına karar verildiği takdirde, ortada artık incelenecek bir İlk Derece mahkemesi kararı kalmadığından, bozmanın gerekleri doğrultusunda işlem yapılıp sonucunda davanın esası hakkında yeniden hüküm tesis edilmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Somut olayda, İlk Derece Mahkemesince verilen kararın, istinaf başvurusu sonunda Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kısmen kabulüne ve HMK'nin 353. maddesi hükmü doğrultusunda İlk Derece Mahkemesinin kararı kaldırılarak yeniden esasa ilişkin hüküm tesis edildiğine, ortada artık İlk Derece Mahkemesi kararı kalmadığına, temyiz üzerine incelenen karar Bölge Adliye Mahkemesi kararı olduğuna, yapılan inceleme neticesinde de Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçeyle Bölge Adliye Mahkemesi kararı HMK'nin 371. maddesi uyarınca bozulduğuna göre, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından HMK'nin 373/3. fıkrası doğrultusunda bozma ilâmına uyulduktan sonra bozmaya uygun şekilde inceleme ve araştırma neticesinde davanın esası hakkında yeniden hüküm tesis edilmesi gerekirken, yazılı şekilde İlk Derece Mahkemesi kararına atıfla davacılar vekilinin İstanbul Anadolu 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.09.2017 tarihli ve 2011/100 Esas, 2017/213 Karar sayılı ilamına yönelen istinaf başvurusunun HMK'nin 353/(1)-b.1 maddesi gereği esastan reddine, davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile, İstanbul Anadolu 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.09.2017 tarihli ve 2011/100 Esas, 2017/213 Karar sayılı kararının HMK’nin 353/(1)-b.2 maddesi gereği kaldırılmasına, davanın kısmen kabulü ile, 12.05.2008 - 01.09.2008 tarihleri arası için toplam 59.269,42 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalılardan müteselsilen tahsili ile mirasçılık payları oranında davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine şeklinde hüküm kurulması doğru olmamış, hükmün öncelikle bu sebeple usulden bozulması gerekmiştir.
Kabule göre de, hükmün esası ile ilgili incelemeye gelince;
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu 293 parsel sayılı, arsa nitelikli, fiilen üzerinde bodrum kat, zemin kat artı 7 kat olan taşınmazda, 12.05.2008 tarihinde ölen davacılar murisi ...’nın (4/10 oranında), davalılar... – ... – ... – ... ile paydaş olduğu; yine dava konusu olan 13 parsel sayılı, kat mülkiyeti kurulu, iki bodrum kat, zemin kat, asma kat ve iki normal katlı, 7 bağımsız bölümlü taşınmazda, 12.05.2008 tarihinde ölen davacılar murisi ...’nın (4/10 oranında), davalılar... – ... – ... ile paydaş olduğu, mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olduğu, bölge adliye mahkemesince talebin sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak olduğu ve alacağın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine ve davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüyle yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verildiği, davacılar vekilinin temyizi üzerine dairemizce talebin ecrimisile yönelik olduğu ve işin esasının incelenmesi gerektiği gerekçesiyle bozulduğu, bölge adliye mahkemesince bozmaya uyulmakla eldeki kararın verildiği, bölge adliye mahkemesince davacıların murisin ölüm tarihi itibarı ile mirasta hak sahibi olacağı, taşınmazlardaki mülkiyet ve tasarruf haklarının murisin ölüm tarihinde edinildiği, bu tarihten öncesi için mülkiyet ve tasarruf hakları bulunmayan taşınmaz için ecrimisil talep hakları da bulunmadığı, davacıların 12.05.2008-01.09.2008 tarihleri için ecrimisil talep edebilecekleri, murisin ölüm tarihinden öncesini kapsayacak şekilde ecrimisile hükmedilemeyeceği yönünde karar verildiği; davacılarca murisin ölüm tarihinden sonra 11.08.2008 tarihinde davalılara ve bir kısım kiracılara noter vasıtasıyla ihtarname gönderildiği ve muhatapların kiracısı olduğu mecurların mirasçı olan davacılara kaldığının, kira bedellerinin murisin ölüm tarihinden sonra davacıların ilgili hesap numaralarına yatırılmasının kiracılara bildirilmesinin, kira sözleşmelerinin ve kiracıların telefon numaralarının, ödenen kira bedellerinin bildirilmesinin istendiği sabittir.
Hemen belirtilmelidir ki, dava konu taşınmazda taraflar paydaştırlar. Paylı mülkiyette taşınmazdan yararlanamayan paydaş, engel olan öteki paydaş veya paydaşlardan her zaman payına vaki elatmanın önlenilmesini ve/veya ecrimisil istiyebilir. Elbirliği mülkiyetinde de paydaşlardan biri öteki paydaşların olurlarını almadan veya miras şirketine temsilci atanmadan tek başına ortak taşınmazdan yararlanmasına engel olan ortaklar aleyhine ecrimisil davası açabilir.
Ancak, o paydaşın, payına karşılık çekişmesiz olarak kullandığı bir kısım yer varsa açacağı ecrimisil davasının dinlenme olanağı yoktur. Yerleşmiş Yargıtay içtihatlarına ve aynı doğrultudaki bilimsel görüşlere göre payından az yer kullandığını ileri süren paydaşın sorununu, kesin sonuç getiren taksim veya ortaklığın satış yoluyla giderilmesi davası açmak suretiyle çözümlemesi gerekmektedir.
Kural olarak, men edilmedikçe paydaşlar birbirlerinden ecrimisil isteyemezler. İntifadan men koşulunun gerçekleşmesi de, ecrimisil istenen süreden önce davacı paydaşın davaya konu taşınmazdan ya da gelirinden yararlanmak isteğinin davalı paydaşa bildirilmiş olmasına bağlıdır. Ancak, bu kuralın yerleşik yargısal uygulamalarla ortaya çıkmış bir takım istisnaları vardır. Bunlar; davaya konu taşınmazın kamu malı olması, ecrimisil istenen taşınmazın (bağ, bahçe gibi) doğal ürün veren yada (işyeri, konut gibi) kiraya verilerek hukuksal semere elde edilen yerlerden olması, paylı taşınmazı işgal eden paydaşın bu yerin tamamında hak iddiası ve diğerlerinin paydaşlığını inkar etmesi, paydaşlar arasında yapılan kullanım anlaşması sonucu her paydaşın yararlanacağı ortak taşınmaz veya bölümlerinin belirli bulunması, davacı tarafından diğer paydaşlar aleyhine daha önce bu taşınmaza ilişkin, elatmanın önlenmesi, ortaklığın giderilmesi, ecrimisil ve benzeri davalar açılması veya icra takibi yapılmış olması halleridir. Bundan ayrı, taşınmazın getirdiği ürün itibariyle de, kendiliğinden oluşan ürünler; biçilen ot, toplanan fındık, çay yahut muris tarafından kurulan işletmenin yahut, başlı başına gelir getiren işletmelerin işgali halinde intifadan men koşulunun oluşmasına gerek bulunmamaktadır.
Yine paydaşlar arasında yapılan kullanım anlaşması sonucu her paydaşın yararlanacağı ortak taşınmaz veya bölümlerinin belli bulunması durumunda, davacı paydaş tarafından davalı paydaş aleyhine bu taşınmaza ilişkin elatmanın önlenmesi, ortaklığın giderilmesi, ecrimisil ve benzeri dava açılması hallerinde yine intifadan men koşulu aranmaz.
Bu nedenle, davaya konu taşınmazlar yönünden sayılan istisnalar dışında intifadan men koşulunun gerçekleşmesi aranacak ve intifadan men koşulunun gerçekleştiği iddiası, her türlü delille kanıtlanabilecektir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.02.2002 tarihli ve 2002/3-131 E, 2002/114 K sayılı ilamı)
Somut olayda, davacılarla davalılar arasında mirasçılık ilişkisi bulunmadığı, davalıların davacılar murisi ...’nın mirasçıları olmadığı, külli halefiyet ilkesi gereğince davacıların, murislerinin hayatta olduğu döneme ilişkin koşullarının bulunması halinde ecrimisil talep edebilecekleri sabittir. Yine davacılarca gerek davalılar gerekse bir kısım kiracılara yönelik olarak keşide edilen ihtarnamelere ve tanık beyanlarına göre kira ilişkilerinden haberdar olduklarının kabulü gerekmektedir .
Hal böyle olunca, mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır. Dava konusu taşınmazların tek tek tespitlerinin yapılıp, hangi taşınmazı kimin kullandığının, kullanıyorsa hangi sıfatla ve ne şekilde kullandığının tespit edilip, kira ilişkisi söz konusuysa davacıların bu kira ilişkisini bilip bilmediğinin gerek tanık beyanları gerekse ihtarnameler vasıtasıyla, kira ilişkisiyle ilgili bilgileri ve muvafakatları olup olmadığının ortaya koyulması ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesis edilmiş olması doğru değildir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
D. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; 20.07.2016 tarihi itibarıyla bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlamasıyla, yargıda üç dereceli sisteme geçildiği, ilk derece mahkemelerinden verilen kararların ilk inceleme yerinin bölge adliye mahkemeleri olduğu, istinaf olarak adlandırılan bu yasa yolunda bölge adliye mahkemeleri tarafından hem maddi açıdan hem hukuki açıdan inceleme yapıldığı, buna karşılık temyiz yasa yolunda Yargıtayın sadece hukuka uygunluk denetimi yaptığı, ancak Yargıtay istinaf yargı yolu faaliyete geçmeden önce ilk derece mahkemelerince verilen kararların maddi olaya uygun olup olmadığını da denetlediği, bu uygulamanın Yargıtayın iş yükünü artırdığı ve gerçek amacını sağlamasına engel olduğu, dosyamızdaki bozma ilâmında bu yeni sistemde bölge adliye mahkemesince verilen kararın bozulması hâlinde artık ortada incelenecek bir ilk derece mahkemesi kararı kalmadığından, ilk derece mahkemesine atıf yapılmadan bir kararın verilmesi gerektiğinin ileri sürüldüğü, oysa bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi kararının esas alınması gerektiği, aksi hâlde istinaf harcı konusunda bir karara varılamayacağı ve usuli kazanılmış hakların zedeleneceği, bu nedenlerle bu yöndeki bozmaya karşı direnme kararı verildiği, esasa ilişkin bozma nedeni yönünden ise ilk bozma kararının davanın hukuki nitelendirmesine ilişkin olduğu, yeniden yapılan yargılamada bozma ilâmına uyulmasına karar verilerek murisin ölüm tarihinden sonraki dönem için ecrimisile hükmedildiği, Özel Dairenin ise külli halefiyet ilkesi gereğince davacılar murisinin hayatta olduğu döneme ilişkin koşulların bulunması hâlinde ecrimisil talep edebileceği gerekçesine dayandığı ancak vefat tarihi öncesinde taşınmaz maliki muris olduğundan ecrimisil davası açma hakkının murise ait olduğu, muris tarafından bu döneme ilişkin olarak ecrimisil davası açılmadığı, zira mirasçıların TMK'nın 575 ve 599. maddeleri dikkate alındığında murisin ölüm tarihi itibarı ile mirasta hak sahibi olacağı gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
1.Davacılar vekili, Bölge Adliye Mahkemesince murisin vefatından önceki döneme ilişkin ecrimisil taleplerinin reddine karar verilmesinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
2. Davalılar vekili, mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olmadığını, davacıların murisin ölüm tarihi itibarı ile mirasta hak sahibi olacağını ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; İlk Derece Mahkemesince verilen kararın istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esasa ilişkin hüküm tesis edildiği, Bölge Adliye Mahkemesi kararının temyizi üzerine yapılan inceleme neticesinde de kararın Özel Daire tarafından bozulduğu ve Bölge Adliye Mahkemesi tarafından bozma ilâmına uyulduğu anlaşılan somut olayda, Bölge Adliye Mahkemesince bozma ilâmı doğrultusunda yapılacak inceleme ve araştırma sonucunda davanın esası hakkında yeniden hüküm tesis edilerek mi, yoksa İlk Derece Mahkemesi kararı esas alınıp tarafların istinaf başvurusu değerlendirilmek suretiyle mi bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 341, 353 ilâ 373 üncü maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Bir davanın taraflarının hatalı olan mahkeme kararının düzeltilmesi veya verilen kararın daha üst bir mahkemece denetlenmesi yönündeki istek ve ihtiyaçları kanun yolu kavram ve kurumunun doğmasına neden olmuştur. Kanun yolları ile hukuk sisteminde denetim ve uygulama birliği sağlanması amaçlanmaktadır. Ayrıca yargı denetimi arttıkça kararların hatalı olma ihtimali azalacak ve yargı kararlarına duyulan güven de artacaktır.
2. İlk derece mahkemesince yapılan yargılamanın ve bu kapsamda somut olaya uygulanması gereken hukuk kuralının doğru tespit edilip edilmediğinin ve tespit edilen hukuk kuralının somut olaya doğru uygulanıp uygulanmadığının denetimi kanun yolunun kapsamını oluşturmakta olup tüm kanun yollarında hukuki denetim yapılmasına rağmen vakıa denetimi tamamında yapılmamaktadır.
3. Kanun yollarına başvurunun iki etkisinden söz etmek mümkündür. Kanun yollarına başvurunun ilk etkisi aleyhine kanun yoluna başvurulan kararın şekli anlamda kesinleşmesinin önlenmesidir. Kanun yoluna başvurulan kararın şekli anlamda kesinleşmemesi, kanun yolunun Erteleyici etkisi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu noktada, kanun yoluna başvurunun erteleyici etkisi ile kararın infazı için kesinleşmesinin gerekip gerekmediği meselesinin birbirinden tamamen ayrı konular olduğunu belirtmek gerekir.
4. Kanun yolunun ikinci etkisi, aleyhine kanun yoluna başvurulan kararın yeniden ve kural olarak üst makamca denetlenmesi anlamına gelen Aktarıcı etki olarak karşımıza çıkmaktadır. Kanun yolunun aktarıcı etkisi kapsamında aleyhine kanun yoluna başvurulan kararın yeniden ve kural olarak kararı veren makamdan başka bir makam tarafından incelenmesi; böylelikle karar veren hâkimden başka bir hâkim veya birden fazla hâkimin uyuşmazlığı inceleyerek karar vermesi ve varsa karardaki hataların giderilmesi sağlanır. İstisnaî olarak kararı veren makamca yapılan denetim, kanun yoluna başvurunun aktarıcı etkisini ortadan kaldırmaz. Zira kararı veren makamca yapılan denetimde de karar yeniden incelenmekte ve denetlenmektedir.
5. Kanun yolları hukukumuzda olağan ve olağanüstü kanun yolları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kesinleşmiş kararlara karşı olağanüstü kanun yoluna başvurulması mümkün iken kesinleşmemiş kararlar için öngörülen kanun yolları olağan kanun yollarıdır. Olağan kanun yoluna başvuru kural olarak hükmün icrasını değil sadece şekli anlamda kesinleşmesini engellemektedir.
6. 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun (5235 sayılı Kanun) ile kabul edilen istinaf, 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete başlayan Bölge Adliye Mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur. Bu kapsamda istinaf ve temyiz olağan; yargılamanın yenilenmesi ve kanun yararına temyiz olağanüstü kanun yolları olarak kabul edilmiş, karar düzeltme kanun yolu ise hukuk sistemimizden çıkarılmıştır.
7. Olağan kanun yollarından biri olan istinaf hukuk yargılamasının öncelikli amacı, kesinleşmemiş ilk derece mahkemesi kararlarını hem maddi hem de hukukî yönden yeniden denetleyerek gözden geçirmektir. Bu kanun yolu ile yargı kararlarına güven duyulması ve hata yapılma ihtimalinin azaltılması amaçlanmaktadır. Bu özellikleri karşısında hem erteleyici hem de aktarıcı bir etkiye sahip olduğu söylenebilir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 25.03.2021 tarihli ve 2020/9-6 Esas, 2021/342 Karar sayılı kararı).
8. İstinaf, bir kanun yolu olmakla birlikte temyiz yolundan farklı olarak ilk derece mahkemesi kararının denetlenmesi yanında aynı zamanda gerektiğinde yeni bir yargılama yapılması ve hüküm mahkemesi gibi karar verilmesi söz konusudur.
9. İlk derecedeki tahkikatın amacı, uyuşmazlıkla ilgili tarafların delillerini toplayıp değerlendirdikten sonra uyuşmazlığı çözüp karara bağlamak iken temyiz incelemesinin amacı denetimdir. İstinafta ise hem ilk derece mahkemesinin gerçekleştirdiği tahkikat denetlenir, hem de gerekirse yeniden inceleme yapılarak karar verilir. Zira istinaf yolunda sadece hukuki denetim değil aynı zamanda maddi vakıa denetimi de yapılmaktadır. Bu açıdan istinaf incelemesi ne ilk derece yargılamasının ne de temyizin özelliklerini tam olarak taşımamaktadır.
10. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, istinaf ile ilgili dar ve geniş istinaf sistemi olmak üzere iki sistem öngörülmüş olup geniş anlamda istinaf sisteminde ilk derece yargılamasındaki gibi yeniden inceleme yapılmakta, maddi mesele, ortaya çıkan değişiklikler herhangi bir sınırlamaya tabî olmaksızın ileri sürülen yeni delil ve olaylar yeniden ele alınarak incelenmektedir. Dar anlamda istinaf sisteminde ise ilk yargılamadaki her şey yenilenmemekte ilk yargılama baştan sona aynen tekrarlanmayarak maddi olay incelemesi yapılmakta ve kural olarak özellikle ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen hususlar incelenmemektedir. Yani dar anlamda istinaf sisteminde verilen kararın ileri sürülen hususlar çerçevesinde maddi ve hukuki denetimi yapılmaktadır.
11. Hukukumuzda dar anlamda istinaf sistemi kabul edilmiş olup istinaf incelemesinin kapsamını HMK’nın 355. maddesi belirlemiştir. Bu madde hükmü dikkate alındığında kamu düzenine aykırılık hâlleri dışında istinaf dilekçesinde belirtilen istinaf sebepleri ile sınırlı olarak inceleme yapılır; istinaf sebebi ile bağlı kalınmak kaydı ile bu konudaki delillerin toplanması ve incelenmesi söz konusu olur. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama tümüyle tekrarlanmayıp sadece yanlışlık ya da eksiklik tespit edilen noktalarda yargılama yapılarak deliller toplanıp değerlendirildikten sonra kararın düzeltilmesi sağlanmaktadır. Nitekim HMK’nın 357. maddesindeki hükmüne göre bölge adliye mahkemesince resen göz önünde tutulacak hususlar ile ilk derece mahkemesinde usulüne uygun olarak gösterildiği hâlde incelenmeden reddedilen veya mücbir bir sebeple gösterilmesine olanak bulunmayan deliller dışında ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz.
12. Bölge adliye mahkemesince yapılacak istinaf incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu kanaatine varılması hâlinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilecektir (HMK md. 353/b-1).
13. Duruşma yapılmasına gerek olmayan, HMK’nın 353. maddesinin (a) fıkrasının 1 ila 6. bentleri arasında düzenlenen usuli hataların bulunduğu durumlarda bölge adliye mahkemesi ilk derece mahkemesinin kararını kaldırıp dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verir.
14. Bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunda ileri sürülen sebeplerin doğru olduğuna kanaat getirirse bu durumda ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak yeniden esas hakkında hüküm kurmak suretiyle ilk derece mahkemesince dava reddedilmiş ise red kararını kaldırarak davanın kısmen ya da tamamen kabulüne; dava kabul edildiği hâlde reddi gerekmekte ise kabul ya da kısmen kabul kararını kaldırarak red kararı verir. Ayrıca yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında karar verecektir.
15. İstinaf incelemesi sonunda kararın nasıl verileceği Kanun’da ayrıntılı bir şekilde belirtilmemiş sadece 359. maddede kararın neleri içereceği düzenlenmiştir. Bu durumda 360. maddenin atfı sebebiyle ilk derece mahkemesindeki karar aşaması istinafta da geçerli olacaktır. Buna göre 294. madde çerçevesinde bölge adliye mahkemesi iddia ve savunmaları dinledikten sonra yargılamanın bittiğini bildirerek kararını tefhim eder ve karar tefhimi, en az hüküm sonucunun tutanağa geçirilerek okunması suretiyle olur. Sadece hüküm sonucunun tefhimi hâlinde gerekçeli karar bir ay içinde yazılmalıdır (md.294/4) (Muhammet Özekes, Pekcanıtez Usûl, C.III, İstanbul, Onbeşinci Bası, 2017, s. 2264).
16. Bölge adliye mahkemesi kararının hangi hususları içermesi gerektiği ise HMK’nın 359. maddesinde düzenlenmiş olup buna göre kararda; kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesi ile başkan, üyeler ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları, sicil numaraları; tarafların ve davaya ilk derece mahkemesinde müdahil olarak katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri; tarafların iddia ve savunmalarının özeti; ilk derece mahkemesi kararının özeti; ileri sürülen istinaf sebepleri; taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep; hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi; kararın verildiği tarih, başkan ve üyeler ile zabıt kâtibinin imzaları ile gerekçeli kararın yazıldığı tarihin yer alması gerekmektedir. 359. maddenin devam eden fıkralarında ise hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği; başvurunun esastan reddi kararında, ileri sürülen istinaf sebeplerinin özetlenmesi ve ret sebeplerinin açıklanması kaydıyla kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesinin gösterilmesi ile yetinilebileceği hükme bağlanmıştır. İstinaf bölümünde aksine hüküm bulunmayan hâllerde ise ilk derece mahkemesinde uygulanan yargılama usulü, bölge adliye mahkemesinde de uygulanacaktır.
17. Gelinen bu noktada temyiz kanun yolu üzerinde durulmalıdır. Temyiz yolu HMK’nın 361 ve devam eden maddelerinde düzenlenmiş ve bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir.
18. Temyiz sebepleri ise HMK’nın 371. maddesinde sayılmıştır. Bunlar; hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması, dava şartlarına aykırılık bulunması, taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi ve karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikler bulunması olarak belirtilmiş olmakla birlikte 369. maddenin 1. fıkrasındaki hüküm gereğince Yargıtay tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir.
19. Yargıtay taraflarca ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse bozma kararı verecektir. Ancak bozma kararı bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararı kaldırıp düzelterek veya davanın esası hakkında yeniden verdiği bir karara ilişkin ise dosya kararı vermiş olan bölge adliye mahkemesine veya uygun görülen başka bir bölge adliye mahkemesine gönderilecektir (HMK md.373/2).
20. Yargıtayın bozma kararı bölge adliye mahkemesi tarafından verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir (HMK md.373/1).
21. Burada iki durum arasındaki fark şu noktadadır: Birincisinde (md.373/2), bölge adliye mahkemesi ilk derece mahkemesi kararını yanlış bulup yeni bir karar vermiştir; ikincisinde ise (md.373/1), bölge adliye mahkemesi ilk derece mahkemesi kararını doğru bularak istinaf başvurusunu reddetmiştir. Birincisinde, dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesi normaldir. Çünkü artık ilk derecenin bir kararı mevcut değildir, bozulan karar bölge adliye mahkemesinin kararıdır, dosya kararı bozulan mahkemeye (dereceye) gönderilmektedir. İkincisinde ise her ne kadar bozma kararı bölge adliye mahkemesi kararına ilişkin olsa da özünde ilk derecenin kararı bozulmuştur. Çünkü bu durumda istinaf aşamasında bir karar verilmemiş, sadece ilk derecenin kararı doğru bulunmuş ve istinaf başvurusu reddedilmiş demektir. İstinafın kararı bozulmakla aslında ilk derecenin kararı yanlış bulunduğundan dosya ilk dereceye gönderilmektedir (Özekes, s. 2302).
22. Dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderildiği durumlarda bölge adliye mahkemesi, HMK’nın 360. maddesinin atfıyla 344. madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir. Bölge adliye mahkemesi yaptığı değerlendirme sonucu bozma kararının doğru olduğu kanaatine varırsa bozmaya uyulmasına karar verecektir. Bozmaya uyma kararı ile birlikte kendisi için o kararda belirtilen hukukî esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. Ayrıca uyma kararı, mahkemenin vermiş olduğu önceki kararının hatalı olduğu ve Yargıtayın bozma kararı doğrultusunda yeniden inceleme yaparak karar vereceği anlamına gelmektedir (Aynı yönde Özekes, s.2308).
23. Bu noktada vurgulanmalıdır ki; bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesi kararını kaldırıp düzelterek veya yeniden esas hakkında karar vermesi ve bu kararın da Yargıtay tarafından bozulması ile ilk derece mahkemesi kararı hayatiyetini kaybetmiş olur. Hüküm mahkemesi sıfatıyla esas hakkında verdiği karara ilişkin bozma ilâmına uyan bölge adliye mahkemesinin hüküm mahkemesi sıfatı devam ettiğinden bozma kararına uygun olarak esas hakkında uyuşmazlığı sona erdirecek, infaza elverişli bir karar vermesi gerekir. Aksine hukuk dünyasında geçerli ve sonuç doğurabilir bir ilk derece mahkemesi kararı varmış gibi bu karara yönelik istinaf incelemesi yapılarak istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesine olanak bulunmamaktadır. Kaldı ki ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak yeniden esas hakkında hüküm kuran bölge adliye mahkemesince bu sefer bozmaya uyularak istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi hâlinde birden çok bölge adliye mahkemesi kararı bulunduğu ve belki de yıllar önce verilen ve hukukî geçerliliğini yitirmiş bir ilk derece mahkemesi kararına yeniden hayatiyet kazandırmanın sakıncaları dikkate alındığında bu durumun, infazda tereddütlere ve karışıklıklara neden olacağı ve hükmün infazını engelleyeceği yönünde bir etki yapacağını belirtmek gerekir.
24. Somut olayda İlk Derece Mahkemesinin davanın kısmen kabulüne ilişkin kararı, taraf vekillerinin istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile kararın kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiş ve bu karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece bozularak dosya kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmiştir. Bu aşamadan sonra bozma ilâmına uyan Bölge Adliye Mahkemesi davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddi, davalı vekilinin istinaf başvurusunun ise kabulü yönünde hüküm kurmuş, Özel Dairece uyulan bozma kararı doğrultusunda dosyanın esası hakkında yeniden karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olduğu gerekçesiyle kararın bozulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesi önceki kararında direnmiştir.
25. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında uyuşmazlık değerlendirildiğinde; Bölge Adliye Mahkemesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak hüküm mahkemesi sıfatıyla yeniden esas hakkında hüküm kurulmakla ilk derece mahkemesi kararı hukuki varlığını kaybettiği gibi Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına uyularak yapılan yargılama artık ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi mahiyetinde olmayıp hüküm mahkemesi sıfatıyla yapılan bir yargılamadır. Bu itibarla bozma ilâmına uyan Bölge Adliye Mahkemesince bozma kararı doğrultusunda yargılama yapılarak uyuşmazlığı sona erdirecek, infaza elverişli hüküm kurulması gerekirken hayatiyetini kaybetmiş ilk derece mahkemesi kararı ile ilgili istinaf incelemesi yapılarak istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi usul ve yasaya uygun değildir.
26. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
27. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
28. Belirtilmelidir ki; bir yerel mahkeme kararını veya Bölge Adliye Mahkemesi kararını bozan Yargıtay Dairesinin, davanın gereksiz yere uzamasının önüne geçmek amacıyla; bozma nedenine ilave olarak, temyize konu karardaki diğer yanlışlıklara da işaret etmesi mümkündür ve Yargıtay Dairelerinin bu nitelikte kararları mevcuttur. Ne var ki, bu tür kararlarda, hükmün hangi nedenle bozulduğu açıkça belirtildikten sonra, kararın taşıdığı diğer hatalar, genellikle “kabule göre de” veya “kaldı ki” gibi söz dizinleriyle başlayan; dolayısıyla, gerçek bozma ile çelişmeyen, bozmanın içerik ve kapsamı konusunda yanılgılara neden olmayacak nitelikteki ifadelerle ortaya konulmaktadır.
29. Bozma sebebine göre inceleme sırası gelmemekle birlikte sadece mahkemenin kararındaki hatanın varlığına işaret eden, kararı o yönden eleştiren, mahkemenin aynı hataya düşmemesi için ona bir tavsiye ve yol gösterme amacına yönelik bulunan ifade ve açıklamalar ile bozma kararlarında “kabule göre de” veya “kaldı ki” gibi söz dizinleriyle başlayan ifadeler usul hukuku anlamında “bozma” niteliği taşımamaktadır.
30. Bozmada işaret edilen bu tür ifade ve açıklamalar ile eleştirilere karşı direnilmesi veya usulü anlamda bozma niteliği taşımayan bu hususlara uyulmasının mümkün olmadığı Yargıtayın kararlılık kazanmış uygulamasında kabul edilmektedir.
31. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2012 tarihli ve 2012/10-20 Esas, 2012/235 Karar; 25.12.2013 tarihli ve 2013/10-485 Esas, 2013/1749 Karar ve 17.06.2015 tarihli ve 2015/21-1096 Esas, 2015/1654 Karar sayılı kararları da aynı yöndedir.
32. Yapılan açıklamalar ışığında somut olayın incelenmesine gelince; eldeki davada, Özel Dairece hükmün usulden bozulmasına karar verildikten sonra "Kabule göre de, hükmün esası ile ilgili incelemeye gelince..." denilmek suretiyle işin esasına yönelik bir açıklama yapılmış ise de, bozma kararında yer verilen bu paragrafın yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde sadece ve ancak “kabule göre bozma” olarak nitelendirilebileceği kabul edilmelidir.
33. Böyle bir durumda ise, Bölge Adliye Mahkemesince bozma kararının “kabule göre” bölümü bakımından direnme kararı vermesi mümkün olmadığından Bölge Adliye Mahkemesinin esas yönünden yaptığı direnme kararını temyizen inceleme görevi Hukuk Genel Kuruluna ait değildir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373. maddesinin 2. fıkrası uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
19.02.2025 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.