Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/433 E., 2025/214 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.04.2025 tarihli, 2023/433 E., 2025/214 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/433 E., 2025/214 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2022/98 E., 2022/262 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 21.12.2021 tarihli ve
2020/3090 Esas, 2021/8077 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince birleşen davada ... hariç olmak üzere asıl ve birleşen davaların kabulüne karar verilmiştir.
Kararın asıl ve birleşen davalarda davalılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararının asıl ve birleşen davalarda davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı asıl ve birleşen davalarda davalılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek asıl ve birleşen davalarda davalılar vekilinin duruşma talebinin reddine karar verilip Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. ASIL DAVA
1. Davacı ... ile... ..., ... ... ve ...'un bir kısım mirasçıları vekili; ortak mirasbırakan...’den kalan 1824 parsel sayılı taşınmazın intikal işlemlerinin yapılması amacıyla davalıların mirasbırakanı ...’ın telkini ile ...'ın kızları..., ..., ..., ... ve... ile oğlu ... tarafından dava dışı ...’ın vekil tayin edildiğini, vekil...’ın intikal işleminden sonra bilgileri ve rızaları olmaksızın miras paylarını ...’a satış göstererek devrettiğini, herhangi bir satış bedeli ödenmediğini, vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını, ...’ın bir kısım payını dava dışı kardeşi...'ye devrettiğini öğrenmeleri üzerine diğer kardeşlerine hisselerini vereceğini söylemesine rağmen bunu gerçekleştirmediğini ileri sürerek davalıların murisi ... üzerine kayıtlı tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini talep etmişlerdir.
2. Davalılar vekili; 40 yıldır taşınmaza malik olduklarını, davanın zamanaşımına uğradığını, davacıların satış amacıyla vekâlet verdiklerini ve iradelerine uygun devir yapıldığını, mirasbırakanları ...’ın taşınmaza 1979 yılında ev inşa ederek ikamet etmeye başladığını, davacıların bu duruma karşı çıkmadığını, devir tarihinde ormanlık ve değersiz olan taşınmazın 2010 yılında değerlenmesi ile birlikte kötüniyetli olarak dava açıldığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
II. BİRİNCİ BİRLEŞEN DAVA
1. Birleşen Kocaeli 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2018/103 Esas sayılı dosyasında davacılar ... ve... ...'nin bir kısım mirasçıları vekili; asıl davada sundukları dava dilekçesi içeriğini tekrar ederek davalıların murisi ... üzerine kayıtlı tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini talep etmişlerdir.
2. Davalılar vekili; asıl davada sundukları cevap dilekçesinin içeriğini tekrar ederek davanın reddini savunmuşlardır.
III. İKİNCİ BİRLEŞEN DAVA
1. Birleşen Kocaeli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2018/388 Esas sayılı dosyasında davacılar... ...'nin bir kısım mirasçıları vekili; asıl davada sundukları dava dilekçesi içeriğini tekrar ederek davalıların murisi ... üzerine kayıtlı tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini talep etmişlerdir.
2. Davalılar vekili; asıl davada sundukları cevap dilekçesinin içeriğini tekrar ederek davanın reddini savunmuşlardır.
IV. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 06.02.2020 tarihli ve 2018/41 Esas, 2020/27 Karar sayılı kararı ile; emsal kararlara yer verildikten sonra, vekilin hesap verme yükümlülüğü uyarınca satış bedelini asile verdiğini ispat borcu bulunurken taşınmazı devralan üçüncü kişiler bakımından ispat yükünün davacıda bulunduğu, asıl ve birleşen davalarda davacıların kök murisi...'den kalan terekenin veraset işlemleri için vekil ...'a vekâlet verildiği, ...'le vekilin yakın olduğunun tanık beyanlarından anlaşıldığı, davalıların murisi ...'in 21.04.2003 tarihinde dava dışı diğer kız kardeşi...'ye 1824 sayılı parselin hissesini devretmesine karşılık diğer kardeşlerine devir yapmadığı, davacıların taşınmazın devri karşılığında para aldıklarına dair bir savunma ve buna ilişkin delilin dosya kapsamında bulunmadığı, vekilin özen yükümü ispat mükellefiyetinin yanında somut olayda vekille eylem ve fikir birliği içinde olan davalılar murisinin bir kısım kardeşlerini terekeye tabi malvarlıklarından mahrum bırakmak amacıyla hareket ettiği gerekçesiyle birleşen davada davacı ... hariç olmak üzere asıl ve birleşen davaların kabulüne karar verilmiştir.
V. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen davalarda davalılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 23.09.2020 tarihli ve 2020/591 Esas, 2020/695 Karar sayılı kararı ile; asıl ve birleşen dosya davacılarının murisi Vahap Karadeniz'den kalan terekenin intikal işlemleri için dava dışı ...'a vekâletname verildiği, vekil olan ...'ın da taşınmazdaki intikal işlemlerini yaptığı, akabinde 01.06.1978 tarihli ve 5829 yevmiye numaralı resmi senet ile taşınmazı davalı ...’e (vekâleten...) satarak devrettiği, davalı ...'le vekilin yakın ilişki içinde oldukları, davacıların taşınmazın devri karşılığında bedel aldıklarının ispat edilemediği, davalılar murisinin eylemleri neticesinde davacıların iradelerine aykırı olacak şekilde zararlandırıldığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davalarda davalılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
VI. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen davalarda davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"...Somut olayda, davalıların mirasbırakanı ...’ın ( mirasbırakanın oğlu ) 1979 yılından beri yapılaşmak suretiyle çekişmeli taşınmazı kullandığı, kardeşlerinin durumu bildiği, hatta zaman zaman ...’ın evinde konakladıkları, anılan tarihten itibaren ...’ın sahiplenmek suretiyle kullanımına karşı çıkmadıkları, vekil edenlerin usulüne uygun tanzim ettirdikleri vekaletnameleri ile yapılan devir işlemi sonrası uzun yıllar ... tarafından taşınmazın kullanılması ve tüm tarafların bu durumu bildiği gözetildiğinde, davacı mirasçı... ile bir kısım davacıların mirasbırakanları..., ... ve ...’in miras paylarının temlikinin iradi olduğu, aksinin de davacı tarafça kanıtlanamadığı, yukarıda belirtildiği üzere ispat yükü davacı tarafta olduğundan davalı tanıklarından bir kısmının dinlenmemiş olmasının sonuca etkili olmadığı anlaşılmıştır.
Hal böyle olunca, asıl ve birleştirilen davaların reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir…" gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten emsal kararlarda vekilin özen ve hesap verme borcu gereği satım konusunda bilgilendirme ve aldığı bedeli vekil edene teslim etme edimini ispat külfeti altında olduğuna yer verildiği, bozma kararında ispat külfetinin yorumu ve ispat külfetinin genel ispat kuralı işletilerek davacıya ait olduğuna dair yorumun yerleşik içtihattan ayrılmayı haklılaştıran bir gerekçe içermediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VII. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen davalarda davalılar vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Asıl ve birleşen davalarda davalılar vekili; eldeki davanın yöneltilebileceği tek kişinin ... olduğunu ancak vekilin 2005 yılında ölmesi nedeniyle davacıların kötüniyetli olarak davalılara karşı dava açtıklarını, ...'ın da dava konusu taşınmazın maliki olmasına rağmen haksız kazanç sağlama amacında olan davacılar tarafından ona karşı dava açılmadığını, davacıların 45 yıl boyunca taşınmaza yönelik intikalin gerçekleşmediğini ve tapuda gösterilen nitelikte pay sahibi olmadıklarını bilmemelerinin kabul edilemeyeceğini, ispat yükü kendilerinde olan davacıların iddialarını ispat edemediklerini belirterek direnme kararının bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemi ile açılan eldeki davada, ispat külfetinin davacı tarafa mı ait olduğu yoksa vekilin özen ve hesap verme borcu gereği satım konusunda bilgilendirme ve aldığı bedeli vekil edene teslim etme edimini ispat bakımından davalı tarafa mı ait olduğu, davacı tarafa ait olduğunun kabulü hâlinde ise vekâlet görevinin kötüye kullanıldığının ispat edilip edilemediği, buradan varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 502 ilâ 514. maddeleri.
2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 59, 190. maddeleri.
3. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 2, 3, 6, 640. maddeleri.
2. Değerlendirme
Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olup uyuşmazlığın çözümü için öncelikle asıl ve birleşen davalarda miras payları oranında talepte bulunan davacıların eldeki davada aktif dava ehliyetlerinin bulunup bulunmadığına göre değerlendirme yapılması gerekmektedir.
A. Asıl ve Birleşen Davalarda ... ve... ... mirasçıları yönünden:
1. Dava şartlarının amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, İstanbul, 2016, s. 190).
2. Mahkemece, dava şartlarının mevcut olup olmadığı, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırılır; taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler (6100 sayılı Kanun md. 115/1). Dava şartı noksanlığının tespit edilmesi hâlinde davanın usulden reddine karar verilir, ancak dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için ilgili tarafa kesin süre verilecek olup bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilecektir (6100 sayılı Kanun md. 115/2).
3. Bilindiği üzere 4721 sayılı Kanun'un 599. maddesi hükmü uyarınca miras; murisin ölümüyle ve terekenin açılmasıyla mirasçılarına geçer ve mirasçılar terekedeki mallar (menkul-gayrimenkul) üzerinde bu tarih itibarıyla hak sahibi olurlar.
4. 4721 sayılı Kanun'un “Miras ortaklığı” başlıklı 640. maddesinde de;
“Birden çok mirasçı bulunması halinde, mirasın geçmesiyle birlikte paylaşmaya kadar, mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklık meydana gelir.
Mirasçılar terekeye elbirliğiyle sahip olurlar ve sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere, terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler.
Mirasçılardan birinin istemi üzerine sulh mahkemesi, miras ortaklığına paylaşmaya kadar bir temsilci atayabilir.
Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır” hükümleri öngörülmüştür.
5. Tereke (miras ortaklığı) 4721 sayılı Kanun'un 701 ve devam eden maddeleri uyarınca elbirliği (iştirak) mülkiyetine tâbidir. Elbirliği mülkiyeti, yasa veya yasada gösterilen sözleşmeler uyarınca, aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olmaları durumudur. 4721 sayılı Kanun'un 701-703. maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi ortaklardan her birinin doğrudan doğruya bir... da bulunmamaktadır. Mülkiyet, bir bütün olarak ortakların hepsine aittir. Bir diğer ifadeyle, ortaklık tasfiye ile sona erinceye kadar ortaklardan her birinin ayrı bir mal veya... olmayıp hak sahibi ortaklıktır.
6. Elbirliği (iştirak) hâlinde mülkiyet türünde malikler, mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu ilke 4721 sayılı Kanun'un 701. maddesinde “Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir.
Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin..., ortaklığa giren malların tamamına yaygındır” biçiminde yer almıştır. Bu itibarla elbirliği (iştirak) hâlinde mülkiyette, ortaklar arasında 6100 sayılı Kanun'un 59. maddesi anlamında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Zira maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır (6100 sayılı Kanun md. 59). Bu sebeple Kanunda veya elbirliği (iştirak) hâlinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse ortaklığın tasfiyesini isteme... dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunludur.
7. Elbirliğiyle mülkiyete dair hükümlerin düzenlendiği 4721 sayılı Kanun'un 702/2. fıkrası, “Kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir” hükmünü taşımaktadır. Ne var ki bu kural, uygulamada yumuşatılarak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 11.10.1982 tarihli ve 1982/3 Esas, 1982/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla, bir ortağın tek başına dava açabileceği; ancak, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığıyla davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir.
8. 4721 sayılı Kanun'un 702/4. maddesinde ise “Ortaklardan her biri, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabilir. Bu korumadan bütün ortaklar yararlanır” hükmü öngörülmüştür. Benzer şekilde 4721 sayılı Kanun'un 640. maddesinde de vurgulanan korumadan anlaşılması gerekenin ne olduğu da önem arz etmektedir. 4721 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce elbirliği ile (iştirak hâlinde) mülkiyet 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 581. maddesinde düzenlenmiş iken uygulamada karşılaşılan bazı güçlüklerin giderilmesi için 4721 sayılı Kanun'un 640. maddesine “Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır” hükmünü içeren dördüncü fıkra eklenmiştir. Maddenin gerekçesinde de belirtildiği gibi mirasta terekenin tâbi olduğu elbirliği mülkiyetine yöneltilen en güçlü eleştiri, birlikte hareket etme zorunda olmaları nedeniyle mirasçıların bireysel olarak terekedeki hakların korunması amacıyla hareket edememeleriydi. Maddeye eklenen dördüncü fıkra, bu eksikliği giderme amacına yönelik olarak getirilmiştir.
9. Terekeye ait haklar üzerinde tasarruf söz konusu ise ortakların oybirliği ile karar vermeleri maddenin açık hükmü gereği olduğundan tasarruf işlemi niteliğindeki tapu iptali ve tescil davasının tüm mirasçılar tarafından birlikte açılması veya terekeye temsilci atanması ve bu yolla davanın yürütülmesi gerekir. Bir mirasçı tüm mirasçılar adına tek başına dava açabilirse de, böyle bir davayı yalnız başına yürütemez. Bu durumda davanın hemen reddedilmeyip, diğer mirasçıların davaya katılımlarının veya muvafakatlerinin sağlanması ya da terekeye temsilci atanması için davacıya uygun süre verilmesi gerekmektedir.
10. Ancak dava halefiyet esasına göre tereke adına değil de kendi miras payı için açılmış ise tüm mirasçıların onayının alınmasına gerek bulunmamaktadır. Bir ya da bir kısım mirasçı terekeye ait bir mal veya alacaktan yalnız kendi payına düşen kısım için yalnız kendi adına dava açarsa, böyle bir dava reddedilir. Çünkü, bir veya bir kısım mirasçının iştirak hâlindeki pay üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi yoktur. Böyle bir dava diğer mirasçıların paylarını kapsamadığından ve aynı zamanda onlar adına da açılmadığından, davaya diğer mirasçıların katılmasına (icazet vermesine) olanak yoktur. Diğer bir anlatımla, öteki mirasçıların davaya katılmalarının sağlanması veya yöntemine uygun biçimde muvafakatlerinin alınması ya da miras ortaklığına bir mümessil tayin edilerek onun huzuru ile davaya devam edilmesi mümkün değildir ve davanın reddi gerekir. Aynı nedenle, tereke temsilcisi de, bir mirasçının yalnız kendi payı için açmış olduğu davaya icazet verip davayı devam ettiremez (Kuru, s. 984 vd.).
11. Somut olayda, dosya içeriğinden mirasbırakan...’in 20.12.1944 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak ilk eşinden olma çocukları ..., ... ve... ile ikinci eşinden olma çocukları..., ... ve ...’ı bıraktığı, mirasçılardan ...’in ölümü ile çocukları ..., ..., ..., ..., ..., ... ve ölen kızı...’den olma ..., ... ve ...’in; mirasçılardan...’nin ölümü ile çocukları ..., ..., ..., ... ve ölen oğlu ...’in eşi ... ve çocukları... ve ...’nın; mirasçılardan...’nın ölümü ile çocukları..., ..., ... ve...’ün; mirasçılardan ...’ın ölümü ile eşi ... ve ondan olma çocuğu ...’ün mirasçı olarak kaldığı, mirasçılardan...'nin davacı olduğu, ...’nin tüm, ... ve ...’in ise bir kısım mirasçılarının davacı oldukları, davalıların ise ...'ın mirasçıları oldukları anlaşılmaktadır.
12. Asıl ve birleşen davalarda davacılar, ortak mirasbırakanları...'den kalan 1824 parsel sayılı taşınmazın tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında tapuya kayıt ve tescilini talep etmişlerdir. Asıl davada davacı ... ile asıl ve birleşen davalarda... ...'nin tüm mirasçıları davacı oldukları hâlde; ... ... ve ...'un tüm mirasçılarının davacı olmadıkları, asıl ve birleşen davalarda davacıların mirasbırakan adına tescil (terekeye dönüş) talepleri olmaksızın kendi miras paylarına istinaden dava açtıkları görülmektedir.
13. Eldeki davada, ... ... ve ... mirasçıları olan davacıların kendi miras payları için dava açmış olduklarının anlaşılmasına göre, iştirak hâlinde mülkiyet hükümlerine tabi bir terekede, mirasçıların bir kısmının kendi paylarına hasren açtıkları tapu iptali ve tescil davasının dinlenilmesinin mümkün olmadığı açıktır. Zira böyle bir dava diğer mirasçıların paylarını kapsamadığından ve aynı zamanda onlar adına da açılmadığından davaya diğer mirasçıların katılmasına (icazet vermesine) ya da terekeye temsilci tayin edilerek onun huzurunda davaya devam edilmesine de olanak bulunmamaktadır. Bu itibarla, asıl ve birleşen davalarda ... ve... ... mirasçıları yönünden aktif dava ehliyeti yokluğu nedeniyle dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmelidir.
14. Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan nedenle asıl ve birleşen davalarda ... ve... ... mirasçıları yönünden direnme kararı usulden bozulmalıdır.
B. Asıl ve Birleşen Davalarda ... ve... ... mirasçıları yönünden:
15. 6098 sayılı Kanun'un 502/1. maddesinde [Mülga Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun) 386/1. maddesinde] vekâlet sözleşmesi; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşme olarak tanımlanmıştır. Geniş anlamda bir iş görme sözleşmesi olan vekâlet sözleşmesiyle vekil, kendisine verilen işin ya da işlemin vekâlet verenin irade ve yararına uygun olarak görülmesini, yapılmasını üstlenir.
16. Vekâlet sözleşmesinin tarafları vekâlet veren ile vekildir. Vekâlet veren gerçek veya tüzel kişi olabileceği gibi vekil de gerçek ya da tüzel kişi olabilir. Sözleşmenin konusunu ise herhangi bir hukuki işlem yahut maddi bir eylemin yapılması oluşturabilir. Ancak sözleşmenin geçerli olması için konusunun mümkün olması yanında kanunun emredici hükümlerine, ahlâka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı olmaması gerekir.
17. Vekâlet sözleşmesini 6098 sayılı Kanun'un 40 ilâ 48. (818 sayılı Kanun'un 32 ilâ 40.) maddeleri arasında düzenlenen temsil ilişkisi ile karıştırmamak gerekir. Aralarında yakın bir ilgi bulunmakla birlikte vekâlet sözleşmesi ile vekil vekâlet verenin bir işini görmeyi ya da bir işlemini yapmayı borçlanırken, vekâlet veren de onun yaptığı giderleri ve verdiği avansları ödemeyi borçlandığından vekâlet iki taraflı bir sözleşmedir. Temsil yetkisi ise tek taraflı bir hukuki işlemdir. Genel olarak vekâlet, vekil ile vekil eden arasındaki iç ilişkiyi, temsil ise vekil edenin vekil aracılığı ile işlem yaptığı üçüncü kişi ile arasındaki dış ilişkiyi ifade eder.
18. Türk Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekâlet ilişkisini düzenleyen hükümlerine göre vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, diğer bir anlatımla vekil edenin yararına ve onun iradesine uygun davranma yükümlülüğünden doğar. Vekâlet sözleşmesi, başkasının işini görmeye ilişkin bir sözleşme olduğundan esas itibariyle işin müvekkilin menfaatine yapılması gerekir. Bu durum iş görme sözleşmesinin doğal bir sonucudur.
19. Nitekim satışın yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Kanun'un 389/1. maddesinde vekilin, müvekkilinin açık olan talimatına muhalefet edemeyeceği hükmüne yer verildikten sonra 390. maddesinde;
“Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.
Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.
Vekil, başkasını tevkile mezun veya hal icabına göre mecbur olmadıkça veya adet başkasını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmağa mecburdur”
hükmüne yer verilmiş olup; buradaki “iyi bir suretle ifa” deyimini “sadakat ve özenle ifa” olarak anlamak gerekir.
20. Sadakat borcu kavramı, vekilin gerek vekâletin ifası sırasında gerekse sonrasında kendisine duyulan güvene uygun olarak müvekkilinin menfaatlerini sözleşme ile güdülen amaç çerçevesinde koruma ve kendi menfaatini müvekkilinkine tâbi kılma yükümlülüğünü ifade eder. Vekilin iş görme ile hedeflenen sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyebilecek davranışlardan kaçınması ise özen borcunun konusunu oluşturur. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanlarda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır. Bu nedenle vekil üzerine aldığı işi ifa ederken aynı şartlar altında iş gören basiretli, özenli bir vekil gibi hareket etmelidir.
21. Bu itibarla vekilin, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altında olacağı açıktır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse görülecek işin niteliğine göre belirlenir. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.
22. Vekil bu yükümlülüğünü yerine getirmediği, özellikle vekâleti kasten vekil edenin zararına, kendisinin veya başka birinin yararına kullandığı takdirde vekâlet görevinin kötüye kullanılması söz konusu olabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda vekil eden zararlandırılırken, vekil çok zaman kendisine veya başka bir kimseye çıkar sağlamaktadır. Oysa ki, sadakat ve özen borcunun temel amacı başkası adına iş gören kimsenin yetkisini kötüye kullanma riskini önlemektir. Vekâlet sözleşmesi, güven esasına dayalı bir iş görme edimi ihtiva ettiğinden bu güvenin korunması her şeyden önce 6098 sayılı Kanun'un 506. (818 sayılı Kanun'un 390.) maddesinin bir gereği olduğu gibi 4721 sayılı Kanun'un 2. maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralının da bir gereğidir.
23. Uygulamada vekâlet görevinin kötüye kullanılması durumlarının özellikle vekilin satmakla yetkili kılındığı bir taşınmazı rayiç değerine nazaran çok düşük bir bedelle satarak devrettiği hâllerde yoğunlaştığı görülmektedir. Ancak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.12.2019 tarihli ve 2017/1-1272 Esas, 2019/1399 Karar ile 12.07.2023 tarihli ve 2023/1-249 Esas, 2023/747 Karar sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekilin, vekâlet sözleşmesinde belirtilen yetkilerin dışına çıkması, vekil edenin talimatına uygun hareket etmemesi ve onun yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapması durumunda değinilen maddeler uyarınca sorumlu olacağı açıktır.
24. Öte yandan vekâlet görevinin kötüye kullanılması hâlinde vekilin üçüncü kişilerle yaptığı işlemlerin vekâlet veren açısından bağlayıcı olup olmayacağı sorunu ile de karşılaşılır. Bu durumda vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Kanun'un 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dâhi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
25. Ne var ki üçüncü kişi vekil ile çıkar ve iş birliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, 4721 sayılı Kanun'un 2. maddesindeki dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu Kanun maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından resen göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötüniyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler de bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.12.2011 tarihli ve 2011/14-609 Esas, 2011/744 Karar sayılı kararı).
26. Vekâlet görevi kötüye kullanılmış ve vekille sözleşme yapan kişi vekil ile el ve iş birliği içerisinde ise veya en azından vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını biliyor yahut bilmesi gerekiyorsa vekil eden, sözleşmenin feshini, bu bağlamda sözleşmeye göre tapuda intikal yapılmışsa tapunun iptalini her zaman isteyebilir.
27. Bununla birlikte hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı konusu 4721 sayılı Kanun'un “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür" şeklinde düzenlenmiştir. 6100 sayılı Kanun'un 190. maddesine göre de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir”.
28. Öncelikle belirtmek gerekir ki, her ne kadar Mahkemece bozma kararında ispat yüküne ilişkin değerlendirmenin hatalı olduğuna dair direnme gerekçesine yer verilmiş ise de yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı eldeki davada ispat yükünün bu iddiayı ileri süren davacı tarafa ait olacağı açık olduğundan bu yöndeki direnme gerekçesi yerinde değildir.
29. Gelinen aşamada davacı tarafça vekâlet görevinin kötüye kullanıldığının ispat edilip edilmediği değerlendirilmelidir. Somut olayda, asıl ve birleşen davalarda davacılar vekili, ortak mirasbırakanları...’den kalan 1824 parsel sayılı taşınmazın intikal işlemlerinin yapılması amacıyla davalıların mirasbırakanı ...’ın telkini ile dava dışı ...’ı vekil tayin ettiklerini, vekil...’ın intikal işleminden sonra bilgileri ve rızaları olmaksızın miras paylarını ...’a satış göstererek devrettiğini, herhangi bir satış bedeli ödenmediğini, vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını ileri sürmüşler, asıl ve birleşen davalarda davalılar vekili ise 40 yıldır taşınmaza malik olduklarını, davanın zamanaşımına uğradığını, davacıların satış amacıyla vekâlet verdiklerini ve iradelerine uygun devir yapıldığını, mirasbırakanları ...’ın taşınmaza 1979 yılında ev inşa ederek ikamet etmeye başladığını, davacıların bu duruma karşı çıkmadığını belirterek davaların reddini savunmuşlardır.
30. Mirasçılardan..., Kocaeli 2. Noterliğinin 19.08.1977 tarihli ve 22928 yevmiye numaralı vekâletnamesi ile; mirasçılardan..., Mainz Başkonsolosluğunun 31.08.1977 tarihli vekâletnamesi ile; mirasçılardan ..., ... ve..., Kocaeli 2. Noterliğinin 17.08.1977 tarihli ve 22673 yevmiye numaralı vekâletnamesi ile mirasbırakan babaları...’in ölümü ile intikal etmesi gereken Kocaeli ili hudutları dahilindeki taşınmazlar hakkında intikal işlemlerini yaptırmaya, taksime, paylarını dilediğine dilediği bedelde satmaya ...’ı vekil tayin etmişlerdir.
31. Diğer taraftan mirasçılardan ..., Kocaeli 2. Noterliğinin 23.08.1977 tarihli ve 23163 yevmiye numaralı vekâletnamesi ile; mirasbırakan babası...’in ölümü ile intikal etmesi gereken Kocaeli ili hudutları dahilindeki taşınmazlar hakkında intikal işlemlerini yaptırmaya ...’ı vekil tayin etmiş iken aynı gün, Kocaeli 2. Noterliğinin 23.08.1977 tarihli ve 23162 yevmiye numaralı vekâletnamesi ile de Kocaeli ili hudutları dahilindeki taşınmazları adına satın almaya ve gerekli işlemleri yaptırmaya...’ı vekil tayin etmiştir.
32. Dava konusu 9.200 m2’lik ev ve bahçe niteliğindeki 1824 parsel sayılı taşınmazın tamamı mirasbırakan adına kayıtlı iken mirasbıkanın çocukları ..., ..., ..., ..., ... ve...’ye miras payları oranında 11.10.1977 tarihli ve 9178 yevmiye numaralı akitle intikal ettiği, intikal işlemini mirasçıların vekili ...’ın gerçekleştirdiği, akabinde mirasçı kızların paylarını vekâleten...’ın 01.06.1978 tarihli ve 5829 yevmiye numaralı akitle diğer mirasçı ...’a satış yoluyla devrettiği, ... adına temlik alma işlemini vekili...'ın yaptığı, ...’ın çekişmeli taşınmazın 8750/9200 payını üzerinde bırakarak kalan 450/9200 payını 21.04.2003 tarihinde dava dışı kız kardeşi...’ye satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmıştır.
33. Mahkemece 14.05.2019 tarihinde yapılan keşif sırasında dinlenen davacı tanıklarından..., yengesi ...'dan ...'ın taşınmazdaki hisseleri paylaştıracağını duyduğunu, taraflar arasında herhangi bir anlaşmazlık bulunmadığını; davacı tanığı ..., ... ölene kadar taraflar arasında sorun olmadığını, ... taşınmaza ev yaparken davacıların karşı çıkmadığını; davalı tanığı..., davacı ...'nin kendisinin teyzesi olduğunu, annesi...'dan baba ocakları tütsün diye taşınmazın kardeşleri ...'a ait olması için vekâletname verdiklerini duyduğunu, davalı tanığı..., ...'ın kız kardeşi...'nin de olduğu ortamda kız kardeşlerinin parasını ödeyip dava konusu taşınmazı aldığını söylediğini, kardeşlerinin ...'ın taşınmaz üzerinde ev yapmasına itiraz ettiklerini duymadığını, kız kardeşlerinin de ...'ın evine gidip geldiklerini beyan etmişlerdir.
34. Açıklanan maddi ve hukuki olgulara göre somut olayda, davalıların mirasbırakanı ...’ın 1979 yılından beri yapılaşma yapmak suretiyle dava konusu taşınmazı kullandığı, kardeşlerinin anılan tarihten itibaren ...’ın sahiplenmek suretiyle kullanımına karşı çıkmadıkları, vekil edenlerin usulüne uygun tanzim ettirdikleri vekâletnameleri ile yapılan devir işlemi sonrası uzun yıllar ... tarafından taşınmazın kullanılması ve tarafların bu durumu bildiği gözetildiğinde, asıl davada davacı ... ile asıl ve birleşen davalarda bir kısım davacıların mirasbırakanı... ...'nin miras paylarının temlikinin iradi olduğu, aksinin de ispat yükü kendisinde olan davacı tarafça kanıtlanamadığı sonucuna varılmıştır.
35. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, mirasbırakan...'den kalan terekenin veraset işlemleri için kendisine vekâletname verilen dava dışı ...'ın intikal işlemlerinden sonra dava konusu taşınmazı davalı ...’e (vekâleten...) satarak devrettiği, davalı ...'le vekilin yakın ilişki içinde oldukları, davacıların taşınmazın devri karşılığında bedel aldıklarının ispatlanamadığı, davalılar murisinin eylemleri neticesinde asıl ve birleşen davalarda davacı ... ile bir kısım davacıların mirasbırakanı...'nin iradesine aykırı olacak şekilde zararlandırıldığı, bu nedenle direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
36. Hâl böyle olunca, asıl davada ... ile asıl ve birleşen davalarda... ... mirasçıları yönünden Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
37. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VIII. KARAR
Açıklanan sebeplerle,
I- (A) bendinde (§1-14) belirtilen gerekçeyle asıl ve birleşen davalarda ... ve... ... mirasçıları yönünden asıl ve birleşen davalarda davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının 6100 sayılı Kanun’un 371. maddesi gereğince USULDEN BOZULMASINA oy birliğiyle,
II- (B) bendinde (§15-37) belirtilen gerekçeyle asıl ve birleşen davalarda ... ve... ... mirasçıları yönünden asıl ve birleşen davalarda davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA oy çokluğuyla,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373. maddesinin birinci fıkrası uyarınca İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
09.04.2025 tarihinde kesin olarak karar verildi.