Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/1135 E., 2025/213 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.04.2025 tarihli, 2023/1135 E., 2025/213 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/1135 E., 2025/213 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2023/1724 E., 2023/2142 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 11.01.2023 tarihli ve
2022/9810 Esas, 2023/166 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki Vakıf işleminin iptali ve menfi tespit ile istirdat davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın taraflar ve ihbar olunan Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davalı-birleşen davacı ve ihbar olunan vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddine, davacı-birleşen davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı-birleşen davacı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. ASIL DAVA
1. Davacı-birleşen davalı (davacı) vekili dava dilekçesinde; 22.12.2004 tarihinde eşinden boşanan müvekkilinin, davalı Vakıf üyesinin kızı olarak ölüm aylığı, sağlık yardımı ve ikramiyelerden 01.02.2005 tarihi itibariyle yararlandığını, davalının müvekkiline gönderdiği 09.09.2015 tarihli noter ihtarnameleriyle 5510 sayılı Kanun'un 56/2. maddesine göre 01.02.2005-09.09.2015 tarihleri arasındaki döneme ilişkin 34.793,79 TL ile 01.10.2008-09.09.2015 tarihleri arasında yapıldığı belirtilen 55.892,32 TL yersiz ödeme ve 8.428,80 TL sağlık yardımının kanuni faiziyle birlikte iadesinin talep edildiğini, iade sebebinin sosyal güvenlik denetmen raporu ile rapor ekindeki müvekkilinin beyanına dayandırıldığını ancak müvekkilinin boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamadığından ölüm aylığının haksız olarak kesildiğini ileri sürerek ölüm aylığının kesildiği tarihten itibaren tekrar bağlanmasına ve davalı Vakfa borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
2. Davalı-birleşen davacı ... (Vakıf) vekili cevap dilekçesinde; denetmen raporunda alınan beyanlar ve kayıtlardan da anlaşılacağı üzere davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığının sabit olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
II. BİRLEŞEN DAVA
1. Davacı Vakıf vekili birleşen dava dilekçesinde; davalının müvekkili Vakfın üyesi ...’in kızı olduğunu, ilgili şahsın vefatı sonrasında davalının eşinden boşandığını belirterek 08.03.2005 tarihinde Vakfa başvurup 01.02.2005 tarihinden itibaren Vakıf Senedinin 62. maddesine istinaden ölüm aylığı ve sağlık yardımından yararlanmayı talep etmesi üzerine davalıya aylık bağlandığını ancak hakkında yapılan şikâyet sonucunda sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen 23.02.2015 tarihli raporda davalının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığına dair kanaat oluştuğu ancak Sosyal Güvenlik Kurumundan ölüm aylığı almayıp Vakıftan ölüm aylığı alması nedeni ile gereğinin yapılmasının belirtildiğini, raporun yasal mevzuat kapsamında değerlendirilmesi sonucu davalının Vakıftan aldığı aylık ve sağlık yardımlarının durdurulmasına ve davalıya yapılan tüm yersiz ödemelerin kanuni faizi ile birlikte tahsiline karar verildiğini, gönderilen ihtarnameye rağmen davalının herhangi bir ödemede bulunmadığını ileri sürerek 01.10.2008 tarihinden dava tarihine kadar olan ek ödeme ve ölüm aylığı ile bu tutara işlemiş kanuni faizin, 01.10.2008 tarihinden dava tarihine kadar ödenen sağlık yardımı ile bu tutara işlemiş kanuni faizin fiili ödeme tarihine kadar işleyecek kanuni faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
2. Davalı vekili birleşen davaya cevap dilekçesinde; davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 22.10.2021 tarihli ve 2020/165 Esas, 2021/413 Karar sayılı kararı ile; davacının eski eşiyle birlikte yaşamadığı, eski eşin çocuğunu görmek için davacının evine geldiği, Vakıf tarafından yapılan aylık kesme ve borç kaydedilmesi işleminin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraflar ve ihbar olunan Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum) vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 26.05.2022 tarihli ve 2022/213 Esas, 2022/1161 Karar sayılı kararı ile; davada ihbar edilen sıfatı bulunup hakkında hüküm kurulmayan Kurumun istinaf hakkı bulunmadığından istinaf isteminin reddi gerektiği, davaların yasal dayanağı olan 506 sayılı Kanun'un geçici 20. maddesindeki 506 sayılı Kanun ve dolayısıyla 5510 sayılı Kanun'a yapılan atıfların Vakıf iştirakçisine sağlanan sandık haklarını genişletici nitelikte olup sınırlandırıcı niteliği bulunmadığından somut olayda 5510 sayılı Kanun'un 56. maddesinin uygulanamayacağı, bu nedenle asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine ilişkin hükümde isabetsizlik bulunmadığı ancak birleşen dava yönünden davacı vekili lehine nisbi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesinin isabetsiz olduğu gerekçesiyle Vakıf ve ihbar olunan vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "...1.Davacı vekilinin vekalet ücretine ilişkin talebinin munzam sandık yönünden açılan daha hakkında olduğu, ilgili dava hakkında tefrik kararı verildiğinden bu talep yönünden işbu davada karar verilemeyeceği anlaşılmakla temyiz itirazlarının reddine,
2.Davalı vekili temyiz talepleri yönünden yapılan incelemeye gelince, davacının annesi üzerinden davalı Vakıf kapsamında davacıya 08.03.2005 tarihli tahsis talebine istinaden ölüm aylığı bağlandığı, boşandığı eşi ile birlikte yaşadığından bahisle 01.10.2008-02.12.2015 tarihleri arası aylıklar ve sağlık giderlerinin geri istenildiği, Bölge Adliye Mahkemesince "...506 sayılı Kanun'un Geçici 20 nci maddesindeki 506 sayılı Kanun ve dolayısıyla 5510 sayılı Kanun'a ilişkin atıfların, vakıf iştirakçisine sağlanan sandık haklarını genişletici nitelikte olup, sınırlandırıcı niteliği bulunmadığından 5510 sayılı Kanun'un 56 ncı maddesinin uygulanamayacağı, bu nedenlerle, asıl dava yönünden, asıl dava davalısı vakıf tarafından aylığın iptaline ilişkin işlemin iptali ve yeniden aylık bağlanması ile Beyoğlu 27. Noterliği'ne 09.09.2015 tarih ve 36641 yevmiye numaralı ihtarname ile yersiz ödenen aylık ve sağlık giderleri ile işlemiş faizler nedeniyle borçlu olmadığına yönelik ilk derece mahkemesinin asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine yönelik hükmünde isabetsizlik bulunmadığı" gerekçesiyle vekalet ücreti yönünden düzeltme yapılmak suretiyle yazılı şekilde karar verildiği anlaşılmış ise de, eksik ve yanılgılı değerlendirmeye dayalı hüküm kurulduğu anlaşılmıştır.
3. Davanın yasal dayanaklarından olan 5510 Sayılı Yasa’nın Diğer Kanunlardaki Atıflar Başlıklı 104. Maddesinde “Bu Kanunla yürürlükten kaldırılmayan hükümleri saklı kalmak kaydıyla, 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 02.09.1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17.10.1983 tarihli ve 2925 sayılı, 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı ve 08.06.1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlara yapılan atıflar ile ilgili mevzuatında emeklilik, malûllük, vazife malûllük ve sosyal sigorta haklarına, yardımlarına ve yükümlülüklerine, iştirakçiliğe ve sigortalılığa, dul, yetim ve hak sahipliği şartlarına, emekli ikramiyesine, ek ödemelere, sağlık hizmetleri veya tedavi bedellerinin ödenmesine ilişkin yapılan atıflar bu Kanunun ilgili maddelerine yapılmış sayılır." hususu düzenlenmiş oup bu maddeye göre 506 sayılı Kanu'na yapılan atıfların 5510 sayılı Kanunu'da kapsayacağının anlaşılması, 506 sayılı Kanun'un Geçici 20 nci maddesi kapsamında kalan davalı Vakıf yönünden yapıldığı iddia edilen yersiz ödemeler nedeniyle sonuç olarak 5510 sayılı Kanun'un 56 ncı maddesinin somut olayda uygulanması gerektiği belirgindir.
4. Açıklanan sebeplerle Bölge Adliye Mahkemesince 5510 sayılı Kanun'un 56 ve 96 ncı maddeleri kapsamında değerlendirme yapılarak elde edilecek sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, yazılı şekilde karar tesisi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; Vakıf Senedinin ölüm yardımını düzenleyen bölümünde ölüm aylığının kesilmesi konusunda düzenleme veya atıf bulunmadığı, Vakıf Senedinde açık düzenleme veya atıf bulunmayan hâllerde 506 sayılı Kanun veya 5510 sayılı Kanun'un aylık kesme yönündeki sınırlayıcı hükümlerinin Vakıf sigortalıları ve hak sahipleri yönünden uygulanmasına olanak bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde Vakıf vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Vakıf vekili; Vakıf Senedinin 5/E maddesinde "506 sayılı veya bu Kanun yerine geçecek Kanunlara" şeklinde atıf olduğunu, dolayısıyla Vakıf Senedinde hem 506 sayılı Kanun'a hem de 506 sayılı Kanun yerine geçecek 5510 sayılı Kanun'a atıf yapıldığını, Kanun maddelerinin Kanun'da yer aldığı hâli ile Vakıf üyelerine de uygulandığını, ayrıca Vakıf Senedinin 62. maddesinde “Vakıftan yararlananın ölümü halinde, hak sahiplerine 506 sayılı Kanunun 68 inci maddesi kıyasen tatbik edilir.” şeklinde düzenleme olduğunu, görüldüğü üzere Vakıf Senedinde 506 sayılı Kanun hükümlerine ve Vakıf Senedinin 5/E maddesi atfıyla da 5510 sayılı Kanun'a atıf yapılmış olduğunu, davacının boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam ettiğinin tanık beyanları, adres beyan sistemi ve seçmen sorgulama sistemi kayıtlarıyla da sabit olduğunu ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; asıl davanın davacının boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığından bahisle ölüm aylığının kesilmesi işleminin iptali ile tekrar bağlanması ve davalı Vakfa borçlu olmadığının tespiti, birleşen davanın ise Vakıf tarafından yapıldığı iddia edilen yersiz aylık ve sağlık ödemelerinin yasal faizi ile tahsili istemine ilişkin eldeki davada, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 56. ve 96. maddeleri kapsamında değerlendirme yapılarak karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) 56, 96. ve 104. maddeleri.
2. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun (506 sayılı Kanun) geçici 20. maddesi.
3. ... Vakıf Senedi (Vakıf Senedi).
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelere kısaca değinilmelidir.
2. Sosyal güvenlik, sosyal hukuk devleti tanımı içerisinde yer alan ve bu ilkeyi oluşturan temel kavramlardan birisidir. Sosyal güvenlik alanında oluşturulacak tüm kuralların, özde sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olması zorunludur. Sosyal hukuk devleti, niteliğinin bir gereği olarak sosyal güvenlik kavramını yaşama geçirerek somutlaştırır. Sosyal devletin gerçekleşme aracı olan sosyal güvenlik kavramı insanlığın en derin gereksiniminin bir sonucudur. Bu gereksinim, gelecekten emin olma düşüncesinin bireyin karşılaşacağı ve yaşamı için tehlike oluşturan olaylara karşı bir güvence arayışının ürünüdür. Tehlikeye ve yoksulluğa düşen birey için asgari bir güvence sağlamak sosyal güvenliğin varlık koşulu diğer bir ifadeyle olmazsa olmazıdır.
3. Sosyal güvenliğin insanları sosyal risklere karşı koruma yükümlülüğü uluslararası hukuk normları ve Anayasa ile güvence altına alınmış ve temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkı doğmuştur. Bu hak bireyleri toplum içinde iktisadi bakımdan desteklemeyi, muhtaçlığa düşmesini önlemeyi, sosyo- ekonomik ve fizyolojik risklerin sonuçlarına karşı korumayı hedef alan bir haktır (Kadir Arıcı, Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara 2015, s.95). Diğer bir ifadeyle sosyal güvenlik hakkı ortaya çıkabilecek sosyal riskleri önlemeyi amaçlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 04.04.2018 tarihli ve 2015/10-2678 Esas, 2018/678 Karar sayılı kararı).
4. Bu nedenledir ki, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa) sosyal güvenliği üç maddede düzenlemiş olup Anayasa'nın 60. maddesine göre, "Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar." Bunun yanında 61. madde sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gereken kişileri saymıştır. Anayasa’nın 65. maddesine göre ise "Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir".
5. Devlet kendisine Anayasa ile verilen sosyal güvenliği sağlama konusundaki ödevini yerine getirmek amacı ile sosyal güvenlik kurumları oluşturmuştur. Öncesinde işçileri kapsamına alan 506 sayılı Kanun ile oluşturulan Sosyal Sigortalar Kurumu, memur ve sözleşmeli personele ilişkin 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile kurulan Emekli Sandığı, esnaf ve sanatkarlar ile diğer bağımsız çalışanların tabi olduğu 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile kurulu Bağ-Kur bulunmakta idi. Daha sonra tarım işçilerinin sosyal güvenliği 17.10.1983 tarihli ve 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu ile Sosyal Sigortalar Kurumuna, tarımda bağımsız çalışanların sosyal güvenliği ise 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bağ-Kur'a bırakılmıştı. Ancak 16.05.2006 tarihli ve 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu (5502 sayılı Kanun) ile kurulan Sosyal Güvenlik Kurumu, dağınık hâlde bulunan üç sosyal güvenlik kurumunu kaldırarak hepsini bünyesinde toplamıştır.
6. Ancak 5502 sayılı Kanun'un adı 02.07.2018 tarihli ve 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Güvenlik Kurumuna İlişkin Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun olarak değiştirilmiş ve bazı hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.
7. Sosyal Güvenlik Kurumu daha sonra 15.07.2018 tarihli ve 30479 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin otuzuncu bölümünde 403 ilâ 433. maddeleri arasında düzenlenmiştir.
8. Bazı bankalar, sigorta ve reasürans şirketleri, ticaret ve sanayi odaları ve borsalar veya bunların teşkil ettikleri birlikler, burada çalışan personele malüllük, yaşlılık ve ölüm hâllerinde yardım yapmak üzere vakıf ya da dernek şeklinde özel sandıklar kurmuşlardır. Davalı Vakıf, mülga 506 sayılı Kanun'un hâlen yürürlükte bulunan geçici 20. maddesi hükmü kapsamında ve Türk Medeni Kanun hükümlerine göre kurulmuş zorunlu sosyal yardım sandığıdır. 5510 sayılı Kanun'un 106. maddesinin 17.04.2008 tarihli ve 5754 sayılı Kanun'un 64. maddesiyle değişik son fıkrasında geçici 20. maddenin 5510 sayılı Kanun'un geçici 20. maddesinde belirtilen devir işlemlerinin tamamlanmasından sonra yürürlükten kalkacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak 506 sayılı Kanun'un geçici 20. maddesi kapsamında kurulan sandıkların devri için 5510 sayılı Kanun'un geçici 20/1. maddesi uyarınca Cumhurbaşkanı yetkili kılınmış ise de hâlen devir işlemine ilişkin bir karar oluşturulmamıştır.
9. 506 sayılı Kanun’un geçici 20/1-b hükmüne göre sandığa tabi personelin, iş kazalarıyla meslek hastalıkları, hastalık, analık, malûllük, yaşlılık ve ölüm, eşlerinin analık, eş ve çocuklarının hastalık hâllerinde, en az bu Kanunda (506 sayılı Kanun) belirtilen yardımlar sağlanacaktır.
10. Gelinen bu noktada konuyla ilgisi nedeniyle 5510 sayılı Kanun'un 56. maddesinin 2. fıkrası üzerinde de durmak gerekir.
11. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hale veya malûl duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96 ncı madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96 ncı madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
12. Daha önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden kanunlarda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
13. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra 2. fıkrasında "bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
14. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde ilgiliyi haktan yararlandırmama, hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
15. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Tankut Centel, “Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi”, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
16. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun Anayasada öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasanın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
17. Bilindiği üzere 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasının Anayasanın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
18. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 Esas, 2011/70 Karar sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez...Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz... Ölüm aylığı, doğrudan sigortalıya ilişkin bir ödeme değildir. Yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasanın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
19. Sonuç olarak 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasaya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
20. Bu kabul doğrultusunda gelirin veya aylığın kesilme tarihi ile Kurumun geri alım hakkının kapsamına ilişkin olarak; fiilen birlikte yaşama olgusunun başlama tarihi esas alınarak bu tarih itibariyle gelir veya aylık kesme veya iptal işlemi tesis edilip ilgiliye anılan tarihten itibaren yapılan ödemeler yasal dayanaktan yoksun ve yersiz kabul edilmeli ancak sözkonusu madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük günü öncesine gidilmemeli, 01.10.2008 tarihi öncesine ilişkin borç tahakkuku sözkonusu olmamalı ve bu şekilde belirlenecek yersiz ödeme dönemine ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesine göre uygulama yapılmalıdır.
21. Somut olayda, annesi 12.09.2000 tarihinde vefat eden davacının 19.01.2005 tarihinde eşinden boşandığı, tahsis talebi üzerine Vakıf tarafından Vakıf Senedinin 62. maddesindeki "Vakıftan yararlananın ölümü halinde, hak sahiplerine 506 sayılı Kanunun 68 inci maddesi kıyasen tatbik edilir." düzenlemesi dikkate alınarak annesinden dolayı 01.02.2005 tarihinden geçerli olmak üzere ölüm aylığı bağlandığı, sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen 23.02.2015 tarihli raporda davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı kanaati oluşmuş ise de davacının Kurumdan ölüm aylığı almadığı, aylığını Vakıftan aldığının tespit edilmesi nedeniyle yapılacak işlem bulunmadığı ancak bilgi ve gereği için raporun bir suretinin Vakfa gönderilmesi yönünde görüş bildirildiği, bu rapora istinaden Vakıf Yönetim Kurulu tarafından 28.08.2015 tarihinde yapılan toplantıda davacının almakta olduğu ölüm aylığının ve sağlık yardımlarının durdurulmasına, 01.10.2008 tarihi itibariyle davacı adına yapılan tüm ödemelerin kanuni faizi ile birlikte tahsil edilmesine karar verilerek yapılan ödemelerin borç kaydedilmesi üzerine eldeki asıl ve birleşen davaların açıldığı anlaşılmaktadır.
22. Bölge Adliye Mahkemesince Vakıf Senedinin ölüm yardımını düzenleyen bölümünde ölüm aylığının kesilmesi konusunda bir düzenleme veya atıf öngörülmediği, Vakıf Senedinde açık düzenleme veya atıf bulunmayan durumlarda 506 sayılı Kanun veya 5510 sayılı Kanun'un aylık kesme yönündeki sınırlayıcı hükümlerinin Vakıf sigortalıları ve hak sahipleri yönünden uygulanmasına olanak bulunmadığı gerekçesine yer verilmiş ise de, davacıya aylık bağlanmasına ilişkin Vakıf Senedinin 62. maddesinde açıkça 506 sayılı Kanun'un 68. maddesine atıf yapıldığı, ilgili maddede ölüm aylığı bağlanma koşullarının yanı sıra bağlanmış ölüm aylığını kesme nedenlerinin de düzenlendiği görülmektedir.
23. Öte yandan Vakıf Senedinin "Tarifler" başlıklı 5/E maddesinde ""506 Sayılı Kanun" 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile bu kanunun mevcut veya yapılacak ek ve tadillerini; bu kanunun yerine kaim olacak diğer kanunları ifade eder." düzenlemesi bulunmakta olup yapılan bu düzenleme ile hem 506 sayılı Kanun'a hem de 506 sayılı Kanun yerine geçecek 5510 sayılı Kanun'a atıf yapıldığı anlaşılmaktadır.
24. Yine 5510 sayılı Kanun'un "Diğer kanunlardaki atıflar" başlıklı 104/1. maddesinde de "Bu Kanunla yürürlükten kaldırılmayan hükümleri saklı kalmak kaydıyla, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı kanunlara yapılan atıflar ile ilgili mevzuatında emeklilik, malûllük, vazife malûllük ve sosyal sigorta haklarına, yardımlarına ve yükümlülüklerine, iştirakçiliğe ve sigortalılığa, dul, yetim ve hak sahipliği şartlarına, emekli ikramiyesine, ek ödemelere, sağlık hizmetleri veya tedavi bedellerinin ödenmesine ilişkin yapılan atıflar bu Kanunun ilgili maddelerine yapılmış sayılır." şeklindeki düzenleme dikkate alındığında maddeye göre 506 sayılı Kanun'a yapılan atıfların 5510 sayılı Kanun'u da kapsayacağı anlaşılmaktadır.
25. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Vakıf Senedinin 62. ve 5/E maddeleri ile 5510 sayılı Kanun'un 104. maddesine göre 506 sayılı Kanun'a yapılan atıfların 5510 sayılı Kanunu da kapsayacağının anlaşılması karşısında 506 sayılı Kanun'un geçici 20. maddesi kapsamında kalan Vakıf yönünden yapıldığı iddia edilen yersiz ödemeler nedeniyle 5510 sayılı Kanun'un 56. ve 96. maddeleri kapsamında değerlendirme yapılarak elde edilecek sonuca göre karar verilmesi gerektiği belirgindir.
26. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında aylık kesme ve borç tahakkukuna sebep olayın Vakıf organı tarafından tespit edildikten sonra ilgiliye yapılan ödemeler yasal dayanaktan yoksun ve yersiz kabul edilmeli iken yetki gaspı yapılarak sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen rapora istinaden aylığın kesildiği, direnme kararının bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
27. Hâl böyle olunca verilen direnme kararı yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davalı-birleşen davacı Vakıf vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
09.04.2025 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.