Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/265 E., 2024/493 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 02.10.2024 tarihli, 2023/265 E., 2024/493 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/265 E., 2024/493 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2022/1792 E., 2022/1535 K.
KARAR : Davanın kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI: Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15.03.2022 tarihli ve
2021/7258 Esas, 2022/2117 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil ile tazminat davasından dolayı yapılan inceleme sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmekle, Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelendi:
I. ÖN SORUN
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce direnme kararına yönelik davalılar vekillerinin temyiz istemlerinin kesinlik sınırının altında kalıp kalmadığı hususu ön sorun olarak ele alınıp değerlendirilmiştir.
II. GEREKÇE
1. İlgili Hukuk
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 57, 341, 361, 362 ve ek 1 inci maddeleri.
2. Değerlendirme
1. 6100 sayılı Kanun'un "İhtiyari dava arkadaşlığı" başlığını taşıyan 57 nci maddesinde; “Birden çok kişi, aşağıdaki hâllerde birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir:
a)Davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması,
b)Ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri,
c)Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı veya birbirine benzer olması”, yine " İhtiyari dava arkadaşlarının davadaki durumu" başlığını taşıyan 58 inci maddesinde ise; "İhtiyari dava arkadaşlığında, davalar birbirinden bağımsızdır. Dava arkadaşlarından her biri, diğerinden bağımsız olarak hareket eder." hükmü yer almaktadır.
2. Bu durumda, maddede açıkça sayılan dava konusu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem (örneğin sözleşme) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı (veya benzer) sebepten doğmuş olması hâllerinde birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi, birlikte aleyhlerine de dava açılabilir. Maddede sayılan bu hâller dışında ihtiyari dava arkadaşlığından söz etmek mümkün değildir.
3. Birlikte dava açma hakkına sahip olanlar davalarını birlikte açmak zorunda değildirler. Bu kişilerden her biri ayrı ayrı dava açabilecekleri gibi, dilerlerse (isterlerse) birlikte de dava açabilirler. İşte bu son hâlde, davacılar arasında dava arkadaşlığı doğar; fakat bu, ihtiyari (isteğe bağlı) bir dava arkadaşlığıdır.
4. Davalılar arasındaki ihtiyarî dava arkadaşlığı bakımından da durum böyledir. Örneğin alacaklı, müteselsil borçlulardan her birine karşı ayrı ayrı dava açabileceği gibi, isterse, müteselsil borçluların bir kaçına veya tümüne karşı birlikte dava açabilir. Bu son hâlde, davalı tarafta bulunan müteselsil borçlular ihtiyari dava arkadaşı durumundadır; yani, bunlara karşı birlikte dava açılması zorunlu değildir.
5. İhtiyarî dava arkadaşlığında, dava arkadaşı sayısı kadar dava vardır; bu davalar, (mahkemece) birlikte görülür. Bu ise, zaman, emek ve masraftan tasarruf sağlar, tahkikat ve yargılamayı kolaylaştırır ve basitleştirir ve nihayet çelişik hükümler verilmesini önler (Baki Kuru, Medenî Usul Hukuku El Kitabı, C.1, 2. Baskı, Ankara 2021, s. 956).
6. 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesinde istinaf yoluna başvurulabilen kararlar; 361 ve 362 nci maddelerinde ise temyiz edilebilen ve temyiz edilemeyen kararlar hüküm altına alınmıştır. 6100 sayılı Kanun'un 362 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca, “Miktar veya değeri kırkbin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar” hakkında temyiz yoluna başvurulmaz. Hemen belirtilmelidir ki, kesinlik sınırı kamu düzeninden olup bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise ona bağlı kalınmalıdır. Buradaki “karar” teriminin, Bölge Adliye Mahkemesinin Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını da kapsayacağında duraksama bulunmamaktadır.
7. 6763 sayılı Kanun’un 44 üncü maddesiyle 6100 sayılı Kanun'a eklenen "Parasal sınırların artırılması" başlıklı ek 1 inci madde ile aynı Kanun'un 362/1-(a) maddesinde öngörülen kesinlik sınırı her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, o yıl için 04.01.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle belirlenmektedir. Anılan Ek 1 inci maddenin ikinci fıkrasına göre, "... 341 inci, 362 nci ve 369 uncu maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında hükmün verildiği tarihteki miktar esas alınır". Buna göre direnme kararının verildiği 29.09.2022 tarihinde 6100 sayılı Kanun'un 362/1-(a) maddesinde öngörülen kesinlik sınırı 107.090,00 TL’dir.
8. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelince; davacılar vekili, müvekkillerinin murisi ... tarafından İstanbul ili Kadıköy ilçesi Merdivenköy mahallesi 2241/3 parsel numaralı taşınmazın (tevhit sonrası 340 ada 3 parsel numarası almıştır) 1/2 payının davalı ...’a, 1/2 payını davalı ...’a mirastan mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak devredildiğini, anılan taşınmaz üzerinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi kapsamında bina yapıldığını, yapılan binada A blok 44, C blok 31 numaralı bağımsız bölümlerin tamamı ile A blok 117 numaralı bağımsız bölümün yarısının davalılara verildiğini, davalılardan ...’ın kendisine düşen taşınmazı diğer davalı kardeşi ...’e muvazaalı olarak devrettiğini ileri sürerek anılan tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, mümkün olmazsa bedelin tahsiline karar verilmesini talep etmiş, yargılama sırasında davalı ... adına kayıtlı taşınmazların satışı üzerine satılan taşınmazlar yönünden davaya tazminat istemli olarak devam ettiklerini belirtmiştir.
9. Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararında; davanın kabulü ile davalı ... adına kayıtlı İstanbul ili, Kadıköy ilçesi, Merdivenköy mahallesi, 340 ada, 3 parsel, 44 No.lu bağımsız bölüm tapu kaydının davacıların miras payı olan 4/6 oranında iptali ile 1/6'şar paylarla davacılar adına tapuda kayıt ve tescillerine, 333.333,33 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalı ...'dan tahsili ile 1/4'er paylarla davacılara verilmesine karar verilmiş, bu karar davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
10. Direnme kararına göre dava konusu taşınmazlardan 44 numaralı bağımsız bölümün dava tarihi itibariyle değeri olan 570.000,00 TL'nin her bir davacı bakımından miras payına isabet eden değerin 95.000,00 TL olduğu, yine diğer dava konusu bağımsız bölümler yönünden hükmedilen 333.333,33 TL bakımından her bir davacının miras payına isabet eden değerin 83.333,33 TL olduğu anlaşılmaktadır.
11. İstemin niteliğine göre, eldeki davada davalılar arasında mecburi dava arkadaşlığı değil, ihtiyari dava arkadaşlığı mevcuttur. İhtiyari dava arkadaşlığının mevcut olduğu hâllerde ihtiyari dava arkadaşının sayısı kadar dava olduğu gözetildiğinde, dava değerinin de her bir dava, bir başka ifadeyle her bir dava arkadaşı yönünden ayrı ayrı belirlenmesi ve belirlenen bu değerlerin kesinlik sınırı altında kalıp kalmadığının değerlendirilmesi gerektiği ortadadır.
12. Bu çerçevede dava konusu taşınmazlardan 44 numaralı bağımsız bölüm yönünden her bir davacının miras payına isabet eden değerin dava tarihi itibariyle 95.000,00 TL, diğer dava konusu bağımsız bölümler bakımından ise hükmedilen tazminatın her bir davacının miras payına isabet eden değeri 83.333,33 TL olup bu değerler, 6100 sayılı Kanun'un 362/1-a ve ek madde 1 hükümlerine göre direnme kararının verildiği 29.09.2022 tarihinde geçerli olan 107.090,00 TL temyiz kesinlik sınırı altında kaldığından anılan karara karşı davalılarca temyiz kanun yoluna başvurulması miktar itibariyle mümkün değildir.
13. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davacıların taleplerinin tek ve terditli olduğu, iki taşınmazın da aynı murise ait olduğu, bağlantının muris muvazaasına dayalı olduğu, görünüşte tek bir hüküm olduğundan kesinlik sınırının belirlenmesinde dava konusu taşınmazların toplam değerinin esas alınması gerektiği görüşü yanında somut olayda temelinde tek bir hukuki işleme ilişkin muvazaa iddiasına dayalı olarak ileri sürülen talepler bakımından davalı ... aleyhine hüküm altına alınan tazminattan her bir davacıya ödenmesine karar verilen 83.333,33 TL ile davalı ... ve ... aleyhine tapu kaydının iptaline karar verilen taşınmazın dava tarihindeki değeri üzerinden davacılara miras payları oranına karşılık gelen 95.000,00 TL toplamı üzerinden ihtiyari dava arkadaşı olan her bir davacı bakımdan dava değerinin ayrı ayrı belirlenmesi gerektiği belirtilerek direnme kararının verildiği tarih itibariyle temyizi kabil olduğu görüşleri ileri sürülmüş ise de bu görüşler, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
14. Hâl böyle olunca davalılar vekillerinin temyiz istemlerinin ayrı ayrı reddi gerekmiştir.
III. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalılar vekillerinin temyiz başvurularının ayrı ayrı miktardan REDDİNE,
İstek hâlinde temyiz peşin harçlarının yatıranlara ayrı ayrı geri verilmesine,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğini kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
02.10.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
...
Ön Sorun Yok
("Karşı Oy")
9.H.D. Bşk.
Doç. Dr. ...
1.H.D. Bşk.
...
3.H.D. Bşk.
...
7.H.D. Bşk.
...
11.H.D. Bşk. V.
...
Ön Sorun Yok
("Karşı Oy")
Ön Sorun Yok
Ön Sorun Yok
5.H.D. Bşk. V.
...
Ön Sorun Yok
Ön Sorun Yok
Ön Sorun Yok
("Karşı Oy")
"K A R Ş I O Y"
Dava, muris muvazaası iddiasına dayalı tapu iptali ile tescil ve tazminat istemine ilişkindir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 110 uncu maddesine göre davacı, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini, aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir. Bunun için, birlikte dava edilen taleplerin tamamının aynı yargı çeşidi içinde yer alması ve taleplerin tümü bakımından ortak yetkili bir mahkemenin bulunması şarttır.
Gerekçesi açısından bugün de geçerliliğini koruyan 07.02.1945 tarihli ve 1944/19 Esas, 1945/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde davacı, neye karar verilmesini istediğini açıkça yazar. Şüphesiz talebin birden fazla kalemleri kapsaması hâlinde de davacının talep sonucu, asıl talep ve yardımcı (fer'î) talepler olmak üzere iki bölümden oluşur. Davacının birden fazla davasını aynı dava dilekçesi ile açması hâlinde, bu durum “objektif dava birleşmesi” olarak tanımlanır ve davacının, her davaya ait talep sonucunu açıkça ve ayrı ayrı göstermesi gerekir.
Doktrinde objektif dava birleşmesi ya da kümülatif dava yığılması olarak adlandırılan bu kurum, 6100 sayılı Kanun’da “davaların yığılması” terimi benimsenerek düzenlenmiştir. Davaların yığılmasının usul ekonomisine ve çelişkili kararlar verilmesini engellemeye hizmet ettiği kabul edilmektedir.
Davacının aynı davalıya karşı olan birbirinden bağımsız birden fazla talebini, aralarında bir derecelendirme ilişkisi yani aslilik-fer'îlik ilişkisi kurmadan aynı dava dilekçesinde ileri sürmesine davaların yığılması denir. Bu dava çeşidinde taleplerin tümü birbirinden bağımsız, eş değer ve aynı derecede öneme sahiptir. Her bir talep farklı edimlerin gerçekleştirilmesine yönelmiştir.
Önemle vurgulanmalıdır ki; kesinlik sınırının belirlenmesi kamu düzenindendir ve kesinlik sınırı belirlenirken davanın değeri esas alınır. Davanın değeri ise genel anlamıyla, bir davadaki taleplerin toplamıdır. Birleştirilen davalarda, kesinlik sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir. İhtiyarî dava arkadaşlığında, kesinlik sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Bu anlamda davacının aynı olaydan yahut hukuki işlemden kaynaklı olarak davalı tarafa karşı olan birden fazla talebini aynı davada birleştirmiş olması durumunda taleplerin her biri ayrı dava olmakla birlikte, görünüşte tek bir hüküm bulunduğundan temyizde kesinlik sınırının tespiti için temyiz edilen taleplerin toplamları esas alınmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; tapu sicilindeki tevhit işlemi ve bina yapımı evveliyatında davacılar murisine ait tek bir arsa niteliğindeki taşınmaz yine muris tarafından davalılardan ... ile ...’a eşit hisselerle devredilmiş olup davacılar tarafından bu işlemin muvazaalı olduğu iddiasıyla eldeki dava açılmıştır. Murisin devir işlemi sonrasında ise taşınmazın üzerinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi kapsamında bina yapılmış ve A blok 44 numaralı bağımsız bölüm davalı ... (sonrasında satış ile davalı ...) adına, C blok 31 numaralı bağımsız bölümün tamamı ile A blok 117 numaralı bağımsız bölümün 1/2 payı davalı ... adına tapu sicilinde tescil edilmiştir.
Davacılar, muris tarafından arsanın ... ile ...’a satışının muvazaalı olduğunu iddia etmekte olup dava tarihi itibariyle taşınmazın niteliğindeki değişimi nazara alarak A blok 44 numaralı bağımsız bölüm yönünden davalılardan ... ile Erturul Öztürk’e, C blok 31 numaralı bağımsız bölümün tamamı ile A blok 117 numaralı bağımsız bölümün 1/2 payı yönünden ise davalı ...’a husumet yöneltilmiş, davalı ...’ın kendisine ait bağımsız bölümleri dava tarihinden sonra dava dışı üçüncü kişilere devretmesi sebebiyle anılan davalıya yönelik olarak ileri sürülen talep tazminat talebine dönüştürülmüştür.
Davacıların her birinin murisin terekesi üzerindeki miras payları 1/6 oranında olup eldeki davada her bir davacının payı oranında dava tarihindeki duruma göre taşınmazlara malik olan davalılardan ayrı ayrı talepte bulunulması mümkündür. Bu anlamda objektif dava birleşmesi söz konusu olmakla birlikte eldeki davada tek bir satış sözleşmesi ile yapılan devrin muvazaalı olduğu iddia edilerek sonradan taşınmazın niteliğindeki değişime bağlı olarak birden fazla talep ileri sürülmüştür. Bu bağlamda taraflar arasındaki uyuşmazlığın tek bir olaydan/hukuki işlemden kaynaklandığı açıktır.
Dolayısıyla dava konusu taşınmazdaki nitelik değişimi de nazara alındığında davacılar tarafından davalılara yöneltilen talepler bakımından bir talep yığılması söz konusu olsa da bu talepler, temelinde tek bir olaydan kaynaklanması sebebiyle ihtiyari dava arkadaşı olan davacılar yönünden dava değerinin belirlenmesinde, her bir davacının miras payı bakımından sonradan ortaya çıkan taşınmazların değerleri toplamı esas alınması gerekir.
Bu sebeple öncesinde tek bir taşınmaz olarak 1/2 oranında davalılara devredilen taşınmaz üzerinde sonradan ortaya çıkan bağımsız bölümlerin her birinin maliki olan davalılar yönünden ikili bir ayrım ile ortaya çıkan değerin tekrardan davacıların miras paylarına bölünmesi sonrasında dava değerinin ve dolayısıyla kararın temyiz edilebilirliğinin değerlendirilmesi, adil yargılanma hakkının önemli alt başlığı olan kanun yoluna erişim hakkının uygulanmasını sınırlayıcı bir yorum olup böyle bir yorum bahse konu hukuki kurumların ihdas amacına aykırılık teşkil eder.
Zira Anayasanın 36 ncı maddesinin birinci fıkrasına göre herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hak arama özgürlüğü kapsamındaki hükmün denetlenmesini talep etme hakkı, kişinin aleyhine verilen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından gözden geçirilmesini ve denetlenmesini isteyebilmesini teminat altına almaktadır.
Bunun yanında hükmün denetlenmesini talep etme hakkının mutlak olmaması nedeniyle hak kanun koyucu tarafından bazı sınırlamalara tâbi tutulabilir. Ancak bu sınırlandırmaların Anayasanın 13 üncü maddesinde öngörülen ölçütlere uygun olarak yapılması gerekir. Nitekim aynı esaslar Anayasa Mahkemesinin 24.02.2022 tarihli ve 2021/34 Esas, 2022/21 Karar sayılı kararında da benimsenmiştir.
Bu bağlamda kanun koyucu tarafından hükmün denetlenmesini talep etme hakkını sınırlamalar bakımından yapılacak yorumlarda Anayasanın 13 üncü maddesi nazara alınıp adil yargılanma hakkını zedeleyecek düzeyde daraltıcı yorum yapılmaması gerekir. Aksinin kabulü, adil yargılanma ve mahkemeye erişim hakkının, anayasal ve yasal ilkelere aykırı düzeyde sınırlandırılması sonucunu doğurur.
Somut olayda, temelinde tek bir hukuki işleme ilişkin ileri sürülen muvazaa iddiasına dayalı olarak ileri sürülen talepler bakımından her bir davacının miras payı oranında sonradan ortaya çıkan bağımsız bölümlerin dava tarihindeki değerleri toplamı nazara alınarak verilen kararın temyizi kabil olup olmadığı değerlendirilmelidir. Bu itibarla davalı ... aleyhine hüküm altına alınan tazminattan her bir davacıya ödenmesine karar verilen 83.333,33 TL ile davalı ... ve ... aleyhine tapu kaydının iptaline karar verilen taşınmazın dava tarihindeki değeri üzerinden davacılara miras payları oranına karşılık gelen 95.000,00 TL toplamı üzerinden ihtiyari dava arkadaşı olan her bir davacı bakımdan dava değerinin ayrı ayrı belirlenmesi gerekir.
Bu çerçevede eldeki davada her bir davacı bakımından dava değeri 178.333,33 TL olup bu değer, direnme kararının verildiği tarihte geçerli olan 107.090,00 TL temyiz kesinlik sınırı üzerindedir. Dolayısıyla eldeki davada Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararının miktar bakımından kesin hüküm niteliğinde olduğu söylenemez.
Hâl böyle olunca, ön soruna ilişkin olarak direnme kararının miktar itibariyle kesin olduğuna dair Değerli Çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
"K A R Ş I O Y"
Çoğunluk ile aradaki temel uyuşmazlık “muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescil ile tazminat davasında birden fazla taşınmaz ve birden fazla aynı talepte bulunan mirasçı davacılar yönünden karar tarihi itibari ile 107.090,00 TL'lik temyiz kesinlik sınırının her davacı için taşınmazların ayrı ayrı davacılar payına düşen miktar üzerinden mi yoksa tüm taşınmazlarda paylarına düşen toplam miktarı üzerinden mi dikkate alınacağı, buradan varılacak sonuca göre dava konusu edilen iki taşınmazda davacı mirasçılar payına düşen miktarın ayrı ayrı alınmasında karar tarihi itibari ile 107.090,00 TL'lik kesinlik sınırının altında olması nedeni ile temyiz isteminin reddi mi, yoksa her iki taşınmazın miras payına düşen toplam miktarını 107.090,00 TL'lik kesinlik sınırının üzerinde oldup temyiz incelemesinin yapılması mı gerektiği” noktasında toplanmaktadır.
Çoğunluk görüşü ile "Bölge Adliye Mahkemesince verilen karara göre; dava konusu taşınmazlardan 44 numaralı bağımsız bölümün dava tarihi itibariyle değeri 570.000,00 TL olup her bir davacı bakımından miras payına isabet eden değerin 95.000,00 TL olması, yine diğer dava konusu bağımsız bölümler yönünden hükmedilen 333.333,33 TL bakımından her bir davacının miras payına isabet eden değerin 83.333,33 TL olması karşısında, hüküm altına alınan bu bedellerin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362/1-a ve Ek 1 inci maddelerindeki hükümler kapsamında direnme kararının verildiği 29.09.2022 tarihinde geçerli olan 107.090,00 TL temyiz kesinlik sınırı altında kaldığından bahisle temyiz istemlerinin miktardan reddinin, davalı tarafın ile temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.
Gerekçesi açısından bugün de geçerliliğini koruyan 07.02.1945 tarihli ve 1944/19 Esas, 1945/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde davacı, neye karar verilmesini (başka bir ifade ile davalının neye mahkum edilmesini) istediğini açıkça yazar. Kuşkusuz talebin birden fazla kalemleri kapsaması hâlinde de davacının talep sonucu, asıl talep ve yardımcı (fer'î) talepler olmak üzere iki bölümden oluşur. Davacının birden fazla davasını aynı dava dilekçesi ile açması hâlinde, bu durum "objektif dava birleşmesi" olarak tanımlanır ve davacının, her davaya ait talep sonucunu açıkça ve ayrı ayrı göstermesi gerekir (Kılıç, Açıklamalı İçtihatlı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Ankara 2011, C.I, s. 1454).
Doktrinde objektif dava birleşmesi ya da kümülatif dava yığılması olarak adlandırılan bu kurum, HMK’da “davaların yığılması” terimi benimsenerek düzenlenmiştir (HMK md. 110). Davaların yığılmasının usul ekonomisine ve çelişkili kararlar verilmesini engellemeye hizmet ettiği kabul edilmektedir.
Davacının aynı davalıya karşı olan birbirinden bağımsız birden fazla talebini, aralarında bir derecelendirme ilişkisi yani aslilik-fer’îlik ilişkisi kurmadan aynı dava dilekçesinde ileri sürmesine davaların yığılması denir. Bu dava çeşidinde taleplerin tümü birbirinden bağımsız, eş değer ve aynı derecede öneme sahiptir. Her bir talep farklı edimlerin gerçekleştirilmesine yönelmiştir.
Davaların yığılması söz konusu olduğunda, görünüşte tek dava, gerçekte ise talep sayısınca dava mevcuttur. Her bir talep için dava dilekçesinde vakıaların ayrı ayrı belirtilmesi ve ispat edilmesi gerekir. Mahkeme de her bir talep hakkında ayrı ayrı inceleme yapacaktır, taleplerden birinin kabulüne diğerinin ise reddine karar verebilir. Yani, görünüşte tek hüküm, gerçekte ise talep sayısınca hüküm mevcuttur. Mahkeme, taleplerin tümü hakkında ayrı ayrı karar vermek ve bunları hüküm fıkrasında göstermek zorundadır. Mahkemenin, taleplerin tümü hakkında tek ve aynı şekilde karar verme zorunluluğu yoktur. Dava şartları, her bir talep bakımından ayrı ayrı belirlenir (Pekcanıtez Usul, Medeni Usul Hukuku, C. II, İstanbul 2017, s.1093 ).
Önemle vurgulanmalıdır ki; kesinlik sınırının belirlenmesi kamu düzenindendir ve kesinlik sınırı belirlenirken davanın değeri esas alınır. Davanın değeri ise genel anlamıyla, bir davadaki taleplerin toplamıdır.
Birleştirilen davalarda, kesinlik sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir (Kuru B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.V, İstanbul 2001, s. 4514).
İhtiyarî dava arkadaşlığında, kesinlik sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir (Kuru, B.; s. 4514).
Karşılık davada, kesinlik sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir (Kuru, B.; s. 4514).
Muris muvazasına dayalı tapu iptali ve tescil, tenkis veya tazminat talebi her bir mirasçıyı etkilediği gibi terekenin ve saklı payın belirlenmesi de toplam taşınmaz ve mirasçı sayısına göre belirlenecektir. Bu durumda talep eden her bir davacıyı da etkileyeceği de açıktır. Bu şekli ile terekeyi oluşturan taşınmazların birbirinden ayrılması her bir mirasçı açısından farklı sonuçlar doğuracaktır. Oysa muris tektir ve murisin iradesi tüm taşınmazlar yönünden incelenecektir.
Anayasanın 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasanın 36 ncı maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar... konusunda karar verecek olan,...bir mahkeme tarafından davasının... görülmesini istemek hakkına sahiptir...” yönünde düzenleme bulunduğu görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin bir kararında da “...Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilir (Özkan Şen B. No: 2012/791, 07/11/2013, § 52)” şeklinde tespitlere yer verilmiştir. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27.11.2012, § 42).
Belirtmek gerekir ki asıl olan kanun yoluna başvurudur. Buradaki sınırlamalar ise ölçülü olmalı ve erişim hakkını önemli ölçüde etkisizleştirmemelidir. Aynı vakıaya dayalı birden fazla talebin veya aynı vakıa nedeni ile aynı davada talepte bulunanların ayrı ayrı kesinlik sınırına tabi tutularak mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılması, vakıanın (muris muvazaasının) farklı farklı belirlenmesine neden olacak ve erişim hakkını etkisizleştirecektir.
Somut olayda davacılar aynı muristen kalan birden fazla taşınmazlarından muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde miras paylarına düşen taşınmazın değerinin tazminat olarak hüküm altına alınması taleplerini iki taşınmaz yönünde aynı davada birleştirmiştir. Aslında talep tek ve derditlidir. Talebe konu iki taşınmaz vardır. İki taşınmazda aynı murise aittir. Muristen kalan ve terekeye dahil taşınmazların ayrı dava olarak nitelendirilmesi 6100 sayılı HMK'nın 110 uncu maddesi kapsamında değerlendirilmemelidir. Zira burada muris muvazaasına dayanma aradaki bağlantıyı ve bağımlılığı göstermektedir. Birbirinden bağımsız talep yoktur. Davacı sayısı kadar objektif dava birleşmesi var ise görünüşte tek bir hüküm bulunduğundan temyizde kesinlik sınırının tespiti için temyiz edilen taşınmazların değerlerinin toplamları esas alınarak belirlenmesi esastır. Kaldı ki her davacı açısından taşınmazların paylarına düşen tutarın toplamı da kesinlik sınırını aşmaktadır.
Aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.09.2019 tarih ve 2018/4-375 Esas, 2019/473 Karar, 30.04.2019 tarih ve 2017/4-1394 Esas, 2019/494 Karar ve 30.03.2021 tarih ve 2019/(21)10-768 Esas, 2021/361 Karar sayılı ilâmlarında kabul edilmiştir.
Sonuç itibari ile somut uyuşmazlıkta davalı tarafın temyiz isteminin kesinlik sınırından reddi isabetli olmamıştır. Tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat isteminde taşınmazların gerek totalde, gerekse her davacı yönünden miras paylarına düşen tutarlar toplam alındığında temyiz incelemesinin yapılması ve esasına girilmesi gerekirdi. Bu nedenle Çoğunluğun kesin olduğu görüşüne katılınmamıştır.
"K A R Ş I O Y"
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen olayda uyuşmazlık, Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme hükmünün temyizi kabil olup olmadığına ilişkindir.
Sayın Çoğunluk, eldeki davada, söz konusu hükmün miktar itibarıyla kesin olduğu ve temyize tâbi bulunmadığı değerlendirmesiyle temyiz isteminin miktardan reddine karar vermiştir. Aşağıda açıklamış olduğum nedenlerle Çoğunluğun görüşüne katılmam mümkün olmamıştır:
Somut olayda davacılar ..., ..., ... ve ...;
muris babalarının dava konusu taşınmazın 1/2 payını davalı oğlu ...'a, 1/2 payını da davalı gelini ...'a muvazaalı olarak temlik ettiğini, sonrasında taşınmaz üzerinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi kapsamında bina yapıldığını, binadaki A blok 44, C blok 31 numaralı bağımsız bölümlerin tamamı ile A blok 117 numaralı bağımsız bölümün yarısının davalılara verildiğini, davalı ...'ın kendisine düşen taşınmazı diğer davalı kardeşi ...'e muvazaalı olarak devrettiğini ileri sürerek bu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, mümkün olmazsa bedellerinin tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmişlerdir.
Davacılar, yargılama sırasında davalı ... adına kayıtlı taşınmazların dava dışı kişilere satışı üzerine, satılan bu taşınmazlar yönünden davaya tazminat istemli olarak devam ettiklerini belirtmişlerdir.
İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiş; davacılar vekilinin istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesi -İlk Derece Mahkemesi kararını kaldırarak- davanın kabulü ile davalı ... adına kayıtlı 44 No.lu bağımsız bölümün tapu kaydının davacıların miras payı olan 4/6 oranında iptali ile 1/6'şar paylarla davacılar adına tapuda kayıt ve tesciline, (diğer taşınmazlara ilişkin talep bakımından) 333.333,33 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı ...'dan tahsili ile 1/4'er paylarla davacılara verilmesine karar vermiştir.
Anılan hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiş; Yargıtay 1. Hukuk Dairesince, davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesinde direnme kararı verilmesi üzerine, bu hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiş; Hukuk Genel Kurulunca yapılan temyiz incelemesi sonucunda Sayın Çoğunluk tarafından temyiz isteminin miktar yönünden reddine karar verilmiştir.
Sayın Çoğunluğun bu değerlendirmesinde dava konusu uyuşmazlıkla ilgili verilen hüküm kapsamındaki taşınmazlar bakımından bir ayrım yapılmıştır. Buna göre tapusunun iptaline karar verilen taşınmazın değeri ile tazminat istemine konu olan taşınmazların değeri (bunlar yönünden hükmedilen tazminat tutarı) kesinlik sınırı bakımından ayrı ayrı dikkate alınmıştır.
Bu kapsamda Sayın Çoğunluk davalı ...'a ait iken onun tarafından kardeşi davalı ...'e satılan 44 No.lu bağımsız bölümün değerinin dava tarihi itibarıyla 570.000,00 TL olduğu ve bu taşınmazdaki her bir davacı payına isabet eden değerin 95.000,00 TL olduğunu belirterek bu taşınmaz yönünden verilen hükmün kesin olduğunu kabul etmiştir. Diğer taşınmazlar bakımından hükmedilen 333.333,33 TL bakımından ise her bir davacı payına isabet eden tutarın 83.333,33 TL olduğu ifade edilerek bu tutarların kesinlik sınırı içinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Dava konusu taşınmazların dava tarihi itibarıyla değerine ilişkin bilirkişi raporunda yer alan tespitler ve yine karar tarihi itibarıyla temyiz edilebilirlik sınırının 107.090,00 TL olduğu yönündeki belirleme hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık, hükmün kesin olup olmadığının tespitinde dava konusu taşınmazların değerine göre belirleme yapılırken her bir davalıya ait taşınmazın/taşınmazların ayrı ayrı mı dikkate alınacağı, yoksa taşınmazların tümünün değerinin mi göz önünde bulundurulacağı hususundadır.
Bu belirmeme yapılırken kanun yoluna başvurma hakkının kapsam ve önemi ile birlikte dava konusu uyuşmazlığın niteliğinin de göz önüne alınması gerekmektedir.
Yargılama faaliyetinde yapılan hataların giderilmesi amacıyla yargı mercileri tarafından verilen kararların bir başka -çoğu zaman daha üst derecede bulunan- yargı makamı tarafından incelenmesi ihtiyacının bir yansıması olarak kanun yoluna başvuru şeklinde kavramsallaştırılabilecek hak arama yolları ortaya çıkmıştır. Bu anlamda kanun yoluna başvurmadaki temel amaç, başvuruya konu olan yargı kararındaki maddi ya da hukuki hata ve yanlışlıkların düzeltilmesinin sağlanması; bir bakıma somut olay adaletinin tesis edilmesidir.
Elbette kanun yollarının öngörülmüş olması, bu yola başvuran kişinin aleyhine olan kararın düzeltilmesine imkân tanımasının yanında ülke genelinde uygulama birliğinin sağlanması ve böylelikle hukukun yeknesak bir şekilde uygulanması suretiyle hukuk güvenliğinin tesis edilebilmesi bakımından da büyük önem taşımaktadır.
Diğer taraftan Anayasanın 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasanın 36 ncı maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 07.11.2013, § 52). Öte yandan mahkemeye erişim hakkı ilk derece mahkemesine dava açma hakkının yanı sıra itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise anılan yollara başvurma hakkını da içerir (Ali Atlı, B. No: 2013/500, 20.03.2014, § 49).
Ayrıca Anayasanın 154 üncü maddesinin birinci fıkrasında “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak ....” denilmek suretiyle kanun yolu incelemesi, anayasal bir güvence olarak düzenleme altına alınmıştır.
Öte yandan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) "Davaların yığılması" kenar başlıklı 110 uncu maddesinde "Davacı, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini, aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir. Bunun için, birlikte dava edilen taleplerin tamamının aynı yargı çeşidi içinde yer alması ve taleplerin tümü bakımından ortak yetkili bir mahkemenin bulunması şarttır." hükmüne yer verilmiştir.
Yine gerekçesi açısından bugün de geçerliliğini koruyan 07.02.1945 tarihli ve Esas 1944/19, Karar 1945/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde davacı, neye karar verilmesini (başka bir ifade ile davalının neye mahkûm edilmesini) istediğini açıkça yazar. Şüphesiz talebin birden fazla kalemleri kapsaması hâlinde de davacının talep sonucu, asıl talep ve yardımcı (fer'î) talepler olmak üzere iki bölümden oluşur. Davacının birden fazla davasını aynı dava dilekçesi ile açması hâlinde, bu durum "objektif dava birleşmesi" olarak tanımlanır ve davacının, her davaya ait talep sonucunu açıkça ve ayrı ayrı göstermesi gerekir.
"Objektif dava birleşmesi" ya da "kümülatif dava yığılması" olarak da adlandırılan bu kurum, 6100 sayılı Kanun'da "davaların yığılması" olarak ifade edilmiş ve maddenin kenar başlığında bu ibareye yer verilmiştir. Esasında davaların yığılmasının usul ekonomisine ve çelişkili kararlar verilmesini engellemeye hizmet ettiği kabul edilmektedir.
Hukuk Genel Kurulu birçok kararında kanun yollarına başvuru bağlamında kesinlik sınırının belirlenmesinde esas alınacak ölçütlere dair belirlemeler yapmıştır. Genel Kurul kararlarında ifade edildiği şekliyle "Kesinlik sınırının belirlenmesi kamu düzenindendir ve kesinlik sınırı belirlenirken davanın değeri esas alınır. Davanın değeri ise genel anlamıyla, bir davadaki taleplerin toplamıdır. Birleştirilen davalarda, kesinlik sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir. İhtiyarî dava arkadaşlığında, kesinlik sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir. Karşılık davada, kesinlik sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir." (bkz. Hukuk Genel Kurulunun 21.12.2023 tarihli ve Esas 2023/12-820, Karar 2023/1359 sayılı kararı).
Hukuk Genel Kurulu bu ilkelerden hareketle 6100 sayılı Kanun'un 46 ve 47 nci maddeleri uyarınca hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine açılan tazminat davaları bakımından hem maddi hem de manevi tazminatın talep edildiği durumlarda, davacının aynı olaydan kaynaklanan zarar nedeniyle davalı Hazineye karşı olan birden fazla talebini (maddi ve manevi tazminat) aynı davada birleştirdiğine, objektif dava birleşmesi olarak adlandırılan bu durumda taleplerin her biri ayrı dava olmakla birlikte, tek bir eylemden kaynaklandığından ve görünüşte tek bir hüküm bulunduğundan temyizde kesinlik sınırının tespiti için temyiz edilen maddi ve manevi tazminat tutarlarının toplamlarının esas alınması gerektiğine karar vermiştir (aynı yöndeki çok sayıda karar arasından bkz. Hukuk Genel Kurulunun 21.12.2023 tarihli ve Esas 2023/12-820, Karar 2023/1359 sayılı; 08.04.2019 tarihli ve Esas 2018/4-375, Karar 2019/473 sayılı kararları).
Bu açıklamalar ışığında eldeki davadaki uyuşmazlığın nedeni üzerinde durulmalıdır. Somut olayda davacılar, dava konusu taşınmazın babalarına ait iken kendilerinden mal kaçırmak amacıyla davalılar ... ve ...'a muvazaalı olarak devredildiğini ileri sürmektedirler. Dolayısıyla eldeki dava muris muvazaasına dayalı olarak açılmıştır. Murisin taşınmazdaki 1/2 payını davalı ...'a, 1/2 payını da davalı ...'a aynı satış sözleşmesi ile devrettiği görülmektedir. Dolayısıyla eldeki davada tek bir satış sözleşmesi ile yapılan devrin muvazaalı olduğu iddiası söz konusudur. Bu yönüyle muvazaaya konu işlemin tek olması sebebiyle uyuşmazlığın tek bir eylemden kaynaklandığının kabulü zorunludur.
Bu bağlamda dava konusu olan ve tek bir işlemden (satış sözleşmesinden) kaynaklanan uyuşmazlığın parçalara bölünmesi suretiyle dava değerinin tespiti şeklindeki kabulün, kanun yoluna erişim hakkının hayata geçirilmesi bakımından daraltıcı bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Esasen bu yaklaşım, kanun koyucunun amacına ve Kanun'un düzenleniş şekline de uygun düşmemektedir.
Şöyle ki; 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesinde ilk derece mahkemelerinin istinaf yolu açık olan karar türleri sayılmıştır. Kanun'un 362 nci maddesinde ise bölge adliye mahkemelerinin temyiz edilemeyen kararları tahdidi olarak sıralanmıştır. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasının girişindeki "Bölge adliye mahkemelerinin aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz" şeklindeki cümleden, burada sayılan temyiz edilememe hâlinin bölge adliye mahkemeleri tarafından verilen kararlara ilişkin istisnai durumları düzenlediği açıkça anlaşılmaktadır.
Bu çerçevede 6100 sayılı Kanun'un sistematiğinde temyizi kabil olmanın asıl, temyiz edilememenin ise istisna olarak düzenlendiği gözardı edilmemelidir. Kanun koyucu 341 inci maddede istinaf yolu açık olan kararları sayarken 362 nci maddede bu kez bölge adliye mahkemelerinin temyiz edilemeyen kararlarını sınırlı olarak belirlemeyi tercih etmiştir. Bu durumda temyiz edilememe hâlinin bir istisna hükmü olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.
Esasen kanun hükümlerinin yorumlanmasında dikkate alınacak temel prensiplerden biri istisna hükümlerinin dar yorumlanmasıdır. Latince "singularia non sunt extenda" olarak ifade edilen ve Roma hukukunda da kabul edilmiş olan bu ilke Mecelle'nin 9 uncu maddesinde de "Sıfat-ı arızada aslolan ademdir" şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre eldeki uyuşmazlık bakımından asıl olan bir kararın temyize tâbi olması, istisna ise kesinliktir. Kanun koyucu temyiz yolu kapalı olan kararları kendisi istisna olarak 6100 sayılı Kanun'un 362 nci maddesinde sınırlı olarak belirlemiştir.
Bu çerçevede, eldeki uyuşmazlıkta dava konusu edilen muvazaalı (tek bir) satış (devir) iddiasının taşınmazlara ve/veya satış yapılan kişilere göre ayrıştırılarak temyiz edilebilirlik yönünden kesinlik sınırının belirlenmesi, istisnai bir kanun hükmünün genişletici şekilde yorumlanması sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
Bir başka anlatımla dava konusu edilen uyuşmazlığın parçalara bölünerek değerlendirmeye tabi tutulması ve bu suretle dava değerinin gerçekte olduğundan daha düşük kabul edilmesi; temyiz kanun yoluna başvurma ve dolayısıyla da mahkeme erişim hakkına yönelik aşırı bir kısıtlama yapılması sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
Hâl böyle olunca; somut olayda dava konusu olan uyuşmazlığın değerinin ve buna bağlı olarak da verilen hükmün temyizi kabil olma sınırının belirlenmesinde, dava konusu edilen tüm taşınmazların dava tarihindeki değerinin birlikte dikkate alınması gerekmektedir. Buna göre davalı ...'a temlik edilen paya karşılık olarak bu davalının elde ettiği ve sonrasında diğer kişilere sattığı taşınmazlar yönünden -ihtiyari dava arkadaşı olan- davacıların her birine ödenmesine karar verilen 83.333,33 TL'nin yanı sıra davalı ...'a temlik edilen paya karşılık olarak bu davalının kardeşi ...'e satmış olduğu ve tapusunun iptaline karar verilen bağımsız bölümün değeri olan 570.000,00 TL'den davacılardan her birinin payına karşılık gelen 95.000,00 TL'nin birlikte değerlendirmeye tabi tutulması elzemdir.
Bu durumda aralarında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunan davacılardan her biri yönünden dava değerinin (83.333,33 TL + 95.000,00 TL=) 178.333,33 TL olduğu görülmektedir. Anılan tutarın ise karar tarihi itibarıyla kesinlik sınırı olan 107.090,00 TL'nin üzerinde olması nedeniyle eldeki davada Bölge Adliye Mahkemesince verilen hükmün miktar bakımından kesin nitelikte olduğunun kabulü mümkün değildir.
Bu itibarla eldeki davada Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın temyizi kabil olduğu kanaatinde bulunduğumdan Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.