ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/349 E., 2025/26 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/349 E., 2025/26 K. sayılı kararı
1 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 12.02.2025 tarihli, 2023/349 E., 2025/26 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2023/349 E., 2025/26 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2021/2342 E., 2022/927 K.

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14.09.2021 tarihli ve

2020/3817 Esas, 2021/3909 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalılar vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurularının kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacılar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacılar ve katılma yoluyla davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek taraf vekillerinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacılar vekili; müvekkilleri ile davalı ...’ın kardeş, diğer davalı ...’nın ise ...’ın kızı olduğunu, tarafların murisi (babaları) ...’un 1998 yılında vefatı ile bir kısım taşınmazların kaldığını, miras yoluyla kalan İstanbul ili, Ümraniye ilçesi, ... Mahallesi, ... ada, ... parselde (eski ... pafta, ... parsel) kayıtlı taşınmazın intikalini ve müşterek mülkiyet hükümlerine göre tescilini sağlamak için yeğenleri ...’a tahminen 1999 yılı Mart ayında vekâlet verdiklerini (2014 yılında azlettiklerini), tapunun kendi adlarına çıkmasını veya taşınmazın satılıp bedelinin ödenmesini beklerken davalı vekilin taşınmazın tamamını davalı annesi ...’a sattığını, bu satıştan kendilerine herhangi bir bedel verilmediğini, davalıların vekâlet görevini kötüye kullanarak müvekkillerini zarara uğrattıklarını belirterek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile müvekkillerinin verasetteki hisseleri oranında tapuya tesciline, bu mümkün olmaz ise miras hisselerine isabet eden payın değeri kadar tazminatın taraflarına ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalılar vekili; davacıların delil listesinde yer alan Ümraniye 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/127 Esas sayılı dosyasında verdikleri 20.04.2014 tarihli beyanlarında aralarındaki mal paylaşımının muris babalarının iradesine uygun olduğunu açık şekilde ikrar ettiklerini, müvekkili ...'a kardeşleri olan davacılardan yapılan teklifle dava konusu çıplak arazinin verildiğini, üzerinde 3 daire, bir ardiye ve bir çatı katından oluşan bina bulunan Ümraniye ilçesi, ... Mahallesi, ... ada 14 parselde bulunan taşınmazın ise davacılara bırakılması hususunda mutabakata vardıklarını, davacıların uzun yıllar bu taşımazlarda oturduktan sonra müteahhitle kat karşılığı anlaşarak kendilerine teslim edilen taşınmazları da sattıklarını, miras payının devri ve tesciline ilişkin vekâletnamenin herhangi bir karşılığının alınmadan verildiği iddiasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 19.12.2019 tarihli ve 2015/114 Esas, 2019/485 Karar sayılı kararı ile; davalı vekil ...’ın davacılardan aldığı vekâlete istinaden 05.03.1999 tarihli ve 1134 yevmiye No.lu devir sözleşmesi ile davaya konu taşınmazdaki 17/20 hisseyi davalı ...’a devrettiği, ancak yapılan satış kapsamında ödenen bedeli, vekâlet verenlere yapılan ödemeleri ve taksim sözleşmesini tevsik edici herhangi bir bilgi ve belge ibraz edemediği, tereke yönünden bir çok dava açıldığı gözetildiğinde dava konusu hisselerin devri yönünden bir meblağ verilmişse de yazılı protokole bağlanmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, bu kapsamda satış işleminin bila bedel olduğu anne kız olan davalılar tarafından vekâletin kötüye kullanıldığı, alıcı davalının da iyiniyetli olmadığı, her ne kadar vasiyet kapsamında vekâletle muris iradesini yerine getirmek için devir işleminin gerçekleştiği iddia edilmiş ise de vasiyetnamenin tenfizi davası açılmadan bunun dikkate alınmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 27.10.2020 tarihli ve 2020/282 Esas, 2020/1177 Karar sayılı kararı ile; dava konusu ... ada 7 parsel sayılı (eski ... parsel) taşınmazın tamamı muris ... adına kayıtlıyken ... tarafından davacılardan alınan vekâlete istinaden 05.03.1999 tarihli 1134 yevmiye numaralı işlem ile mirasçılar adına intikaline müteakip 17/20 hissenin davalı ...'a satış işlemi ile devredildiği, davalının kendi payı ile birlikte tamamının adına tescil edildiği, İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Ümraniye 3. Asliye Hukuk Mahkemesi) 2009/127 Esas, 2011/611 Karar sayılı dosyasında davacı ...’un vekâlet yetkisinin kötüye kullanıldığı iddiasıyla açtığı davada satış bedelinin ödendiği ispatlanamadığından vekâlet yetkisinin kötüye kullanıldığı gerekçesi ile davanın kabulüne ... ada, 7 parselde davalı ...'a ait tapu kaydının 3/20 hissesinin iptali ile davacı ... adına tesciline karar verildiği, kararın Yargıtay 1. Hukuk Dairesince onanarak kesinleştiği, dosyada mevcut tapu kayıt örneğine göre ... Mahallesi ... ada 14 parsel sayılı taşınmazın da murise ait iken davalı ..., dava dışı ... ve tarafların annesi ... tarafından kendilerine intikal eden hisselerin eldeki dosya davacıları olan diğer mirasçılar adına 08.03.1999 tarihinde devredildiği, bu şekilde kendi hisseleri ile tevhid edilerek davacıların bu taşınmazda 1/3 hisse ile malik haline geldikleri, ilk derece mahkemesince İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin gerekçesi tekrar edilerek karar verildiği, her ne kadar bu dosya ile yukarıda anılan kesinleşmiş dosya arasında konusu bakımından bağlantı var ise de eldeki dosyada davalının, davacı mirasçılarla ... parsel ve ... parseldeki hisselerin karşılıklı devredilmesi konusunda anlaştıklarından vekâletnamelerin verildiğini savunduğu, mahkemece bu savunma üzerinde durulmadığı, oysa kesinleşen dosyadaki davacı mirasçıya miras payına karşılık devredilen taşınmaz bulunmadığı, kendisine ödeme yapıldığına dair belge olmadığı, payının karşılığının bedel olarak ödeneceğine dair bir protokol olmadığı dikkate alınarak davanın ispatlanamadığı sonucuna varıldığı, eldeki dosyada ise hisselerin karşılıklı takas edildiği, bu şekilde mirasın anlaşma yoluyla paylaşıldığı savunulmuş olup, bu savunmayı doğrular nitelikte tapu kayıtlarının dosyada mevcut olduğu, yine kesinleşen dosyada tanık olarak beyanda bulunan eldeki dosya davacıları ... ve ... ifadelerinde özetle; "muris babalarının vasiyeti gereği kardeşlerin yerlerinin belli olduğunu, vasiyet gereği aralarında taksim yaptıklarını, ... ...'ın hissesi karşılığı para istediğini, diğer mirasçıların kendisine düşen tapuları aldığını" beyan ettikleri, keza ... tarafından iş bu dosyadaki davacılar aleyhine açılan İstanbul Anadolu 27. Asliye Hukuk Mahkemesi 2014/57 Esas sayılı dosyasında verdikleri cevap dilekçesinde "vasiyetin yerine getirilmesi için mirasçıların anlaştıkları bu çerçevede tapuda devir işlemleri yapıldığını, bu nedenle vekaletname verildiğini ve işlemlerin yapıldığını" beyan ettikleri, davacıların başka dosyalardaki bu beyanlarının mahkeme içi ikrar mahiyetinde olup başka bir davada da geçerli kesin delil niteliğinde olduğundan davacıların bu beyanları ile bağlı olduğu, ancak mahkemece bu hususun dikkate alınmadığı, neticeten kardeş olan davanın tarafları arasında mirasın taksimi için anlaşma yapıldığı, yazılı geçerlilik şartını taşımamakla birlikte tarafların sözlü anlaşmaya uygun olarak Mart 1999 tarihinde vekâletnamelerin verilmesinden hemen sonra tapuda ... parselin davalı mirasçıya devri işleminin vekil eli ile yapıldığı, iki gün sonra bu kez ... parselin davacılara devredildiği, bu devir işlemlerinin anlaşma gereği yapıldığı hususunun davacıların ikrar mahiyetindeki beyanları ile sabit olduğu, davacıların anlaşma gereği ifayı kabul ettikten çok uzun süre sonra geçersizliğini ileri sürmelerinin ya da inkâr etmelerinin TMK 2. maddesi kapsamında dürüstlük ve iyiniyet kuralları ile bağdaşmadığı, somut olayda tespit edilen bu olgular karşısında vekilin tarafların talimatı doğrultusunda hareket ettiği, vekâlet yetkisinin kötüye kullanıldığından söz edilemeyeceği, bedelin ise kendilerine bir başka taşınmazın devri suretiyle ödendiği, bu sebeplerle davanın reddi gerektiği gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"...Somut olayda; dava konusu taşınmazla ilgili Ümraniye 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/127 Esas sayılı dosyasında, mirasçılardan ... tarafından açılan davada tanık sıfatıyla dinlenen davacılar ... ve ...’ın beyanlarına itibar edilmemiş, anılan dosyada vekalet görevinin kötüye kullanıldığı sonucuna varılarak, dava kabul edilmiş ve dosya derecattan geçerek kesinleşmiştir.

Böyle bir durumda; tanık olarak verdikleri ifadelerde, işlemin gerçek bir satış olduğu yönünde açık beyanları bulunmadığından, bu ifadelerin mahkeme içi ikrar olarak kabulü mümkün değildir. Aynı resmi senetle yapılan işlemde dava dışı mirasçı ... ile beraber davacıların da vekaleten satış yaptıkları gözetildiğinde, ... yönünden vekalet görevinin kötüye kullanıldığı olgusunun davacılar yönünden de gerçekleştiğinin kabulü gerekmektedir.

Kabule göre de; davacı ...’in Ümraniye 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/127 Esas sayılı dosyasında tanıklık yapmamasına rağmen, onun yönünden de mahkeme içi ikrar bulunduğu kabul edilerek sonuca gidilmesi de doğru değildir.

Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması isabetsizdir...." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; her bir vekâlet sözleşmesinin bir diğerinden bağımsız olup birden fazla vekil edenin ayrı talimatlar verdiği bir durumda yaptığı işlemlerin aldığı talimata uygun olup olmadığının her bir vekil eden yönünden ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği, aynı resmi senette yapılan işlemin tüm vekil edenler yönünden vekâletin kötüye kullanıldığının peşinen kabul edilmesi sonucunu doğurmasının mümkün olmadığı, eldeki dosyada davalı ve davacı mirasçıların ... ada 14 parsel ve dava konusu ... ada 7 parseldeki hisselerin karşılıklı devredilmesi konusunda anlaştıkları, bu sebeple vekâletnamelerin verildiği ve anlaşmaya uygun olarak tapuda payların 3 gün arayla karşılıklı devredildiği, yapılan devir işlemlerinin taraflar arasındaki paylaşım anlaşmasına uygun yapıldığı, ayrıca vekâlet yetkisinin kötüye kullanılmadığının davacıların bir başka mahkemedeki ikrarı ile de sabit olduğu, kesinleşen İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesi (Ümraniye 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin) 2009/127 Esas sayılı dosyasında davacı olan mirasçıya miras payına karşılık devredilen bir taşınmaz bulunmadığı, kendisine ödeme yapıldığına dair belge olmadığı, payının karşılığının bedel olarak ödeneceğine dair bir protokol olmadığı dikkate alınarak davanın ispatlanamadığı sonucuna varıldığı, bu nedenle kesinleşen söz konusu dosyadaki uyuşmazlık konuları ile eldeki dosyadaki uyuşmazlık konularının aynı olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davacılar ve katılma yoluyla davalılar vekillerince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

1. Davacılar vekili, davalı tarafın almış olduğu vekâletle muris babalarının vasiyetini yerine getirmediğini, annesi lehine işlemler yaptığını, müvekkillerinin anlaşma şartları hususunda ikrarlarının bulunmadığını, vekâletname genel bir vekâlet olup ada parsel numarası belirtilmek suretiyle verilmiş olan bir vekâletname olmadığını, ortada kesin delil niteliğinde ikrar bulunmadığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.

2. Davalılar vekili katılma yoluyla, istinaf yargılaması sırasında iki defa duruşma açılmış olduğundan taraflarına vekâlet ücreti verilmesi gerektiğini, bu yönden hüküm kurulmamasının hatalı olduğunu, kararın sadece bu kısım yönünden bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazla ilgili Ümraniye 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/127 Esas sayılı dosyasında mirasçılardan dava dışı ... tarafından aynı davalılar aleyhine aynı hukuki sebebe dayalı olarak açılan davada tanık sıfatıyla dinlenen davacılar ... ve ...’un beyanlarının mahkeme içi ikrar olarak kabulünün mümkün olup olmadığı buradan varılacak sonuca göre dava dışı mirasçı ... yönünden vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı olgusunun davacıların da aynı resmi senetle vekâleten satış yaptıkları gözetildiğinde davacılar yönünden de gerçekleştiği kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 502/1, 504/1, 505/1 ve 506. maddeleri.

2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 2, 3 ve 6. maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Dava vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tazminat istemine ilişkin olup uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelere ve kavramlara değinmekte yarar bulunmaktadır.

2. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK'nın 502. maddesinin birinci fıkrasında [818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 386. maddesinin birinci fıkrasında] vekâlet sözleşmesi; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşme olarak tanımlanmıştır. Geniş anlamda bir iş görme sözleşmesi olan vekâlet sözleşmesiyle vekil, kendisine verilen işin ya da işlemin vekâlet verenin irade ve yararına uygun olarak görülmesini, yapılmasını üstlenir.

3. Vekâlet sözleşmesinin tarafları vekâlet veren ile vekildir. Vekâlet veren gerçek veya tüzel kişi olabileceği gibi vekil de gerçek ya da tüzel kişi olabilir. Sözleşmenin konusunu ise herhangi bir hukuki işlem yahut maddi bir eylemin yapılması oluşturabilir. Ancak sözleşmenin geçerli olması için konusunun mümkün olması yanında kanunun emredici hükümlerine, ahlâka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı olmaması gerekir.

4. Vekâlet sözleşmesini TBK'nın 40 ilâ 48. (BK'nın 32 ilâ 40.) maddeleri arasında düzenlenen temsil ilişkisi ile karıştırmamak gerekir. Aralarında yakın bir ilgi bulunmakla birlikte vekâlet sözleşmesi ile vekil vekâlet verenin bir işini görmeyi ya da bir işlemini yapmayı borçlanırken, vekâlet veren de onun yaptığı giderleri ve verdiği avansları ödemeyi borçlandığından vekâlet iki taraflı bir sözleşmedir. Temsil yetkisi ise tek taraflı bir hukuki işlemdir. Genel olarak vekâlet, vekil ile vekil eden arasındaki iç ilişkiyi, temsil ise vekil edenin vekil aracılığı ile işlem yaptığı üçüncü kişi ile arasındaki dış ilişkiyi ifade eder.

5. Türk Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekâlet ilişkisini düzenleyen hükümlerine göre vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, diğer bir anlatımla vekil edenin yararına ve onun iradesine uygun davranma yükümlülüğünden doğar. Vekâlet sözleşmesi, başkasının işini görmeye ilişkin bir sözleşme olduğundan esas itibariyle işin müvekkilin menfaatine yapılması gerekir. Bu durum iş görme sözleşmesinin doğal bir sonucudur.

6. Nitekim satışın yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan BK'nın 389. maddesinin birinci fıkrasında vekilin, müvekkilinin açık olan talimatına muhalefet edemeyeceği hükmüne yer verildikten sonra 390. maddesinde;

“Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.

Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.

Vekil, başkasını tevkile mezun veya hal icabına göre mecbur olmadıkça veya adet başkasını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmağa mecburdur”

hükmüne yer verilmiş olup; buradaki “iyi bir suretle ifa” deyimini “sadakat ve özenle ifa” olarak anlamak gerekir.

7. Sadakat borcu kavramı, vekilin gerek vekâletin ifası sırasında gerekse sonrasında kendisine duyulan güvene uygun olarak müvekkilinin menfaatlerini sözleşme ile güdülen amaç çerçevesinde koruma ve kendi menfaatini müvekkilinkine tâbi kılma yükümlülüğünü ifade eder. Vekilin iş görme ile hedeflenen sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyebilecek davranışlardan kaçınması ise özen borcunun konusunu oluşturur. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanlarda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır. Bu nedenle vekil üzerine aldığı işi ifa ederken aynı şartlar altında iş gören basiretli, özenli bir vekil gibi hareket etmelidir.

8. Bu itibarla vekilin, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altında olacağı açıktır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse görülecek işin niteliğine göre belirlenir. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.

9. Vekil bu yükümlülüğünü yerine getirmediği, özellikle vekâleti kasten vekil edenin zararına, kendisinin veya başka birinin yararına kullandığı takdirde vekâlet görevinin kötüye kullanılması söz konusu olabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda vekil eden zararlandırılırken, vekil çok zaman kendisine veya başka bir kimseye çıkar sağlamaktadır. Oysa ki, sadakat ve özen borcunun temel amacı başkası adına iş gören kimsenin yetkisini kötüye kullanma riskini önlemektir. Vekâlet sözleşmesi, güven esasına dayalı bir iş görme edimi ihtiva ettiğinden bu güvenin korunması her şeyden önce TBK'nın 506. (BK'nın 390.) maddesinin bir gereği olduğu gibi TMK'nın 2. maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralının da bir gereğidir.

10. Uygulamada vekâlet görevinin kötüye kullanılması durumlarının özellikle vekilin satmakla yetkili kılındığı bir taşınmazı rayiç değerine nazaran çok düşük bir bedelle satarak devrettiği hâllerde yoğunlaştığı görülmektedir. Ancak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.12.2019 tarihli ve 2017/1-1272 Esas, 2019/1399 Karar ile 12.07.2023 tarihli ve 2023/1-249 Esas, 2023/747 Karar sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekilin, vekâlet sözleşmesinde belirtilen yetkilerin dışına çıkması, vekil edenin talimatına uygun hareket etmemesi ve onun yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapması durumunda değinilen maddeler uyarınca sorumlu olacağı açıktır.

11. Diğer taraftan vekâlet görevinin kötüye kullanılması hâlinde vekilin üçüncü kişilerle yaptığı işlemlerin vekâlet veren açısından bağlayıcı olup olmayacağı sorunu ile de karşılaşılır. Bu durumda vekil ile sözleşme yapan kişi TMK'nın 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dâhi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

12. Ne var ki üçüncü kişi vekil ile çıkar ve iş birliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nın 2. maddesindeki dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu Kanun maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından resen göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötüniyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler de bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.12.2011 tarihli ve 2011/14-609 Esas, 2011/744 Karar sayılı kararı).

13. Vekâlet görevi kötüye kullanılmış ve vekille sözleşme yapan kişi vekil ile el ve iş birliği içerisinde ise veya en azından vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını biliyor yahut bilmesi gerekiyorsa vekil eden, sözleşmenin feshini, bu bağlamda sözleşmeye göre tapuda intikal yapılmışsa tapunun iptalini her zaman isteyebilir.

14. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı konusu TMK'nın “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür" şeklinde düzenlenmiştir. 6100 sayılı Kanun'un 190. maddesine göre de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir”. Açıklanan bu genel hükümler uyarınca vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını ispat yükünün bu iddiayı ileri süren davacı tarafa ait olacağı açıktır.

15. Somut olayda tarafların ortak murisi ...'un 08.03.1998 tarihinde vefat ettiği, eşi ... ... ile çocukları ..., ..., ..., ..., ...'u mirasçı olarak bıraktığı, Beykoz 2. Noterliğince düzenlenen 04.03.1999 tarihli vekâletname ile muris ...'un mirasçıları olan dava dışı ... ..., davalı ..., davacılar ..., ..., ... tarafından davalı ...'ın kızı olan ...'ın vekil tayin edildiği, dava dışı mirasçı ...'un ise Beykoz 1. Noterliğinde 02.03.1999 tarihinde düzenlenen vekâletname ile davalı ... ...'ı vekil tayin ettiği, dava konusu Ümraniye ilçesi, ... Mahallesi, ... ada 7 parsel sayılı (eski 6 pafta ... parsel) taşınmazın tamamı muris ... adına kayıtlıyken davalı ... ... tarafından alınan vekâletlere istinaden 05.03.1999 tarihli ve 1134 yevmiye numaralı işlem ile mirasçılar adına intikaline müteakip 17/20 hissenin davalı ... adına 1.700.000.000,00 ETL bedel karşılığı satış işlemi ile devredildiği, davalının kendi payı ile birlikte tamamının adına tescil edildiği, yine muris ... adına kayıtlı olan dava dışı Ümraniye ilçesi ... Mahallesi ... ada 14 parsel (eski 6 pafta ... parsel) sayılı taşınmazda ise dava dışı ... ..., ... ve davalı ...'ın hisselerini diğer hissedar davacılar ..., ..., ... adına eşit olarak 08.03.1999 tarihinde satış suretiyle devrettikleri anlaşılmaktadır.

16. Dava dışı mirasçı ... tarafından vekil ... ve hisseleri devrettiği annesi davalı ...'a karşı vekâlet yetkisinin kötüye kullanıldığı iddiasıyla eldeki dava konusu taşınmazın tapu kaydının hissesi oranında iptali için açılan davada İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Ümraniye 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ) 2009/127 Esas, 2011/611 Karar sayılı kararıyla satış bedelinin ödendiğinin ispatlanamadığı ve vekâlet yetkisinin kötüye kullanıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, ... ada, 7 parsel sayılı taşınmazın davalı ...'a ait tapu kaydının 3/20 hissesinin iptali ile davacı ... adına tesciline karar verildiği, kararın Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin ve 10.12.2012 tarihli 2012/10534 Esas, 2012/14827 Karar sayılı kararıyla onanarak 13.02.2013 tarihinde kesinleştiği, ... adına hükmen tescil edilen 3/20 hissenin 3. kişilere devir gördükten sonra bilahare davalı ... tarafından satın alındığı, davalının yeniden tam hisse ile malik haline geldiği, anılan davada eldeki dosya davacıları ... ve ...'un tanık olarak muris babalarının vasiyeti gereği kardeşlerin yerlerinin belli olduğunu, vasiyet gereği aralarında taksim yaptıklarını, ...'un hissesi karşılığı para istediğini, diğer mirasçıların kendisine düşen tapuları aldığını beyan ettikleri görülmektedir.

17. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri ile yapılan açıklamalar ışığında dava irdelendiğinde; dava dışı mirasçı ... tarafından aynı resmî senette yapılan satış işlemine yönelik açılan vekâlet yetkisinin kötüye kullanıldığı iddiasına dayalı davanın kabul edilerek kesinleşmesi olgusunun dava dışı mirasçı ile beraber davacıların da vekâleten satış yaptıkları gözetildiğinde davacılar yönünden de gerçekleştiğinin kabul edilmesi gerektiği ve yine aynı davada ... ve ...'un tanık olarak verdikleri beyanlarının vekilin vekâlet sözleşmesinin yüklediği borçlara ve sorumluluklara uygun ifa edilmediği yönünde yapılan değerlendirme ile kesinleşen olgu karşısında mahkeme içi ikrar olarak kabul edilemeyeceği tüm bu hususular birlikte değerlendirildiğinde davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

18. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

19. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

Bozma sebebine göre davalılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

12.02.2025 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2023349-e-202526-k-sayili-karari