ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/304 E., 2025/92 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/304 E., 2025/92 K. sayılı kararı
1 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.02.2025 tarihli, 2023/304 E., 2025/92 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2023/304 E., 2025/92 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2021/2542 E., 2021/2073 K.

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 27.09.2021 tarihli ve

2020/9946 Esas, 2021/10981 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki rücuan tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davalı ...Term. Yat. Yapım ve İşl. A.Ş. vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, diğer taraf vekillerinin istinaf başvurularının reddi ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın davalı ... Term. Yat. Yapım ve İşl. A.Ş. yönünden reddine, diğer davalılar yönünden ise kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı ... ile davalı ... Yatırım İnş. ve İşl. A.Ş. vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı ... ile davalı ... Yatırım İnş. ve İşl. A.Ş. vekilleri tarafından temyiz edilmekle yapılan inceleme sonucunda, temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davalı ... Ter. Yat. Yapım ve İşl. A.Ş. vekilinin temyize cevap dilekçesinde talep ettiği duruşma talebinin reddine karar verilip Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı ... (SGK/Kurum) vekili; davalı ... Ter. Yat. Yapım ve İşl. A.Ş 'nin alt işvereni olan davalı ... Yapı San. Taah. Tic. Ltd. Şti'nin işçisi dava dışı sigortalı ...’in 11.11.2013 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu vefat ettiğini, iş müfettişi tarafından hazırlanan raporda Devlet Hava Meydanları İşletmesinden (DHMİ) ihale ile iç hatlar terminali yapımı inşaatı işini alan davalı ... Ter. Yat. Yapım ve İşl. A.Ş. ile aralarında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunan şirketlerin iş kazasının meydana gelmesinde kusurlu olduğunun belirtildiğini, bu nedenle Kurum zararından davalıların sorumlu olduğunu ileri sürerek şimdilik 95.767,02 TL’nin onay ve ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir.

II. CEVAP

1. Davalı ... Ter. Yat. Yapım ve İşl. A.Ş. (... A.Ş.) vekili; zamanaşımı süresinin geçtiğini, müvekkilinin taraf sıfatının ve meydana gelen iş kazasında kusurunun bulunmadığını, müvekkili ile DHMİ arasında imzalanan 16.12.2011 tarihli sözleşme ile İzmir Adnan Menderes Havalimanı yeni iç hatlar terminal binası alt yatırım, yapım ve işletim işinin müvekkiline ihale edildiğini, daha sonra bazı hükümleri tadil edilmek suretiyle bu sözleşme yerine geçmek üzere imtiyaz sözleşmesi imzalandığını, müvekkilinin de inşaat işlerini 10.02.2012 tarihli bildirim gereğince davalı ... Yatırım İnş. ve İşl. A.Ş'ye anahtar teslimi devrettiğini, işi tümüyle devreden müvekkilinin iş sahibi olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

2. Davalı ... Yatırım İnş. ve İşl. A.Ş. (... A.Ş.) vekili; çatı yapım işinin davalı ... Yapı San. Taah. Tic. Ltd. Şti. tarafından üstlenildiğini, müvekkili şirket ile bu şirket arasında asıl işveren alt işveren ilişkisi bulunmadığını ve 5510 sayılı Kanun'un 21. maddesinde belirtilen şartların oluşmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

3. Davalılar ... İnş. Taah. San. ve Tic. A.Ş. (... İnşaat A.Ş.) ve ... İnş. Taah. Montaj Tur. Enerji A.Ş. (... İnşaat A.Ş.) vekili; müvekkillerinin taraf sıfatının bulunmadığını, asıl işveren ... A.Ş’nin alt işvereni olan müvekkili ... İnşaat A.Ş'nin yapım işini diğer müvekkili ... İnşaat A.Ş' ye, bu şirketin de davalı ... Yapı San. Taah. Tic. Ltd. Şti'ye devrettiğini, dava dışı sigortalının müvekkillerinin işçisi olmadığını, yasal koşulları oluşmadığından müvekkili şirketlerin asıl işveren olarak sorumluluğu bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

4. Davalı ... Yapı San. Taah. Tic. Ltd. Şti.(... Yapı Ltd. Şti.) vekili; ... A.Ş. ile yapılan 15.04.2013 tarihli alt işverenlik sözleşmesi ile çatı montaj işlerinin bir kısmının yapımının üstlenildiğini, müvekkili tarafından iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alındığını, müvekkilinin gerçekleşen kazada kusurunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 07.05.2018 tarihli ve 2015/360 Esas, 2018/231 Karar sayılı kararı ile; DHMİ ile imzaladığı 24.07.2013 tarihli imtiyaz sözleşmesi ile İzmir Adnan Menderes Havalimanı İç Hatlar Terminali yapım işini üstlenen davalı ... A.Ş'nin yeni iç hatlar terminali yapım işini sözleşme ile davalı ... A.Ş’ye, ... A.Ş’nin de metal çatı işlerinin malzemeli ve işçilikli olarak imalatı işini ... İnşaat A.Ş' ye, davalı ... İnşaat A.Ş'nin de 15.05.2013 tarihli sözleşme ile metal çatı kaplamaları, yağmur dereleri ve kenar kaplamaları yapım işlerini davalı ... İnşaat A.Ş' ye, bu şirketin ise işi davalı ... Yapı Ltd. Şti'ne verdiği, ancak inşaatın davalı ... A.Ş’ye ait Kurum sicil numarası üzerinden yürütüldüğü, diğer şirketlerin bu sicil numarası altında aracı kodu ile faaliyet gösterdiği, müteveffanın sigortasının davalı ... Yapı Ltd. Şti.ne ait aracı kodu üzerinden yapıldığı tespit edilmekle İç Hatlar Terminalinin yapımını ihale eden DHMİ’nin mal sahibi ve ihale makamı, yapım işini üstlenen ... A.Ş’nin asıl işveren, ... A.Ş’nin alt işveren, diğer şirketlerin ise alt işverenin alt işverenleri konumunda olduğu, ölümle sonuçlanan iş kazasında davalı işverenlerin toplamda %70 oranında kusurlarının bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 01.07.2020 tarihli ve 2018/1824 Esas, 2020/975 Karar sayılı kararı ile; davalı ... A.Ş’nin İzmir Adnan Menderes Havalimanı Mevcut Dış Hatlar Terminali, CIP, İç Hatlar Terminali ile Mütemmimlerinin işletme haklarını DHMİ'den kiraladığı ve İzmir Adnan Menderes Havalimanı Mevcut İç Hatlar Terminal Binasının Sökülmesi ve İnşaatı işinin yapımını anahtar teslim diğer davalı ... A.Ş’ye verdiği, bu nedenle davalı ... A.Ş. iş sahibi konumunda olduğundan herhangi bir yükümlülüğünün ve kusurunun bulunmadığı, ayrıca emsal mahiyetteki 2018/1872 Esas, 2018/152 Karar sayılı dosyada da aynı sonuca varıldığı, bu nedenle ilk derece mahkemesi kararının bu yönden hatalı olduğu, kusur değerlendirmesi bakımından ise davalı ... Yapı Ltd. Şti.nin %28, davalı ... A.Ş’nin %22, davalı ... İnşaat A.Ş'nin %10, diğer davalı ... İnşaat A.Ş'nin %10 olmak üzere davalı işverenlerin toplamda %70; müteveffa sigortalının ise %30 oranında kusurlu olduğu gerekçesiyle davalı ... A.Ş. vekilinin istinaf başvurusunun kabulü, diğer tarafların istinaf başvurularının reddi ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın davalı ... A.Ş. yönünden reddine, diğer davalılar yönünden ise kısmen kabulüne karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı Kurum ve davalı ... A.Ş. vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "....Davanın yasal dayanaklarından olan 5510 sayılı Kanun'un 21/1. maddesinde, iş kazası, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir davranışı sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamının, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirileceği, işverenin sorumluluğunun belirlenmesinde kaçınılmazlık ilkesinin dikkate alınacağı belirtilerek işverenin sorumluluğu düzenlenmiştir.

Somut olayda İzmir Adnan Menderes Havalimanı Yeni İç Hatlar Terminali inşaatı işyerinde kazazede ...'in iç hatlar terminal binası inşaatının çatısının üzerinde TB4 ile TB2 dilatasyon arası 59-60 kolon iç kısmında, kendisine uzatılan çatı kaplama malzemesini kaplanacak yere taşıma işi yaparken dengesini kaybederek 4-5 metre kadar çatı üzerinde kaydıktan sonra çatının boşluğa bakan kenarından yaklaşık 18 metre yükseklikten zemine düşüp yaşamını yitirmesiyle iş kazasının gerçekleştiği, Kurumca sigortalının hak sahiplerine ölüm gelirleri bağlanması nedeniyle oluşan kurum zararının rücuan tahsili için davanın açıldığı, mahkemece yapılan yargılamada, kazanın oluşunda davalı ... Yapı San. Taah. Tic. Ltd. Şti.'nin %20, ... Yapı San. Taah. Ltd. Şti.’nin ortağı, yetkilisi ve proje müdürü ...’nun %2, şantiye şefi ...’ün %2, şantiye şefi yardımcısı...’ın %2, formen ...’nin %2, davalı ... Ter. Yat. Yapım ve İnş. A.Ş.’nin %10, davalı ... Yat. İnş. ve İşl. A.Ş.’nin %10, davalı ... Şti.’nin iş güvenliği uzmanı ...’nın %2, davalı .... Taah. Tic. A.Ş.’nin %10, davalı ... İnş. Taah. Man. Tur. Ener. A.Ş.’nin %10, kazazede işçinin %30 oranında kusurlu olduğu belirlenerek, davalıların %70 kusuruna göre sorumluluk belirlendiği anlaşılmaktadır.

İstinaf incelemesi yapan İzmir Bölge Adliye Mahkemesince, ... Ter. Yat. Yapım ve İnş. A.Ş. tarafından işin anahtar teslim olarak ... Yatırım İnşaat ve İşletme A.Ş.’ye verildiği, emsal mahiyetteki ilgili Bölge Adliye Mahkemesi Dairesinin 2018/1872 Esas ve 2020/781 Karar sayılı kararı sonucu kesinleşen İzmir 14. İş Mahkemesi'nin 2016/255 Esas ve 2018/152 Karar sayılı kararında da sigortalı ...'ın geçirdiği iş kazası sonucu vefat etmesi sonucu açılan rücuen alacak davasında davalı ... Ter. Yat. Yapım ve İşl. A.Ş.'nin iş sahibi konumuyla kusurunun bulunmadığının tespit edildiği bu kararın temşiz edilmeksizin kesinleşmiş olması gerekçesiyle ... Ter. Yat. Yapım ve İnş. A.Ş iş sahibi kabul edilerek kusurunun bulunmadığı, dolayısıyla işbu davada da İzmir Adnan Menderes Havalimanı Mevcut İç Hatlar Terminal Binasının Sökülmesi ve İnşaatı işinin yapımını diğer davalı ... Yatırım İnşaat ve İşletme A.Ş.’ye veren ... Ter. Yat. Yapım ve İnş. A.Ş yönünden davanın reddine, diğer davalılar yönünden %70 kusur karşılığına göre sorumluluk belirlendiği anlaşılmaktadır.

İstinaf Mahkemesince davalı ... Ter. Yat. Yapım ve İnş. A.Ş.'nin temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen benzer dosyada sorumlu tutulmaması iş bu dava açısından bağlayıcı değildir. Bu nedenle ... Ter. Yat. Yapım ve İnş. A.Ş. nin asıl -alt işverenlik açısından tüm yönleriyle durumunun irdelenerek sorumlu olup olmayacağı değerlendirilmeli, ceza dosyasında sigortalıya asli kusur verilmiş olmasına karşın iş bu davada yapılan bilirkişi incelemesinde sigortalının tali kusurlu görülmüş olması karşısında kusur konusunda oluşan çelişki giderilmeli, oluşacak sonuca göre karar verilmelidir.

Bölge Adliye Mahkemesince, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik inceleme ve araştırma sonucunda yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O hâlde, davacı Kurum ve davalı ... Yatırım İnşaat ve İşletme A.Ş. vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun kabulüne ilişkin kararı kaldırılarak verilen hüküm bozulmalıdır...." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşmiş mahkeme kararının tek başına hükme esas alınmadığı, ceza dosyasında alınan iş sağlığı ve iş güvenliği kuralları yönünden inceleme içermeyen kusur raporunun bu dosyadaki raporla çelişkili olduğu yönündeki bozmanın yerleşik Yargıtay içtihatlarıyla uyumlu olmadığı, ceza davasında sanıkların aslî ve talî kusurlu oldukları kabul edilerek verilen kararın yeniden bilirkişi raporu alınmasına ilişkin temyiz itirazları reddedilerek onandığı, eldeki davada davalılar tarafından sunulan tüm deliller değerlendirilerek uzman bilirkişiler tarafından hazırlanan rapor kapsamında sonuca ulaşıldığı, bu nedenle hukuk hâkimi tarafından kusur oranları yönüyle herhangi bir bağlayıcılığı bulunmayan ceza yargılamasındaki rapor sonucuyla oluşan çelişkinin giderilmesi gereğini öngören bozma gerekçesinin yerinde olmadığı, zira müteveffanın kusurlu davranışının da kaza üzerinde etkili olduğuna yönelik kesinleşen maddi olgu dikkate alınarak kusur belirlemesi yapıldığı, asıl işveren- alt işveren ilişkisine yönelik bozmanın da dosyadaki değerlendirme ve sözleşmeler dikkate alınmaksızın soyut düzeyde yapıldığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı davacı Kurum ve davalı ... A.Ş. vekillerince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı Kurum vekili; davaya konu işin yapımına ilişkin işyeri dosyasının davalı ... A.Ş. adına asıl işveren olarak; diğer davalıların ise bu şirketin taşeronu olarak tescil edildiklerini, ... A.Ş'nin imtiyaz sözleşmesi ile yapımını üstlendiği İzmir Adnan Menderes Havalimanı İç Hatlar Terminalinin yapım işini ... A.Ş'ye devrederek bu şirketi bir numaralı taşeronu olarak Kurumda tescil ettirdiğini, dosyadaki müfettiş raporunda da davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi olduğunun açıkça belirlendiğini, hükme esas alınan kusur raporlarında yeterli inceleme yapılmadan, 5510 sayılı Kanun’un 21. maddesinde öngörülen şartların oluşup oluşmadığı yeterli incelenmeden kazalı sigortalıya kusur izafe edildiğini, sigortalıya bu kadar yüksek oranda kusur veren ve kusurun belirlenmesinde soyut ifadeler içeren bilirkişi raporunun hükme esas alınmasının hatalı olduğunu belirterek resen tespit edilecek nedenlerle de kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 5510 sayılı Kanun’un 21. maddesi kapsamında açılan rücuan tazminat istemine ilişkin eldeki davada;

1. Mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalı ... A.Ş’nin asıl işveren-alt işveren ilişkisi açısından durumunun tüm yönleriyle irdelenip sorumlu olup olmadığının değerlendirilmesinin gerekip gerekmediği;

2. Ceza davasında sigortalının asli kusurlu kabul edildiği, eldeki davada alınan bilirkişi raporlarında ise sigortalıya %30 kusur verilmesi karşısında sigortalıya atfedilen kusur yönünden kusur oranları arasında çelişki bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre kusur konusunda oluşan çelişkinin giderilmesi suretiyle karar verilmesinin gerekip gerekmediği,

noktalarında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 90, 92, 93, 94, 118, 343 ve 445. maddeleri.

2. 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun (7201 sayılı Kanun) 7/a ve 11. maddeleri.

3. 4857 sayılı İş Kanunu'nun (4857 sayılı Kanun) 2. maddesi.

4. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) 21. maddesi.

5. Alt İşverenlik Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 4. maddesi.

6. 30617 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Elektronik Tebligat Yönetmeliği'nin 3 ilâ 16. maddeleri.

7. Bölge Adliye ve Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdarî ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin 208. maddesi.

2. Değerlendirme

a. Davalı ... A.Ş. vekilinin temyizi yönünden;

1. Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde sonuca en kısa zamanda ulaşılması için mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile de kanuni bir değer kazanan bu zaman aralıklarına "süre" denilmektedir.

2. Bir diğer ifadeyle süre, bir yükümlülüğün yerine getirilmesi ya da bir işlemin yapılması için yasa, yargıç ya da ilgili kişi tarafından belirlenen zaman olarak tanımlanabilir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara, 2021, s. 1029).

3. Yargılama hukukunda taraflar haklarını belirli bir süre içinde kullanılmak zorundadır (Aziz Serkan Arslan, Covid-19 Salgını Sebebiyle İcra Takiplerine İlişkin Düzenlemelerin Değerlendirilmesi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Mayıs-Haziran 2020, Sayı:148, s.223). Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzusuna ve inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır.

4. Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı bulunmaktadır.

5. Şu hâlde süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi, uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.

6. Sürelerin önemli bir kısmı taraflar için konulmuştur. Tarafların ilgili işlemleri belirlenen süreler içerisinde yapmaları gerekir. Süresi içinde yapılmayan işlemlerin tekrar yapılması mümkün olmayıp süreye uymayan taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için öngörülen süreler kanunda belirtilen süreler ve hâkim tarafından tayin edilen süreler olmak üzere iki grupta toplanabilir. Kanunda belirtilen süreler, kanun tarafından öngörülmüş sürelerdir. Cevap süresi, istinaf ve temyiz süresi gibi. Bu süreler kesindir ve bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı mahkemece resen gözetilir. Hâkimin tespit ettiği süreler ise kural olarak kesin değildir.

7. Nitekim "Sürelerin belirlenmesi" başlıklı HMK'nın 90. maddesi; "(1) Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez." şeklindedir.

8. Burada yeri gelmişken sürelerin hesaplanmasına ilişkin düzenlemelere değinilmelidir. HMK'nın 92. maddesinde göre; "1)Süreler gün olarak belirlenmiş ise tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz ve süre son günün tatil saatinde biter.

(2) Süre; hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta, ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir gün yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter". Öte yandan resmî tatil günleri, süreye dâhil olup sürenin son gününün resmî tatil gününe rastlaması hâlinde süre tatili takip eden ilk iş günü çalışma saati sonunda biter (HMK md. 93).

9. Süreler, yapılacak işlemler bakımından önemli olduğundan süresinde bir işlem yapılmadığında hak kaybı olacağından süreler konusunda dikkatli olunmalıdır. Bir süreden bahsediliyorsa sürenin kanunda mı düzenlendiği yoksa hâkim tarafından mı verildiği, kesin olup olmadığı göz önünde tutulmalıdır. Ayrıca süre hesaplamalarında üç şey önem taşımaktadır. Bunların tespit edilmesi gereklidir. Bunlar; sürenin başlangıç anı, sürenin ne kadar olduğu, ne zaman sona erdiği ve son günü. Hafta, ay veya yıl olarak hesap edilen sürelerde sürenin başladığı güne son hafta veya ay ya da yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde süre biter. Örneğin bu hafta Çarşamba günü yapılan tebligat üzerine başlayan bir haftalık süre, sonraki hafta Çarşamba günü sona erecektir. Ay olarak hesaplanan sürelerde, sürenin başlaması ay sonuna rastlarsa ve sürenin bittiği ayda böyle bir gün yoksa o ayın son günü süre bitmiş sayılır (HMK md. 92/2) (Güray Erdönmez, Pekcanıtez Usûl Medeni Usûl Hukuku, Cilt I, 15. Baskı, İstanbul, 2017, s. 468-469).

10. Başka bir deyişle gün olarak tayin edilen sürelerde ilk gün (tefhim veya tebliğ günü) hesaba katılmaz, süre son günün tatil saatinde biter. Hafta veya ay olarak tayin edilen süreler, sürenin başladığı güne son haftada veya ayda tekabül eden günün tatil saatinde biter. Mesala Pazartesi günü başlayan bir haftalık süre, ertesi haftanın Pazartesi günü tatil saatinde biter. 3 Martta işlemeye başlamış olan 3 aylık bir süre 3 Haziran günü tatil saatinde biter (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu, 6. Baskı, Cilt V, 2001, s.5456-5457).

11. Öte yandan yukarıda da belirtildiği üzere hâkim tarafından sürenin belirlenebildiği durumlar var ise de kanunda belirlenen süreler üzerinde hâkimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. HMK'nın "Kesin süre" başlıklı 94. maddesinin 1. fıkrasında "Kanunun belirlediği süreler kesindir." denilmek suretiyle bu hususa vurgu yapılmıştır.

12. Sürelere ilişkin yapılan genel açıklamalardan sonra bir davanın ne zaman açılmış sayılacağına sonrasında ise somut olay bakımından önem taşıyan temyiz dilekçesinin verilmesi ile ilgili düzenlemelere değinmekte fayda bulunmaktadır. 6100 sayılı Kanun'un "Davanın açılma zamanı" kenar başlıklı 118. maddesi;

“(1) Dava, dava dilekçesinin kaydedildiği tarihte açılmış sayılır. Dava dilekçesine davalı sayısı kadar örnek eklenir.

(2) Dava dilekçesinin kaydına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikte belirlenir.” hükmünü haiz olup bu maddeye göre davanın açılmış sayıldığı tarih olarak açıkça kayıt tarihi esas alınmıştır.

13. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun temyiz edilebilen kararları düzenleyen 361. maddesinde bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabileceği hükme bağlanmıştır.

14. Ayrıca HMK'nın 366. maddesinde istinaf yolu ile ilgili 343 ilâ 349 ve 352. maddelerindeki hükümlerin temyizde de kıyas yoluyla uygulanacağı belirtilmiştir. Bu anlamda olmak üzere HMK'nın 366. maddesinin yollaması ile temyiz yolunda da uygulanan 343. maddesinde;“(1) İstinaf dilekçesi, kararı veren mahkemeye veya başka bir yer mahkemesine verilebilir. İstinaf dilekçesi hangi mahkemeye verilmişse, o mahkemece bölge adliye mahkemesi başvuru defterine kaydolunur ve başvurana ücretsiz bir alındı belgesi verilir.

(2) Kararı veren mahkemeden başka bir mahkemeye verilmiş olan istinaf dilekçesi, bu mahkemece yukarıdaki fıkraya göre işlem yapıldıktan sonra kararı veren mahkemeye örnekleriyle birlikte gönderilir. Bu durum derhâl mahkemesine bildirilir.

(3) İstinaf yoluna başvurma tarihi konusunda 118 inci madde hükmü uygulanır…”, 345. maddesinde ise "(1) İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır." düzenlemesi bulunmaktadır.

15. Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sistemi, sistemi kullanacak kişinin ihtiyacına göre 2007 yılından itibaren kullanıma başlanan avukat portalı, vatandaş portalı, bilirkişi portalı, arabuluculuk portalı gibi pencerelerden oluşan ve amaca göre sisteme üyelik ve giriş prosedürleri olan Türk yargısının temel taşlarından biridir (Aziz Serkan Arslan, E-Duruşma Hukuk Yargılamasında Video Konferans Yöntemi (HMK m. 149), İstanbul, 2023, s. 27).

16. Gelinen noktada UYAP'ta yapılan elektronik işlemler üzerinde durulmalıdır. Bilindiği üzere UYAP vasıtasıyla bilişim teknolojilerinin yaygın olarak tüm Türkiye yargı birimlerinde kullanılması ve bu suretle kullanıcıların kendilerini ilgilendiren bilgi ve belgelere ihtiyaç duymaları hâlinde hızlı ve kolay şekilde bu belgelere ulaşabilmeleri sağlanmıştır. Her türlü bilgi ve belge alışverişi de UYAP üzerinden elektronik ortamda ve anlık denebilecek kısa sürede gerçekleştirilebilmektedir. Yargı sisteminin parçası olarak avukatlar, sistemde vekâleti bulunan dava dosyalarını UYAP'tan yararlanarak inceleyebilme, bu dosyalardan örnek alabilme, elektronik imza ile sistemdeki dava dosyalarına evrak ekleyebilme, yeni dava dosyası açabilme, harç ödeyebilme ve temyiz edebilme olanaklarına sahiptirler. Tüm bu işlemler yapılırken bilgi ve belgelerin son hâli, değişmez ve güvenli bir şekilde veri tabanında saklanmakta ve belgeler üzerinde yapılan işlemler UYAP evrak işlem kütüğünde (doküman oluşturma, düzenleme, imzalama, açma, okuma ve yazdırma gibi) kayıt altına alınmaktadır. Kayıt altına alınan evrak üzerindeki işlemleri yapan şahsın adı soyadı, sıfatı, birimi, yapılan işlemin niteliği, tarih ve saati sistemde saklanmaktadır (Anayasa Mahkemesinin 21.07.2020 tarihli ve 2017/15649 Başvuru numaralı kararında da benzer açıklamalara yer verilmiştir).

17. Elektronik işlemlere ilişkin düzenlemeye HMK'nın 445. maddesinde yer verilmiş olup bu maddeye göre; "(1) Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP), adalet hizmetlerinin elektronik ortamda yürütülmesi amacıyla oluşturulan bilişim sistemidir. Dava ve diğer yargılama işlemlerinin elektronik ortamda gerçekleştirildiği hâllerde UYAP kullanılarak veriler kaydedilir ve saklanır.

(2) Elektronik ortamda, güvenli elektronik imza kullanılarak dava açılabilir, harç ve avans ödenebilir, dava dosyaları incelenebilir. Bu Kanun kapsamında fizikî olarak hazırlanması öngörülen tutanak ve belgeler güvenli elektronik imzayla elektronik ortamda hazırlanabilir ve gönderilebilir. Güvenli elektronik imza ile oluşturulan tutanak ve belgeler ayrıca fizikî olarak gönderilmez, belge örneği aranmaz.

(3) Elektronik ortamdan fizikî örnek çıkartılması gereken hâllerde tutanak veya belgenin aslının aynı olduğu belirtilerek hâkim veya görevlendirdiği yazı işleri müdürü tarafından imzalanır ve mühürlenir.

(4) Elektronik ortamda yapılan işlemlerde süre gün sonunda biter.

(5) Mahkemelerde görülmekte olan dava, çekişmesiz yargı, geçici hukuki koruma ve diğer tüm işlemlerde UYAP’ın kullanılmasına dair usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir".

18. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 445. maddesine dayanılarak hazırlanan ve 06.08.2015 tarihli Resmî Gazete'de yayınlanmak suretiyle yürürlüğe giren Bölge Adliye ve Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdarî ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik’in “Kanun yoluna başvuru işlemleri” başlıklı 208. maddesinde ise,

"(1) Kanun yoluna başvuru dilekçesi, ön büro veya yazı işlerinde görevli personele teslim edilir.

(2) Kanun yoluna başvuru dilekçesi harca tabi değilse hemen, harca tabi ise harç ödendikten sonra kaydedilir ve başvuru sahibine ücretsiz alındı belgesi verilir.

(3) Alındı belgesi, kanun yolu dilekçesinin sisteme kaydedilmesi üzerine verilen belgedir. Alındı belgesi, mahkemenin adını, dosyanın esas ve karar numarasını, karar tarihini, tarafların ve varsa müdahillerin ad ve soyadlarını, davanın konusunu, başvurulan kanun yolu merciini, başvuru tarih ve saatini içerir.

(4) Kanun yolu başvurusu, kanun yolu dilekçesinin kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır.

(5) Başka yer mahkemesine verilen kanun yoluna başvuru dilekçelerinde de yukarıdaki hükümler uygulanır. Başka yer yazı işleri müdürü veya görevli personel teslim aldığı dilekçe ve eklerini elektronik ortama aktarır, fizikî evrakı da gecikmeksizin ilgili mahkemeye gönderir.

(6) Herhangi bir nedenle elektronik ortamda işlem yapılamaması hâlinde durum bir tutanakla tespit edilir ve işlem fizikî ortamda yapılır. Elektronik sistem açıldığında fizikî ortamda yapılan işlemler gecikmeksizin elektronik ortama aktarılır. Bu durumda kanun yolu başvuru dilekçesi tutanağın düzenlendiği tarihte verilmiş sayılır.

(7) Fiziksel ortamda kanun yolu başvurusu mesai saatleri içinde yapılır.

(8) Gerçek kişilerin UYAP Vatandaş Bilgi Sistemi üzerinden, tüzel kişi temsilcilerinin UYAP Kurum Bilgi Sistemi üzerinden kanun yolu başvuru dilekçeleri gönderebilmeleri için güvenli elektronik imza sahibi olmaları gerekir. Gerçek ve tüzel kişiler elektronik ortamda yapacakları kanun yolu başvurusunun harcını elektronik ortamda mahkeme veznesinin bağlı olduğu banka hesabına aktarırlar. Kanun yolu başvurusu, dilekçenin sisteme kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır. İşlem sonucunda başvuru sahibinin elektronik ortamda erişebileceği bir alındı belgesi oluşturulur.

(9) Taraf vekillerince UYAP üzerinden güvenli elektronik imza ile kanun yolu başvuru dilekçesi gönderilebilir. Bu işler için ayrıca elle atılmış imzalı belge istenmez. Avukatların UYAP Avukat Bilgi Sistemi üzerinden kanun yolu başvuru dilekçesi gönderebilmeleri için güvenli elektronik imza sahibi olmaları gerekir. Kanun yolu harçları avukat tarafından elektronik ortamda mahkeme veznesi hesabına aktarılır. Ayrıca bu işlemlerin Barokart veya kredi kartı gibi ödeme araçlarıyla yapılması sağlanabilir. Kanun yolu başvurusu, dilekçenin sisteme kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır. İşlem sonucunda başvuru sahibinin elektronik ortamda erişebileceği bir alındı belgesi oluşturulur.

(10) Elektronik ortamda kanun yolu başvurusu saat 00:00’a kadar yapılabilir.

(11) Kanun yoluna başvurulan dava veya işler, görevli daire doğru bir şekilde belirlendikten sonra kanun yolu formu ve dizi pusulası UYAP üzenden hazırlanarak ilgili mercie gönderilir." düzenlenmesi mevcuttur.

19. Hemen belirtmek gerekir ki, HMK'nın 445. maddesinin 4. fıkrası ve Yönetmeliğin 208. maddesinin 10. fıkrasına göre elektronik ortamda yapılan işlemlerle ilgili süre mesai saati sonunda değil, gün sonunda biter. Burada HMK'nın 92 ve 93. maddelerinde geçen “tatil saati" veya "çalışma saati” ifadelerinden farklı olarak “gün sonu” kavramı kullanılmıştır. Böylece avukatların ve vatandaşların saat yirmi dörde kadar elektronik ortamda rahat bir şekilde sıraya girmeden işlem yapmaları imkânı sağlanmıştır (Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/574), www.tbmm.gov.tr, Erişim Tarihi:28.11.2024, s. 169). Anılan hükümlerden hareketle örneğin UYAP üzerinden verilen dilekçeler bakımından sürenin sonu, gün sonu saat 23:59:59 olup ilgili işlemin 00:00'a kadar yapılmış olması gerekmektedir.

20. Bu anlamda olmak üzere elektronik ortamda dava, 00:00'a (gece yarısı, ertesi güne sarkmadan) kadar açılabilir veya kanun yolu başvurusu saat 00:00'a kadar yapılabilir (Ejder Yılmaz, Hukuk Muhakemeleri Kanununda Süreler The Legal Time Periods Regulated in Civil Procedure Code, Yaşar Üniversitesi E-Dergisi, Cilt:8, Sayı: Özel, 2013, s.3183).

21. Öte yandan vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligatın nasıl yapılacağı, 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinde açıklanmış olup "Vekile ve kanuni mümesile tebligat" başlıklı maddenin 1. fıkrası, "Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır..." şeklinde düzenlenmiştir. Tebligat Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 18. maddesinde de vekile tebligat başlığı altında benzer düzenlemeye yer verilmiştir. İlgili hükümler dikkate alındığında bir kimsenin birden fazla vekili varsa tebliğin vekillerden herhangi birine yapılmış olması yasal sürelerin başlaması için yeterlidir. Zira, birden fazla vekili olan kişinin, tebligatlarının vekillerinden belirttiği birine -meselâ Ankara'daki avukatına- yapılması yönündeki talebi tebliği çıkaran mercii bağlamadığı gibi karşı taraf nezdinde de geçerli olmayıp sadece müvekkil ile vekiller arasındaki iç ilişkiyi ilgilendirmektedir. Nitekim HMK'nın 73. maddesinin 2. fıkrası; "...Belirtilen bu yetkiyi kısıtlamaya yönelik bütün sınırlandırıcı işlemler, karşı taraf yönünden geçersizdir..." şeklinde düzenlenmiş olup vekâlet kapsamının daraltılmasının karşı taraf nezdinde geçerli olmayacağını açıkça belirtmiştir.

22. Ayrıca belirtmek gerekir ki, tebliğin birden fazla vekile yapılması hâlinde dahi hangi vekile önce tebliğ yapılmış ise o tebliğin tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Kanun'un tebliğe bağladığı hukukî sonuçlar da ilk tebliğin yapıldığı tarihten itibaren doğar (Timuçin Muşul, Tebligat Hukuku, Ankara 2018, s. 254).

23. Bu aşamada hukuk sistemimize ilk defa 11.01.2011 tarihli ve 6099 sayılı Kanun ile 7201 sayılı Kanun'a eklenen 7/a maddesi ile giren ancak daha sonra teknolojik gelişmelerle birlikte 15.03.2018 tarihili Resmî Gazete'de yayımlanan 7101 sayılı Kanun ile değiştirilen elektronik tebligat kavramına da değinmek gerekmektedir.

24. Elektronik tebligat, tebliğ işleminin elektronik vasıtalarla veya elektronik ortamda yapılmasını, Tebligat Kanunu anlamında elektronik tebligat, PTT tarafından kurulan ve işletilen Ulusal Elektronik Tebligat Sisteminden (UETS) alınan elektronik tebligat adresine, tebligat yapabilecek mercilerin, tebligat mevzuatına uygun bir şekilde yapabildiği tebligatı ifade eder (Hakan Albayrak, Tebligat Hukuku, Güncellenmiş 2. Baskı, Ankara 2022, s. 49).

25. Tebligat Kanunu'nda 7101 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önce elektronik tebligat yapma zorunluluğu sadece anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler bakımından mevcut iken 7101 sayılı Kanun değişikliği ile elektronik tebligata tâbi olacakların kapsamı genişletilerek bazı gerçek ve tüzel kişiler yönünden elektronik tebligat yapılması zorunlu hâle getirilmiştir. Bu değişiklik sonrası 7201 sayılı Kanun'un 7/a maddesi;

" Aşağıda belirtilen gerçek ve tüzel kişilere tebligatın elektronik yolla yapılması zorunludur.

....

9. Baro levhasına yazılı avukatlar.

...

Birinci fıkra kapsamı dışında kalan gerçek ve tüzel kişilere, talepleri hâlinde elektronik tebligat adresi verilir. Bu durumda bu kişilere tebligatın elektronik yolla yapılması zorunludur.

Birinci ve ikinci fıkra hükümlerine göre elektronik yolla tebligatın zorunlu bir sebeple yapılamaması hâlinde bu Kanunda belirtilen diğer usullerle tebligat yapılır.

Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır.

Bu Kanun uyarınca yapılan elektronik tebligat işlemleri, Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi tarafından kurulan ve işletilen Ulusal Elektronik Tebligat Sistemi üzerinden yürütülür. Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi, sistemin güvenliğini ve bu sistemde kayıtlı verilerin muhafazasını sağlayacak her türlü tedbiri alır.

Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir." şeklinde düzenlenmiştir.

26. Anılan maddeye dayanılarak hazırlanan ve 06.12.2018 tarihli ve 30617 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan, 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren elektronik ortamda yapılacak tebligata ilişkin usul ve esasları düzenleyen Elektronik Tebligat Yönetmeliği’nin 5/ğ maddesinde tebligatın elektronik yolla yapılması zorunlu olanlar arasında "Baro levhasına yazılı avukatlar" gösterilmiştir. Yönetmeliğin 6. maddesinde elektronik tebligat adresi alma zorunluluğuna tâbi olanlar için yapılacak başvurunun zorunluluğun başladığı tarihten itibaren bir ay içinde ilgili kurum, kuruluş veya birlik tarafından Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğüne (PTT) yapılacağı, 8. maddesinin 1. fıkrasında PTT'nin başvurunun yapıldığı tarihten itibaren bir ay içinde elektronik tebligat adresini, gerçek kişiler için kimlik bilgilerini, tüzel kişiler için ise tâbi oldukları sistem bilgilerini esas almak suretiyle tek ve benzersiz olacak şekilde oluşturacağı ve UETS’ye kaydedeceği, 2. fıkrasında ise PTT'nin elektronik tebligat adresi alma zorunluluğuna tâbi olanlar için oluşturduğu elektronik tebligat adresini, adres sahibine teslim edilmek üzere ilgili kurum, kuruluş veya birliğe göndereceği, teslim işleminin gerçekleştiği bilgisi kendisine iletildikten sonra bu adresi tebligat çıkarmaya yetkili makam ve mercîlerin kullanımına derhâl sunacağı, elektronik tebligatın hazırlanması ve muhataba ulaştırılmasını düzenleyen 9. maddesinde ise tebligat çıkarmaya yetkili makam ve mercînin, elektronik tebligat mesajını hazırlayarak, UETS’ye teslim edeceği, UETS'nin elektronik tebligat mesajını zaman damgasıyla ilişkilendirerek muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştıracağı, elektronik yolla tebligatın muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılacağı belirtilmiştir.

27. Yine Yönetmeliğin 16. maddesinde Kanun'un 7/a maddesindeki düzenlemeyle paralel şekilde elektronik yolla tebligatın zorunlu bir sebeple yapılamaması hâlinde Tebligat Kanunu'nda belirtilen diğer usullerle tebligat yapılacağı düzenlenmiştir.

28. Görüldüğü üzere muhataba elektronik yolla tebligat yapılabilmesi için onun kayıtlı elektronik tebligat adresinin olması gerekir. Elektronik tebligat adresi bulunan muhataplara elektronik tebligat adresi aldıktan sonra klasik yolla tebligat yapılamayacak doğrudan elektronik yolla tebligat yapılması gerekecektir. Bu durumun istisnası elektronik tebligatın zorunlu sebeple yapılamaması hâlidir. Elektronik tebligatın zorunlu bir sebeple yapılamaması hâlinde 7201 sayılı Kanun'da belirtilen diğer usullerle tebligat yapılacağı hem 7201 sayılı Kanun'da hem de Yönetmelik'te düzenlenmiş ancak elektronik tebligatın yapılamamasının neden olan "zorunlu sebeplerin" neler olduğuna açıkça yer verilmemiştir.

29. Tebligatın çıkarılacağı tarihte altyapının zarar görmesi sebebiyle UETS’nin çalışmaması veya muhatabın başvurusu üzerine elektronik tebligat adresinin kapatılmış olması gibi sebeplerin varlığı hâlinde elektronik tebligatın yapılmasını imkânsız kılan bir durumun varlığı kabul edilebilir. Bu gibi hâllerde, muhataba ait olan herhangi bir elektronik adrese elektronik tebligat mesajı gönderilmemelidir. Buna rağmen tebligat evrakı elektronik yolla (mesela UYAP üzerinden) gönderilirse, tebligat işleminin yokluğu söz konusu olur. Zira başka bir sistem veya UETS’ye kayıtlı olmayan bir elektronik adres Tebligat Kanunu anlamında belgelendirme işlevini haiz değildir. Bu yüzden, Tebligat Kanunu'nun 7/a maddesinin 3. fıkrasında ve yine Elektronik Tebligat Yönetmeliği'nin 16. maddesinde açıkça ifade edildiği üzere elektronik tebligat yapılamıyorsa Tebligat Kanunu hükümlerinde öngörülmüş diğer klasik usullere göre tebligat yapılmalıdır (Taner Emre Yardımcı, "Yeni Elektronik Tebligat Yönetmeliği Çerçevesinde Elektronik Tebligat", Ankara Barosu Dergisi, 2019/3, s.12).

30. Tüm bu açıklamalar karşısında baro levhasına yazılı avukat 7201 sayılı Kanun'un 7/a maddesine göre kendisine elektronik tebligat yapılması zorunlu olan gerçek kişilerden ise de tebligatın yapılacağı tarihte elektronik tebligat adresinin bulunmaması veya kendisi için oluşturulan adresin aktivasyon işlemi yapılarak kullanıma açılmamış olması durumunda elektronik tebligat yapılması mümkün olmadığından yargılama sürecinin işletilebilmesi için 7201 sayılı Kanun'nun 7/a maddesinin 3. fıkrası ve yine Yönetmeliğin 16. maddesinde açıkça ifade edildiği üzere bu zorunlu sebepten dolayı 7201 sayılı Kanun'da öngörülen diğer klasik usullere göre tebligat yapılması gereği açıktır. Bu durum zorunlu sebep sayılmadığı takdirde yargılama süreci elektronik tebligat adresi kullanımı zorunlu olduğu hâlde elektronik tebligat adresini kullanıma açmayan gerçek veya tüzel kişinin keyfine bırakılmış olacaktır ki böyle bir durumun kabul edilmesi mümkün değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 31.01.2024 tarihli ve 2023/7-657 Esas, 2024/41 Karar sayılı kararı)

31. Öte yandan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı çerçevesinde mahkemeye erişim hakkı bakımından değerlendirilme konusuna gelince; bilindiği üzere Anayasanın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasanın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiyenin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir. Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Anayasa Mahkemesinin 22.11.2023 tarihli ve 2021/26038 Başvuru numaralı kararı, § 22, 23). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise mahkeme hakkının hukukun temel prensibi olduğunu, bu hak olmaksızın hakkaniyete uygun, aleni bir yargılamadan ve gecikmesizin kişinin dinlenmesinden söz edilemeyeceğini böylece adil yargılanma hakkının içerdiği güvencelerden yararlanmanın olanaksız hâle geleceğini kabul etmektedir. Bununla beraber, temyiz veya istinaf mahkemesi gibi üst mahkeme hakkı 6. maddenin zorunlu kıldığı bir güvence değildir. Bir davanın açılması veya temyizine ilişkin "süre sınırlamaları" hukuki güvenliği ve adaletin iyi bir biçimde işlemesi açısından gerekebilir. Kanun yolu süresi iç hukukta yer alan kurallara aykırı bir biçimde hesaplanmışsa ya da sürenin aşırı formel nedenlerle geçirildiğine karar verilmişse ya da alt mahkeme kararının tebliğ olanağı olmasına rağmen tebliğ edilmemesi nedeniyle süre aşılmışsa mahkeme hakkının ihlâl edilmiş olduğu kabul edilebilmektedir. Diğer taraftan temyiz yolunu harekete geçirmek için öngörülen süre yeterince uzunsa, başvurucunun da menfaatini korumak için üzerine düşeni yapması beklenir (Sibel İnceoğlu, Adil Yargılanma Hakkı, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi 4, Ankara, 2018, s.1-30). Zira, kanunda belirlenen süreler üzerinde hâkimin tasarruf yetkisi bulunmamakta olup bu süreler yargılamanın her iki tarafı açısından geçerlidir. Sürelerde yapılacak esneme hukukî güvenliği zedelemek anlamına gelip bu husustaki esnemenin gidebileceği son nokta da öngörülememektedir. Bu hâliyle yapılan değerlendirme kanunda belirtilen sürenin uygulanması olup aşırı şekilcilik teşkil etmemektedir.

32. Bu aşamada, katılma yoluyla temyiz hususuna da değinmek gerekmektedir.

33. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 366. maddesinin yollaması ile temyiz yolunda da uygulanan "Katılma yolu ile başvurma" başlıklı 348. maddesinde;“(1) İstinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf, başvurma hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, vereceği cevap dilekçesi ile istinaf yoluna başvurabilir. İstinaf yoluna asıl başvuran taraf, buna karşı iki hafta içinde cevap verebilir.

(2) İstinaf yoluna başvuran, bu talebinden feragat eder veya talebi bölge adliye mahkemesi tarafından esasa girilmeden reddedilirse, katılma yolu ile başvuranın talebi de reddedilir." şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir.

34. Katılma yolu ile temyiz, asıl temyiz talebine sıkı sıkıya bağlı olup ona tâbidir. Taraflardan biri temyiz başvuru süresini geçirmiş olsa dahi, diğer tarafın temyiz dilekçesine vereceği cevapla katılma yoluyla temyiz başvurusu yapabilir. Bu nedenle asıl tarafın temyiz talebi süresinde değil ise kendi temyiz süresini geçirmiş olan taraf da katılma yolu ile temyiz talebinde bulunamaz. Asıl tarafın geçerli bir temyiz talebi olmadığından karşı tarafın ona katılması da mümkün değildir. Asıl temyiz yoluna başvuran tarafın temyiz başvurusu feragat nedeniyle veya başka bir nedenle esasa girilmeden reddedilirse katılma yolu ile temyiz başvurusu hüküm doğurmaz.

35. Öte yandan taraflardan birinin kararı temyiz etmesi hâlinde temyiz dilekçesi, kararına karşı temyize gidilen mahkemece karşı tarafa tebliğ olunur. Karşı taraf, tebliğden itibaren iki haftalık süre içerisinde temyiz dilekçesine cevap verebilir. Hatta temyize cevap dilekçesinde sadece cevap vermekle kalmayıp başvuru hakkının bulunmaması yahut başvuru süresini kaçırmış olması sebebiyle, temyiz yoluna işlerlik kazandıramamışsa karara ilişkin temyize gitme iradesini de açıklayabilir. Bu durumda katılma yoluyla temyiz talebinde bulunulmasından söz edilir (Süha Tanrıver, Medeni Usul Hukuku C. II, Ankara, 2021, s.93).

36. Bir diğer anlatımla temyiz dilekçesine süresi içerisinde cevap verecek taraf, bu vereceği cevap ile birlikte kendine özgü temyiz sebepleri ileri sürdüğünde bu dilekçeyi katılma yoluyla temyiz olarak tanımlamak mümkündür. Doktrinde ise katılma yoluyla temyiz, cevap dilekçesinde temyiz isteğinde bulunulması olarak da ifade edilmektedir (Kuru, s.4605).

37. Katılma yoluyla başvurma hakkı başvuru hakkı bulunmayana ya da başvuru süresini geçirmiş olan tarafa tanınmış bir hak olup normal temyiz dilekçesi gibi temyiz harcına tâbidir.

38. Somut olayda, davalı ... A.Ş. adına sunulan 12.07.2021 tarihli ve 25184 yevmiye numaralı vekâletnamede Av. ..., Av. ..., Av. ..., Av. ... ve Av. ...'nın vekil olarak tayin edildikleri, yargılamada davalı ... A.Ş. adına tebligatların sözü edilen vekâletnamede belirtilen vekillere yapıldığı, ön inceleme gün ve saati, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi kararları ile bozma ilâmı, direnme kararı ve davacı Kurum vekilinin temyiz dilekçesinin klasik usulle Av. ... adına çıkartılarak tebliğ edildiği görülmüştür. Davalı ... A.Ş. vekillerinden Av. ... adına çıkarılan direnme kararına ilişkin tebligatın üzerine "Gösterilen adreste muhatabın iş takibinde olduğundan daimi çalışan ehil yetkili olduğunu beyan eden ... imzasına tebliğ edildi." şerhi eklenmek suretiyle 27.01.2022 tarihinde (Perşembe günü) tebliğ edildiği, temyiz başvurma harcının 31.01.2022 tarihinde (Pazartesi günü) yatırıldığı, temyiz dilekçesinin ise 11.02.2022 tarihinde (Cuma günü) saat 09:47:59'da elektronik imza ile imzalanarak ve yine aynı saatte oluşturularak sisteme kaydedildiği, Bölge Adliye Mahkemesince eksik nispi temyiz karar harcının yatırılması için bu kez davalı ... A.Ş. vekillerinden Av. ... adına elektronik tebligat yapılmak suretiyle muhtıra çıkartıldığı ve avukat tarafından muhtıranın okundu sayıldığı tarih olan 21.02.2022 tarihi itibarıyla eksik harcın tamamlandığı anlaşılmaktadır.

39. Öncelikle ifade etmek gerekir ki, temyiz hakkının kullanılabilmesi için sadece temyiz harcının yatırılması yeterli olmayıp kanun yolu başvuru dilekçesinin de fiziki ortamda havale ettirilmesi ya da UYAP üzerinden gönderilmesi gerekmektedir. Buna göre temyiz dilekçesinin kaydedildiği tarihte kararın temyiz edilmiş sayılacağı kabul edilmektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.11.2024 tarihli ve 2024/9-158 Esas, 2024/561 Karar; 31.05.2023 tarihli ve 2022/9-232 Esas, 2023/553 Karar; 21.06.2022 tarihli ve 2021/4-451 Esas, 2022/974 Karar sayılı kararları).

40. Sonuç itibarıyla davalı ... A.Ş. vekillerinden Av. ...'a yargılama sürecinde tebligatların tamamının klasik usulle yapıldığı, direnme kararının da aynı şekille klasik usulle 27.01.2022 tarihinde davalı vekili Av. ...'a tebliğ edilmesiyle başlayan iki haftalık temyiz süresinin 10.02.2022 tarihinde saat 23.59.59 itibarıyla sona erdiği, temyiz dilekçesinin ise bu süreden sonra sisteme kaydedildiği anlaşıldığından temyiz başvurusunun süresinde yapılmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Önemle vurgulamak gerekir ki, davalı vekilince temyiz harcının süresinde yatırılması yeterli olmayıp temyiz dilekçesinin de süresinde verilmesi ve sisteme kaydedilmesi gerekmektedir. Bu itibarla davalı ... A.Ş. vekilinin temyiz başvurusunun süresinde olmadığı açıktır.

41. Hâl böyle olunca davalı ... A.Ş. vekilinin temyiz dilekçesinin süresinde olmadığı anlaşıldığından davalı ... A.Ş. vekili tarafından davacı Kurum vekilinin temyiz dilekçesinin tebliğ edildiği 07.02.2022 tarihinden sonra 21.02.2022 tarihinde verilen temyize cevap dilekçesinin katılma yoluyla temyiz niteliğinde olup olmadığı da irdelenmelidir.

42. Buna göre davalı ... A.Ş. vekilinin davacı Kurum'un temyiz dilekçesine karşı sunduğu 21.02.2022 tarihli temyize cevap dilekçesi incelendiğinde, dilekçenin konusunun "Temyize cevap dilekçemizin sunulması hakkındadır." şeklinde belirtildiği ve içeriğinde de Kurum'un verdiği temyiz dilekçesine karşı savunmalarda bulunduğu, sonuç ve istem kısmında ise "davacının haksız ve hukuka aykırı temyiz başvurusunun reddine" karar verilmesini talep ettiği görülmüş olup dilekçede ayrıca katılma yoluyla temyiz iradesinin bulunmadığı anlaşılmıştır.

43. Şu durumda yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ile somut olaya ilişkin maddî ve hukuki olgulara göre davalı ... A.Ş. vekilinin asıl temyiz isteminin süresinde olmadığı ayrıca davacı Kurum vekilinin temyiz istemine karşı ibraz ettiği cevap dilekçesinde de katılma yoluyla temyiz iradesinin bulunmadığı anlaşılmakla temyiz başvurusunun süreden reddine karar vermek gerekmiştir.

b. Davacı Kurum vekilinin temyizi yönünden;

i. (1) numaralı uyuşmazlık yönünden:

1. Öncelikle uyuşmazlık konusu ile ilgili yasal düzenlemelere kısaca değinilmelidir.

2. İş Kanunu'ndan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerden dolayı asıl işverenin alt işveren ile birlikte sorumlu olacağı 4857 sayılı Kanun'un 2. maddesinin 6. fıkrasının bir gereğidir.

3. Alt işveren olarak nitelenen üçüncü kişi, gerek mevzuatta gerekse öğreti ve yargı kararlarında aracı, taşeron, tali işveren, alt müteahhit, alt ısmarlanan gibi adlarla da anılmaktadır.

4. Konunun düzenlendiği ilk mevzuat mülga 1475 sayılı İş Kanunu’nun (1475 sayılı Kanun) “Tarifler” başlıklı 1/son maddesidir. Anılan maddede bir işverenden belirli bir işin bir bölümünde veya eklentilerinde iş alan ve işçilerini münhasıran o işyerinde ve eklentilerinde çalıştıran diğer bir işverenin kendi işçilerine karşı o işyeri ile ilgili ve bu Kanundan ve iş akdinden doğan yükümlülüklerinden asıl işverenin de sorumlu olacağı düzenlemesi yer almaktadır. 1475 sayılı Kanun'da alt işverene verilen işin mutlaka işyerindeki üretim veya faaliyet süreci içerisinde bir iş olacağına ilişkin bir açıklık bulunmamaktadır.

5. 10.06.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı Kanun ile 1475 sayılı Kanun 14. maddesi dışında yürürlükten kaldırılmıştır.

6. İş Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin 6. fıkrasında ise asıl işveren-alt işveren ilişkisi, “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.” şeklinde tanımlanmış, aynı maddenin 7. fıkrasında “Asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz veya daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisi kurulamaz. Aksi halde ve genel olarak asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı kabul edilerek alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılarak işlem görürler. İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez.” hükmüne yer verilmiştir. Böylece, salt işyerinde üretilen mal ve hizmet üretimine ilişkin bir işin verilmesi hâlinde asıl işveren- alt işveren ilişkisinin ortaya çıkacağı kabul edilmiş, ayrıca asıl işi tamamlayıcı nitelikteki yardımcı işler de işyerinde yürütülen mal ve hizmet üretiminin bir parçası sayılmıştır.

7. İş Kanunu’nun 3. maddesindeki hükme dayanılarak çıkarılan Alt İşverenlik Yönetmeliği'nin 3. maddesinde de alt işverenden ne anlaşılması gerektiği, 4857 sayılı Kanun'un 2. maddesindeki tanıma paralel biçimde belirtilmiş, Yönetmeliğin 4. maddesinde ise asıl işveren-alt işveren ilişkisinin kurulma şartları sıralanmıştır. Buna göre;

“ (1) Asıl işveren alt işveren ilişkisinin kurulabilmesi için;

a) Asıl işverenin işyerinde mal veya hizmet üretimi işlerinde çalışan kendi işçileri de bulunmalıdır.

b) Alt işverene verilen iş, işyerinde mal veya hizmet üretiminin yardımcı işlerinden olmalıdır. Asıl işin bölünerek alt işverene verilmesi durumunda ise, verilen iş işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren bir iş olmalıdır.

c) Alt işveren, üstlendiği iş için görevlendirdiği işçilerini sadece o işyerinde aldığı işte çalıştırmalıdır.

ç) Alt işverene verilen iş, işyerinde yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin bir iş olmalı, asıl işe bağımlı ve asıl iş sürdüğü müddetçe devam eden bir iş olmalıdır.

d) Alt işveren, daha önce o işyerinde çalıştırılan bir kimse olmamalıdır. Ancak daha önce o işyerinde çalıştırılan işçinin bilahare tüzel kişi şirketin ya da adi ortaklığın hissedarı olması, alt işveren ilişkisi kurmasına engel teşkil etmez”.

8. Şu hâlde 4857 sayılı Kanun'un 2. maddesi ile Yönetmelik hükümlerine göre asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığından söz edilebilmesi için, öncelikle işyerinde işçi çalıştıran bir asıl işverenin bulunması gerekmekte olup asıl işverenin o işyerinde işçi çalıştırarak işveren sıfatını koruması, işin bütününü başka bir işverene devretmemiş bulunması gerekir. Diğer bir koşul ise, alt işveren tarafından yerine getirilen işin asıl işverene ait işyerinde yapılmasıdır. 4857 sayılı Kanun'un 2. maddesinin 6. fıkrasında yer alan “…işçilerini…bu işyerinde çalıştıran diğer işveren…” ifadesi de bu koşulun varlığını doğrulamaktadır (Sarper Süzek, İş Hukuku, 19. Baskı, İstanbul 2020, s. 158-159).

9. Bunların yanı sıra 4857 sayılı Kanun'un 2. maddesinin 6. fıkrasına göre alt işveren ilişkisinin kurulabilmesi için “Bir işverenden işyerinde yürüttüğü mal ve hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde” iş alınması gerekir. Bu nedenle, örneğin bir otomotiv veya tekstil üretiminin yapıldığı fabrikada yasanın gerekçesinde belirtildiği gibi yapılan işle ilgili olmayan bir ek inşaat yapımı veya bina onarımı işini alan diğer işverenin alt işveren olarak nitelendirilmesi mümkün değildir (Süzek, 159). Başka bir deyişle asıl işverenin işyerinde yürüttüğü asıl işi ile ya da asıl işe yardımcı nitelikteki işlerle hiç ilgisi olmayan, görülen işe tamamen yabancı bir eser, yapı inşası, çatı tamiri, işyerinin badana boyası gibi geçici işler yönünden elbette ki, asıl işveren-alt işveren ilişkisinden bahsedilemez.

10. Alt İşverenlik Yönetmeliği'nin 3. maddesinin (c) bendinde asıl iş, ”mal veya hizmet üretiminin esasını oluşturan iş”; (ğ) bendinde yardımcı iş, “işyerinde üretilen mal veya hizmet üretimine ilişkin olmakla beraber doğrudan üretim organizasyonu içerisinde yer almayan, üretimin zorunlu bir unsuru olmayan ancak asıl iş devam ettikçe devam eden ve asıl işe bağımlı olan iş” şeklinde tanımlanmıştır.

11. İş Kanunu’nun 2. maddesinin 6 ve 7. fıkralarına ilişkin değişiklik önergesinin gerekçesinde yardımcı işlerin herhangi bir sınırlama olmaksızın alt işverene verilebileceği belirtilmiştir. Anılan gerekçede, “Yapılan düzenlemeyle, doğrudan üretim organizasyonu içinde yer almayan yükleme, boşaltma, temizlik, yemek hizmetleri, odacılık ve çay hizmetleri, personel taşıma, güvenlik, teknik bakım gibi işyerlerinde yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerde asıl işveren-alt işveren ilişkisinin herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın kurulabileceği…” belirtilmiştir.

12. Asıl işveren işyerinde yürüttüğü mal ve hizmet üretimine ilişkin asıl işini ise ancak işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiriyorsa alt işverene gördürülebilecektir.

13. Bu açıklamalara göre işverenden alınan iş, işverenin sigortalı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir iş olarak değerlendirilebilecek nitelikte ise iş alan kimse alt işveren değil bağımsız işveren konumunda olacaktır. Yine işin bütünü başka bir işverene bırakıldığında, asıl işveren-alt işveren ilişkisi söz konusu olmayacaktır. Benzer şekilde işveren kendisi işçi çalıştırmaksızın işi bölerek ihale suretiyle farklı kişilere vermiş ise iş sahibi (ihale makamı) Kanun'un tanımladığı anlamda asıl işveren olmayacağından, bir asıl işveren-alt işveren ilişkisinden söz edilemeyecektir.

14. Aynı şekilde işi alan kişinin de işverenlik sıfatını, alınan işte ve o iş nedeniyle işçi çalıştırılması sonucunda kazanmış olması aranacaktır. Alınan işte işçi çalıştırmayıp tek başına ya da ortakları ile işi yürüten kişinin alt işveren olarak kabulü mümkün değildir. Bu kişinin diğer işyerlerinde çalıştırdığı işçiler nedeniyle kazandığı işverenlik sıfatının ise sonuca etkisi bulunmamaktadır.

15. Bir işverene ait işyerindeki üretim sürecine başka bir işverenin dâhil olması durumunda alt işverenden söz edebilmek için aranan bağlantının tespitinde işyerinde üretilen mal ya da hizmetin niteliğine bakılması gerekir. Asıl işverenden alınan iş, onun işçi çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir nitelik taşımaktaysa işi alan kimse alt işveren değil, bağımsız işveren sayılacaktır. Bu noktada belirleyici yön yapılan işin, diğerinin bütünleyici, yardımcı parçası olup olmadığıdır. İşyerindeki üretimle ilgili olmayan ve asıl işin tamamlayıcısı niteliğinde bulunmayan bir işin üstlenilmesi hâlinde, alt işverenden söz etme olanağı kalmayacak, ortada iki bağımsız işveren bulunacaktır.

16. Diğer taraftan mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun (506 sayılı Kanun) “Üçüncü Kişinin Aracılığı” başlıklı 87. maddesi “Sigortalılar üçüncü bir kişinin aracılığı ile işe girmiş ve bununla sözleşme yapmış olsalar bile, bu kanunun işverene yüklediği ödevlerden dolayı, aracı olan üçüncü kişi ile birlikte asıl işveren de sorumludur.

Bir işte veya bir işin bölüm veya eklentilerinde işverenden iş alan ve kendi adına sigortalı çalıştıran üçüncü kişiye aracı denir.” hükmünü içermektedir. Görüldüğü üzere 506 sayılı Kanunun 87. maddesinde verilecek işin yapılan asıl işle ilgili olacağına ilişkin bir belirleme yapılmamıştır.

17. 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'un 12. maddesinin son fıkrasında alt işveren, bir işverenden işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin bir işte veya bir işin bölüm veya eklentilerinde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği sigortalıları çalıştıran üçüncü kişi olarak tarif edilmiş olup maddeye göre sigortalılar üçüncü kişiler aracılığıyla işe girmiş ve bunlarla sözleşme yapmış olsalar dahi asıl işveren bu Kanun'un işverene yüklediği yükümlülüklerden dolayı alt işveren ile birlikte sorumlu olacaktır.

18. Dolayısıyla 4857 sayılı Kanun'un 2/6. maddesi ile işçilerin İş Kanunu, sözleşme ve toplu iş sözleşmesinden doğan hakları, 5510 sayılı Kanun'un 12/6. maddesi ile de Kurumun alacakları ve işçinin sosyal güvenlik hakkı daha geniş koruma-güvence altına alınmak istenmiştir. Aksi hâlde 4857 veya 5510 sayılı Kanun'dan kaynaklanan yükümlülüklerinden kaçmak isteyen işverenlerin işin bölüm veya eklentilerini muvazaalı bir biçimde başka kişilere vermek suretiyle yükümlülüklerinden kaçması mümkün olurdu.

19. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2015 tarihli ve 2015/9-3132 Esas, 2015/2652 Karar; 08.04.2021 tarihli ve 2021/(21)10-37 Esas, 2021/448 Karar ile 12.10.2021 tarihli ve 2017/(21)10-3168 Esas, 2021/1212 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

20. Somut olayda İzmir Adnan Menderes Havalimanı İç Hatlar Terminal Binasına ilişkin yapım işinde Kurum kayıtlarında ... Yapı Ltd. Şti. işçisi olarak gözüken dava dışı sigortalı ...'in iç hatlar binası inşaatının çatı kaplama işini yaptığı sırada geçirdiği iş kazası sonucu vefat ettiği, Kurum tarafından sigortalının hak sahiplerine bağlanan ölüm geliri ve cenaze yardımı dolayısıyla oluşan Kurum zararının rücuan tahsili istemiyle davanın açıldığı anlaşılmıştır.

21. Dosyadaki sözleşme ve belgelere göre DHMİ'nin İzmir Adnan Menderes Havalimanı Mevcut Dış Hatlar Terminali, Cıp, İç Hatlar Terminali ve Mütemmimlerinin Kiralanmak Suretiyle İşletilmesi işini kira sözleşmesi ile ... A.Ş'ye verdiği, ardından kira sözleşmesi feshedilip İzmir Adnan Menderes Havalimanı İç Hatlar Terminali ile Mütemmimlerinin Yapımı ve Cıp ile Mevcut Dış Hatlar Terminali ve Mütemimleri ile Birlikte İşletme Haklarının Devrine İlişkin imtiyaz sözleşmesi imzalanarak 24.07.2013 tarihinde yürürlüğe girdiği, ... A.Ş.'nin 10.02.2012 tarihli yazı ile ihale edilen işle ilgili olarak mühendislik, çizim, tedarik ve inşaat işlerinin yapımı için ana müteahhit olarak ... A.Ş. ile çalışacaklarını, buna ilişkin ileride ayrıntılı sözleşme imzalayacaklarını ancak bu aşamada hazırlıklarını yapmalarını talep ettiklerini ... A.Ş'ye bildirdiği, ... A.Ş'nin de 19.02.2013 tarihinde davalı ... İnşaat A.Ş. ile imzaladığı sözleşme ile Yeni İç Hatlar Terminali Projesi kapsamındaki metal çatı işlerinin yapımını bu şirkete; söz konusu şirketinin ise 15.05.2013 tarihli yüklenici sözleşmesi ile yeni iç hatlar terminal binası-metal çatı kaplamaları, yağmur dereleri, dere taşıyıcı konstrüksiyon ve kenar kaplamaları yapılması işini davalı ... İnşaat A.Ş'ye verdiği, son olarak ... İnşaat A.Ş'nin 15.04.2013 tarihli yüklenici sözleşmesi ile yeni iç hatlar terminal binası-metal çatı kaplamaları, yağmur dereleri ve kenar kaplamaları yapılması işleri kapsamında yapılacak olan tüm tasarım, proje yönetim, imalat ve montaj işlerinin (montaj için gerekli malzemelerin temini ve işlerin yürütülmesi esnasında gerekli olan işçilik hizmetleri dahil) yapımını davalı ... Yapı Ltd. Şti.ye verdiği anlaşılmıştır.

22. Eldeki davada davalılar ... A.Ş, ... İnşaat A.Ş, ... İnşaat A.Ş. ile ... Yapı Ltd. Şti. arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu ve bu davalıların Kurum zararından müteselsilen sorumlu oldukları konusunda bir ihtilaf bulunmayıp Özel Daire ile Bölge Adliye Mahkemesi arasındaki uyuşmazlık davalı ... A.Ş’nin hukuki durumuna ve Kurum zararından sorumlu olup olmadığına yöneliktir.

23. Dava dışı sigortalının geçirdiği iş kazası 11.11.2013 tarihinde meydana gelmiş olup davalı ... A.Ş. ile DHMİ arasında imzalanan imtiyaz sözleşmesinden sonra gerçekleşmiştir. Ayrıca davalı ... A.Ş.'nin yürürlükte olan imtiyaz sözleşmesinden önce imzalanan kira sözleşmesi kapsamında ana müteahhit olarak ... A.Ş. ile sözleşme imzalayacağını 10.02.2012 tarihli yazı ile şirkete bildirdiği tespit edilmiştir.

24. Her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesince İzmir 14. İş Mahkemesi'nin 2016/255 Esas, 2018/152 Karar sayılı ... isimli sigortalının geçirdiği iş kazasında vefat etmesi nedeniyle açılan rücuan tazminat davasında davalı ... A.Ş.'nin iş sahibi konumuyla kusurunun bulunmadığına ilişkin istinaf incelemesi sonucu kesinleşen kararın emsal olduğu vurgulanmak suretiyle davalı ... A.Ş. tarafından işin anahtar teslimi davalı ... A.Ş’ye verildiği, bu nedenle sorumluluğunun bulunmadığı kabul edilmiş ise de emsal alınan kararın temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşmiş olması sebebiyle bu dava açısından bağlayıcı olduğunun kabulüne imkân bulunmamaktadır.

25. Öte yandan Kurum kayıtlarında davalı ... A.Ş'nin işyeri mahiyetinin "terminal inşaatı" olarak belirtildiği, diğer davalı şirketlerin de bu şirket sicil numarası üzerinden aracı kodu ile yer aldığı, davalı ... A.Ş. adına tescilli aracı kod üzerinden bildirimi yapılan sigortalının iş kazası geçirdiği ve davalılar ... A.Ş. ile davalı ... A.Ş. arasında 10.02.2012 tarihli yazıdan sonra sözleşme imzalanıp imzalanmadığı ve bu yazının içeriği Bölge Adliye Mahkemesince irdelenmemiştir.

26. Bu durumda temyiz talebi reddedilen davalı ... A.Ş. yönünden diğer taraflar lehine oluşan usuli kazanılmış hak gözetilerek ... A.Ş'nin asıl işveren-alt işveren ilişkisi açısından hukuki durumunun tüm yönleriyle irdelenerek sorumlu olup olmayacağı değerlendirilmeli ve oluşacak sonuca göre karar verilmelidir.

27. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

28. Bu nedenle (1) numaralı uyuşmazlık yönünden direnme kararı bozulmalıdır.

ii. (2) Numaralı Uyuşmazlık Yönünden:

1. Öncelikle konuya ilişkin mevzuattaki düzenlemeler ve kavramlar üzerinde kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır.

2. İş kazası geçiren sigortalı Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucuları tarafından tedavi altına alınmakta, sağlığına kavuşması için gerekli tüm tıbbi yardımlar sağlanmakla birlikte çalışamaması nedeniyle gelir kaybına uğramaktadır. Bu kaybın telafisi için Kurum tarafından sigortalıya geçici iş göremezlik ödeneği ödenmektedir. Geçici iş göremezlik ödeneğine ilişkin hükümlere 5510 sayılı Kanun'un 18. maddesinde yer verilmiştir.

3. İş kazasına uğrayan sigortalı tedavi sonucunda tamamen sağlığına kavuşarak yeniden çalışma gücünü kazanabileceği gibi meslekte kazanma gücünü tamamen ya da kısmen yitirmesi de söz konusu olabilir. Sigortalı geçirdiği iş kazası nedeniyle meslekte kazanma gücünü tamamen yitirmiş başka bir deyişle sürekli iş göremez hâle girmiş ya da çalışmasını sürdürmekle birlikte meslekte kazanma gücünü kısmen kaybetmiş olabilir. 5510 sayılı Kanun'un 19. maddesinde Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurulları tarafından verilen raporlara istinaden Kurum sağlık kurulunca meslekte kazanma gücü en az %10 oranında azalmış bulunduğu tespit edilen sigortalının sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanacağı hükme bağlanmıştır.

4. Ancak sigortalı geçirdiği iş kazası sonucunda hayatını kaybetmiş de olabilir. Bu durumda 5510 sayılı Kanun'un 37. maddesinin 3. fıkrasına göre hak sahiplerine Kurum Yönetim Kurulunca belirlenip Bakan tarafından onaylanan tarife üzerinden cenaze ödeneği ödenir. Yine iş kazasında vefat eden sigortalının hak sahiplerine 5510 sayılı Kanun'un 20. maddesi uyarınca Kurum tarafından ölüm geliri bağlanmakta olup sigortalının ölümü sebebiyle ölüm geliri bağlanmış olan kız çocuklarının evlenmeleri ve talepte bulunmaları hâlinde ise 5510 sayılı Kanun'un 37. maddesine göre bir defaya mahsus olmak üzere gelirlerin iki yıllık tutarı kadar evlenme ödeneği verilmesi sözkonusu olmaktadır.

5. Bununla birlikte Kuruma sigortalı için yaptığı her türlü gider ve ödemeleri, onun zarara uğramasına neden olanlardan geri isteyebilme (rücu) hakkı tanınmıştır. Bu yolla Kurum, bir yandan sigortalıya yardım yapma ödevi dolayısıyla malvarlığında meydana gelen eksilmeyi kısmen veya tamamen giderme olanağına kavuşmuş olacak, öte yandan (ve daha önemlisi) zararı ödemek durumunda kalan kişiler (işveren veya üçüncü kişiler) bundan böyle sigortalının sağlık ve can güvenliğini koruma hususunda özen göstereceklerdir. Ayrıca rücu kurumunun işçinin sağlığını ve can güvenliğini koruma hususunda işverenler ve üçüncü kişiler üzerinde hem yaptırım hem de caydırıcı özelliği olduğundan söz edilir (Aziz Can Tuncay, Ömer Ekmekçi, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri,İstanbul,2012, Yenilenmiş 15. Baskı, s.334).

6.Kurumun rücu hakkına ilişkin düzenlemeler 5510 sayılı Kanun'un 21, 23 ve 76. maddelerinde yer almaktadır. 5510 sayılı Kanun'un 21. maddesine göre;

"İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir. İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.

İş kazasının, 13 üncü maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sürede işveren tarafından Kuruma bildirilmemesi halinde, bildirim tarihine kadar geçen süre için sigortalıya ödenecek geçici iş göremezlik ödeneği, Kurumca işverenden tahsil edilir.

Çalışma mevzuatında sağlık raporu alınması gerektiği belirtilen işlerde, böyle bir rapora dayanılmaksızın veya eldeki rapora aykırı olarak bünyece elverişli olmadığı işte çalıştırılan sigortalının, bu işe girmeden önce var olduğu tespit edilen veya bünyece elverişli olmadığı işte çalıştırılması sonucu meydana gelen hastalığı nedeniyle, Kurumca sigortalıya ödenen geçici iş göremezlik ödeneği işverene ödettirilir.

İş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edilir...."

7. Yeri gelmişken ceza davasında belirlenen kusur durumunun hukuk mahkemesindeki davaya etkisi üzerinde durulmalıdır.

8. Türk Borçlar Kanunu'nun " Ceza hukuku ile ilişkisinde" başlıklı 74. maddesinde;

"Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.

Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz." hükmü bulunmakta olup bu hükümden de anlaşılacağı üzere hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.

9. Türk Borçlar Kanunu'nun 74. maddesinde ifadesini bulan bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.

10. Türk Borçlar Kanunu'nun 74. maddesindeki açık hüküm karşısında ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet bağı gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.

11. Hemen belirtilmelidir ki hukuk hâkiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarında ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.1.1985 tarihli ve 1983/10-372 Esas, 1985/21 Karar ile 10.1.975 tarihli ve 1971/406 Esas, 1975/1 Karar sayılı kararları).

12. Somut olayda, dava dışı sigortalının ölümü ile sonuçlanan iş kazası nedeniyle İzmir 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/361 Esas, 2015/343 Karar sayılı dosyasında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca iş güvenliği uzmanından alınan 05.01.2014 tarihli bilirkişi raporunda ve ardından yapılan yargılamada mahkemece keşif icra edilerek iş güvenliği uzmanlarından oluşan bilirkişi kurullarından alınan raporlarda müteveffa sigortalının asli kusurlu olduğu belirtilmiştir. Eldeki davada 28.04.2017 tarihli ve daha sonra tarafların itirazları üzerine alınan 06.10.2017 tarihli bilirkişi heyet raporlarında ise müteveffa sigortalının %30 oranında kusurlu olduğu bildirilmiş ve gerek İlk Derece gerekse Bölge Adliye Mahkemesince müteveffa sigortalının %30 oranında kusurlu olduğu kabul edilerek karar verilmiştir.

13. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; ceza dosyasında alınan kusur raporlarında müteveffa sigortalının İzmir Havalimanı İç Hatlar Terminali inşaatında emniyet kemerini can halatına takmadan ve uygun bir yere sağlam bir şekilde bağlamadan çatıda çalıştığı sırada dengesini kaybederek 20 metre yükseklikten düşerek vefat ettiği, bu nedenle asli kusurlu olduğu belirtilmesine rağmen eldeki davada İlk Derece Mahkemesindeki yargılama sırasında alınan bilirkişi raporlarında müteveffa sigortalının %30 oranında kusurlu olduğu yönündeki raporlara göre karar verildiği dikkate alındığında raporlar arasında çelişki oluştuğu sonucuna varılmıştır. Bu durumda temyiz talebi reddedilen davalı ... A.Ş. yönünden diğer taraflar lehine oluşan usuli kazanılmış hak gözetilip raporlar arasındaki çelişki giderilmek suretiyle oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.

14. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi doğru olmamıştır.

15. Bu nedenle (2) numaralı uyuşmazlık yönünden direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

A. Davalı ... A.Ş. vekilinin temyizi yönünden;

Davalı ... A.Ş. vekilinin temyiz başvurusunun HMK'nın atfıyla 352. maddesi uyarınca süreden REDDİNE,

B. Davacı vekilinin temyizi yönünden;

Davacı Kurum vekilinin (1) ve (2) numaralı uyuşmazlıklar bakımından temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HMK'nın 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın HMK'nın 373. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

26.02.2025 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2023304-e-202592-k-sayili-karari