Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/305 E., 2024/471 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 25.09.2024 tarihli, 2023/305 E., 2024/471 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/305 E., 2024/471 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2022/715 E., 2022/1118 K.
KARAR : Davanın kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 08.02.2022 tarihli ve
2021/10481 Esas, 2022/1477 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki Kurum işleminin iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı ... vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı ... vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı ... vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; müvekkiline vefat eden babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığını, ancak boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığından bahisle aylığının kesildiğini, bu işleme karşı açtığı davada verilen red kararının Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini, müvekkilinin 28.11.2016 tarihli dilekçesi ile vefat eden teyzesinin aynı köyde olan evinde yaşamaya başladığını, eski eşi ile fiili birlikteliği olmadığını belirterek yeniden başvuru tarihi itibarıyla aylık bağlanması için yaptığı başvurunun araştırma yapılmaksızın daha önce yapılan tahkikat sebebiyle reddedildiğini, bu işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek Kurum işleminin iptali ile ödenmeyen aylıkların faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı ... (SGK/Kurum) vekili; Kurum işlemlerinin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 20.03.2019 tarihli ve 2017/474 Esas, 2019/233 Karar sayılı kararı ile; davacının talebinin 02.02.2017 tarihi itibarıyla aylık bağlanmasına ilişkin yeni bir talep olmasına rağmen Kurum tarafından başvuru değerlendirilmeksizin ilk yapılan denetim sonucuna göre başvurunun reddedilmesinin yerinde olmadığı, davacının eski eşine ait adreste bulunan ikametgahını 13.04.2016 tarihinde değiştirdiği, 21.09.2016 tarihinden itibaren de ... adresine taşındığının anlaşıldığı ve dosya kapsamından davacının boşandığı eşi ile eylemli olarak birlikte yaşamadığının sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Kurum vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 16.07.2021 tarihli ve 2019/727 Esas, 2021/1245 Karar sayılı kararı ile; davacı tarafından 02.02.2017 tarihinde yeni bir aylık başvurusu yapılmasına rağmen başvurunun Kurumca denetim elemanlarının ilk tahsis sonrası hazırladığı rapor dayanak gösterilerek reddedildiği, yeni aylık başvurusunun ayrıca değerlendirilmesi gerekirken Kurumun görev ve sorumluluklarına aykırı bir şekilde başvurudan önceki bir tarihte yapılmış denetim raporundaki tespitlerin sürekli olarak geçerli olacağı ve aylık başvurusunun mahkemece değerlendirilmesi gerektiği yönündeki yaklaşımının hukuken kabulünün mümkün olmadığı ve usulüne uygun olarak oluşturulmuş bir Kurum işlemi bulunmadığı gibi davacının talebinin reddini gerektiren yasal bir gerekçe mevcut olmadığı, bu nedenle istinaf başvurusu bu yönüyle yerinde olmamakla birlikte ölüm aylığı tahsis tarihini takip eden 3 aylık sürenin sonundan itibaren Kurumun faizden sorumlu olduğunun nazara alınmamasının hatalı olduğu gerekçesiyle davalı Kurum vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında karar verilmek suretiyle davanın kabulü ile davacıya 01.03.2017 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması ve mahrum kaldığı ölüm aylıklarının ilk üç aylık kısmına ilişkin faiz başlangıcı yönünden 01.06.2017 tarihi başlangıç kabul edilerek her bir aylık için aylığa hak kazanılan tarihten itibaren yasal faizi ile davalıdan alınarak davacıya ödenmesi gerektiğinin tespitine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Kurum vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "...Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacının eski eşiyle 07.12.2009 tarihinde boşandıkları, davacıya ölen babasından bağlanan yetim aylığının, eski eşiyle birlikte yaşadığının 15.03.2010 tarihli denetim raporuna istinaden kesildiği, davacı tarafından Kurum işleminin iptali istemli açılan davanın bozmaya uyularak yapılan yargılaması sonucu reddine karar verildiği ve söz konusu kararın Dairemizin 10.11.2014 tarih, 2014/18901-2014/23336 E.K. sayılı ilamıyla onanarak kesinleştiği, davacının 02.02.2017 tarihli dilekçe ile yeniden aylık bağlanması talebiyle Kuruma yaptığı başvurunun, 21.02.2017 tarihli yazı ile Kurum denetim elemanlarının tuttuğu raporların aksi sabit oluncaya kadar geçerli olduğu ve konu hakkında mahkeme kararı olmaması nedeniyle yapılacak bir işlemin bulunmadığı, bu hususta yargı yoluna başvurabileceği belirtilerek reddedilmesi üzerine eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Somut dosyada, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de; yapılan inceleme ve araştırma hüküm kurmaya yeterli ve elverişli değildir.
Bu itibarla yapılacak iş; davacı ve eski eşinin 95 ve 130 numaralı adreslerinde zabıta araştırması yapılmalı, ihtilaf konusu dönemde ikamet eden komşular, mahalle muhtarı ve azalar tespit edilerek yöntemince beyanları alınmalı, beyanlar arasında çelişki olması halinde çelişkiler giderilmeli, davacı ve eski eşinin medula kayıtları celp edilerek incelenmeli, 95 numaralı evin kira olup olmadığı, su ve elektrik abonelerinin kimin üzerine olduğu araştırılmalı ve toplanan tüm deliller birlikte değerlendirildikten sonra oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen hüküm bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacının Kurum kontrol memuru tarafından hazırlanan 15.03.2010 tarihli rapora itiraz etmediği, 02.02.2017 tarihi itibariyle yeni bir aylık başvurusu yaptığı, bu başvuru üzerine Kurumca değerlendirme yapılarak davacının hukuksal durumunun belirlenmesi gerekirken hiçbir işlem yapılmadığı gibi davacıdan yargı kararı istendiği, Kurumun bu tutumunun yargının denetim işlevini ortadan kaldıracağı gibi idareye ait işlem yükümlülüğünün de yargı organlarınca üstlenilmesi sonucunu doğuracağı, bu nedenle bozmaya uyulmasının mümkün olmadığı, işlem yapmama yönündeki Kurum eyleminin hukuka aykırılığını tespitle yetinmek gerektiği, zira ölüm aylığının koşullarında bir eksiklik olduğunu ileri sürmeyen ve somut tespit içermeyen işlem hukuka aykırı olduğundan iptali gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davalı Kurum vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı Kurum vekili, davacı ile eski eşinin fiilen birlikte yaşamaya devam ettiklerini, usul ve yasaya aykırı karar verildiğini ileri sürerek resen gözetilecek nedenlerle de kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; daha önce babasından dolayı bağlanan ölüm aylığı boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı gerekçesiyle kesilen ve bu işleme karşı açtığı dava da reddedilerek kesinleşen davacının, 02.02.2017 tarihli yeni başvurusunun Kurumca kesinleşen davaya ilişkin düzenlenen denetmen raporu gerekçe gösterilerek kabul edilmemesinin yerinde olup olmadığı ile Kurum işleminin iptaline ilişkin mahkeme kararının eksik araştırma ve incelemeye dayanıp dayanmadığı; buradan varılacak sonuca göre bozma kararında belirtilen araştırmalar yapılarak sonuca göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1.5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) 56, 59, 100 ve geçici 1 inci maddeleri.
2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 2 nci maddesi.
2. Değerlendirme
1. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'un 56 ncı maddesinin ikinci fıkrasıdır.
2. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56 ncı maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
3. Daha önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden kanunlarda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
4. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56 ncı maddesinin başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra ikinci fıkrasında "bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
5. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde ilgiliyi haktan yararlandırmama, hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
6. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Tankut Centel, “Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi”, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
7. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65 inci maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
8. Bilindiği üzere 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138 inci maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
9. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 Esas, 2011/70 Karar sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez...Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz... Ölüm aylığı, doğrudan sigortalıya ilişkin bir ödeme değildir. Yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasanın 2, 10 ve 60 ıncı maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138 inci maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
10. Sonuç olarak 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasaya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
11. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
12. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68 inci maddesi ile değişik geçici 1 inci maddesinde; “....17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
13. Kanun koyucu tarafından geçici 1 inci madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan Kanun hükümlerinin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
14. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç, hukuki güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukuki güvenlik hukuk devletinin temel taşlarındandır.
15. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
16. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesinin ikinci fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dâhi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik söz konusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96 ncı maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
17. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan ve güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Ali Naim Sözer, Kanunların Önceye Etki Yasağı: “Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme”, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
18. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
19. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Kanun'un “Dürüst davranma” başlıklı 2 nci maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
20. Türk Medeni Kanunu’nun 2 nci maddesine göre ; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
21. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde 4721 sayılı Kanun'un 2 nci maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
22. Hemen belirtmek gerekir ki; 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesinde oldukça yalın olarak; "eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen" ifadesi yer almakta olup maddede, boşanmanın amacına/saikine yönelik herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle gerek Kurum tarafından gerekse yargı organları tarafından uygulama yapılırken, eşlerin boşanma iradelerinin gerçek veya samimi olup olmadığı ya da boşanmanın muvazaalı olup olmadığı konusunda bir araştırma ve inceleme çabasına girilmemesi, boşanmaya ilişkin kesinleşmiş yargı kararının geçerliliğinin sorgulanmaması gerekmektedir. Zira kesinleşmiş karara dayanan boşanmanın hukuki durum ve sonucunun, eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının araştırılması bir başka bir mahkemenin yetki ve görevi içerisinde yer almamaktadır. Kaldı ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda "anlaşmalı boşanma" adı altında hukuki bir düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır.
23. Ayrıca vurgulanmalıdır ki, boşanma tarihi itibariyle gerçek/samimi boşanma iradesine sahip olan (evlilik birliği temelinden sarsılan) veya olmayan tüm eşlerin, maddenin yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren her ne sebeple olursa olsun eylemli olarak birlikte yaşadıklarının saptanması durumunda bağlanan gelirin veya aylığın kesilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
24. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56 ncı maddesinde, “eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle” ibareleri yer aldığından, birden fazla evlilik ve doğal olarak birden fazla boşanmanın gerçekleşmiş olması durumunda, boşanılan herhangi bir eşle eylemli olarak birlikte yaşama durumunda madde hükmünün uygulanacağı gözetilmelidir.
25. Somut olayda; babası 08.09.2009 tarihinde vefat eden davacının 07.12.2009 tarihinde anlaşmalı olarak eşinden boşandığı, tahsis talebi üzerine babasından dolayı 15.12.2009 tarihinden itibaren 3/1407250 tahsis numarası ile ölüm aylığı bağlandığı, sosyal güvenlik kontrol memuru tarafından düzenlenen 15.03.2010 tarihli ve AK-2010/45 sayılı raporda davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı yönünde görüş bildirilmesi üzerine davalı Kurum tarafından davacının ölüm aylığının 15.12.2009 tarihi itibarıyla kesildiği, davacının bu işleme karşı açtığı davada Muğla 1. Asliye Hukuk (İş Mahkemesi sıfatıyla) Mahkemesinin 11.07.2014 tarihli ve 2013/794 Esas, 2014/387 Karar sayılı kararı ile Kurum işleminin yerinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, kararın Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 10.11.2014 tarihli ve 2014/18901 Esas, 2014/23336 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği, eldeki davada ise davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşamadığını, ölüm aylığının bağlanması için yaptığı 02.02.2017 tarihli başvurunun Kurum tarafından 21.02.2017 tarihinde reddedildiğini ileri sürerek ölüm aylığının yeniden bağlanmasına karar verilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır.
26. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşamadığını ileri sürerek yeniden aylık bağlanması yönündeki 02.02.2017 tarihli talebi davalı Kurumca 21.02.2017 tarihli yazı ile daha önce kontrol memuru tarafından düzenlenen 15.03.2010 tarihli rapordaki tespitlere istinaden, rapordaki tespitlerin aksi sabit oluncaya kadar geçerli olduğu ve konu hakkında mahkeme kararı olmadığı gerekçesiyle reddedilmiş ise de sözü edilen rapor red ile sonuçlanan ve temyiz incelemesinden geçerek kesinleşen döneme ilişkin olmakla hak sahibinin fiili birliktelik sona erdikten sonra diğer koşulların da varlığı hâlinde yeniden aylık bağlanmasını talep edebileceği dikkate alınarak 02.02.2017 tarihli aylık talebinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
27. Bu kapsamda olmak üzere Mahkemece yapılan yargılama sonucu davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşamadığı gerekçesiyle Kurum işleminin iptali ile davacıya ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine ve ödenmeyen aylıkların faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiş ise de yapılan araştırma ve inceleme hüküm kurmaya yeterli değildir. Zira sadece soyut ifadeler içeren zabıta araştırması ve muhtarlık yazısı ile iki davacı tanığının beyanı ile sonuca gidilmiş, davacı ve eski eşinin adreslerinde gerekli araştırmalar yapılmamıştır. Bu itibarla davacı ve eski eşinin ikamet adresleri olan Zaferler Mah. ... ve ... numaralı adreslerde zabıta araştırması yapılmalı, ihtilaf konusu dönemde ikamet eden komşular, mahalle muhtarı ve azalar tespit edilerek beyanları alınmalı, beyanlar arasında çelişki olması hâlinde çelişkiler giderilmeli, davacı ve eski eşine ait medula kayıtları celbedilerek incelenmeli, davacının ikamet adresi olan Zaferler Mah. ... numaralı adresteki evin kira olup olmadığı, su ve elektrik abonelerinin kimin üzerine olduğu araştırılmalı, bu suretle toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı değerlendirilerek oluşacak sonuca göre karar verilmelidir.
28. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
29. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davalı Kurum vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
25.09.2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.