Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/348 E., 2024/535 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 23.10.2024 tarihli, 2023/348 E., 2024/535 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/348 E., 2024/535 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2022/730 E., 2022/768 K.
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 22.02.2022 tarihli ve
2021/7133 Esas, 2022/1385 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki muris muvazaası hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili ile davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun'un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek tarafların duruşma isteğinin reddine karar verilerek, Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin annesi muris ...’ün 05.09.2002 tarihinde, müvekkilinin babası muris ...’ün ise 01.11.2015 tarihinde öldüğünü, muris ...'ün maliki olduğu 350 parsel sayılı taşınmazdaki 1/3 payının tamamını 21.10.1986 tarihli ve 3722 yevmiye numaralı akitle; muris ...'ün maliki olduğu 349 parsel sayılı taşınmazını 21.10.1986 tarihli ve 3731 yevmiye numaralı akitle, 150 parsel sayılı taşınmazını ise 10.09.1996 tarihinde davalı torunları ...'e (... oğlu) satış suretiyle temlik ettiklerini, öte yandan muris ...'nin maliki olduğu 302 parsel sayılı taşınmazını 06.11.1969 tarihinde oğlu ...'e (... oğlu) ölünceye kadar bakma akdiyle devrettiğini, ara malik ...'in de anılan taşınmazı 10.09.1996 tarihinde davalı ...'e ölünceye kadar bakma akdiyle temlik ettiğini, yapılan temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, murislerin satma ihtiyacı olmadığı gibi 21.10.1986 tarihinde 14 yaşında olan davalının alım gücünün de bulunmadığını, taraflar arasında bir para transferi olmadığını, ölünceye kadar bakma akdi yapılmasını gerektirir bir durum olmadığını, murislerin bakım ihtiyacı olmadığını, davalının da bakım borcunu yerine getirmediğini, dava konusu 350 parsel sayılı taşınmazın devri öncesinde muris ...'ya ikrah ve baskının da söz konusu olduğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payı oranında müvekkili adına tesciline, mümkün olmazsa tenkisine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; davanın hak düşürücü süre yönünden reddi gerektiğini, 350 parsel sayılı taşınmazda sadece muris ...'ün değil diğer paydaşların da paylarını temlik ettiklerini, iddia edildiği gibi telkin ve baskı sonucunda bir temlik yapılmış olsa diğer paydaşların payını devretmeyeceğini, müvekkilinin babası ... tarafından 349 ve 350 parsel sayılı taşınmazların bedelinin murislere ödendiğini, satış bedeli ile murislerin 1987 yılında hacca gidip geldiklerini, 302 parsel sayılı taşınmaza ilişkin ölünceye kadar bakma akdinin yükümlülüklerin müvekkil ve babası tarafından eksiksiz yerine getirildiğini, murislerin ölünceye kadar müvekkili ve babasıyla birlikte yaşadığını, 150 parsel sayılı taşınmaz müvekkiline satış suretiyle devredilmiş ise de muris ...’ün taşınmaz üzerindeki intifa hakkını kendi üzerinde bıraktığını, bu durumun murisin gerçek iradesini yansıttığını, temliklerde herhangi bir baskı, telkin, yönlendirme ya da muvazaa olmadığını, muris ...’ün rızası dışında elinden alınan dava dışı taşınmazları ile ilgili davacı ... ve onun oğlu Hidayet’e karşı tapu iptali ve tescil davası açtığını, anılan davanın Bolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2018/339 Esas sayılı dosyasında devam ettiğini, davacının oturmakta olduğu taşınmazın muris ... tarafından onun adına alındığını, davacı ve ailesi adına da muris tarafından başka taşınmazlar da tescil edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 17.12.2020 tarihli ve 2018/446 Esas, 2020/880 Karar sayılı kararıyla; dava konusu 349 ve 350 parsel sayılı taşınmazların murisler ... ve ... tarafından 21.10.1986 tarihinde davalıya temlik edildiği, davalının temlik tarihi itibariyle 14 yaşında bir öğrenci olduğu, davalının anılan taşınmazları satın alabilecek maddi gücünün bulunmadığı, yapılan temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun kanıtlandığı, bu taşınmazlar yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği, dava konusu 150 parsel sayılı taşınmazın muris ... tarafından 10.09.1996 tarihinde davalıya temlik edildiği, yapılan temlikin muris ... tarafından davalı torununa minnet duyguları çerçevesinde yapıldığı yönünde vicdani kanaat oluştuğu, muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı, dava konusu 302 parsel sayılı taşınmazın ise 06.11.1969 tarihinde muris ... tarafından önce oğlu ...’e ölünceye kadar bakma akdiyle, 10.09.1996 tarihinde de ... tarafından davalıya yine ölünceye kadar bakma akdiyle devredildiği, yapılan bu temliklerin muvazaalı olduğunun ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 349 parsel sayılı taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile 1/2 payının davacı ... adına tapuya kayıt ve tesciline, bakiye 1/2 payın davalı uhdesinde bırakılmasına, 350 parsel sayılı taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile 1/2 payının davacı ... adına tapuya kayıt ve tesciline, bakiye 1/2 payın davalı uhdesinde bırakılmasına, 150 ve 302 parsel sayılı taşınmazlarla ilgili tapu iptali ve tescil talebinin reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ile davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 08.06.2021 tarihli ve 2021/720 Esas, 2021/761 Karar sayılı kararıyla; dava konusu 350 parsel sayılı taşınmazda 1/3 payın muris ... tarafından devredildiği, anılan temlik nedeniyle davacı tarafından irade fesadı hâllerinden birisi olan ikrah (korkutma) hukuki sebebine dayanıldığı, dosya kapsamına göre ikrahın kanıtlanamadığı, ayrıca 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 39 uncu maddesinde düzenlenen bir yıllık hak düşürücü süre içinde dava açılmadığı, muris ... tarafından devredilen dava konusu 150 ve 349 parsel sayılı taşınmazlar yönünden; muris muvazaası hukuki nedenine dayanıldığı, davacı tarafın muris ...'nin mirasçılarından mal kaçırmasını gerektirecek bir nedeni ortaya koymadığı, davacı ile murisin beşeri ilişkilerinin iyi olduğu, muris ...'nin hâlen adına kayıtlı temlik dışı 127, 619, 623 ve 149 sayılı parsellerinin bulunmasının da bu hususu doğruladığı, muris ... tarafından bir kısım başka taşınmazların davacının oğluna satış ve bağış yollarıyla devredildiği, hatta iki parça taşınmazın daha sonra davacıya geçtiği, bazı tanıkların davacının oturduğu evin de muris tarafından yapıldığını beyan ettiği, bu durum karşısında murisin mirasçılarından mal kaçırma kastıyla hareket etmediği, iki evladına mallarını paylaştırmak saikiyle devirler yaptığı, bazı taşınmazlarını da her iki mirasçısına bırakmak amacıyla temlike konu etmediği gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf talebinin reddine, davalı vekilinin istinaf talebinin kabulüne ve İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; ''...3.3.1. Somut olaya gelince; 1913 doğumlu mirasbırakan ...’ün 01/11/2015 tarihinde, 1925 doğumlu mirasbırakan ...’ün ise 05/09/2002 tarihinde ölümü üzerine davacı kızları ... ile 2017 yılında ölen oğulları ...’in eşi dava dışı ... ile çocukları davalı ... ve dava dışı ... ve Müzeyyen’in mirasçı kaldıkları; 30/10/1971 doğumlu davalı ...’in, mirasbırakanların torunu olduğu, dava konusu 350 parsel sayılı taşınmazın 1/3 payı mirasbırakan ... adına kayıtlı iken anılan payını; dava konusu 349 parsel sayılı taşınmazın tamamı mirasbırakan ... adına kayıtlı iken, bu taşınmazın tamamını 21/10/1986 tarihinde davalı torun ...’e satış yoluyla temlik ettikleri, davalı ...’in işbu satış tarihinde anne ve babasının velayeti altında olup, işleme velayeten anne-babasının katıldığı, dava konusu 150 parsel sayılı taşınmazın tamamı mirasbırakan ... adına kayıtlı iken bu taşınmazın çıplak mülkiyetini 10/09/1996 tarihinde satış yoluyla davalı torunu ...’e temlik ettiği, dava konusu 302 parsel sayılı taşınmazın tamamı mirasbırakan ... adına kayıtlı iken, 06/11/1969 tarihinde ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle dava dışı oğlu ...’e (... oğlu), adı geçenin de 10/09/1996 tarihinde ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle davalı torun ...’e (... oğlu) temlik ettiği, işbu 302 parsel sayılı taşınmazın ifrazen 1218 ve 1219 parsellere gittiği anlaşılmaktadır.
3.3.2. Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin taktirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre ve özellikle mirasbırakan ... tarafından ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle temlik edilen dava konusu 302 parsel (ifrazen 1218 ve 1219 parseller) sayılı taşınmaz yönünden temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı, mirasbırakanın bakım ihtiyacı bulunduğu ve bakım görevinin de yerine getirildiği, mirasbırakanın saklı payı ihlal kastıyla hareket etmediği gibi, ölünceye kadar bakma sözleşmesi ivazlı akitlerden olup, karşılıksız sağlar arası kazandırmadan söz edilemeyeceği ve tenkis koşullarının oluşmadığı gözetilerek, bu taşınmaz yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasında herhangi bir isabetsizlik yoktur. Davacı vekilinin bu yöne ilişkin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine.
Davacı vekilinin dava konusu diğer taşınmazlara ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa tenkis isteğine ilişkin olup; uyuşmazlık konusu, ön inceleme duruşmasında da bu şekilde nitelendirilmiştir.
Ne var ki, Bölge Adliye Mahkemesince, mirasbırakan ... tarafından davalıya 21/10/1986 tarihinde satış yoluyla temlik edilen dava konusu 350 parsel sayılı taşınmaz (1/3 payı) yönünden davanın ikrah hukuksal nedenine dayalı olduğu, ikrah iddiasının 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde ileri sürülmediği gibi, ikrah iddiasının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir. Dava konusu diğer taşınmazlar gibi, bu taşınmazla ilgili olarak da davacının, muris muvazaası hukuksal nedenine dayandığı açıktır.
Somut olayda, 21/10/1986 satış tarihinde henüz 14 yaşında olup anne-babasının velayeti altında olan, yine 10/09/1996 satış tarihinde 24 yaşında olan davalı ...’in dava konusu 150, 349 ve 350 parsel sayılı taşınmazları alım gücü bulunmadığı, dinlenen tanık beyanlarına göre mirasbırakanların taşınmaz satmaya ihtiyaçları olmadığı, resmi akitte gösterilen bedeller ile keşfen saptanan değerler arasında fark bulunduğu, mirasbırakanların satış ihtiyacı olsa dahi dava konusu taşınmazları aynı evde yaşadıkları davalı toruna devretmelerinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu gözetildiğinde, dava konusu 150, 349 ve 350 parsel sayılı taşınmazlar yönünden temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, dava konusu 150, 349, 350 parsel sayılı taşınmazlar yönünden mirasbırakanlardan davalıya geçen pay oranları ve davacının miras payı gözetilmek suretiyle davanın kabulü ile iptal tescile karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davacı vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmekle kararın değinilen yönden bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, dava dilekçesinde ileri sürülen vakıalardan dava konusu 350 sayılı parselin temliki yönünden korkutma hukuki nedenine dayanıldığının açık olduğu, irade fesadı hâli ile mirasçılardan mal kaçırma iradesinin bir arada bulunmasının mümkün olmadığı belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; dava konusu 350 sayılı parsel yönünden müvekkilinin isticvap beyanı gözetildiğinde korkutma nedeninin kanıtlandığını, yapılan satış akdinin muvazaa ile illetli olduğunu, devir tarihinde davalının alım gücü bulunmadığını, herhangi bir bedel ödenmediğini, dava konusu 150, 349 ve 350 sayılı parseller yönünden dosya kapsamı ve toplanan delillerden muris muvazaası iddiasının kanıtlandığını, temlik tarihinde 14 yaşında olan davalının alım gücü bulunmadığını, muris ...'ye herhangi bir bedel ödenmediğini, o tarihlerde başvuru üzerine hemen hacca gidilmesi mümkün iken devirden iki yıl sonra satış bedeli ile hacca gidilmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, dava konusu 302 sayılı parsel yönünden davanın ret gerekçesinin hatalı olduğunu, yapılan ölünceye kadar bakma akdinin muvazaa ile illetli olduğunu, muris ...'nin herhangi bir bakım ihtiyacı duymadığını, bakım borçlusu olan davalının babası ...'in henüz muris sağ iken akde aykırı olarak anılan taşınmazı oğluna devrettiğini, bu durumun dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, 150 ve 302 sayılı parsellerin aynı gün davalıya aktarıldığını, deliller hatalı değerlendirilmek suretiyle bir karar verildiğini ileri sürerek hükmün bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
1- Satış yoluyla temlik edilen dava konusu 350 parsel sayılı taşınmaz (1/3 payı) yönünden davacının muris muvazaası hukuksal nedenine dayanıp dayanmadığı,
2- Dava konusu 150, 349 ve 350 (1 numaralı uyuşmazlıkta muris muvazaası hukuksal nedenine dayanıldığının kabul edilmesi hâlinde) parsel sayılı taşınmazlar yönünden miras bırakanların davalı torunlarına satış suretiyle yaptıkları temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 33 üncü maddesi
2. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası
3. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı
2. Değerlendirme
a) Dava Konusu 350 Parsel Sayılı Taşınmaz Yönünden:
1. 6100 sayılı Kanun'un 33 üncü maddesi; ''Hâkim, Türk hukukunu resen uygular'' şeklindedir. Anılan düzenleme gereğince hukuki tavsif (niteleme) ve uygulanacak kanun maddesinin tespiti hâkime aittir. Ayrıca 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesinde dava sebebi olarak hukuki sebepler değil maddi vakıalar esas alınmıştır. Mahkeme tarafların dilekçelerinde ileri sürdükleri maddi vakıalarla bağlıdır, ancak başvuranın bu bağlamda yapmış olduğu hukuki nitelendirmelerle bağlı değildir.
2. Tarafların ileri sürmüş olduğu maddi vakıaların hukuki nitelendirmesini yapmak, yani somut olay ya da ilişkide işlerlik kazanacak hukuk kurallarını araştırıp bulup uygulamasını gerçekleştirmek, hâkim tarafından kendiliğinden yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Somut olaya uygulanacak olan hukuk kuralları, dava sebebinden tümüyle farklı bir kavram olan hukuki sebebi oluşturur (Süha Tanrıver, Medeni Usul Hukuku, C.1., Ankara, 2016, s. 480-483).
3. Davacı vekili dava dilekçesinde; murisler ... ve ... tarafından yapılan temliklerin gerçek bir satış ya da ölünceye kadar bakma akdi olmadığına genel olarak değindikten sonra, özellikle dilekçenin 10. bendinde sözde satış ile dededen toruna, babadan oğula, babaanneden toruna devredilen taşınmazlar açısından gerçek bir satış olmadığını, satanın satma ihtiyacı olmadığı gibi davalının o tarihlerde çocuk yaşta olmasından dolayı alım gücü bulunmadığını, taraflar arasında bir para transferi gerçekleşmediğini, satışın göstermelik olup gerçekte bağış olduğunu, temlik tarihleri de nazara alındığında mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı işlemler yapıldığını ileri sürmüştür. Somut olayda babaanneden toruna yapılan temlikin, muris ...'ün maliki olduğu dava konusu 350 sayılı parseldeki 1/3 payının tamamını davalı torunu ...'e devretmesi işlemi olduğu ortadadır.
4. O hâlde, dava konusu 350 sayılı parsel yönünden iddianın ileri sürülüş biçimi, dava dilekçesi içeriği ve yapılan temlikin şekli birlikte değerlendirildiğinde; davacı tarafın muris muvazaası hukuki nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil, mümkün olmazsa tenkis isteğinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
5. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında dava konusu 350 sayılı parsel yönünden muvazaa olgusu tartışılmadan önce, dava konusu edilen pay miktarı ve değeri gözetildiğinde davacı vekilinin temyiz isteminin miktardan reddinin gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
6. Bilindiği üzere, miktar veya değeri kesinlik sınırını geçmeyen davalara ilişkin nihai kararlar, 6100 sayılı Kanun'un 362 nci maddesi uyarınca temyiz edilemez. Temyize konu edilen miktarın kesinlik sınırının altında kalması hâlinde anılan Kanun'un 366 ncı maddesi atfıyla aynı Kanun'un 352 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca temyiz dilekçesinin reddine karar vermek gerekir.
7. Bu tespit ve açıklamadan sonra somut olayda, dava konusu 350 parsel sayılı taşınmazın 1/3 payının muris ... tarafından temlike konu edildiği, bir başka ifadeyle muris ...'nın terekesine konu bir malvarlığı değeri olduğu, her ne kadar aynı dava dilekçesinde hem muris ... tarafından yapılan hem de muris ... tarafından yapılan temlikler (farklı akitler ile) birlikte dava konusu edilmiş ise de 6100 sayılı Kanun'un 110 uncu maddesi gereğince birbirinden bağımsız birden fazla asli talep söz konusu olduğundan her bir muris yönünden ayrı bir değerlendirme yapılması gerektiği, yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporunda çekişmeli 350 sayılı parselin 1/3 payının dava tarihindeki değerinin 33.833,00 TL olarak tespit edildiği, davacının ise miras payı (1/2) oranında iptal ve tescil talebinde bulunduğu, anılan değer üzerinden davacının miras payına isabet eden değerin 16.916,5 TL olduğu anlaşılmaktadır. Dava konusu 350 sayılı parsel yönünden direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın konusu bu tutar olup, Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararını verdiği 24.05.2022 tarihi itibarıyla kesinlik sınırı olan 107.090,00 TL'nin altında kalmaktadır.
8. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; taraflar arasındaki temel uyuşmazlığın taşınmazın aynına ilişkin olduğu, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı açılan davalarda davayı açan mirasçıların miras paylarının değişiklik göstermesi hâlinde kesinlik bakımından farklılıklar ortaya çıkabileceği, böyle durumların hakkaniyet ilkesine uygun olmayacağı, bu nedenle dava konusu 350 sayılı parsel yönünden de muvazaa olgusunun incelenmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
9. Hâl böyle olunca dava konusu 350 parsel sayılı taşınmaz yönünden temyiz dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir.
b) Dava Konusu 150 ve 349 Parsel Sayılı Taşınmazlar Yönünden:
1. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).
2. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 19 uncu [BK'nın 18 inci] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında; "Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.
3. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
4. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
5. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
6. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve "muris muvazaası" olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
7. Türk Borçlar Kanunu'nun yukarıda yer verilen genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.
8. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
9. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
10. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda "tam muvazaa" özelliği de taşınmaktadır.
11. Muris muvazaasını diğer nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
12. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
13. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
14. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
15. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
16. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
17. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
18. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.
19. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; muris ...'ün 01.11.2015 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak davacı kızı ... ile kendisinden sonra 20.11.2017 tarihinde ölen oğlu ...'ün mirasçıları olan eşi ... ... ve çocukları davalı ..., ... ... ve ...'ı bıraktığı, muris ...'ün maliki olduğu 349 parsel sayılı taşınmazın tamamını 21.10.1986 tarihinde, 150 parsel sayılı taşınmazın tamamını (intifa hakkını üzerinde tutarak) ise 10.09.1996 tarihinde davalı torunu ...'e satış suretiyle temlik ettiği kayden sabittir.
20. Öte yandan, tapu müdürlüğünden getirtilen kayıtlardan; muris ...'ün dava konusu taşınmazlarla aynı köyde bulunan 2.313 m2'lik tarla niteliğindeki 833 sayılı parsel ile 8900 m2'lik tarla niteliğindeki 126 sayılı parseli 04.07.2012 tarih ve 7557 yevmiye numaralı bağış işlemiyle; 3.350 m2'lik tarla niteliğindeki 399 sayılı parsel ile 1.076 m2'lik tarla niteliğindeki 837 sayılı parseli ise 03.01.2013 tarih ve 148 yevmiye numaralı satış işlemiyle davacı ...'ın oğlu ...'a devrettiği, dava dışı ...in de anılan taşınmazlardan 126 ve 399 sayılı parselleri 24.01.2013 tarih ve 1113 yevmiye numaralı akitle annesi davacı ...'a satış suretiyle temlik ettiği saptanmıştır.
21. Davacı ve oğlu ...e geçen 126, 399, 833 ve 837 parsel sayılı taşınmazlarla ilgili muris ... tarafından davacıya ve oğlu ...e karşı 07.03.2013 tarihinde Bolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2018/339 Esas sayılı dosyası üzerinden ehliyetsizlik ve irade fesadına dayalı tapu iptali ve tescil davası açıldığı, yapılan yargılama neticesinde davanın reddine karar verildiği ve kararın 06.03.2020 tarihinde kesinleştiği tespit edilmiştir.
22. Muris ...'ün asıl irade ve amacının saptanmasında bir ölçüt olarak ölümü ile geriye bıraktığı malvarlığı değerlerinin ortaya konulması da önemlidir. Bu delile davalı tarafça dayanılmıştır. Bu kapsamda celp edilen tapu kayıtları incelendiğinde; muris ...'ün ölümü ile geriye Bolu ili Merkez ilçesi Berk köyünde kain 6.900 m2'lik tarla niteliğindeki 127 sayılı parselde 2/8 payı; 235 m2'lik avlulu ev, ahır ve samanlık niteliğindeki 619 sayılı parselin tamamını; 206 m2'lik avlulu samanlık niteliğindeki 623 sayılı parselde 1/2 payı; 9.750 m2'lik tarla niteliğindeki 149 sayılı parselin tamamını; 24.170 m2'lik tarla niteliğindeki 250 sayılı parselde 12/1088 payı bıraktığı anlaşılmaktadır.
23. Davacı tanıkları özetle; bir gün davalının eşi ...'nin muris ...'nin koluna vurduğunu gördüklerini, davacı ...'nin muris ve eşinin kişisel ihtiyaçları ile ilgilendiğini, çamaşırlarını düzenli olarak yıkadığını, murisin çok geç yaşta vefat etmesine rağmen oğlu ...'in yanına gidinceye kadar kendi ihtiyaçlarını karşıladığını, bir kaç yıl oğlunun yanında kaldıktan sonra vefat ettiğini, murisin bir dönem kızı ...'nin yanında da kaldığını, maddi durumunun iyi olduğunu, oğlu ...'in etkisi ile dava konusu taşınmazları davalı adına geçirttiğini beyan etmişlerdir. Davalı tanıkları ise özetle; murisler ... ve ...'ya ölünceye kadar oğlu ... ve aynı evde yaşayan davalının baktığını, davacının oturduğu yerin arsasını muris ...'nin satın aldığını, muris ve oğlu ...'in bu arsa üzerine ev inşa ettiğini ve hâlen davacının oturduğunu, bir ara murisin kızı ...'nin de yanında kaldığını, ancak oğlu ...'in yanına geri döndüğünü, muris ...'nin kızı ... yanında iken bir kısım taşınmazlarını da torunu ...'a devrettiğini beyan etmişlerdir.
24. Davacı taraf, 4721 sayılı Kanun'un 6 ncı ve 6100 sayılı Kanun'un 190 ıncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temliklerin muvazaa ile illetli olduğunu, miras bırakanın gerçek irade ve amacının mirasçılarından mal kaçırmak olduğunu kanıtlamalıdır. Somut olayda, miras bırakan ...'nin davaya konu temlikleri mirasçılarından mal kaçırma amacıyla yaptığı dinlenen tanıklar tarafından ifade edilmediği gibi çocuklarından birini diğerine göre üstün tutarak mal kaçırmasını gerektirecek herhangi bir olgu da ileri sürülmemiştir. Miras bırakan ile davacı kızı arasında temlik tarihlerinde mal kaçırmayı gerektirecek bir husumet ortaya konulmamıştır. Aksine miras bırakanın çekişmeli temliklerden önce Tunca Ailesinden bir yer satın alarak davacı kızına oturması için bir ev inşa ettiği ve davacının hâlen bu evde oturduğu bir kısım tanıklarca ifade edilmiştir. Miras bırakanın davalı torunu ...'e yaptığı kazandırmalar dışında davacı kızı ...'den olma torunu ...e de kazandırmalarda bulunduğu, her ne kadar bu kazandırmaların paylaştırma kabul edilmesi mümkün değil ise de murisin çocukları arasında bir ayrım gözetmediğinin göstergesi olduğu, ayrıca miras bırakan adına kayıtlı olup mirasçılarına intikal edecek azımsanmayacak miktarda dava dışı taşınmazlarının bulunduğu, yine devirler sonrası miras bırakanların hacca gittiğinin Bolu İl Müftülüğünün 20.09.2018 tarihli cevabi yazısıyla sabit olduğu, bu vakıanın dava konusu 349 sayılı parselin satış bedelinin kullanımına yönelik savunmayla uyumlu olduğu, her iki taraf tanıklarınca mal kaçırma kastından söz edilmediği hususları bir arada değerlendirildiğinde, yapılan temliklerin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu söylenemeyeceği gibi dosya kapsamındaki diğer deliller ile de davacının iddiasını ispat ettiğinden bahsedilemez.
25. Öte yandan, her ne kadar davacı tarafından dava konusu 302 parsel sayılı taşınmaz yönünden davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğu bir temyiz nedeni olarak ileri sürülmüş ise de; İlk Derece ve Bölge Adliye Mahkemeleri tarafından anılan taşınmaza yönelik davanın reddine karar verilmiş, davacı tarafın temyizi üzerine Özel Dairece anılan taşınmaz yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasının yerinde olduğundan bahisle davacı vekilinin temyiz itirazları reddedilmiştir. Böylece dava konusu 302 sayılı parselin temlikinin muvazaa ile illetli olmadığı hususu kesinleşmiş olup, gelinen aşama itibarıyla anılan taşınmaz yönünden Hukuk Genel Kurulu önüne gelen bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
26. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; miras bırakan ...'nin dava konusu 150 ve 349 parsel sayılı taşınmazların temlikleri sırasında mirasçılarından mal kaçırma amaçlı hareket ettiği, devirlerin yapıldığı dönemde murisin oğlu ... ile birlikte yaşadığı, oğlu ve davalı torunu ile yakın ilişki kurduğu, yapılan temliklerin muvazaa ile illetli olduğunun dosya kapsamı ve toplanan delillerden anlaşıldığı, bir başka ifadeyle davacı tarafın iddiasını kanıtladığı, dava konusu 150 ve 349 parsel sayılı taşınmazlar yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
27. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince dava konusu 150 ve 349 parsel sayılı taşınmazlar yönünden davanın reddine ilişkin verilen direnme kararı onanmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
2.b) bendinde belirtilen nedenlerle davacı vekilinin dava konusu 150 ve 349 parsel sayılı taşınmazlara yönelik temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
02.10.2024 tarihinde yapılan birinci görüşmede oy çokluğuyla,
2.a) bendinde belirtilen nedenlerle davacı vekilinin dava konusu 350 parsel sayılı taşınmaza yönelik temyiz dilekçesinin miktardan REDDİNE,
Dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
23.10.2024 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.