Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/396 E., 2025/88 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.02.2025 tarihli, 2023/396 E., 2025/88 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/396 E., 2025/88 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2022/277 E., 2022/308 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 22.03.2022 tarihli ve
2021/7626 Esas, 2022/2328 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacılar vekili vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacılar vekili vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin murisi ...'nün sağlığında kendisine ait 2410 ada, 65 parsel sayılı taşınmazdaki 6 numaralı bağımsız bölümü mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak davalı oğluna devrettiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile miras payları oranında davacılar adına tesciline, olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin öğrenciliğinden bu yana çalışma hayatı içinde olduğunu, çalışarak ailesinin geçimini sağladığı ve kardeşlerine yardım ettiğini, yaptığı işlerden yüksek gelirler sağladığını, taşınmazın miras bırakan adına alınırken parasının müvekkili tarafından verildiğini, TOKİ'den engelli vatandaşlara sağlanan giriş kat dairelerden satın alma amacıyla dairenin muris adına tescil edildiğini, davalının ikinci evliliğini yaptığı sırada murisin kendi rızası ile taşınmazı müvekkiline vermek istediğini, bu devir karşılığında müvekkili tarafından annesine ödeme yapıldığını, murisin aldığı bedelle torunlarının düğün masraflarını karşıladığını, murisin müvekkiline devir yapmasıyla taşınmazın gerçek sahibine döndüğünü belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 23.10.2020 tarihli ve 2018/397 Esas, 2020/232 Karar sayılı kararıyla;ev hanımı olan miras bırakanın 1993 yılında dava konusu taşınmaz satın alınırken parasını ödeyecek gelirinin bulunmadığı, satış bedelinin davalı tarafından ödendiği, miras bırakan tarafından yapılan temlik sırasında da davalının satış bedeli ödediği, temlikin "bir hakkı teslim duygusuyla" yapıldığı, muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı, temlik ivazlı olduğundan tenkis de talep edilemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 15.06.2021 tarihli ve 2021/168 Esas, 2021/996 Karar sayılı kararıyla; miras bırakanın mal kaçırma kastıyla hareket ettiği iddiasının kanıtlanmadığı, temlik gerçek satış olduğundan tenkis talep edilemeyeceği gerekçesi ile davacıların istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"...3. Gerekçe
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, muris muvazaası hukuki nedenine dayalı pay oranında tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.
3.2. İlgili Hukuk
3.2.1. Yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun 706., Türk Borçlar Kanunu'nun 237. ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
3.2.2. Öte yandan, satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Ancak semenin, bir başka ifade ile malın bedelinin mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya bir emek de olabileceği kabul edilmelidir. Esasen muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının, mirasbırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinde kuşku yoktur.
3.3. Değerlendirme
Somut olayda, mirasbırakanın 09/02/2016 tarihinde öldüğü, geride davacı kızları ... ve ..., dava dışı kızı ... ile davalı oğlu ...’nin mirasçı olarak kaldığı, mirasbırakanın 2410 ada 65 parsel sayılı taşınmazdaki 6 nolu bağımsız bölümü 1993 yılında dava dışı 3. bir kişiden satın aldığı ve 29/05/2009 tarihinde 26.000-TL bedelle davalı ...’ye satış suretiyle temlik ettiği, dosyadaki delillerden ve tanık beyanlarından davalının 1997 yılında ilk evliliğini yaptığı, evlendikten sonra ilk eşi ile dava konusu taşınmazda oturduğu, mirasbırakanın eşinin 03/03/2012 tarihinde öldüğü ve Bağcılar ilçesinde eşine ait bir taşınmaz bulunduğu, bu taşınmazdan kira geliri elde ettikleri, mirasbırakan ve eşinin ekonomik durumunun iyi olduğu anlaşılmakta olup; davalı tarafından, TOKİ’ye başvurabilmek için dava konusu taşınmazın 1993 yılında mirasbırakan adına tescil edildiği ancak bedelinin kendisi tarafından ödendiği savunulmuş ise de, davalı tanığı olarak dinlenen ...’in davalının TOKİ’ye başvuru yapmadığını ifade ettiği, 1993 yılında 32 yaşında olan davalının yaşı ve ekonomik durumu da dikkate alındığında savunmasını usulünce kanıtlayamadığı, mirasbırakanın asıl irade ve amacının, tek oğlu olan ve ikinci evliliğini yapmayı planlayan oğluna dava konusu taşınmazı devrederek diğer mirasçılardan mal kaçırmak olduğu sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davacılar vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmekle kararın bozulması gerekmiştir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki karar gerekçesi genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacılar vekili; dosya kapsamına göre temlikin mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapıldığı iddiası kanıtlanmış olmasına rağmen eksik değerlendirme ve hatalı gerekçe ile direnme kararı verildiğini ileri sürerek hükmün bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; miras bırakanın dava konusu 2410 ada 65 parsel sayılı taşınmazdaki 6 no.lu bağımsız bölümü davalı oğluna satış suretiyle yaptığı temlik işleminin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 19. [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 18.] maddesinin 1. fıkrası
2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı
2. Değerlendirme
1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.
2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).
3. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Kanunu'nun 19. [BK'nın 18.] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin 1. fıkrasında;
"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.
4. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
7. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve "muris muvazaası" olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
8. Türk Borçlar Kanunu'nun yukarıda yer verilen genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.
9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
10. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
11. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda "tam muvazaa" özelliği de taşınmaktadır.
12. Muris muvazaasını diğer nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
13. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
14. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 6 . maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
15. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
16. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
17. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
18. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
19. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.
20. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; miras bırakan 09.02.2018 tarihinde ölmüş, mirasçı olarak geriye davacı kızları ..., ..., dava dışı kızı ... ve davalı oğlu ... kalmıştır.
21. Celbedilen kayıtlardan miras bırakanın 10.09.1993 tarih ve 2622 yevmiye numaralı satış sözleşmesi ile dava konusu bağımsız bölümü temlik aldığı, 29.05.2009 tarih ve 3867 yevmiye numaralı satış sözleşmesi ile de söz konusu bağımsız bölümü 26.000,00 TL bedel karşılığı davalı oğluna satış yoluyla devrettiği anlaşılmaktadır.
22. Davacı tanıkları murisin ve eşinin ekonomik durumlarının iyi olduğunu, murisin 2009 yılında mal satmayı gerektirecek bir nedeninin olmadığını, devrin bedelsiz ve diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapıldığını beyan etmişler, davalı tanıklarının bir kısmı ikinci devrin bedelsiz olduğunu belirtmişken bir kısmı 2009 yılında murisin eşine ait başka bir evin tadilat yapılması için paraya ihtiyaç olunca taşınmazın davalıya satıldığını, murisin ikinci kez bedeli aldığını alınan para ile tadilat işlerinin ve murisin torununun düğün masraflarının karşılandığını beyan etmişlerdir. İlk derece mahkemesince bir yandan devrin bir hakkın teslimi olgusuna dayandığı belirtilmiş iken bir yandan da çelişki oluşturacak şekilde satış parasının iki kez ödendiği, parasının davalıdan alındığı ve muvazaa bulunmadığı gerekçesine dayanılmıştır.
23. Davalı tarafça her ne kadar TOKİ'ye başvurabilmek için dava konusu taşınmazın 1993 yılında miras bırakan adına tescil edildiği ancak bedelini kendisi tarafından ödendiği savunulmuş ise de daha önce bedeli ödenmiş olan taşınmazın tekrar bedel ödenerek satın alınması hayatın olağan akışına uymadığı gibi bu hususta davalının savunması ve tanıkların beyanları dahi çelişkilidir. Öte yandan davalı tanığı olarak dinlenen ...’in davalının TOKİ’ye başvuru yapmadığını ifade ettiği, 1993 yılında 32 yaşında olan davalının yaşı ve ekonomik durumu da dikkate alındığında savunmasını usulünce kanıtlayamadığı, tanık beyanları ve tüm dosya kapsamına göre murisin dava konusu bağımsız bölümü 1993 yılında dava dışı üçüncü kişiden satın aldığı, 29.05.2009 tarihinde 26.000,00 TL bedel karşılığı davalı ...’ye satış gösterilmek suretiyle temlik ettiği, davalının 1997 yılında ilk evliliğini yaptığı, evlendikten sonra ilk eşi ile dava konusu taşınmazda oturduğu, miras bırakanın eşinin 03.03.2012 tarihinde öldüğü ve Bağcılar ilçesinde eşine ait bir taşınmaz bulunduğu, bu taşınmazdan kira geliri elde ettikleri, miras bırakan ve eşinin ekonomik durumunun iyi olduğu, miras bırakanın asıl irade ve amacının, tek oğlu olan ve ikinci evliliğini yapmayı planlayan oğluna dava konusu taşınmazı devrederek diğer mirasçılardan mal kaçırmak olduğu, muvazaa yönündeki iddianın davacı tarafça ispatlandığı, davalının ise savunmasını usulünce kanıtlayamadığı anlaşıldığından davanın kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır.
24. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında ispat yükü üzerinde olan davacı tarafın muvazaa iddiasını kanıtlayamadığı, dolayısıyla davanın reddine ilişkin direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
25. Hâl böyle olunca mahkemece önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373. maddesinin 2. fıkrası uyarınca dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,
26.02.2025 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.