Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/281 E., 2024/425 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 12.09.2024 tarihli, 2023/281 E., 2024/425 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/281 E., 2024/425 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
SAYISI : 2022/207 E., 2022/349 K.
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 02.03.2022 tarihli ve
2021/12713 Esas, 2022/2872 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki Kurum işleminin iptali ve tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin kararı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucu bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; 31.12.2012 (doğrusu:31.10.2012) tarihli sağlık kurul raporu ile ayrışmamış şizofreni tanısı konulan müvekkilinin kısıtlılığına karar verildiğini, vasisi aracılığıyla babasından ölüm aylığı bağlanmasını talep etmesi üzerine 2013 yılı sonunda aylık bağlandığını, ancak boşandığı eşi ile birlikte yaşadığından bahisle davalı Kurum tarafından aylığının kesilerek 01.11.2008-03.02.2017 tarihleri arasındaki sağlık giderlerinin faizi ile birlikte iadesinin talep edildiğini ancak müvekkilinin boşandığı eşi ile birlikte yaşamadığını ileri sürerek Kurum işleminin iptali ile ölüm aylığının yeniden bağlanmasına ve sağlık giderinin faiziyle birlikte tahsilinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı ... (SGK/Kurum) vekili; Kurum işlemlerinin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARLARI
A. İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı
İlk Derece Mahkemesinin 08.05.2018 tarihli ve 2017/86 Esas, 2018/172 Karar sayılı kararı ile; davacı ile eşinin çekişmeli boşandıkları sabit olup ikametgah adreslerinin de farklı olduğu, aynı tarihlerde aynı hastanelerde tedavi olduklarına dair tespit yapılamadığı, davacının boşandığı eşinin boşanmadan sonra başka biriyle evlenip ondan da boşandığı, müfettiş tutanağında beyanı alınan davacının ise şizofren hastası olduğu, kendisine vasi tayin edilen kişinin beyanına itibar edilemeyeceği, davacının çocuğu ...'ın ve ev sahibi olan ...'ın beyanının ise ruh sağlığı yerinde olmayan davacının bakımı için yardım amaçlı eski eşinin geldiği şeklinde değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
B. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Kurum vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
C. Bölge Adliye Mahkemesinin Birinci Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin 08.10.2019 tarihli ve 2018/2842 Esas, 2019/1832 Karar sayılı kararı ile; husumete izin kararı alıp dosyaya ibraz etmek üzere vasiye süre tanınarak bu konudaki eksikliğin tamamlanması ve ayrıca bir kısım tanıkların davacının İstanbul’da yaşadığını belirtmeleri karşısında buna ilişkin deliller de toplanarak tanıkların dinlenmesi gerektiği gerekçesiyle davalı Kurum vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına davanın yeniden görülmesi için dosyanın İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
D. İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı
İlk Derece Mahkemesinin 19.01.2021 tarihli ve 2019/283 Esas, 2021/16 Karar sayılı kararı ile; davacının boşandıktan sonra İstanbul'da üvey annesinin yanında yaşadığını, son 6 ay içinde eski eşi ile barışarak birlikte yaşadığını belirttiği, Medula kayıtlarında davacının Ankara'da ikamet ettiğine ilişkin bulgulara erişildiği, tutanak tanıklarının denetmene verdikleri ifadelerinde davacının boşandığı eşi ile barışarak son 6 ay beraber yaşadığını beyan etmiş olmalarına rağmen duruşmada alınan beyanlarında tutanak altındaki imzalarını kabul etmekle birlikte ifadelerinin değiştirdikleri, bu durumun haklı gerekçesi olmadığından mahkemedeki ifadelerinin dikkate alınmasının mümkün olmadığı, bu itibarla davacı ile eski eşinin boşandıktan sonra fiilen birlikte yaşadıklarının kabulü gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 19.10.2021 tarihli ve 2021/481 Esas, 2021/1693 Karar sayılı kararı ile; davacının boşandıktan sonra eski eşiyle birlikte yaşamaya devam ettiğinin sabit olduğu, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin aksinin de ispat edilemediği, mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "... Eldeki dosyada, dava konusu edilen aylıklar ve sağlık gideri yönünden davacı ile boşandığı eşinin fiilen birlikte yaşadığı hususunda tüm ihtilaf dönemi için Mahkemece verilen karar eksik inceleme ve araştırmaya dayalıdır. 12.9.2005 tarihinde boşanan ve 1.11.2007 tarihinden itibaren babası üzerinden ölüm aylığı alan davacının, şizofreni teşhisi nedeniyle 31.12.2012 tarihinde kısıtlandığı ve kızı ...’in vasi olarak atandığı, davacının 12.10.2012 tarihinde beyan ettiği adresi ile boşanılan eşin 14.9.2011 tarihinde beyan ettiği adresin aynı olduğu, denetime dayanak şikayette davacının 5 yıldır boşandığı eşi ile beraber yaşadığının belirtilmesi ve genel olarak tanıkların da bu doğrultuda beyan verdikleri, davalı Kurumun 1.11.2008-31.1.2017 tarih aralığında ödenen aylıkları ve sağlık giderlerini borç kaydettiği anlaşıldığından, Mahkemece 2012 öncesinde davacının ve boşandığı eşinin beraber yaşadıklarına dair yeterli inceleme ve araştırma yapılmadığı görülmektedir.
Mahkemece davacının ve boşandığı eşinin, 2012 tarihinden önce hangi adreslerde yaşadıkları, beraber yaşayıp yaşamadıkları resmi kayıtlardan ve zabıta marifetiyle tespit edilerek bu adreslerden komşu, apartman yöneticisi, kapıcı, veya adres yakınlarında ve durumu görgüleri ile bilebilecek işyeri vs. dükkan işletenlerden veya beraber yaşayıp yaşamadıklarına tanıklık edebilecek mümkünse kamu tanıklarının tespiti ile dinlenmesi ve toplanan tüm deliller kapsamında ihtilaflı sürede tamamen mi kısmen mi beraber yaşandığı hususu netleştirilerek varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve araştırma sonucu verilen karar usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararının kaldırılarak, İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki gerekçeye ilaveten Kurum tarafından düzenlenen tutanağı aksinin ispat edilemediği, davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının sabit olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili, müvekkili ve boşandığı eşinin birlikte yaşamadıklarını, dosyadaki mevcut belgelerden birlikte yaşadıklarına dair bulgulara rastlanmamasına rağmen mahkemece hatalı gerekçe ile karar verildiğini, Kurumca tutulan tutanakların şekli olduğunu, tarafların birlikte yaşadıklarının tespitinin bu tutanakla mümkün olmadığını, müvekkilinin bakıma muhtaç olduğundan çocukları ile yaşadığını, bozmanın gereği yerine getirildiğinde gerçeğin ortaya çıkacağını, eksik inceleme ile hatalı karar verildiğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşamadığını iddia ederek 01.11.2008-31.01.2017 tarihleri arasındaki dönem yönünden Kurum işleminin iptali ile kesilen ölüm aylığının yeniden bağlanması istemiyle açtığı davada, davacının eski eşi ile fiilen birlikte yaşayıp yaşamadığı konusunda 2012 yılı öncesine ilişkin mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre bozma kararında belirtilen araştırmalar yapıldıktan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek ihtilaflı dönemde kısmen mi tamamen mi beraber yaşandığı tespit edilerek sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) 56, 59, 100 ve geçici 1 inci maddeleri.
2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 2 nci maddesi
2. Değerlendirme
1. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'un 56 ncı maddesinin ikinci fıkrasıdır.
2. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56 ncı maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
3. Daha önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden kanunlarda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
4. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56 ncı maddesinin başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra ikinci fıkrasında "bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
5. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde ilgiliyi haktan yararlandırmama, hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
6. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Tankut Centel, “Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi”, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
7. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65 inci maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
8. Bilindiği üzere 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138 inci maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
9. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 Esas, 2011/70 Karar sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez...Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz... Ölüm aylığı, doğrudan sigortalıya ilişkin bir ödeme değildir. Yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60 ıncı maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138 inci maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
10. Sonuç olarak 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasaya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
11. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
12. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68 inci maddesi ile değişik geçici 1 inci maddesinde; “....17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
13. Kanun koyucu tarafından geçici 1 inci madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan Kanun hükümlerinin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
14. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç, hukuki güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukuki güvenlik hukuk devletinin temel taşlarındandır.
15. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
16. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesinin ikinci fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dâhi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik söz konusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96 ncı maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
17. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan ve güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Ali Naim Sözer, Kanunların Önceye Etki Yasağı: “Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme”, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
18. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
19. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Kanun'un “Dürüst davranma” başlıklı 2 nci maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
20. Türk Medeni Kanunu’nun 2 nci maddesine göre ; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
21. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde 4721 sayılı Kanun'un 2 nci maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
22. Öte yandan 5510 sayılı Kanun'un 56 ncı maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” unsurunun diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
23. Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 6 ncı maddesinde Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her birinin hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aynı yöndeki düzenleme 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 190 ıncı maddesinin birinci fıkrasında “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında karşı taraf kanuni karinenin aksini ispat edebilir (6100 sayılı Kanun md.190/2).
24. Bu noktada 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100 üncü maddelerindeki hükümlere kısaca değinmekte fayda vardır.
25. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 59 uncu maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi düzenlenmiş, maddenin ikinci fıkrasında “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir...” hükmüne yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 100 üncü maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 13.02.2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un 78 inci maddesi ile değişik 92 nci maddesinin son fıkrasında da çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır.
26. Somut olayda davacı ile eşinin 12.09.2005 tarihinde boşandığı, 24.02.2006 tarihinde vefat eden babasından dolayı 01.11.2007 tarihinde ölüm aylığı bağlanan davacıya 31.10.2012 tarihli sağlık kurul raporu ile ayrışmamış şizofreni tanısı konulduğu ve aynı tarihli mahkeme kararı ile kısıtlanarak kızının kendisine vasi olarak atandığı, Kuruma yapılan ihbar üzerine sosyal güvenlik denetmen yardımcısı tarafından düzenlenen 28.09.2016 tarihli araştırma raporunda beyanları alınan davacı ... ile ... ve ... isimli kişilerin davacı ile eski eşinin birlikte yaşadıklarını teyit ettiği, davacı ile eski eşinin boşandıktan sonra Ankara'daki hastanelerde muayene olduğu, davacının boşandıktan sonra üvey annesinin yanında yaşadığı ve son 6 ay içinde eşiyle barışarak birlikte yaşadığına dair beyanlarının doğruluğu ile ilgili tespit yapılamadığı, aksine Medula kayıtlarından davacının Ankara'da ikamet ettiğine dair karine elde edildiği, bu nedenle boşandıktan sonra eski eşi ile fiilen birlikte yaşadığı değerlendirilen davacı hakkında 5510 sayılı Kanun’un 56 ve 96 ncı maddeleri gereği işlem yapılması gerektiği yönünde görüş bildirildiği, bu rapora istinaden davacının babasından dolayı aldığı ölüm aylığının kesilerek yapılan sağlık harcamalarının borç kaydedildiği anlaşılmaktadır.
27. Nüfus Müdürlüğünce gönderilen adres bilgilerine göre davacının 12.10.2012 tarihinde beyan ettiği adresinin "Kaletepe Mahallesi ..... Yenimahalle/Ankara" olduğu öncesine dair bir kayıt bulunmadığı, eski eşin adresinin 06.08.2010 tarihinde "Kaletepe Mahallesi ... Yenimahalle/Ankara", 14.09.2011 tarihinde ise "Kaletepe Mahallesi ....Yenimahalle/Ankara" olduğu görülmüştür.
28. Medula kayıtları getirtilmiş olup davacının sistemde gözüken ilk hastane kaydının 26.06.2012, eski eşin ise 10.03.2014 olduğu ve öncesine dair bir kaydın bulunmadığı anlaşılmıştır.
29. Kurumca yapılan tahkikat esnasında davacının denetmene verdiği 27.09.2016 tarihli ifadesinde 2016 yılının Mart ayında İstanbul'dan Ankara'ya döndüğünü, 6 ay haricinde eşi ile birlikte yaşamadıklarını belirtmiş; ... ve ...'da aynı tarihli ifadelerinde davacı ve boşandığı eşinin 6 aydan beri aynı evde yaşadıklarını beyan etmişlerdir. Tutanak tanıkları mahkemede alınan beyanlarında ise tarafların boşandıktan sonra birlikte yaşamadıklarını, tutanak altındaki imzanın kendilerine ait olmakla birlikte imzayı kabul etmediklerini belirtmişlerdir.
30. Görüldüğü üzere dosyaya gelen belge ve kayıtlar ile toplanan deliller 2012 yılı sonrasına ait olup Mahkemece 2012 yılı öncesinde davacı ve boşandığı eşinin birlikte yaşayıp yaşamadıklarına ilişkin yeterli inceleme ve araştırma yapılmamıştır.
31. Bu itibarla Mahkemece davacı ve boşandığı eşinin, 2012 yılından önce hangi adreslerde yaşadıkları, beraber yaşayıp yaşamadıkları resmî kayıtlardan ve zabıta marifetiyle tespit edilerek bu adreslerden komşu, apartman yöneticisi, kapıcı veya adres yakınlarında görgüye dayalı bilgisi olabilecek işyeri vs dükkan işletenlerden veyahut beraber yaşayıp yaşamadıklarına tanıklık edebilecek mümkünse kamu tanıkları tespit edilip dinlenmeli ve toplanan tüm deliller kapsamında ihtilaflı sürede tamamen mi kısmen mi beraber yaşandığı hususu netleştirilerek varılacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
32. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacı kadının 12.09.2005 tarihinde eşinden boşandığı, eski eşinin 01.12.2005 tarihinde ikinci bir evlilik yaptığı, davacıya 31.10.2012 tarihli sağlık kurul raporu ile ayrışmamış şizofreni teşhisi konduğu ve kızının vasi olarak atandığı, eski eşin boşanma sonrası başka bir evlilik yapması ve davacının da boşanmadan yaklaşık 2 yıl kadar sonra ölüm aylığı almak için başvurması karşısında ölüm aylığını almak için boşandığı yönünde yaklaşımın doğru olmadığı, 5510 sayılı Kanun'un 56 ncı maddesindeki düzenleme amaçsal olarak yorumlandığında davacının vefat eden babasından dolayı ölüm aylığı almak için başvurmadığı, yasanın bu düzenlemesindeki hakkını kötüye kullanmadığı, daha sonraki bir tarihte fiili olarak birlikte yaşama nedeniyle aylık kesilmesinin ve tedavi giderlerinin istenmesinin hakkın kötüye kullanılması kavramına ve eşitlik ilkesine aykırı olduğu, bu nedenle davanın kabulü gerektiğinden mahkeme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
33. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
34. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 maddesinin birinci fıkrası uyarınca İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
12.09.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
'' K A R Ş I O Y ''
Taraflar arasındaki, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı gerekçesiyle ölüm aylığının kesilmesine ilişkin kurum işleminin iptali ile ölüm aylığının kesildiği tarihten itibaren yeniden bağlanarak faiziyle ödenmesi ve borcunun olmadığının tespiti davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili tarafından temyiz edilen Bölge Adliye Mahkemesi kararı, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 02.03.2022 tarihli ve 2021/12713 Esas, 2022/2872 Karar sayılı kararı ile davacının ve boşandığı eşinin beraber yaşayıp yaşamadıkları hususunda yapılan araştırmanın yetersiz olduğu belirtilerek beraber yaşama olgusuna yönelik tanıklık edebilecek mümkünse kamu tanıklarının tespiti ile dinlenmesi ve toplanan tüm deliller kapsamında ihtilaflı sürede tamamen mi kısmen mi beraber yaşandığı hususu netleştirilerek karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesince "kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenmiş tutanak içeriğinin aksinin ispat edilemediği" gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
5510 sayılı Kanun'un 56 ncı maddesinde, "...Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96 ncı madde hükümlerine göre geri alınır" denilmiştir. Anılan maddenin gerekçesi "eşinden boşanmak suretiyle babasından maaş bağlanan ancak boşandığı eşleriyle fiilen beraber yaşayanların gelir ve aylıklarının kesilmesi ile ilgili hususların, uygulamada hakkın kötüye kullanılmasını önlemek" olarak gösterilmiştir (Ayrıntılı bilgi için bkz. Ayşe Köme Akpulat, Boşandığı Eşiyle Fiilen Birlikte Yaşayan Eş ve Çocukların Gelir ve Aylıkların Kesilmesi, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2019, s. 400 vd.).
Somut olayda davacı, 12.09.2005 tarihinde eşinden boşanmış, boşandığı eşi 01.12.2005 tarihinde bir başkası ile evlenmiş, davacıya babasından dolayı 01.11.2007 tarihinde ölüm aylığı bağlanmıştır. 5510 sayılı Kanun'un 56 ncı maddesinde mevcut bahsedilen düzenleme amaçsal olarak yorumlandığında, davacının vefat eden babasından ölüm aylığı almak için boşanmadığı, yasanın bu düzenlemesindeki hakkını kötüye kullanmadığı, dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Sadece daha sonraki bir dönemde, davacının boşandığı eşiyle fiili olarak birlikte yaşamasından ötürü ölüm aylığının kesilmesi ve tedavi giderlerinin Kurum tarafından geri istenmesi, 5510 sayılı Kanun'un 56 ncı maddesinin gerekçesindeki hakkın kötüye kullanılması kavramına ve ayrıca eşitlik ilkesine aykırı olduğundan davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken İlk Derece Mahkemesince reddine karar verilmesi, Özel Dairece fiili yaşantının hangi tarihler arasında olduğunun daha kapsamlı araştırılması yönündeki bozma kararı ve bu bozma kararının Hukuk Genel Kurulunca da benimsenmesi yönündeki karara katılmamaktayız.