ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/498 E., 2024/483 K.​​​​​​​ sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/498 E., 2024/483 K.​​​​​​​ sayılı kararı
1 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 02.10.2024 tarihli, 2023/498 E., 2024/483 K.??????? sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2023/498 E., 2024/483 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2022/788 E., 2022/1121 K.

KARAR : Davanın kısmen kabulüne

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 16.02.2022 tarihli ve 2021/8566 Esas, 2022/1951 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki hizmet tespiti davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın taraflar ve fer'î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalı ve fer'î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekillerinin istinaf başvurularının kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraflar ve fer'î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucu davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesinin bozmaya uyarak verdiği karar davalı ve fer'î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı ve fer'î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili; müvekkilinin 05.07.1993-15.10.2010 tarihleri arasında davalıya ait işyerinde ve Sunel Ticaret A.Ş. işyerinde kısa sürelerle çalıştığını ancak System Multıfood Gıda Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Nersoy Tarım Gıda Ticaret Ltd. Şti. adlı işyerlerinde çalışmasının bulunmadığını, 2001 yılından sonraki çalışmalarının sürekli ve kesintisiz şekilde davalı işyerinde geçtiğini ancak hizmetlerinin Kuruma eksik bildirildiğini ileri sürerek müvekkilinin davalı işyerinde 05.07.1993-15.10.2010 tarihleri arasında Kuruma bildirilen günler ve Sunel Ticaret A.Ş. işyerindeki çalışmaları haricinde kesintisiz olarak çalıştığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

1. Davalı vekili; müvekkiline ait işyerinde 05.07.1993 tarihinde işe başlayan davacının mevsimlik işçi olarak çalıştığını ve 15.10.2010 tarihinde sağlık raporu ibraz ederek işten ayrıldığını, işyeri mevsimlik çalışılan bir işyeri olduğundan çalışacak işçilerin Eylül ayında gazete ilânı ile davet edildiğini, Kasım-Aralık aylarında yoğun mevsimin bittiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

2. Fer'î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK/Kurum) vekili; Kurum kayıtlarında davacının davalı işyerinde sigortalı çalışmalarının 05.07.1993 tarihinde başladığını ve fasılalı olarak 15.10.2010 tarihine kadar devam ettiğini, Kuruma bildirilmeyen süreler bakımından Kurumun sorumlu tutulamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 12.02.2018 tarihli ve 2017/204 Esas, 2018/37 Karar sayılı kararı ile; davacının 2003 yılında dava dışı System Multıfood Ltd. Şti.'ye ait işyerinde geçen 11 günlük ve 2005 yılında Nersoy Tarım Ltd. Şti. işyerinde geçen 1 günlük çalışmayı kabul etmediği ancak resmî kayıt ve belgelerin aksi tanık beyanları ile ispat edilemeyeceğinden davacının dava dışı işyerlerinden Kuruma bildirilen çalışmaları nedeni ile davalı işyerindeki çalışmasının kesintili olduğu, davacı ve bordro tanıklarının davacının sürekli çalışan olduğunu beyan ettikleri, 08.09.2005 tarihinden önceki dönem yönünden çalışmaları kesintiye uğradığından işe giriş ve çıkış tarihleri arasında Kuruma eksik bildirim yapılan gün sayılarının tamamlandığı, 05.07.1993-22.05.1997 tarihleri arasındaki ara dönem yönünden 11.08.1995 ve 18.05.1996 tarihlerinde işe giriş bildirgelerinin bulunduğu ancak çıkış bildirgelerinin olmadığı anlaşıldığından anılan tarihler arasında kesintisiz çalıştığı, 08.09.2005 tarihinden sonraki dönem yönünden ise herhangi bir kesinti söz konusu olmadığından bu çalışma blok çalışma kabul edilerek işten çıkış yaptığı tarihe kadar davacının kesintisiz çalıştığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının davalıya ait 1860709 ve 132439 sicil numaralı kuru incir ve kuru meyve işletmesi işyerinde 05.07.1993-15.10.2010 tarihleri arasında asgari ücretle ve kesintisiz olarak 3821 gün çalıştığı, 1351 günlük çalışmasının davalı Kuruma bildirildiği, 2470 günlük çalışmasının ise bildirilmediğinin tespitine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraflar ve fer'î müdahil Kurum vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 27.09.2019 tarihli ve 2018/746 Esas, 2019/1272 Karar sayılı kararı ile; davacının talebinin 05.07.1993-15.10.2010 tarihleri arasında kesintisiz olarak çalıştığı iddiasına yönelik olduğu ve ibranameye konu olmayan dönem yönündeki çalışmanın kesintili olarak kabul edildiği dikkate alındığında davanın kısmen kabulüne karar verilmesi gerekirken davanın kabulüne dair hüküm kurulmasının hatalı olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalı ve fer'î müdahil Kurum vekillerinin istinaf başvurularının kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne, davacının davalıya ait 1860709 ve 132439 sicil numaralı kuru incir ve kuru meyve işletmesi işyerinde 05.07.1993-22.05.1997, 1997/3.dönemde 82 gün, 12.04.1999-24.05.1999, 1999/3.dönemde 63 gün, 22.03.2000-06.04.2000, 22.09.2000-08.11.2000, 20.03.2001-02.05.2001, 17.08.2001-13.10.2001, 24.09.2002-16.10.2002, 26.09.2003-10.11.2003, 03.03.2004-13.03.2004, 07.09.2004-28.09.2004, 08.09.2005-15.10.2010 tarihleri arasında asgari ücretle ve kesintili olarak 3687 gün çalıştığı, 1351 günlük çalışmasının davalı Kuruma bildirildiği, 2336 günlük çalışmasının ise bildirilmediğinin tespitine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Birinci Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraflar ve fer'î müdahil Kurum vekilleri tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 25.11.2020 tarihli ve 2019/6554 Esas, 2020/6950 Karar sayılı kararı ile;

"...Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 26. maddesi uyarınca; "Hakim tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. Aynı Kanun'un 294-301 maddelerinde ise mahkeme kararlarının nasıl olması gerektiği belirlenmiştir. Bu düzenlemelere göre Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür. Yine aynı Kanun'un 297. maddesinin (2). fıkrasında “hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir”, hükümleri öngörülmüş olup, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur.

Somut olayda; Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararda hangi dönemler arasında kaçar gün hangi sicilli işyerinde çalışmanın kabul edildiğinin, hangi dönemlerin dışlandığının açık bir şekilde tereddüte mahal vermeyecek vaziyette belirlenmiş olmaması karşısında infaza elverişli bir hüküm kurulmadığı anlaşılmakla; karar usul ve yasaya aykırı olup bozma sebebidir.

O halde, kararı temyiz eden taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen karar bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Birinci Bozma Kararına Uyularak Verilen Karar

Bölge Adliye Mahkemesinin 28.04.2021 tarihli ve 2021/397 Esas, 2021/751 Karar sayılı kararı ile; bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne, 24488156424 T.C. kimlik numaralı davacı ...’in davalı Üzümsan Üzüm Sanayii ve Ticaret A.Ş’ye ait 160709 sicil numaralı tescilli işyerinde 05.07.1993-22.05.1997 tarihleri arasında 1458 gün çalıştığı, çalışmasının 716 günlük kısmının ...'na bildirildiği, 742 günlük kısmının bildirilmediği;

- 160709 sicil numarasıyla tescilli işyerinde 12.04.1999-24.05.1999 tarihleri arasında 42 gün çalıştığı, çalışmasının 22 günlük kısmının ...'na bildirildiği, 20 günlük kısmının bildirilmediği,

- 160709 sicil numarasıyla tescilli işyerinde 22.09.2000 - 08.11.2000 tarihleri arasında 47 gün çalıştığı, çalışmasının 39 günlük kısmının ...'na bildirildiği, 8 günlük kısmının bildirilmediği,

- 160709 sicil numarasıyla tescilli işyerinde 20.03.2001-12.05.2001 tarihleri arasında 44 gün çalıştığı, çalışmasının 22 günlük kısmının ...'na bildirildiği, 22 günlük kısmının bildirilmediği,

- 160709 sicil numarasıyla tescilli işyerinde 17.08.2001-13.10.2001 tarihleri arasında 57 gün çalıştığı, çalışmasının 56 günlük kısmının ...'na bildirildiği, 1 günlük kısmının bildirilmediği,

- 160709 sicil numarasıyla tescilli işyerinde 24.09.2002 - 16.10.2002 tarihleri arasında 23 gün çalıştığı, çalışmasının 22 günlük kısmının ...'na bildirildiği, 1 günlük kısmının bildirilmediği,

- 160709 sicil numarasıyla tescilli işyerinde 26.09.2003-10.11.2003 tarihleri arasında 45 gün çalıştığı, çalışmasının 39 günlük kısmının ...'na bildirildiği, 6 günlük kısmının bildirilmediği,

- 160709 sicil numarasıyla tescilli işyerinde 08.09.2005 - 15.10.2010 tarihleri arasında 1838 gün çalıştığı, çalışmasının 243 günlük kısmının ...'na bildirildiği, 1595 günlük kısmı olmak üzere toplam 2395 günlük kısmının bildirilmediğinin tespitine karar verilmiştir.

C. İkinci Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ve fer'î müdahil Kurum vekilleri tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"...Eldeki davada, yapılan araştırma hüküm kurmaya elverişli değildir. Öncelikle dinlenen tanıklar dönemsel çalışan tanıklar olup, dönem dışında çalışmaları bilebilecek durumda değildirler. Bu nedenle, kabule konu olan 05.07.1993–22.05.1997 ve 08.09.2005–15.10.2010 tarihleri arasında; sürekli çalışmaya karar verilen dönemlerde, kendi dönemleri de belirtilmek suretiyle, sürekli çalışan bordro tanıkları tespit edilerek, beyanlarına başvurulmalıdır. Mahkemece, alınacak bu beyanlarla, davacının bu süre zarfında ara vermeksizin sürekli çalışıp çalışmadığı, ne iş yaptığı, hangi bölümde çalıştığı tereddütsüz şekilde ortaya konulmalı ; öte yandan davacının bildirimi yapılan dönemlerde, eksik bildirilen günlerinin hangi nedenle eksik bildirildiği, kurumdan buna ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesinin istenmesi gerekirken; yetersiz tanık beyanları ile karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

Kabule göre de; davacının hükmü temyiz etmemesi karşısında, iş bu husus davalı lehine kazanılmış hak kabul edilmiş olup hükümde, “05.07.1993–22.05.1997” tarih aralığının gösterildiği ancak “22.05.1997” tarihinin, davacının hizmet cetvelinde işten çıkış tarihi “22.05.1998” olmasına rağmen hatalı gösterildiği; ikinci olarak davalının çalıştığı kabul edilen “20.03.2001–12.05.2001” tarih aralığında işten çıkış tarihinin “02.05.2001” olmasına karşın,

“12.05.2001” tarihi olarak gösterilerek ve son olarak da “08.09.2005 ile 15.10.2010” tarih ralığında çalıştığı kabul edilmesine karşın, 2010 yılının 360 gün üzerinden hesaplanarak hata yapıldığı anlaşılmaktadır.

O hâlde, davalı ve fer'i müdahil Kurum vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusuna ilişkin kararı bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

D. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; birinci bozma kararında sair konulara ilişkin itirazların incelenmediği yönünde bir gerekçeye yer verilmeksizin "temyiz eden taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli" ibaresine yer verilmiş iken bu kez yargılamanın tümünü baştan ele almayı gerektirir gerekçelerle tekrar bozma yoluna gidildiği, ancak bozma kararı kapsamı dışında kalan yönlerin kesinleşerek taraflar yararına usuli kazanılmış hak oluşturduğu, davacının 08.09.2005-15.10.2010 tarihleri arası döneme ilişkin çalışma iddiasının öncelikle işveren tarafından düzenlenen ibraname dayanak alınmak suretiyle kabul edildiği, yazılı belge ve bunu destekleyen tanık anlatımları ile işçi çalıştırmayı gerektirir nitelikteki faal işyerinin varlığı dikkate alındığında ek tanık dinlenilmesi gereğini öngören bozma kararının yargılamayı sürüncemede bırakmaktan öte katkı sağlamasının mümkün olmadığı, 05.07.1993-22.05.1997 tarihleri arası dönem yönünden ise dosya kapsamında yer alan dönem bordroları incelendiğinde yönetici konumundaki ... ile ... dışında sürekli bildirimi yapılan sigortalı bulunmamakla birlikte, ..., ..., ... ve ...'ın sigortalılık bildirim sürelerinin beyanlarıyla büyük oranda uyum gösterdiği, yüzlerce sezonluk çalışanın bulunduğu işyerinde resen belirlenen tanıkların tüm çalışanları tanıma olanağının zorluğu ve bu kapsamda davacının çalışma iddiası konusunda bilgi sahibi olmalarının beklenmesi olanağının bulunmadığı, zabıta araştırması sonucu belirlenen tanıkların işyerinin kapsam ve kapasitesi karşısında hükme dayanak alınabilecek bilgi veremediği dikkate alındığında toplanan kanıtlar ve dinlenen tanık anlatımlarından hareketle sonuca varılmasının zorunlu olduğu, hukuka uygunluk denetimi kapsamındaki temyiz incelemesi sürecinde sosyal güvenlik haklarına ilişkin tespit davalarının kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle uygulanan resen araştırma ilkesi gereklerini aşan delil toplanması konulu bozma gerekçesinin istinaf yolunun anlam ve sınırlarının belirlenmesi yönünden denetlenmesi gerektiği, bu nedenle dosyada yeterli inceleme ve araştırma yapılmış olmasına karşın hükme dayanak kanıtlar konusunda hiçbir değerlendirme yapılmaksızın soyut yaklaşımla oluşturulan ve usuli kazanılmış hak olgusunu da göz ardı eden bozma kararına uyulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalı ve fer'î müdahil Kurum vekilleri tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

1. Davalı vekili; gerçek çalışma süresinin tereddüde yer bırakmayacak şekilde tespit edilmesi gerektiğini, belirsiz ve doğruluğu açık olmayan beyanların davaya kanıt olamayacağını ve hükme esas teşkil edemeyeceğini, yeşil kart sahibi olan, çeşitli kurum ve kuruluşlardan yardım alan davacının devletten sosyal yardım alarak memleketine gittiğini, bu hususun araştırılması gerektiğini belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

2. Fer'î müdahil Kurum vekili; davacının taleplerinin hak düşürücü süreye uğradığını, sigorta prim belgelerinin Kuruma verilmesi mecburiyetinin işverene ait bir yükümlülük olduğunu, bildirilmeyen kayıtlar için Kurumun sorumlu tutulmasının mümkün olmadığını, eylemli ve gerçek çalışmanın varlığı saptanmadıkça soyut tanık anlatımlarına dayanarak hüküm kurulamayacağını belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Bölge Adliye Mahkemesinin kısmen kabul kararının Özel Dairece 25.11.2020 tarihinde infaza elverişli bir hüküm kurulmadığı gerekçesiyle bozulması sonrası bozma kararına uyan Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın bu defa Özel Dairece 16.02.2022 tarihinde ilk bozmada yer almayan yeni gerekçelerle bozulmasının mümkün olup olmadığı, bu durumda Özel Dairenin 25.11.2020 tarihli birinci bozma kararı kapsamı dışında kalan yönlerin kesinleşerek taraflar yararına usuli kazanılmış hak oluşturup oluşturmadığı, buradan varılacak sonuca göre 05.07.1993-22.05.1997 ve 08.09.2005-15.10.2010 tarihleri arasındaki dönemler yönünden 16.02.2022 tarihli bozma kararında belirtilen araştırma ve incelemeler yapılarak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) geçici 7 nci maddesinin birinci fıkrası ile 86 ncı maddesinin dokuzuncu fıkrası, Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun (506 sayılı Kanun) 79 uncu maddesinin onuncu fıkrası.

2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 297 nci ile 359 uncu maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

2. İlk derece mahkemesi kararlarında nelerin yazılacağı 6100 sayılı Kanun'un 297 nci maddesinde belirtilmiştir. Buna göre hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi ve infaza elverişli olması gerekir.

3. Bölge adliye mahkemeleri yönünden ise aynı hususu düzenleyen 6100 sayılı Kanun'un 359 uncu maddesine göre kararda; kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesi ile başkan, üyeler ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları, sicil numaraları; tarafların ve davaya ilk derece mahkemesinde müdahil olarak katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri; tarafların iddia ve savunmalarının özeti; ilk derece mahkemesi kararının özeti; ileri sürülen istinaf sebepleri; taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep; hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi; kararın verildiği tarih, başkan ve üyeler ile zabıt kâtibinin imzaları ile gerekçeli kararın yazıldığı tarihin yer alması gerekmektedir. Maddenin devam eden fıkralarında ise hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği; başvurunun esastan reddi kararında, ileri sürülen istinaf sebeplerinin özetlenmesi ve ret sebeplerinin açıklanması kaydıyla kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesinin gösterilmesi ile yetinilebileceği hükme bağlanmıştır.

4. Tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.

5. Mahkeme kararları için öngörülen bu biçim koşulları, yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hâl, yeni tereddüt ve ihtilâflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar, hükmün hedefine ulaşılmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.

6. Diğer taraftan usuli kazanılmış hak kavramına kısaca değinmek gerekmektedir.

7. Anlam itibarıyla usuli kazanılmış hak kavramı, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Hemen belirtmek gerek ki, gerek Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (1086 sayılı Kanun), gerek 6100 sayılı Kanun'da usuli kazanılmış hak kavramına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu kurum davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir.

8. Türk Hukuk Lûgatında da “kazanılmış hak” daha önce yürürlükte olan hükümlere göre bir kişi yararına kazanılmış olan hak şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 676).

9. Mahkemenin, Yargıtayın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Ancak her bozma kararına uyma usuli kazanılmış hak doğurmayacaktır. Bozmaya uyma ile usuli kazanılmış hakkın meydana gelebilmesi için esasa ilişkin nihai kararın esastan bozulması gerekmektedir.

10. Gelinen noktada hizmet tespiti davası incelenmelidir.

11. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun geçici 7 nci maddesinin birinci fıkrasında; "Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı kanunlar ile 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir." yönünde düzenleme bulunmaktadır.

12. Bu durumda 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında mülga 506 sayılı Kanun; bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.

13. Mülga 506 sayılı Kanun'un 79 uncu maddesinin onuncu fıkrasında "Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır." hükmü bulunmaktadır. 5510 sayılı Kanun'un 86 ncı maddesinin dokuzuncu fıkrası da aynı doğrultudadır.

14. Öte yandan 506 sayılı Kanun'un 2 ve 6 ncı maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Kanun'un 3 üncü maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun’un 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan açık hüküm gereğidir (5510 sayılı Kanun md.4 ve 92).

15. Ne var ki sigortalılığın oluşumu için fiili çalışma olgusunun varlığı zorunludur. Fiili ve gerçek bir çalışmanın varlığı tespit edilmediği sürece sigortalılıktan söz edilemez.

16. Fiili çalışmanın varlığının hangi kanıt ve olgularla belirleneceği konusu üzerinde de durulmalıdır.

17. Sosyal güvenlik hukukunun hem kamu hukuku hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında özellikle hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten de hizmet tespiti davaları, taraflarca hazırlama ilkesi kapsamı dışında olup kendiliğinden araştırma ilkesi uygulandığından bu tür davalarda ispat yükü bir tarafa yükletilemez.

18. Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabileceğinden bu davalarda işyerinde tutulması gerekli dosyalar ile Kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, mümkün oldukça tespiti istenen dönemde işyerinin yönetici ve görevlileri, işyerinde çalışan öteki kişiler ile o işyerine komşu ve yakın işyerlerinde, tarafları veya işyerini bilen veya bilebilecek durumda olanlar kolluk aracılığıyla araştırılarak saptanmalı, sigortalının hangi işte hangi süre ile çalıştığı, çalışmanın konusu, sürekli, kesintili, mevsimlik mi olduğu, başlangıç ve bitiş tarihleri ve alınan ücret konularında beyanları alınarak tanıkların sözleri değerlendirilirken bunların inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları, işveren ve işçiyle, işyeriyle ilişkileri, bazen uzun yılları kapsayan bilgilerin insan hafızasında yıllarca eksiksiz nasıl taşınabileceği düşünülmeli, beyanları diğer yan delillerle desteklenmelidir.

19. Bu amaçla tanıkların hizmet tespiti istenen tarihte işyeri veya komşu işyeri sigortalısı ya da işvereni olup olmadıkları araştırılmalı, davalı Kurumdan, bu kişilerin belirtilen tarihte sigortalılık bildirimlerinin hangi işyerinden yapılmış olduğu da sorularak elde edilen bilgilerin beyanlarında belirttikleri olgularla örtüşüp örtüşmediği de irdelenmeli, işyerinin kapsamı ve kapasitesi ile niteliği bu beyanlar çerçevesinde kontrol edilmelidir.

20. Diğer taraftan bu davalarda işverenin çalışma olgusunu kabulü ya da reddinin tek başına hukuki bir sonuç doğurmayacağı da göz önünde tutulmalıdır.

21. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.05.2021 tarihli ve 2017/(21)10-2130 Esas, 2021/640 Karar; 09.11.2022 tarihli ve 2021/(21)10-553 Esas, 2022/1475 Karar ile 07.02.2024 tarihli ve 2023/10-764 Esas, 2024/73 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

22. Öte yandan hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet, dört aşamadan oluşur. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği kararın da yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukuki nitelendirmesini yapar. Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukuki sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukuki sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tabi olmadığı sonucuna varılamaz. Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukilik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.

23. Zira ilk derece mahkemeleri ile bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi iken Yargıtay denetim mahkemesi olup derece mahkemelerince verilen, temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukuki denetim ve içtihat mercii olduğundan yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, ayrıca delil toplanamaz; temyizen gelen dosya ile içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verilir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın resen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyadaki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delilin görmezden gelinerek karar verilmiş olması veya hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukuki sonuca varması hâlinde pek tabi ki Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı, bunların yanı sıra maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir.

24. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde ahenkli bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve mevcudiyet sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme kararlarını hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin de mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.

25. Somut olayda; Bölge Adliye Mahkemesince verilen 27.09.2019 tarihli ilk karar taraflar ve fer'î müdahil Kurum vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece, kararda hangi dönemler arasında kaç gün hangi sicil numaralı işyerinde çalışmanın kabul edildiğinin, hangi dönemlerin dışlandığının belirlenmiş olmaması nedeniyle kurulan hükmün infaza elverişli olmadığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararında dava konusunun esası yönünden yapılmış bir değerlendirme bulunmadığı, tarafların temyiz itirazlarının reddedildiğine ve bozma kapsamı dışında kaldığına dair bir belirleme yapılmadığı, kararın 6100 sayılı Kanun'un 297 ve 359 uncu maddeleri kapsamında esastan temyiz incelemesi yapılabilecek ve denetlenebilir nitelikte bir karar bulunmadığı gerekçesiyle usulden bozulduğu görülmektedir. Bu nedenle Özel Dairenin 25.11.2020 tarihli birinci bozma kararına uyulmakla taraflar yararına usuli kazanılmış hak doğduğundan söz etmek mümkün olmayıp, bozmaya uyularak verilen ikinci kararın Özel Dairece işin esasının incelenerek ilk karardan farklı nedenlerle bozulması mümkündür. Zira ilk bozma kararı usule ilişkindir.

26. Yargıtayın maddi hukukun doğru uygulanıp uygulanmadığı, maddi vakıalara bağlanan hukuki sonucun doğru olup olmadığı, derece mahkemelerinin takdir hak ve yetkisinin denetiminin de hukuki denetim kapsamında inceleme yetki ve görevi içinde olduğu, öte yandan 6100 sayılı Kanun’un 297 ve 359 uncu maddeleri uyarınca hükmün infaza elverişli olmadığı gerekçesiyle yapılan bozmanın usule ilişkin olup bu bozmaya uyulmakla taraflar lehine usuli kazanılmış hak oluşmayacağı dikkate alındığında direnme kararının bu yönlerden yerinde olmadığı açık olmakla işin esasına yönelik yapılan incelemede; davacının dava dışı Sunel Ticaret A.Ş. işyerinde geçen kısa süreli çalışması dışında davalıya ait işyerinde kesintisiz çalıştığını iddia ettiği somut olayda İlk Derece Mahkemesi kararını kaldırarak yeniden esas hakkında hüküm kurmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar veren Bölge Adliye Mahkemesince davacının uyuşmazlık konusunu oluşturan 05.07.1993-22.05.1997 ve 08.09.2005-15.10.2010 tarihleri arasında kesintisiz çalıştığı sonucuna varılmış ise de dinlenen tanıkların çalışmalarının dönemsel olduğu, kendi çalıştıkları dönem dışında davacının fiili çalışması olup olmadığını görgüye dayalı olarak bilebilecek durumda olmadıkları, eksik gün bildirim nedenleri ve buna ilişkin bilgi ve belgelerin de Kurumdan sorulup getirtilmediği, öte yandan direnme gerekçesi yapılan davalı işverence düzenlenen ibranamenin ilişkin olduğu dönem yönünden de hizmet cetvelinden Kuruma kısmi bildirim yapıldığı anlaşılmıştır.

27. Bu itibarla Bölge Adliye Mahkemesi kararı eksik araştırma ve incelemeye dayanmakta olup hizmet tespit davalarının kamu düzeninden ve resen araştırma ilkesine tabi davalardan olduğu gözetilerek 05.07.1993-22.05.1997 ve 08.09.2005-15.10.2010 tarihleri arasında kesintisiz çalışmaya karar verilen dönemler yönünden kendi dönemleri de belirtilmek suretiyle sürekli çalışan bordro tanıkları tespit edilerek beyanlarına başvurulmalı, bu beyanlar kapsamında davacının bu süre zarfında ara vermeksizin sürekli çalışıp çalışmadığı, ne iş yaptığı, hangi bölümde çalıştığı tereddütsüz bir şekilde ortaya konulmalı, öte yandan davacının bildirim yapılan dönemlerde eksik bildirilen günlerin hangi nedenle eksik bildirildiği, buna ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesi Kurumdan istenmeli, tüm dosya kapsamı ve toplanacak deliller değerlendirilerek oluşacak sonuca göre karar verilmelidir.

28. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

29. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı ve fer'î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

02.10.2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2023498-e-2024483-k-sayili-karari