Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/405 E., 2023/833 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 20.09.2023 tarihli, 2023/405 E., 2023/833 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/405 E., 2023/833 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
SAYISI : 2014/628 E., 2015/69 K.
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 17.04.2014 tarihli ve
2014/7221 Esas ve 2014/8988 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki Menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Diyarbakır 2. İş Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili şirketin çırçır ve balyalama işi ile iştigal ettiğini, bu amaçla bölgede üretim yapan çiftçilerden tarım ürünleri satın aldığını, 2926 sayılı Kanun gereğince satın alınan ürün bedelinin %1’i oranında yapılan tevkifatın Kurum hesabına aktarıldığını, davalı Kurum tarafından 17.09.2005 tarihinde müvekkili aleyhine Diyarbakır 3. İcra Müdürlüğünün 2005/5703 Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, ancak takibin dayanaktan yoksun olduğu gibi takip talebinde 166.648,80 TL olarak gösterilen borç miktarının hangi döneme ait olduğunun ve hangi işlemden kaynaklandığının bildirilmediğini, dayanak belgelerin de dosyaya sunulmadığını ileri sürerek müvekkili hakkında başlatılan takibin durdurulmasına, müvekkili şirketin davalı Kuruma borçlu olmadığının tespitine, cebri icra yolu ile yapılan tahsilatın reeskont faizi ile birlikte ödenmesine, mezkur haksız takip nedeni ile müvekkili lehine %40 oranında tazminata hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) vekili cevap dilekçesinde; davanın kanunda öngörülen 1 yıllık sürede açılmadığını öte yandan icra takibi yapılmadan önce 02.07.2004 tarihli ve 35519 sayılı yazı ile davacı şirkete tevkifat tutarlarının 2001, 2002, 2003 yıllarına ait olmak üzere her yıla ait borç miktarları da yazılarak ödenmesi gerektiği aksi takdirde icra işlemlerinin başlatılacağının bildirildiğini ayrıca reeskont faiz talebinin haksız olduğunu, müvekkili Kurumun tacir sıfatı taşımadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı
6. Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.10.2011 tarihli ve 2008/218 Esas, 2011/1078 Karar sayılı kararı ile; tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda tüm evrak ve bilgilerle birlikte yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde davacının davalıya borçlu olduğunun tespit edildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
7. Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 26.03.2012 tarihli ve 2012/3069 Esas, 2012/4821 Karar sayılı kararı ile; 5510 sayılı Kanun'un 101 inci maddesinde yer alan: "Bu Kanun'da aksine hüküm bulunmayan hâllerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür." düzenlemesi gereği davaya İş Mahkemesi tarafından bakılması gerektiği görevsizlik kararı verilmesi yerine işin esasının incelenmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
9. Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27.09.2012 tarihli ve 2012/259 Esas, 2012/460 Karar sayılı kararı ile; bozma ilâmına uyularak görevsizlik kararı verilmiştir.
10. Davacı vekilinin talebi üzerine dosyanın gönderildiği Diyarbakır 2. İş Mahkemesinin 09.05.2013 tarihli ve 2013/92 Esas, 2013/346 Karar sayılı kararı ile; tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda tüm evrak ve bilgilerle birlikte yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde davacı tarafın davalı tarafa borçlu olduğunun tespit edildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
11. Diyarbakır 2. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
12. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 17.04.2014 tarihli ve 2014/7221 Esas, 2014/8988 Karar sayılı kararı ile; “…Davacı vekili; 2926 sayılı Kanunun yürürlükten kaldırılan 36’ncı maddesi ile 1479 sayılı Kanunun 53 üncü maddesi gereğince Bakanlar Kurulu Kararına göre, çiftçilerden satın alınan ürün bedelleri üzerinden yapılması gerektiği hâlde gerçekleştirilmeyen 2001, 2002, 2003 yılları prim kesintileri (tevkifat tutarları) yönünden davacının, davalı Kuruma borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Davanın yasal dayanağı olan 2926 sayılı Kanunun “Primlerin ödenmesi” başlıklı 36’ncı maddesinin birinci fıkrasında; sigortalının, 31’inci maddede belirtilen prim borcunu, ait olduğu yıl içinde Bakanlar Kurulunca belirlenen dönemlerde ödemek zorunda olduğu, Kurumun prim alacaklarının, Bakanlar Kurulu kararı ile ürün bedellerinden tevkif suretiyle de tahsil edilebileceği belirtilmiş, anılan madde, 02.08.2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4956 sayılı Kanunun 56 ncı maddesi ile ilga edilmiş olmasına karşın, bu Kanunun 27 nci maddesi ile söz konusu hüküm, 1479 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle yeniden ve aynı şekilde düzenlenmiştir. Konuya ilişkin olarak 01.04.1994 tarihinde uygulamaya başlanılan 03.04.1993 gün ve 93/4384 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi ve eki 13.05.1993 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Anılan Kararname’nin 1’inci maddesi; “Kamu idare ve müesseseleri, iktisadi kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, zirai kazançlarını bilanço veya zirai işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler ve gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, çiftçilerden satın aldıkları ürün bedellerinden, bunların Bağ – Kur prim borçlarına mahsuben %3 oranında tevkifat yaparak düzenledikleri belgelerde göstermek ve tevkif ettikleri tutarları ertesi ayın 20’nci günü akşamına kadar Bağ – Kur hesaplarına intikal ettirmek zorundadırlar.” hükmünü içermekte olup, 3’üncü maddesinde, Bağ – Kur’un prim alacaklarının ürün bedellerinden tevkif suretiyle tahsili ve yersiz olarak alınan tutarların ilgililere geri verilmesine ilişkin usul ve esasların Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca belirleneceği açıklanmıştır. Daha sonra, 28.01.1994 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 08.01.1994 gün ve 94/5173 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile tevkifat oranı %1’e indirilmiştir. Bu Kanun ve Kararnameler kapsamında konuyu değerlendiren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu (4) Seri Numaralı Uygulama Tebliği düzenlenerek 26.03.1994 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmış ve 01.04.1994 gününden itibaren tarım sigortalılarının ürün bedellerinden tevkif suretiyle tahsili ve yersiz olarak alınan tutarların ilgililere geri verilmesine ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir.
Tebliğin (B) bendinde tevkifat yapacak olanlar; (C) bendinde ... primlerinin ürün bedellerinden tevkif suretiyle tahsiline ilişkin usul ve esaslar; (E) bendinde tevkifat tutarlarının Kurum hesaplarına yatırılması ve tevkifat bildirimlerinin verilmesi; (G) bendinde 2926 sayılı Kanun kapsamına girmeyenlerin durumu; (H) bendinde 2926 sayılı Kanun kapsamına giren ve prim borcu bulunmayan veya prim borçları taksitlendirilen çiftçilerin durumu açıklanmıştır. (İ) bendinde de; Tebliğin (B) bölümünde belirtilen gerçek ve tüzel kişilerin, çitçilerden satın aldıkları ürün bedellerinden, bunların prim borçlarına mahsuben tebliğdeki esaslar çerçevesinde tefkifat yapmamaları veya yaptıkları tutarlarını süresi içerisinde ve tam olarak Kurum hesaplarına aktarmamaları durumunda, söz konusu gerçek ve tüzel kişilerin Kuruma karşı sorumlu oldukları, tefkifatın yapılmaması veya yapılan tevkifatın süresi içinde ve tam olarak Kurum hesaplarına aktarılmaması durumunda, aktarılmayan tevkifat tutarlarının sorumlularından yasal faizi ile birlikte tahsil edileceği belirtilmiştir.
Tevkifat yapma ve Kurum hesaplarına aktarma yükümü, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 94/11’inci maddesinde öngörülen çiftçilerden satın alınan zirai mahsuller ve hizmetler için yapılan ödemelerden gelir vergisine mahsuben tevkifat yapma yükümüne paralel olarak getirilmiştir. Bu çevrede; gerçek gelirlerini bildirmek zorunda olan ticaret ve serbest meslek erbabının işbu prim borçlarına mahsuben tevkifat yapmak yükümünün, 2926 sayılı Kanun kapsamında zorunlu sigortalı niteliğine sahip çiftçilerden satın alınan ürün bedellerine ilişkin olacağı tartışmasızdır. Giderek, 2926 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi kapsamında; tarımsal faaliyette bulunmasına karşın kanunla veya kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan sosyal güvenlik kuruluşlarına prim veya emeklilik keseneği ödemekte olanlar, bu kuruluşlardan malûllük veya yaşlılık aylığı ile sürekli tam iş göremezlik geliri almakta olanlar ya da aylık veya gelir bağlanması için istemde bulunanlar 2926 sayılı Kanun uygulanmasında sigortalı sayılamayacaklarından; bu statüdeki çiftçilerden ürün satın alan ticaret ve serbest meslek erbabı gerçek veya tüzel kişilerin tekifat yapma yükümünden söz edilemeyeceği açıktır.
Bu çerçevede çözümlenmesi gerekenler; ticaret veya serbest meslek erbabının, tevkifat yapmak yükümünde bulunmadıkları çiftçilerden ürün satın almaları durumunda bu olguyu Kuruma karşı ispat külfetlerinin olup olmadığı; kanıtlama yükümlerinin varlığı hâlinde bunun şekli ve tevkifat yapma yükümü yerine getirilmediği takdirde sorumluluğun kime ait olacağı, başka bir anlatımla gerçekte 2926 sayılı Kanun kapsamında zorunlu sigortalı olmasına karşın, sigortalının bu Kanun kapsamında bulunmadığına ilişkin bildirimine dayanılarak tevkifat yapılmaması durumunda tevkifat tutarından bu kişilerin sorumlu tutulup tutulamayacakları konularına ilişkindir.
Bakanlar Kurulu Kararı kapsamındaki gerçek veya tüzel kişilerin tevkifat yapma yükümünün, çiftçilerden satın alınan ürün bedellerine (zirai kazanca) ilişkin olması ve çiftçilerin işbu zirai kazançtan gelir vergisi yükümlüsü bulunmaları, ürün satın alınan kişilerin kendi adına ve hesabına bağımsız tarımsal faaliyette bulunduklarının, başka bir anlatımla 2926 sayılı Kanun kapsamında zorunlu sigortalı olduklarının yasal karinesidir ve bunun doğal sonucu olarak; kendilerinden ürün satın alınan kişilerce işbu karinenin aksini gösterir, tarımsal faaliyette bulunmakla birlikte 2926 sayılı Kanun kapsamında zorunlu sigortalı niteliğini taşımadıklarına ilişkin belgeler sunulmadıkça Bakanlar Kurulu Kararı kapsamındaki gerçek veya tüzel kişiler, tarımsal faaliyette bulunan bu kişilerden satın aldıkları ürün bedellerinden tevkifat yapmakla yükümlüdürler. Giderek, bu yükümün doğal sonucu ise; 2926 sayılı Kanunun 36’ncı maddesi delaletiyle çıkarılan ve yukarıda belirtilen Bakanlar Kurulu Kararı kapsamında, prim borcuna mahsuben ürün bedellerinden yapılan tevkifatların davacı Kuruma ödenmesinde; kendi adına ve hesabına bağımsız tarımsal faaliyette bulundukları hâlde yukarıda belirtilen hukuki statüleri itibarıyla 2926 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olmayan kişilerden satın alınan ürün bedellerinde tevkifat yapılmadığına ilişkin olgunun Kuruma karşı kanıtlama yükümünün de anılan gerçek veya tüzel kişilere ait olmasıdır.
Bu yönde kendilerinden ürün satın alınan çiftçilerin; kanunla veya kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan sosyal güvenlik kuruluşlarına prim veya emeklilik keseneği ödemekte oldukları ya da bu kuruluşlardan malûllük veya yaşlılık aylığı ile sürekli tam iş göremezlik geliri almakta oldukları ya da aylık veya gelir bağlanması için istemde bulunduklarına ilişkin ilgili kurumlardan alınmış belgeler ile üretici makbuzlarının veya belirtilen konulardaki tüm bilgiler ile çiftçilerin imzalarını içerecek biçimde gereğince düzenlenmiş tutanakların Bağ - Kur’a sunulması durumunda artık kendilerinden ürün satın alınan kişiler (çiftçiler) 2926 sayılı Kanun kapsamında zorunlu sigortalı olsalar dahi, anılan gerçek veya tüzel kişilerin prim borcuna mahsuben ürün bedellerinden tevkifat yapmamalarından dolayı Kuruma karşı herhangi bir sorumlulukları bulunmayacaktır. Aksi takdirde ise; Bakanlar Kurulu Kararı kapsamındaki gerçek ve tüzel kişiler, kanun koyucu tarafından kendilerine yüklenen ”tevkifat yükümünü” yerine getirmemenin yaptırımı olarak, 2926 sayılı Kanuna göre sigortalı niteliğini taşıdıkları hâlde tevkifat yapmadıkları sigortalılardan satın aldıkları ürün bedellerinden yapmaları gereken tevkifat tutarından, ileride sigortalılara rücu hakları saklı olmak üzere Kuruma karşı kendileri sorumlu tutulacaklardır.
Mahkeme önüne gelen uyuşmazlıklarda da; 2926 sayılı Kanun kapsamında sigortalı sayılmamaları nedeniyle tevkifat yapılamayacak çiftçilerin varlığı ve buna bağlı olarak Kurumun anılan Bakanlar Kurulu kararı kapsamında sorumlular nezdindeki alacak tutarı, ilgili sosyal güvenlik kuruluşlarından yöntemince araştırılıp, gerektiğinde uzman bilirkişiden bu konuda görüş alınarak belirlenmelidir. Sorumlularca başlangıçta, ürün satın alınan kişilerin tevkifat yapılamayacaklar statüsünde bulunduğuna ilişkin yukarıda öngörülen nitelikte Kuruma belge veya tutanakların sunulmamış olması durumunda ise, bu kişilerin sonradan zorunlu tarım Bağ–Kur sigortalısı oldukları anlaşılsa dahi sorumlular, “tevkifat yükümü” gereğini yerine getirmelerinden dolayı artık kesinti yapılması gereken tutardan sorumlu tutulamayacaklardır.
Bu düzenleme ve açıklamalar ışığı altında inceleme konusu dava değerlendirildiğinde, mahkemenin, davalının 2926 sayılı Yasanın 36. maddesi kapsamında prim tevkifatı yapma yükümlülüğü bulunmadığına ilişkin gerekçe yeterli olmayıp; mahkemece; tarafların sunacağı kanıtlarla birlikte davayı aydınlatıcı tüm bilgi ve belgeler getirtilmeli, uzman bilirkişilerden oluşacak kuruldan, kendisinden ürün satın alınan kişilerin sigortalı olup olmadıkları, herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna prim veya kesenek ödeyip ödemedikleri ile buralardan gelir veya aylık alıp almadıkları, 2926 sayılı Kanun kapsamında sigortalılıkları bulunup bulunmadığı ile prim ödeme yükümleri olup olmadığı, prim ödeme yükümlüsü olanlar yönünden de ürün bedellerinden yapılması gereken tevkifat tutarını açıklıkla belirleyen rapor almak ve yapılacak irdeleme sonunda elde edilecek sonuca göre karar vermek olmalıdır.
Mahkemenin, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki esaslar gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
13. Diyarbakır 2. İş Mahkemesinin 12.02.2015 tarihli ve 2014/628 Esas, 2015/69 Karar sayılı kararı ile; bozma ilâmının yerinde olmadığı, zira davacı şirkete ürün satan ve davalı Kuruma prim veya emeklilik keseneği ödeyen ya da malûlluk veya yaşlılık aylığı ile gelir almakta olan çiftçilerin sattıkları ürün bedelinden yapılan tevkifatları davalı Kurumdan talep edebilecekleri gibi davacının temyizinde ve dava dilekçesinde bozma sebebi yapılan hususlarda araştırma yapılması yönünde herhangi bir talebinin de bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
14. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
15. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı şirketin 2926 sayılı Kanun kapsamında çiftçilerden satın alınan ürün bedellerinden tevkifat suretiyle tahsil edilen primler nedeniyle Kuruma borçlu olup olmadığının tespiti bakımından Özel Daire bozma kararında belirtilen araştırma ve incelemenin yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
16. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle ilgili kavramlar ve yasal düzenlemeler üzerinde kısaca durulması faydalı olacaktır.
17. Tasarruf ilkesi 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (1086 sayılı Kanun) ayrı bir madde başlığı altında düzenlenmemiş ise de, Medeni Usul Hukukumuzda geçerli olan temel ilkelerden birisidir. Bununla birlikte, 1086 sayılı Kanun’un 72 nci maddesinde yer alan “Hakim iki taraftan birinin talebi olmaksızın re'sen bir davayı tetkik ve halledemez.” hükmü ile 79 uncu maddede yer alan “Kanunen sarahat olmadıkça hiç kimse kendi lehine olan davayı ikameye veya hakkını talebe icbar olunamaz.” şeklindeki düzenlemeler, tasarruf ilkesinin varlığını ortaya koymaktadır. Yine tasarruf ilkesi gereğince davacı açtığı davadan feragat edebilir (m. 91), davalı davayı kabul edebilir (m. 92) veya sulh yoluyla taraflar dava üzerinde tasarrufta bulunabilir.
18. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) geçici 3 üncü maddesi gereğince eldeki davada temyiz yolu bakımından mülga 1086 sayılı Kanun hükümlerinin diğer yönlerden ise 6100 sayılı Kanun’daki düzenlemelerin uygulanması gerekmektedir. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un 448 inci maddesine göre “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır”.
19. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Tasarruf İlkesi” başlıklı 24 üncü maddesi ise;
“(1) Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.
(2) Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.
(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder.” şeklinde düzenlenmiştir.
20. Bu aşamada kanun yoluna başvuruda tasarruf ilkesinin ne şekilde gerçekleşeceğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır. Kanun yoluna başvuruda tasarruf ilkesi, kanun yoluna başvuru ile bağlılık, kanun yoluna başvurunun yürütülmesinde ve sona erdirilmesinde taraf tasarrufu olarak karşımıza çıkmaktadır (Meriç, Nedim; Medeni Yargılama Hukukunda Tasarruf ve Taleple Bağlılık İlkesinin Kapsamı ve Bazı Güncel Kararların Değerlendirilmesi, S.D.Ü Hukuk Fakültesi Dergisi, Mihbir Özel Sayısı, 2014, s. 50-52).
21. Kanun yolu talebi ile bağlılık, kamu düzenine ilişkin hususlar ayrık olmak üzere kanun yolu incelemesinde ileri sürülen nedenlerin ve bu nedenlerden kaynaklanan taleplerin kanun yolu incelemesinin kapsamını belirlemesi anlamına gelmektedir (Meriç, s. 50).
22. Belirtmek gerekir ki, bir davanın tarafları aleyhlerine olan bir hükmün tamamını temyiz edebilecekleri gibi yalnızca bir bölümünü temyiz edip diğer bölümlerini temyiz etmeyebilirler. Davalıların birden çok olması durumunda temyiz etmeyen davalı taraf yönünden hüküm kesinleşmiş olur. Yukarıda ifade edildiği gibi medeni usul hukukunda kural olarak tasarruf ilkesi geçerli olduğundan mahkemenin talep olmaksızın kendiliğinden bir davayı inceleyip karar vermesi mümkün değildir. Ayrıca tarafların tasarruf yetkisi dava açıldıktan sonra ve kanun yollarına başvuru sırasında da geçerlidir.
23. Mülga 1086 sayılı Kanun'un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 428 inci maddesinde temyiz mahkemesinin hangi sebeplerden dolayı mahkeme kararını bozabileceği, aynı Kanun’un 435 inci maddesinde temyiz dilekçesinde bulunması gereken hususlar belirtilmiş, maddenin birinci fıkrasının altıncı bendinde de temyiz sebeplerinin temyiz dilekçesinde bulunması gerektiği düzenleme altına alınmış, 439 uncu maddesinin ikinci fıkrasında ise temyiz mahkemesinin iki tarafın iddia ve savunması ile bağlı olmadığı, kanunun sarih maddesine muhalif gördüğü diğer sebeplerden dolayı da temyiz olunan kararı bozabileceği ifade edilmiştir. Kanun’un 369 uncu maddesinin birinci fıkrasında da Yargıtayın tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebileceği belirtilmiştir.
24. Ayrıca 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 435 inci maddesinin ikinci fıkrasında temyiz dilekçesinin temyiz edenin kimliği ve imzasıyla, temyiz olunan hükmü yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması hâlinde diğer şartlar bulunmasa bile reddolunmayıp temyiz incelemesi yapılacağı belirtilmiş ise de, bu temyiz incelemesinin kanunun açık hükmüne aykırı olan ve kamu düzenini ilgilendiren hususlar çerçevesinde yapılacağının kabulü gerekir.
25. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 30.11.2021 tarihli ve 2017/6(8)-1851 Esas, 2021/1528 Karar, 12.10.2021 tarihli ve 2021/(22)9-512 Esas, 2021/1261 Karar, 16.09.2021 tarihli ve 2017/(7)9-2544 Esas, 2021/1021 Karar, 09.04.2019 tarihli ve 2015/22-3348 Esas, 2019/429 Karar ile 19.09.2018 tarihli ve 2015/22-2319 Esas, 2018/1333 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
26. Bu aşamada somut olayda davacı şirket vekilinin uygulamada “süre tutum” adı verilen dilekçe ile kararı temyiz ettiği ve bu dilekçede gerekçeli kararın tebliğinden sonra gerekçeli temyiz dilekçesi vereceğini belirttiği hâlde gerekçeli kararın tebliğine rağmen gerekçeli temyiz dilekçesi ibraz etmediği dikkate alındığında temyiz incelemesinin hangi çerçevede yapılması gerektiği incelenmelidir.
27. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu olayda davacı şirket vekilince herhangi bir somut temyiz sebebinin bildirilmediği gözetildiğinde, sadece kanunun açık hükmüne ve kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı hususları ile sınırlı olarak temyiz incelemesinin gerçekleştirilmesi gerektiği açıktır. Bu anlamda olmak üzere somut olayda kanunun açık hükmüne ve kamu düzenine aykırılık hâlleri mevcut olmadığından direnme kararına karşı sebepleri bildirilmiş olmayan temyiz itirazı yerinde değildir.
28. O hâlde direnme kararının onanması gerekmektedir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı Pol-Sa Tarım Ürünleri Sanayi Ticaret Ltd. Şti. vekilinin gerekçesi bulunmayan temyiz başvurusunun reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,
20.09.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.