Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/221 E., 2024/736 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 18.12.2024 tarihli, 2023/221 E., 2024/736 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/221 E., 2024/736 K.
"İçtihat Metni"
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2022/225 E., 2022/356 K.
KARAR : Asıl davanın reddine, birleşen davanın açılmamış sayılmasına
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19.01.2022 tarihli ve
2021/396 Esas, 2022/427 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl davanın reddine, birleştirilen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Kararın asıl davada davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı asıl davada davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı asıl davada davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme
kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek temyiz eden davacı vekilinin duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
ASIL DAVA
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; miras bırakan ile müvekkili Makbule'nin Nisan 2011 tarihinden beri gayrı resmî birliktelik yaşadıklarını, 15.08.2013 tarihinde bu birliktelikten davacı ...’ın doğduğunu, bu ilişkinin ortaya çıkması üzerine eşi ... ile arasında huzursuzluk başlayan miras bırakan, kardeşleri ve eşi ... arasında taşınmazların ileride davalı tarafından miras bırakanın eşi ... ve ondan olan çocuklarına devredilmesinin kararlaştırıldığını, miras bırakanın on bir parça taşınmazını kardeşi olan davalı ...’e satış suretiyle temlik ettiğini, miras bırakanın bu süreçte müvekkillerini mağdur etmemek için kardeşleri ve resmî eşinden habersiz olarak müvekkiline Kule Art isimli şirkette %15 pay sahibi olduğunu, ortak olarak alınan inşaat aşamasında olup bitmek üzere olan toplam yedi dairenin ruhsatları alınınca kira geliri sağlamaları için oğlu Aras’a devredileceğini söyleyerek müvekkilini ikna ettiğini, miras bırakanın 2014 tarihinde silahlı çatışmada öldürüldüğünü, bahse konu yedi daire için yapılan görüşmelerde miras bırakanın ortaklarının bu beyanı doğrulamadıklarını, ancak istediği takdirde miras bırakanın kardeşine temliklerin yapılacağı duyumunu aldıklarını, miras bırakanın kardeşleri ve ailesinin müvekkiline kendilerinin göstereceği bir evde oturmasını, her ay 1.500,00 TL iaşe bedeli ödeyeceklerini bunun karşılığında ise kendilerine vekâlet vermesi gerektiğini söylediklerini, bu durumun hayatın olağan akışına uygun olmadığı gibi temliklerin müvekkilinden mal kaçırma amacıyla ve muvazaalı yapıldığını gösterdiğini ileri sürerek miras payı oranında tapu iptali ve tescile, mümkün olmazsa bedele karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Usulüne uygun yapılan tebligata rağmen davalı tarafça süresinde cevap dilekçesi sunulmamış, süresinden sonra verilen beyan dilekçesinde davalı vekili; müvekkilinin emlakçılık işi yaptığını, çekişme konusu taşınmazları üçüncü kişilerden bedellerini ödeyerek satın aldığını ancak işlerinin yoğunluğu ve sürekli seyahat hâlinde olması nedeniyle yanında işçi olarak çalışan kardeşi miras bırakan Ali adına emaneten tescil ettirdiğini, daha sonra devraldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
BİRLEŞTİRİLEN DAVA
I. DAVA
Davacı (kendi adına asaleten, çocukları adına velâyeten) dava dilekçesinde; eşi miras bırakan Ali’nin dava dışı Makbule ile gayri resmî birlikteliğine rıza göstermesi karşılığında asıl davaya konu on bir parça taşınmazın miras bırakan tarafından davalı ...’e geçici süreliğine devredildiğini, aralarındaki anlaşmaya göre Ahmet’in taşınmazları bir süre sonra kendisine ve çocuklarına vermesi gerekirken vermediğini, güveni kötüye kullandığını ileri sürerek miras payları oranında tapu iptali ve tescile, mümkün olmazsa bedele karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; dava dilekçesindeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını, davacının ıslak imzalı dilekçesiyle muvazaa olgusunu kabul ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 13.11.2019 tarihli ve 2014/734 Esas, 2019/746 Karar sayılı kararıyla; asıl davada taşınmazların temlikinde mal kaçırma amacının bulunmadığı, her ne kadar davalı, miras bırakanın kardeşi olsa da ortak emlakçılık yapmaları nedeniyle devrin iş sebebiyle olabileceği değerlendirilerek hayatın olağan akışına uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine; birleştirilen davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 150/6 ncı maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl davada davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 10.11.2020 tarihli ve 2020/344 Esas, 2020/1135 Karar sayılı kararıyla; birleştirilen davaya karşı başvuru olmadığından davanın açılmamış sayılmasına yönelik olarak verilen kararın kesinleştiği, miras bırakanın resmî eşi olan birleştirilen davada davacı ...’nın dava dilekçesindeki beyanlarının yalnız kendisini bağlayacağı gibi ileri sürdüğü iddiaları yazılı delille kanıtlayamadığı, böylelikle asıl davada davacının da devrin hileli, inançlı işlemli ve muvazaalı olduğu iddiasını ispat edemediği, Mahkemece benzer gerekçe ile davanın reddine dair verilen kararın dosya içeriğine göre usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“… Değerlendirme
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, mirasbırakan ...’in 306 ada 16 parseldeki A blok 4 nolu ve B blok 6 nolu bağımsız bölümlerdeki ve 582, 585, 588, 13, 20, 22, 26, 263 ada 5, 265 ada 9 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarını 18/06/2013 tarihinde kardeşi olan davalı ...’e satış suretiyle temlik ettiği 1977 doğumlu mirasbırakanın 22/01/2014 tarihinde öldüğü, geriye mirasçıları olarak birleştirilen davada davacılar (eşi ... ile ...’dan çocukları) ile dava dışı Makbule’den olma çocuğu asıl davada davacı ...’nın kaldığı anlaşılmaktadır.
Somut olayda, dinlenen tanık beyanlarıyla temliklerin gayriresmi ilişkiden doğan davacıdan mal kaçırma amacıyla yapıldığı, bedelsiz olduğu birleştirilen davanın açılma sebebinin de asıl davayı sonuçsuz bırakmak olduğu anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
1. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile kısa kararda ve gerekçeli kararda Yargıtay bozma kararına karşı direnilmesine karar verilmiştir.
2. Davacı vekili süresi içinde mahkemece verilen önceki kararın hüküm fıkrasının aynen yazılması gerektiğini belirterek hükmün tamamlanmasını talep etmiş, davalı vekili hükmün tamamlanması talebinin reddine karar verilmesini istemiştir.
3. İlk Derece Mahkemesince duruşma açılmak suretiyle verilen 17.06.2022 tarihli ek karar ile; “davacı vekilinin hükmün tamamlanması talebinin kabulü ile Mahkememizin 18/05/2022 tarih 2022/225 esas 2022/356 karar sayılı kararının hüküm kısmına; Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19/01/2022 tarih 2021/396 esas 2022/427 karar sayılı bozma ilamına karşı önceki hükümde DİRENİLMESİNE ifadesinden sonra gelmek üzere 1-Birleşen dosya olan Osmaniye 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2017/188 Esas sayılı dosyanın HMK. Madde 150/6 gereği açılmamış sayılmasına, 2-Asıl davanın, davacının asıl talebi ve terditi talebi yönünden reddine şeklinde yazılmak suretiyle HÜKMÜN TAMAMLANMASINA, İş bu ek kararın hükmün eki sayılmasına” karar verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde asıl davada davacı vekili temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; muvazaa olgusunun ispatlandığını, direnme olarak adlandırılan kararda önceki gerekçeden farklı sebepler gerekçe ortaya konulmak suretiyle direnme kararı verildiğini, kararın usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığını ileri sürerek hükmün bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; asıl davada, miras bırakanın dava konusu taşınmazları davalı kardeşine satış suretiyle yaptığı temlik işleminin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır.
D. Ön Sorun
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına girilmeden önce mahkemenin kısa kararda ve gerekçeli kararda sadece “bozma ilamına karşı önceki hükümde direnilmesine” demekle yetinilip hükmün tamamlanması yoluyla oluşturulması karşısında usulüne uygun kurulan bir direnme kararının bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre işin esasının incelenmesine geçilip geçilemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
E. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 294, 297, 305-A ve 373 vd. maddeleri
2. Değerlendirme
1. Ön sorunun çözümü için konu ile ilgili kavramların ve yasal mevzuatın incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
2. Kişiler arasında çıkan özel hukuk uyuşmazlıkları, kural olarak onların talebi üzerine yargı organları aracılığıyla çözüme kavuşturulur. Kişilerin Devletin yargı organlarına başvurarak talep etmiş olduğu hukuki koruma, taraflar için anayasal olarak güvence altına alınan "hak arama hürriyetinin" en doğal sonucudur. Nitekim 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) 36 ncı maddesi uyarınca; "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir". Hak arama hürriyeti ile taraflara tanınan hakkın korunması bakımından yetkili yargı organlarının da birtakım yükümlülükleri bulunmaktadır. Zira Anayasanın 36 ıncı maddesinde; hiçbir mahkemenin, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı, 141 inci maddesinde ise; davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğu hususu açıkça hüküm altına alınmıştır.
3. Mahkemeler, tüm işlemlerinde kanuna uygun hareket etmek zorundadır. Mahkemenin görevi, tarafların sulh olması, davacının davasını geri alması gibi istisnai durumlar dışında, uyuşmazlık hakkında bir karar vermek ve uyuşmazlığı bir kararla sonuçlandırmaktır. Yargı organı karar vererek çözüme ulaşmak amacıyla yargılamayı ilerletmek (ara karar), uyuşmazlığın nihai çözümüne kadar geçici bir hukuki koruma sağlamak (geçici hukuki koruma kararları) ya da uyuşmazlığı çözüp yargılamayı sonlandırmak (nihai karar) için bir irade açıklar. Mahkemenin ortaya koyduğu bu iradenin niteliği, kararın niteliğini de belirlemektedir (Hakan Pekcanıtez/Oğuz Atalay/Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku, İstanbul, 2023, s. 440).
4. Yargılamaya son veren ve hâkimin davadan elini çekmesi sonucunu doğuran kararlara nihai karar denir. Hâkim nihai karar ile davadan elini çeker, verdiği karardan dönemez ve onu değiştiremez (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul, 2001, C. III, s. 3004). 6100 sayılı Kanun'un 294 üncü maddesinde belirtildiği üzere; mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür. Hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada verilir ve tefhim olunur. Hükmün tefhimi, her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur.
5. Türk Hukuk Lûgatında da "nihai karar (son karar)", bir anlaşmazlığı sonuca bağlayan ancak, istinaf ve temyiz yoluna başvurma olanağı bulunan yargı kararları; “hüküm” ise, Hukuk Muhakemeleri Usulünde yargıcın inceleme ve yargılama sonucu taraflara yükletilen külfeti, görevi ve tanınan haklar ile yetkileri gösteren beyanı, yani uyuşmazlığı sonuçlandıran karar olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 507).
6. Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun'un 297 nci maddesi bir mahkeme hükmünün neleri kapsaması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;
“(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir".
7. Tarafların tüm delilleri toplanıp tetkik edildikten son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hâkimin, 6100 sayılı Kanun'un 298 inci maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu 6100 sayılı Kanun'un 297/2 nci maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Uygulamada 6100 sayılı Kanun'un 294 üncü maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır. Mahkemenin zorunlu nedenlerle kararını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazmadan yalnız hüküm sonucunu açık, anlaşılabilir, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde duruşma tutanağına geçirip, okuyup, bu şekilde tefhim ettiği hüküm sonucuna ise kısa karar denir. Yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Çünkü kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirir. Dolayısıyla açıklanan şartları taşıyan kısa karar hüküm fıkrası niteliğinde olduğundan, kısa kararın tefhimi ile hüküm hukuki varlık kazanmaktadır.
8. Anayasanın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası, 6100 sayılı Kanun'un 294 üncü, 297 nci ve 298/2 nci maddeleri gereğince, mahkemenin taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde usulün aradığı niteliklere haiz kısa kararı ve buna uygun gerekçeli kararı yazması, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki yaratmayacak şekilde hüküm fıkrasının oluşturulması gerekmektedir. Gerekçeli karar ile hüküm arasında çelişki bulunan kararlar usul yönünden bozulur. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 12.09.2024 tarihli ve 2024/(15)6-222 Esas, 2024/413 Karar; 10.07.2024 tarihli ve 2024/9-302 Esas, 2024/373 Karar; 14.06.2023 tarihli ve 2022/11-1188 Esas, 2023/632 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenerek 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince direnme kararlarının usulden bozulmasına karar verilmiştir.
9. Karar verilirken, yargılama hukukunun tüm gereklerinin yerine getirilmesi ve kararın maddi hukuk bakımından da doğru olması aranır. Kural olarak, hatalı kararların düzeltilmesi olağan ve olağan üstü kanun yolları ile sağlanır. Bir hükmün tartışılamayacak bir şekilde ortaya çıkması yani kesin hüküm niteliğini kazanabilmesi kararın şekli ve maddi anlamda kesinleşmesine bağlıdır. Usulüne uygun olarak veya süresinde kanun yoluna başvurulmadığında karar kesinleşir. Medeni yargılama hukuku anlamında bir karardan bahsedebilmek için yukarıdaki niteliklere haiz bir kararın bulunması gerekmektedir.
10. Hükmün mevcut sayılması için hukuki uyuşmazlık hakkında kanuna ve hukuka uygun şekilde kurulan mahkeme tarafından belirli şekilde verilen ve alenileşen kararın bulunması gerekir. Açıklanan temel unsur ve nitelikleri taşımayan karar bir irade açıklaması, idari bir işlem ya da hukukça başkaca nitelendirilebilecek bir işlem olarak kabul edilebilir ise de, yargılama hukuku anlamında bir karar olarak kabul edilemez. Şeklen hüküm olarak ortaya çıkan gerçekte hüküm niteliği taşımayan kararlar yok hüküm/yok karar ya da görünüşte kararlar olarak adlandırılır.
Yok hükümler hiçbir etki doğurmaz, yokluk hâli kendiliğinden dikkate alınır. Mahkemece karar verilmemiş bir organ tarafından karar verilmiş olması ya da hükmün tefhim edilmemiş olması durumlarında yargılama gerçek anlamda henüz tamamlanmamış ya da yapılmamış olduğundan, yalnızca görünüşte mevcut olan karar mahkemeyi ve tarafları bağlamaz. Yok hükmündeki kararlara dayanarak usuli ya da maddi anlamda bir talepte bulunulamayacağı gibi söz konusu kararların icra edilebilmesi de mümkün değildir. Etkisiz karar ise yok karardan farklıdır. Etkisiz kararın temel unsurlarında bir eksiklik olmamasına rağmen hüküm değişik sebeplerle kısmen ya da tamamen normal bir hükmün taşıması gereken etkiyi yargılama ve icra hukuku bakımından göstermeyen kararlar olup hükmün etkisizliği her zaman ileri sürülebilir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 459 vd.; Tülay Arslan Deliduman, Medeni Yargılama Hukukunda Hükmün Tamamlanması Usulü, İstanbul 2023, s.54 vd.; Mumammet Özekes, Medeni Usul Hukukunda Yok Hüküm ve Etkisiz Hüküm, Yargıtay Dergisi, vol.26, pp.661, 2000; Murat Atalı/İbrahim Ermenek/Ersin Erdoğan, Medeni Usul Hukuku, Ankara, 2022, s. 571).
11. Mahkeme hak arama hürriyetini ve hukuki barışı somut olay bakımından tarafların talepleri hakkında vereceği kararla tesis eder. Hüküm sonucu esasında tarafların talepleri konusunda mahkemenin verdiği cevabı içerir. Mahkemenin hüküm fıkrasında taleplerin tamamı ya da bir kısmı hakkında cevap vermemiş olması, yukarıda açıklanan hak arama hürriyetini ve onun bir unsuru olan hukuki dinlenilme hakkının ihlâli sonucunu doğuracağından dava veya diğer yargısal işlerde tarafların veya ilgililerin talepleri hakkında mahkeme tarafından hata ile karar verilmemişse, bu eksikliğin giderilmesini sağlayacak etkili bir düzenlemeye ihtiyaç vardır (Tolga Akkaya, Medeni Usul Hukukunda Hükmün- Nihai Kararların- Tamamlanması, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C XXV, 2001, s. 25). Bu ihtiyaca yönelik hukuki bir çare olarak 6100 sayılı Kanun'a 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun ile "hükmün tamamlanması" maddesi eklenmiştir.
12. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na 7251 sayılı Kanun ile eklenen "Hükmün tamamlanması" başlıklı 305-A maddesi; "Taraflardan her biri, nihaî kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde, yargılamada ileri sürülmesine veya kendiliğinden hükme geçirilmesi gerekli olmasına rağmen hakkında tamamen veya kısmen karar verilmeyen hususlarda, ek karar verilmesini isteyebilir. Bu karara karşı kanun yoluna başvurulabilir." hükmünü içermekte olup, 306 ncı maddede de tamamlama talebi ile usule ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Maddenin gerekçesinde; "Uygulamada, esas hakkında hüküm verildikten sonra çeşitli sebeplerden dolayı taleplerden bir veya birkaçı hakkında karar verilmediği görülmektedir. Kanunun mevcut hükümlerine göre, dava konusu olup talepte yer alan ancak hükümde yer verilmeyen bir hususun hükme eklenmesi ancak kanun yolunda ileri sürülebilmektedir. Düzenlemeyle, nihai kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde tarafların başvurması şartıyla yargılamada ileri sürülen veya mahkemece kendiliğinden hükme geçirilmesi gereken ancak hüküm verilmeyen talepler hakkında mahkemece ek karar verilmesi açıkça hüküm altına alınmaktadır. Bu kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilecektir" ifadelerine yer verilmiştir.
13. Hükmün tamamlanmasının konusunu nihai kararlar oluşturur. Ara kararlarda yer alan eksiklikler bakımından hükmün tamamlanması yoluna gidilmesi mümkün değildir. Hüküm sonucunda tüm talepler hakkında karar verilir.
14. Anayasa Mahkemesinin 01.06.2023 tarihli ve 2020/70 Esas, 2023/106 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere; hükmün tamamlanması, yargılamada ileri sürülmesine veya kendiliğinden hükme geçirilmesi gerekli olmasına rağmen nihai kararda, hakkında tamamen veya kısmen karar verilmeyen hususlarda söz konusu eksikliği gidermek üzere mahkemenin ek karar vermesine imkân tanıyan bir yoldur. Hükmün tamamlanması ile nihai kararın düzeltilmesi veya değiştirilmesi ya da yargılamada ileri sürülmeyen yeni taleplerin karara bağlanması mümkün değildir. Hükmün tamamlanması yoluna ancak mahkemece hakkında sehven karar verilmeyen hususlar nedeniyle oluşan hüküm boşluklarının ortadan kaldırılması için başvurulabilir. Mahkemenin bilinçli olarak karar vermediği hâllerde hükmün tamamlanması yoluna başvurulamayacağı gibi bu yolla karardaki hukuki hataların düzeltilmesi söz konusu olamaz. Hükmün tamamlanması üzerine verilen ek karar ilk karar gibi bağımsız bir nihai karar olduğundan bu kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilir.
15. Hükmün tamamlanması yoluna başvurabilmek için tamamlama talebine konu olabilecek bir mahkeme kararının bulunması, mahkeme tarafından taraflardan birinin ileri sürdüğü talepler hakkında veya kendiliğinden hükme geçirilmesi gerekli olan hususlarda karar verilmemiş olması ve ilgili tarafın süresi içinde talepte bulunmuş olması gerekir (Derya Belgin Güneş, Medeni Usul Hukukunda Hükmün Tamamlanması, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi – İnÜHFD 12(1), 2021, s. 317 vd.; Akkaya, s. 34). Hükmün tamamlanması yoluyla hükmün düzeltilmesi ya da değiştirilmesi veya talep edilmemiş olmasına rağmen yeni talepler ileri sürülmesi mümkün değildir. Hatalı kararlar, şartları varsa kanun yolları ile veya hükmün tashihi yoluyla düzeltilebilir. Özetle, ek karar ilk karardan sapmamalı, onu değiştirmemeli, hükmün tamamlanması yolu dava konusu bakımından yeniden yapılan bir yargılama aracı veya hatalı hükmün düzeltilmesine yarayan bir yol olarak görülmemeli, yeni baştan yargılama yapılmasının yolunu açma olarak kabul edilmemelidir. Hükmün tamamlanması müessesesi sadece unutulan hususlarla ilgili usul ekonomisi gözetilerek getirilmiş bir kolaylık olarak değerlendirilmelidir (Zeynep Bahadır, Medeni Yargıda Hükmün Tamamlanmasının Hükmün Kesinleşmesi ve Cebri İcrası Bakımından Etkisi, 2022, İstanbul Hukuk Mecmuası 80/2, s.513).
16. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 305-A maddesi anlamında, yargılamada ileri sürülmesine rağmen hakkında kısmen veya tamamen karar verilmemiş hususlar ifadesinden anlaşılması gereken taraflardan birinin yargılamada ileri sürdüğü taleptir. Hakkında mahkeme tamamen veya kısmen karar vermemiş ise hükümde eksiklik ortaya çıkar. Taraflarca ileri sürülen taleplerin her birinin, mahkemenin nihaî kararında gerekçeleri ile birlikte kabul veya ret nedenlerinin yazılmaları gerekir. Mahkeme bu taleplerden biri veya birkaçı hakkında karar vermeyi unutmuşsa, hükmün verilmesinden sonra 6100 sayılı Kanun'un 305-A maddesindeki şartlarla bu talepler hakkında tamamlayıcı bir karar verilebilir.
17. Nihaî kararın verilmesinden sonra tamamlanabilen talepler, usûlî taleplerdir. Netice-i talebe dâhil olan bir talep (yahut onun bir kısmı) hakkında karar verilmemiş ise ancak bunun tamamlanması söz konusu olur; yoksa talep sonucunu etkileyecek bir iddia yahut savunma sebebinin (vakıasının) hüküm kurulurken gözetilmemesi suretiyle karar verilmişse, bu eksikliğin giderilmesi hükmün tamamlanması yoluyla sağlanamaz. Kısaca, hakkında karar verilmemiş olan maddi hukuka ait taleplerin tamamlanması mümkün değildir. Hakkında karar verilmesi unutulan talep, asli talep veya tali talep olabilir. Mahkeme, tarafların ileri sürmüş oldukları taleplerin bir kısmı veya tamamı hakkında karar vermeyi unutmuşsa, hükmün tamamlanması yoluna başvurulabilir. Örneğin, mahkemenin ana para alacağı hakkında karar vermesi, faiz hakkında ise karar vermeyi unutmuş olması hâlinde mahkeme, taraflardan birinin hükmün tamamlanması talebinde bulunması ile alacağın faizi hakkında ek bir karar verebilecektir. Bazı hususlarda ise mahkemece talep edilmese bile kendiliğinden karar verilmelidir. 6100 sayılı Kanun uyarınca kendiliğinden hükme geçirilmesi gerekli olan hususlar; takdir hakkının bulunmadığı durumlarda yargılama giderleri, taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve bunların süresi, hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzaları, gerekçeli karar daha sonra yazılmışsa gerekçeli kararın yazıldığı tarih, harç, masraf vekâlet ücreti örnek olarak verilebilir. Bu hususların mahkeme kararında yer almaması hâlinde, taraflar hükmün tamamlanması yoluna başvurulabilir (Güneş, s.321; Arslan Deliduman s.67).
18. Önemle vurgulamak gerekir ki, 6100 sayılı Kanun'un 373/5 maddesine göre verilen direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün son kararlardandır. Direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur. Aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 21.11.2022 tarihli ve 2021/(22)9-531 Esas, 2022/1575 Karar; 24.06.2021 tarihli ve 2017/4-1338 Esas, 2021/838 Karar; 07.07.2021 tarihli ve 2017/11-421 Esas, 2021/966 Karar; 11.11.2021 tarihli ve 2018/(13)3-844 Esas, 2021/1395 Karar ile 14.12.2021 tarihli ve 2017/(6)8-1846 Esas, 2021/1669 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
19. Mahkemenin bozma kararına uyulup uyulmama konusunda verilen irade açıklamaları ara karar niteliğindedir. Ayrıca, bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği gibi, 6100 sayılı Kanun'un 294 üncü maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca da mümkün olmadığı, ilk karara atıf suretiyle hüküm kurulamayacağı aşikardır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun istikrarlı kararları da aynı yöndedir. (04.02.2021 tarihli ve 2021/4-100 Esas, 2021/41 Karar; 07.03.2019 tarihli ve 2019/13-113 Esas, 2019/248 Karar; 10.12.2019 tarihli ve 2019/1-691 Esas, 2019/1319 Karar sayılı kararları gibi).
20. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; direnmeye esas kısa kararda ve gerekçeli kararda yukarıda açıklanan mevzuata uygun hüküm fıkrası oluşturulmamış, önceki karara atıf yapılarak sadece; “bozma ilamına karşı önceki hükümde direnilmesine” denilmekle yetinilmiş, dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar kurulmamıştır. Davacı vekilinin talebi üzerine duruşma açılmak suretiyle verilen 17.06.2022 tarihli ek karar ile hükmün tamamlanmasına karar verilerek hüküm kurulmuş, ek kararın asıl kararın hükmün eki sayılmasına karar verilmiş ise de; bozma kararı ile hayatiyetini yitiren ilk karara atıf suretiyle hüküm tesis edilemeyeceği, görünüşte olan karar ile uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmediğinden belirsizliğe neden olunduğu gibi bu tarz eksik hükümlerin icraya konulmasının da mümkün olmadığı, bir başka ifadeyle yok hükmündeki kararlara dayanarak usuli ya da maddi anlamda bir talepte bulunulamayacağı, uyulup uyulmama konusunda verilen irade açıklamalarının ara karar niteliğinde olduğu, hüküm fıkrasına geçirilmiş ise de direnilmesine şeklindeki ara kararın ve hakkında karar verilmemiş olan maddi hukuka ait taleplerin tamamlanması mümkün olmadığı gözetildiğinde 6100 sayılı Kanun'un 305-A maddesinin somut olayda uygulanamayacağı, hükmün tamamlanması yoluyla verilen nihai kararın düzeltilemeyeceği, eldeki davada usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar kurulmadığından yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm bulunmadığı gibi direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda bir direnme hükmü de bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır.
21. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, medenî usûl hukukunda taraflarca talep edilmesine veya resen hükme geçirilmesi gerekmesine rağmen hükümde yer alması unutulan hususa ilişkin eksikliğin giderilebilmesi için ya hükmün tamamlanması yoluna başvurmak ya kanun yolu açık ise kanun yoluna gitmek dışında kural olarak hükümdeki eksikliğin giderilmesinin mümkün olmadığı, şartları oluştuğu takdirde hak arama hürriyetinin ve hukuki dinlenilme hakkının bir uzantısı olan mahkemeye erişim hakkının zedelenmemesi usul ekonomisi bakımından hükmün tamamlanması yolunun seçilmesinde her iki tarafın da hukuki yararının bulunduğu, somut olayda mahkemenin uyuşmazlığın çözümü bakımından kararda direnilmesine yönelik iradesini ortaya koyduğu, süresinde yapılan talep üzerine hükmü atıf yaptığı ilk kararın aynısını vermek suretiyle tamamladığı, tamamlama kararının her iki tarafa gerekçeli karar ile birlikte tebliğ edildiği, bu suretle tamamlama kararıyla da ortaya koyduğu ilk iradeye uygun karar vererek eksikliği tamamlayarak kararı infaz ve denetime elverişli hâle getirdiği, mahkemenin direnme kararı verdikten usuli müktesap hak oluştuğundan bu ara kararından dönemeyeceğinden direndiği ilk kararın aynısını hüküm fıkrasına geçireceği, mahkemece bu hususlara riayet edildiği, yapılan tamamlamanın 6100 sayılı Kanun'un 305-A maddesinin konuluş amacına ve lafzına da uygun düştüğü, mahkemece ortaya konulan direnme yönündeki iradenin varlığına göre ilk hüküm fıkrasında yer alan hususların kendiliğinden direnme hükmüne geçirilmesi gerekli olduğundan somut olayda 305-A maddesinin uygulanabileceği ve ön sorun bulunmadığından işin esasının incelenmesine geçilmesi gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
22. O hâlde mahkemece yapılacak iş; dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında belirtildiği, açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmasıdır.
23. Mahkemenin, yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan biçimde usulün öngördüğü niteliklere haiz bulunmayan hükmü usule uygun olmadığından direnme kararının işin esası incelenmeksizin salt usule ilişkin bu nedenle bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,
Bozma nedenine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesi uyarınca dosyanın kararı veren Osmaniye 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine,
18.12.2024 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
''K A R Ş I O Y''
1. Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan eldeki dava dosyasında; Mahkemenin kısa kararda ve gerekçeli kararda sadece "direnilmesine" demekle yetinip hükmün, 6100 sayılı Kanun'un 305-A maddesine göre tamamlanması yoluyla oluşturulması karşısında usulüne uygun kurulan bir direnme kararının bulunup bulunmadığı, somut olayda anılan maddenin uygulanma olanağının bulunup bulunmadığı ve buradan varılacak sonuca göre işin esasının incelenmesine geçilip geçilemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılmış, sayın çoğunluk somut olayda usulün aradığı anlamda bir hüküm kurulmadığı ve olmayan hükme dayanarak hükmün tamamlanması yolu kullanılamayacağından ön sorun bulunduğunun kabulü ile kararın usul yönünden bozulmasına karar vermiştir.
2. Türk hukukunda; milletlerarası tahkimde ve ulusal tahkimde tanınmış olan hükmün tamamlanması imkânı, genel yargılama usulü bakımından ilk kez 6100 sayılı Kanun’a 28.07.2020 tarihli 7251 sayılı Kanun’la 305-A maddesinin eklenmesi suretiyle getirilmiştir.
3. Hükmün tamamlanması ile yargılamada ileri sürülmesine veya kendiliğinden hükme geçirilmesi gerekli olmasına rağmen nihai kararda, hakkında tamamen veya kısmen karar verilmeyen hususlarda söz konusu eksikliği gidermek üzere mahkemenin ek karar vermesine imkân tanınmaktadır. Hükmün tamamlanması, bir kanun yolu olmayıp eksik kalan kararların tamamlanmasına imkân veren bir hukuki çaredir. Hukuki çareler mahkemeler tarafından verilen her türlü kararın gözden geçirilmesini, düzeltilmesini, iptal edilmesini hatta gerektiğinde ve şartları oluştuğunda yargılamaya yeniden dönülerek hüküm verilmesini öngören adil ve makul sürede yargılanma ve mahkemeye erişim hakkını kolaylaştıran usuli olanaklardır. Hükmün tamamlanmasında tavzih ve tashihten farklı olarak hüküm açıklanmamakta ve düzeltilmemektedir.
4. Hükmün tamamlanması başlığını içeren 305-A maddesi lafzen yorumlandığında; mahkemenin hata, dikkatsizlik, dalgınlık ya da ihmalkarlık gibi çeşitli nedenlerle karar altına almadığı talepler veya hükme kendiliğinden geçirilmesi gerekli olduğu hâlde eksik bırakılan bu hususlarda hükmün tamamlanması yoluna başvurulabileceği sonucuna ulaşılırken, amaçsal yorum yapıldığında; hâkimin anayasal ve kanuni yükümlülükler altında yargılamayı bir düzen ve disiplin içinde makul sürede sonuçlandırmasına, tarafların da talep ettiği hukuki himayeye bir an önce kavuşmasına, bu süreç zarfında belirtilen hatalar bakımından gereksiz masraf ve gider yapılarak yargılamanın uzamasının önüne geçilmesine imkân veren ve silahların eşitliği ilkesi uyarınca her iki tarafa da tanınan hak olduğundan maddede öngörülen sınırlar dahilinde somut olayın niteliğine göre başvurulan hukuki bir çare olarak getirildiği sonucuna varılmaktadır. Amaçsal yoruma bakıldığında hükmün tamamlanması kurumunun taraflara hukuki menfaat ve güvence sağladığı kadar usul ekonomisi ve yargılamanın hızlı sonuçlanmasını sağlama fonksiyon yönü ile maddenin uygulanmasında kamusal menfaatin de bulunduğu hususu açıktır.
5. Hükümler, mahkeme tarafından uyuşmazlığı sonlandırmak amacıyla ortaya konulan iradenin taraflara açıklanması niteliğindedir. Ortaya çıkan bu iradenin açık, anlaşılır ve infaz edilebilir nitelikte olması gerektiği tartışmasızdır. Hâkim verdiği nihai karar ile yargılamadan el çektiğinden, madde ile getirilen düzenlemeden önce hükümde eksiklik bulunması durumunda tarafların kural olarak kanun yoluna başvurmak dışında bir seçenekleri olmadığından hükmün tamamlanması kurumu ile artık hüküm altına alınması kısmen ya da tamamen unutulan bir talep ya da eksiklik tamamlanabilir hâle getirilmiştir. Bu yol ile Anayasanın 36, 141 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesi usul ekonomisi gözetilerek daha kısa sürede daha etkin bir hukuki koruma sağlanıp gereksiz zaman ve emek kaybının önüne geçmek hedeflenmiştir.
6. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 305-A maddesinde hükmün tamamlanma sebepleri açıkça sayılmamış "yargılamada ileri sürülmesine veya kendiliğinden hükme geçirilmesi gerekli olmasına rağmen hakkında tamamen veya kısmen karar verilmeyen hususlar" ifadesine yer verilmiş, çizilen sınırlar dâhilinde hangi durumlarda hükmün tamamlanması yoluna başvurulabileceği yargısal uygulamaya bırakılmıştır. Yargılamada ileri sürülen hususların talepler olduğu tartışmasızdır. Kendiliğinden hükme geçirilmesi gerekli olan hususlar ise, karar tarihi, harç ve vekâlet ücretine ilişkin durumlar olabileceği gibi, her somut olayın niteliğine göre ayrıca değerlendirilip tartışılması gereken durumlar olarak da karşımıza çıkabilir.
7. Anayasa Mahkemesinin 01.06.2023 tarihli ve 2020/70 Esas, 2023/106 Karar sayılı kararında da bu husus; "...kuralın uygulanmasıyla ilgili olarak çelişkili kararların ortaya çıkmasının önlenmesi ya da ortadan kaldırılması veya bu kararların infazındaki tereddütlerin giderilmesi için 2004 ve 6100 sayılı Kanunların sistematiğinde yeterli güvencelerin bulunduğu ayrıca bu kapsamda ortaya çıkan sorunların da yargısal uygulamalarla çözülebilecek nitelikte olduğu anlaşılmıştır... Buna göre yargılamada ileri sürülmesine veya kendiliğinden hükme geçirilmesi gerekli olmasına rağmen hakkında tamamen veya kısmen karar verilmeyen hususlarda mahkemenin nihai kararındaki eksikliği gidermek üzere ek karar verilmesine imkân tanıyan kuralın hukuki belirlilik ve güvenlik ilkeleri ile kesin hükme saygı ilkesine aykırı uygulamalara neden olacağı söylenemez..." şeklinde açıklanmıştır.
8. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 373/5 inci maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi verdikleri direnme kararları niteliği gereği nihai kararlardır. Direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli, gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmeden, direnme hükmünü (kısmen uyma durumları dışında) ilk verdiği kararı aynen zapta geçirmek ve tefhim etmek suretiyle kurmalıdır. Anılan bu ilke davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelen ve anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade eden usuli kazanılmış hak ilkesinin sonucudur. Usuli kazanılmış hak ilkesi hukuki belirlilik ve güvenlik ilkesinin uygulamaya yansımış hâlidir.
9. Somut olayda mahkemece kısa kararda ve gerekçeli karada "bozma kararına karşı önceki kararda direnilmesine" ifadesine yer vermekle yetinilmesi üzerine davacı vekilince gerekçeli karar da tebliğ edilmeden süresinde hükmün tamamlanması talep edilmiş, mahkemece HMK 306 ve devamı maddelerine uygun şekilde celse açılmak suretiyle tarafların beyanı alınmış ve direnmeye konu ilk karara uygun olarak "direnilmesine ibaresinden sonra gelmek üzere asıl davada davacının asıl ve terditli talebi yönünden davanın reddine, birleştirilen davada davanın açılmamış sayılmasına, ek kararın ilk kararın eki sayılmasına" karar verilmiş, ilk karar, gerekçesi ile birlikte oluşturulan ek karar ile birlikte taraflara tebliğ edilmiş, ek kararın gerekçesinde de direnme kararı verildiğinden ilk kararın kendiliğinden hüküm fıkrasına geçirilmesi gerektiğinden koşulları oluşan 305-A maddesinin uygulandığı belirtilmiştir. Mahkeme tarafından sadece bozma kararına karşı önceki hükümde direnilmesine karar verilmiş ve uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmemiş ise de, hükmün özü ve esaslı unsuru ortaya konmuş ve ayrıca buna uygun şekilde yargılama gideri, harç ve masrafları ilk kararda verdiği "asıl davanın reddine, birleştirilen davanın açılmamış sayılması" kararına uygun olarak belirleyerek gerekçeli karara geçirmiştir.
10. Mahkemenin şartları oluştuğunda usuli kazanılmış hak ilkesi gereği direnme yönünde oluşturduğu ara karardan dönüp başka bir karar veremeyeceği kuşkusuzdur. Aksi durum hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesini zedelediğinden çelişki içeren bu kararlar usul yönünden bozulur. Hukuk Genel Kurulunun sapma göstermeyen kararları da aynı yöndedir. Dolayısıyla direnme yönünde ara karar kuran hakim, bu ara kararı kurduktan sonra direnmeye konu ilk kararı kendiliğinden aynen hüküm fıkrasına geçirmek zorundadır. Eldeki davada da mahkemece önceki hükümde direnilmesi yönünde irade ortaya konulmuş, bu irade taraflara tefhim edilerek hüküm fıkrasına ve gerekçeli karara geçirilmiş, iradeye uygun olarak ilk karar yönünde harç, vekâlet ücreti vs. yönünden hüküm kurulmuştur. Mahkemece ortaya koyulan ve gerekçeye de yansıyan bu irade, davacının süresinde yaptığı talep, davalının bilgilendirilmesi, celse açılarak hükmün ek karar ile tamamlanması, ek karar gerekçesinde durumun çelişkiye yer vermeden açıklanması, ilk karar ve ek kararın aynı zamanda taraflara tebliği ile, 305-A maddesinin tam ve yerinde uygulanması yolu ile tamamlanmış, direnme sonucu ilk kararda verilen karar hüküm fıkrasına aynen geçirilmiş, tamamlama yolu ile belirsizlik bu aşamada giderilerek karar denetlenebilir ve infaza elverişli duruma sokulmuştur. Direnmeye esas olan ilk karar düzeltilmemiş ve değiştirilmemiştir. Bu suretle tamamlanan ve infaza da elverişli hâle getirilen kararda tarafların ve kamunun menfaatinin bulunduğu açıktır. Hüküm daha önce tamamlanmak suretiyle denetlenebilir hâle gelip, normal bir direnme kararının unsurlarını taşıdığından usul yönünden verilecek bozma kararında tarafların ya da kamunun menfaati bulunmadığı gibi, usul bozması sonucu mahkemece sonuç itibariyle tamamlandığı şekilde karar verileceğinden, bu durum yargılama sürecinin uzamasına neden olacaktır. Bu durum ve yorum kanun koyucunun amaç ve niyetine hiç de uygun olmamıştır. Tam tersine hükmün tamamlandığının ve ön sorun bulunmadığı kabul edilerek işin esasının incelenmesi HMK 305-A maddesinin örnek bir uygulaması teşkil edebilecek iken bu mümkün olmamış maddenin konuluş amacına aykırı bir değerlendirme olmuştur.
11. Somut olay bakımından mahkemenin tamamlanmasına karar verdiği hususun kendiliğinden hükme geçirilmesi gerekli olan hâllerden olduğu ve 305-A maddesinin uygulama imkânının bulunduğu, maddenin de tam ve yerinde uygulandığından ön sorun bulunmadığı ve işin esasının incelenmesi gerektiğinden sayın çoğunluk tarafından ön sorun bulunduğu yönünde verilen karara katılamıyoruz.