ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/1067 E., 2025/388 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/1067 E., 2025/388 K. sayılı kararı
3 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 25.06.2025 tarihli, 2023/1067 E., 2025/388 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2023/1067 E., 2025/388 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2023/738 E., 2023/1567 K.

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 20.03.2023 tarihli ve

2022/13369 Esas, 2023/2712 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasında birleştirilerek görülen kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat ve ecrimisil davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl davanın kısmen kabulüne, birleştirilen davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Kararın asıl ve birleşen davada davalı idare vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davalı tarafın istinaf başvurusunun kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle; asıl davanın kısmen kabulüne birleştirilen davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı asıl ve birleşen davada katılma yoluyla davacılar vekili ile asıl ve birleşen davada davalı idare vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı asıl ve birleşen davada davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. ASIL DAVA

1. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin Ağrı ili Tutak ilçesi ... köyü 109 ada 7 parsel ve 109 ada 23 parsel sayılı taşınmazların maliki olduğunu, Murat Nehrinin sularının bahar aylarında yükselmesi ve taşması sonucunda dava konusu taşınmazların büyük bir kısmının kullanılamayacak şekilde dere yatağı hâline geldiğini, davalı Kurumun sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.500,00 TL kamulaştırmasız el atma bedeli ve 500,00 TL ecrimisil bedeli olmak üzere toplam 2.000,00 TL’nin el atma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş, ıslah dilekçesi ile de davacı ... için 427.198,57 TL, ... için 25.764,40 TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davalı idare vekili cevap dilekçesinde; teknik ve bilimsel verilere göre taşınmazların barajdan etkilenmesinin mümkün olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

II. BİRLEŞTİRİLEN DAVA

1. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin Ağrı ili Tutak ilçesi ... köyü 109 ada 7 parsel ve 109 ada 23 parsel sayılı taşınmazların maliki olduklarını, dava konusu taşınmazların büyük bir kısmının Murat Nehri suları altında kalarak dere yatağı hâline geldiğini, bu suretle kamulaştırmasız el atmanın gerçekleştiğini, taşınmazların diğer malikleri tarafından Tutak Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan 2017/65 Esas sayılı dosyada alınan raporda müdahalenin gerçekleştiğinin tespit edildiğini, eldeki davanın 2017/65 Esas sayılı dosya ile birleştirilmesi ve davalı idarece taşınmazların kamulaştırmasız el atılan bölümlerinin tespit edilecek değerinin davacılara ödenmesi gerektiğini ileri sürerek davacılar ..., ..., ..., ..., ve ...'nın her biri için 25.764,40 TL, ... için 77.293,21 TL ve ...için 118.025,74 TL olmak üzere toplam 324.140,95 TL kamulaştırmasız el atma bedeli ve ecrimisilin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davalı idare vekili cevap dilekçesinde; herhangi bir kusur veya ihmalin bulunmadığını, nehir yataklarında veya kıyısında bulunan arazilerde doğal olarak beklenen aşınma, erozyon veya dere yatağı yer değiştirmesinden idarenin sorumlu olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 23.05.2018 tarihli ve 2017/65 Esas, 2018/136 Karar sayılı kararıyla; tapu kayıtlarına göre dava konusu 109 ada 7 parsel sayılı taşınmazda davacı ...'un 1/2 oranında paylı malik olduğu, taşınmazın kalan 1/2 kısmında ise davacı ... ve birleşen davadaki davacılar ile dava dışı kayıt maliklerinin elbirliğiyle malik oldukları, dava konusu 109 ada 23 parsel sayılı taşınmazın ise tamamının elbirliği mülkiyetine tabi olduğu, asıl ve birleşen davadaki davacılar dışında taşınmazın dava dışı ortaklarının da bulunduğu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 114. maddesine göre bir dava şartı olan dava ehliyetinin öncelikle incelenmesi ve elbirliği mülkiyetine tabi olan taşınmazlarla ilgili olarak diğer ortakların katılımı olmaksızın bir kısım ortağın söz konusu davayı açmakta dava ehliyetlerinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 701-703. maddelerinde düzenlenen elbirliği mülkiyetinde ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğu, ortakların birlikte hareket etmelerinin zorunlu olduğu, 11.10.1982 tarihli ve 1982/3 Esas, 1982/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla bir ortağın tek başına dava açabileceği ancak davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya elbirliği mülkiyeti mirasçılıktan kaynaklanıyorsa miras şirketine atanacak temsilci aracılığıyla davanın sürdürülmesi gerektiğinin kabul edildiği, asıl ve birleşen davada ortaklardan yalnızca bir kısmının dava açmış olduğu ayrıca davacılar vekilinin dava konusu taşınmazlara ortak olan dava dışı ortakları davaya dâhil etmeyeceklerini ve bunun için süre verilmesini istemediklerini beyan etmesi üzerine dosyanın mevcut hâliyle değerlendirildiği, buna göre 109 ada 7 parsel sayılı taşınmaz yönünden davacı ...'un tek başına dava ehliyetinin bulunmadığı; 109 ada 23 parsel sayılı taşınmaz yönünden her iki davacı ... ve ...'un diğer ortakların katılımı sağlanmaksızın dava ehliyetlerinin bulunmadığı, aynı şekilde birleşen davada 109 ada 7 parsel ve 109 ada 23 parsel sayılı taşınmazların her ikisi yönünden de davacıların, dava dışı ortakların katılımı sağlanmaksızın dava ehliyetlerinin bulunmadığı, bu nedenle bu talepler yönünden davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiği, davacı ...'un 109 ada 7 parsel sayılı taşınmazda paylı mülkiyet sahibi olması nedeniyle bu davacı yönünden kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tespiti ve ecrimisil talepli davayı yürütmede paydaşlar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığından tek başına dava ehliyetinin bulunduğu anlaşılmakla yalnızca bu talep yönünden esas hakkında değerlendirmeye geçildiği, 109 ada 7 parsel sayılı taşınmazın fen bilirkişisinin raporunda A harfi ile gösterilen kısmının Murat Nehrinin yatak değiştirmesi nedeniyle tarıma elverişliliğini yitirerek dere yatağı hâline geldiği, bu nedenle taşınmazın bu kısmının bilirkişi raporunda belirtilen bedelinin davacı ...'un payına düşen kısmının davalıdan alınarak davacı ...'a verilmesi, dere yatağı hâline gelen kısmın dava konusu taşınmazdan ifrazı ile tapu kaydının davacı ...'un payı oranında iptali ile dere yatağı olarak terkinine karar verilmesi gerektiği, ancak somut olayda dere yatağının davalı idarenin herhangi bir müdahalesi olmaksızın kendiliğinden yatak değiştirdiği ve taşınmazın bir kısmının dere yatağı hâline geldiği anlaşılmakla davalı idarenin kötüniyetli işgalci olduğundan söz edilemeyeceğinden ecrimisil istemine ilişkin talebin reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle asıl davanın kısmen kabulü ile 109 ada 7 parsel sayılı taşınmazın 42.496,33 m2 yüzölçümündeki kısmının dava konusu parselden ifrazı ile, tapu kaydının davacı ...'un payı oranında iptaline ve dere yatağı niteliği ile tapudan terkinine, 109 ada 7 parsel sayılı taşınmazın 396.578,30 m2 yüzölçümündeki kısmının köyün son parsel numarası verilerek hâlihazır malikleri adına mevcut tapu kaydında belirtilen oranlarda tarla vasfıyla tapuya kayıt ve tesciline, 109 ada 7 parsel sayılı taşınmazın 42.496,33 m2 yüzölçümündeki kısmının davacı ...'un payına denk gelen bedeli olan 267.001,35 TL'nin dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı ...'a verilmesine, davacı ... yönünden 109 ada 7 parsel sayılı taşınmaza ilişkin talebin usulden reddine, davacılar ... ve ... yönünden 109 ada 23 parsel sayılı taşınmaza ilişkin talebin usulden reddine, davacı ...'un ecrimisil talebinin reddine, birleşen davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen davada davalı idare vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 23.05.2022 tarihli ve 2022/718 Esas, 2022/1349 Karar sayılı kararıyla; davacıların tapu maliki hissedarlar olduğu anlaşıldığından 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun (2942 sayılı Kanun) 14/3. maddesinin "iştirak halinde veya müşterek mülkiyetle, paydaşların tek başına dava hakları vardır." hükmü nedeniyle kamulaştırma ve kamulaştırmasız el atma davalarında davacıların miras payı oranında dava açma hakları olduğundan davanın esası yönünden inceleme ve değerlendirme yapılıp bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile iştirak hâlinde mülkiyete konu olan taşınmazlarla ilgili davacılar yönünden dava ehliyeti yokluğundan davanın usulden reddine kararı verilmesi doğru değil ise de davacı taraf istinaf yoluna başvurmadığından dolayı bu hususun eleştirilmekle yetinildiği, yine aynı nedenle ecrimisil hususuna değinilmediği, İlk Derece Mahkemesince taşınmazın arazi olarak kabul edilmesinde, kalıcı olarak dere yatağı hâline gelen kısımların davacı tarafın özel mülkiyetinden çıktığı ve doğal nedenlerle de olsa su altında kalmasından davalı idarenin sorumlu olduğunun tespit edilmesinde ve taşınmaza gelir metodu ile metrekare birim fiyatı belirlenmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından davalı vekilinin bu yönlere ilişkin istinaf itirazlarının yerinde görülmediği, ancak münavebeye alınan nohut ürününün üretim masraflarının daha az alınması sureti ile ve dava konusu taşınmazdan arta kalan kısımda değer azalışı uygulanarak fazla bedele hükmedilmesinin doğru görülmediği, buna göre sadece davalı tarafın istinaf başvurusunda bulunması nedeniyle ...'un taşınmazdaki 1/2 payının yeniden hesaplandığı gerekçesiyle davalı tarafın istinaf talebinin kabulüne, İlk Derece Mahkemesi Kararının kaldırılmasına, yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle; asıl davanın kısmen kabulüne, 109 ada 7 parsel sayılı taşınmazın 42.496,33 metrekare yüzölçümündeki kısmının ifrazı ile, tapu kaydının davacı ...'un payı oranında iptaline ve dere yatağı niteliği ile tapudan terkinine, 109 ada 7 parsel sayılı taşınmazın 396.578,30 metrekare yüzölçümündeki kısmının köyün son parsel numarası verilerek hâlihazır malikleri adına mevcut tapu kaydında belirtilen oranlarda tarla vasfıyla tapuya kayıt ve tesciline, 109 ada 7 parsel sayılı taşınmazın 42.496,33 metrekare yüzölçümündeki kısmının davacı ...'un payına denk gelen bedeli olan 171.897,65 TL'nin dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı ...'a verilmesine, davacı ... yönünden 109 ada 7 parsel sayılı taşınmaza ilişkin talebin usulden reddine, davacılar ... ve ... yönünden 109 ada 23 parsel sayılı taşınmaza ilişkin talebin usulden reddine, davacı ...'un ecrimisil talebinin reddine, birleşen davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen davada davalı idare vekili ile asıl ve birleşen davada katılma yolu ile davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuşlardır.

2. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

''... Dava konusu Ağrı ili, Tutak ilçesi, ... köyü 109 ada 7 ve 23 parsel sayılı taşınmazların 2942 sayılı Kanun'un 11 inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi uyarınca gelir metodu esas alınarak değer biçilmesi, adil ve hakkaniyete uygun olarak tespit edilen bedelin davalı idareden tahsili ile tapu kaydının iptali ile davalı idare adına tesciline karar verilmesi yerindedir.

Tarafların iddia, savunma ve dayandıkları belgelere, uyuşmazlığın hukukî nitelendirilmesi ile uygulanması gereken hukuk kurallarına, dava şartlarına, yargılamaya hâkim olan ilkelere, ispat kurallarına ve temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre davalı idare vekilinin tüm, davacılar vekilinin aşağıdaki paragrafın kapsamı dışındaki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Davacıların miras payı oranında dava açma hakları olduğu gerekçesi ile elbirliği ile malik olan davacılar yönünden birleştirilen davanın usulden reddine karar verilmiş ise de; 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 14 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının "iştirak hâlinde veya müşterek mülkiyette, paydaşların tek başına dava hakları vardır." şeklindeki hükmünün kamu düzenine ilişkin olduğu, söz konusu düzenlemenin kamulaştırmasız el atma davalarında da kıyasen uygulanacağı, davacıların miras payı oranında tek başlarına ayrı ayrı dava açma hakları olduğundan; elbirliği ile malik olan davacılar yönünden davanın usulden reddine karar verilmesi bozmayı gerektirir ....'' gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 Esas, 1959/5 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere usulî kazanılmış hakkın kamu düzeni ile ilgili olup Yargıtay tarafından kendiliğinden dikkate alınması ve korunması gerektiği, bu hakkı ortadan kaldıracak ve ihlaline yol açacak şekilde bozma yapılmasının hukukun genel ilkeleri ile usul ve yasaya uygun olmadığı, aksi hâlde hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkesine aykırı davranılmış olacağı, somut uyuşmazlıkta İlk Derece Mahkemesince verilen kararın sadece davalı idare tarafından istinaf edilmiş olduğu, bu nedenle istinaf edenin sıfatına göre değerlendirme yapıldığı, İlk Derece Mahkemesince iştirak hâlinde malik olan davacıların dava ehliyeti bulunmadığından davanın usulden reddine karar verilmesi 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 14/3. maddesi hükmüne göre doğru değil ise de davacı taraf istinafa başvurmadığından dolayı bu hususun eleştirilmesi ile yetinildiği, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmediği, buna karşılık temyiz yoluna başvuran davacı vekilinin sair temyiz itirazları kabul edilmemekle birlikte, kararın davacı tarafça istinaf edilmemiş olması nedeniyle eleştirilmekle yetinilen hususlar yönünden bozulmasının usulî müktesep hakka aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen davada davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Asıl ve birleşen davada davacılar vekili; direnme kararının davacıların mağduriyetine sebep olduğunu, asıl dosyada taşınmazların maliklerinden ... ve ... adına dava açtıklarını ve daha sonra diğer malikler adına birleşen dosyada dava açtıklarını, İlk Derece Mahkemesi kararının ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 14/3. maddesine aykırı olduğunu ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: Kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat ve ecrimisil istemine ilişkin eldeki asıl ve birleşen davada, İlk Derece Mahkemesince verilen asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın usulden reddine dair karara karşı yalnızca davalı idare vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması, Bölge Adliye Mahkemesince sadece davalı idare lehine olan hususlar yönünden kararın kaldırılmasına ve yeniden hüküm kurulmasına karar verilmesi, davacı taraf aleyhine olan hususların eleştirilmekle yetinilmesi, Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı taraf vekillerince temyiz yoluna başvurulmuş olması üzerine Özel Dairece davacıların miras payı oranında tek başlarına ayrı ayrı dava açma hakları olduğundan; elbirliği ile malik olan davacılar yönünden davanın usulden reddine karar verilmesinin doğru görülmediği gerekçesiyle bozulması karşısında; 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 14/3. maddesi hükmünün kamu düzenine ilişkin olduğu mülahazası ile davalı idare aleyhine bozulmasının usulî kazanılmış hak ilkesine aykırı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun (2942 sayılı Kanun) 14/3. maddesi,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 114, 115, 355, 369/1 ve 371. maddeleri

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle usulî kazanılmış hak ilkesi ile ilgili şu açıklamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır.

2. Usule ait kazanılmış hak müessesi, Usul Hukukunun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktaydı.

3. Usulî kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak amacıyla Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

4. Türk Hukuk Lûgatında da “kazanılmış hak” daha önce yürürlükte olan hükümlere göre bir kişi yararına kazanılmış olan hak şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara 2021, s. 676).

5. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde çıkarılan 09.05.1960 tarihli ve 1960/21 Esas, 1960/9 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; Yargıtay bozma kararına uyulmakla orada belirtilen biçimde işlem yapılması yolunda lehine bozma yapılan taraf yararına usulî kazanılmış hak, aynı doğrultuda işlem yapılması yolunda yerel mahkeme için de zorunluluk doğacağı, usulî kazanılmış hakka ilişkin açık kanun hükmü olmasa da temyiz sonucu verilecek bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan amacı ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar amacıyla kabul edilmiş bulunması bakımından usulî kazanılmış hak müessesesi usul hukukunun dayandığı ana esaslardan olup kamu düzeniyle de ilgili olduğu belirtilmiştir.

6. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda da usulî kazanılmış hakka ilişkin açık bir düzenleme bulunmamakta ise de, bu ilkenin uygulanma gerekliliği HMK hükümleri karşısında da varlığını sürdürmektedir. Yargıtayın bozma kararına uyan mahkemenin, bozma kararı uyarınca işlem yapmak ve hüküm vermek zorundadır; çünkü mahkemenin bozma kararına uyması ile, bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulî kazanılmış hak doğmuştur.

7. Bununla birlikte bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulî kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulî kazanılmış hak oluşturur (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 Esas, 1959/5 Karar sayılı kararı).

8. Yargısal ve bilimsel içtihatlarda “usulî kazanılmış hak” ya da “usulî müktesep hak” olarak adlandırılan bu ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.02.1988 tarihli ve 1987/2-520 Esas, 1988/89 Karar sayılı kararında “Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince işlem yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisinin lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulî kazanılmış hak denilmektedir...” şeklinde tanımlanmakta ve ayrıca Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.

9. Bu aşamada usulî kazanılmış hak kurumunun istisnalarından da bahsetmek gerekir.

I- Mahkemenin görevi ile ilgili usulî kazanılmış haktan söz edilemez. Şöyle ki; Yargıtay yerel mahkemenin kararını, görev itirazı olmaksızın görev dışında bir sebeple bozar ve mahkeme bu karara uyarsa bozma dışında kalan görev hususu usulî kazanılmış hak oluşturmayacak, yeniden yapılan yargılamada mahkeme tarafların itirazı üzerine ya da kendiliğinden görevsizlik kararı verebilecektir. Ancak temyizde açıkça görev itirazı ileri sürülmüş ve bu husus Yargıtay tarafından nazara alınmamış açık ya da zımni olarak reddedilmiş ise bu takdirde usulî kazanılmış hak görev konusunda da oluşacak ve yeniden yargılama yapan mahkeme görev konusunda karar veremeyecektir.

II- Karar henüz kesinleşmeden geçmişe etkili olarak çıkarılan bir kanun hükmü de usulî kazanılmış hakkın istisnasını oluşturur. Böyle bir hâlde de usulî kazanılmış hakka aykırı olsa da yeni çıkarılan ve geçmişe etkili olan kanun hükmünün uygulanması gerekir.

III- Yargıtayın bozma kararından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararının çıkarılmış olması da usulî kazanılmış hakkın istisnasıdır. Yukarıda bahsedilen 09.05.1960 tarihli içtihadı birleştirme kararına göre, içtihadı birleştirme kararları usulî kazanılmış hakka rağmen görülmekte olan davalara da uygulanır. İlk Derece Mahkemesi usulî kazanılmış hakka aykırı olsa bile yeni içtihadı birleştirme kararına göre karar verecektir.

IV- Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmü Anayasa Mahkemesince iptal edilirse öncelik usulî kazanılmış hakta değil Anayasa Mahkemesinin iptal kararında olacaktır. Diğer bir deyişle kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.

V- Usulî kazanılmış hakkın bir diğer istisnası ise kesin hükümdür. Bozmadan sonra usulî kazanılmış hak ile kesin hüküm çelişiyorsa öncelik usulî kazanılmış hak da değil, kamu düzeninden sayılan ve dava şartı olarak resen nazara alınması gereken kesin hükümdedir.

VI- Kamu düzenine aykırılık da usulî kazanılmış hakkın istisnalarından bir diğeridir. Gerçekten de kamu düzeninden sayılan bir husus ile usulî kazanılmış hak çelişiyorsa bu hâlde kamu düzeninden sayılan hâl usulî kazanılmış hakkın önüne geçecektir.

VII- Nihayet son olarak; Yargıtayın kararı her türlü yorumun, hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında, açıkça ve tartışmasız şekilde başka bir şekilde, yorumlanamayacak açıklıkta maddi hataya dayalı ise ve onunla sıkı sıkıya bağlı olduğu hâlde usulî kazanılmış hak ilkesi uygulamayacaktır. Yargıtay tarafından dosya kapsamına uygun olmayacak şekilde açık ve tartışmasız bir maddi hata yapılması hâlinde, bu hata, usulî kazanılmış hak oluşturmayacaktır.

10. Usulî kazanılmış hakkın hukukî sonuç doğurabilmesi için, bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir. Şu hâlde usulî kazanılmış hakkın istisnası sayılan hâller bulunmadığı ve kamu düzenine aykırı bir yön de olmadığı takdirde, bir hükmün kararı temyiz eden aleyhine ve fakat hükmü temyiz eden lehine bozulması mümkün olmayacaktır (Hukuk Genel Kurulunun 02.05.2019 tarihli, 2015/22-3344 Esas, 2019/517 Karar sayılı kararı).

11. Usulî kazanılmış hakka ilişkin yapılan açıklamalardan sonra usulî kazanılmış hakkın istisnalarından olan kamu düzeni kavramı hakkında açıklamada bulunmakta yarar vardır.

12. Kamu düzeni, bilimsel görüşlerde genel olarak "Bir toplumun, belirli bir zaman dilimi içerisinde, siyasi, sosyal, ekonomik, ahlaki ve hukuki açılardan temel yapısını belirleyen ve temel çıkarlarını koruyan kurum ve kurallar bütünüdür." şeklinde tanımlanmaktadır. (Süha Tanrıver: Yabancı Hakem Kararlarının Türkiye'de Tenfizinde Kamu Düzeninin Rolü, Ankara 1998, s. 565-578)

13. Kamu düzeninden; korunma ve uygulamasında toplumun büyük yararı bulunduğu kabul edilen özel hukuk kuralları anlaşılmak gerekir (Andreas von Tuhr, Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, Çev. Cevat Edege, Ankara, 1983, Yargıtay Yayını No: 15, sh. 258).

14. Kamu düzeni, kamu menfaati düşüncesi ile konulmuş özel hukuk düzenidir. Aynı zamanda sözleşme serbestisinin sınırını tayin ederken, bu kavrama başvurulabilir (Becker H., Borçlar Kanunu, Çev. Bülent Olcay, Ankara, 1967, sh. 97).

15. Kamu düzeninin yazılı metinler ve mahkeme içtihatları gibi başlıca iki kaynağı olmakla beraber, Schwarz`in da belirttiği üzere "Kamu düzeni, takdiri bir kavramdır. Bunu kesin olarak sınırlamaya olanak yoktur" (Andreas, B Schwarz: Borçlar Hukuku Dersleri; Çev. Bülent Davran, İstanbul 1948, s. 343 ).

16. Kamu düzeni, öğretide kamu yararı düşüncesi ile konulmuş özel hukuk düzeni olarak kabul edilmektedir. Kamu düzeni, toplum içinde yaşayan fertlerin kamu yararına olarak uymak zorunda oldukları kuralların bütün olup, bu kuralların borç ilişkisi bakımından özelliği, kişisel iradeleri sınırlandırmış bulunmasında gözükmektedir (Turhan Esener, Borçlar Hukuku, 1, Ankara 1969, s. 203).

17. İsviçre Federal Mahkemesi kamu düzeni kavramını; “Bir kuralın kamu düzenine ilişkin sayılması için bu kurala aykırılığın, ülkenin hukuk düzeninin temel ilkelerinden birisiyle çatışması, ya da ülkenin genel hukuk duygusunu ağır şekilde zedelemesi zorunludur” şeklinde ifade etmiştir (Selim Kaneti, İsviçre Federal Mahkemesinin Borçlar Hukuku Kararları, Ankara 1968, s. 22).

18. Anayasa Mahkemesi 28.01.1964 tarihli ve 1963/128 Esas, 1964/8 Karar sayılı kararında kamu düzeni deyiminin; toplumun huzur ve sükûnunun sağlanmasını, Devletin ve Devlet teşkilatının muhafazasını hedef tutan her şeyi ifade ettiği, bir başka deyişle toplumun her sahadaki düzeninin temelini teşkil eden bütün kuralları kapsadığı sonucuna varmıştır.

19. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.12.1990 tarihli ve 1990/3-527 Esas, 1990/627 Karar sayılı kararında bir kuralın kamu düzeni ile ilgisinin ülkenin sosyal, ekonomik, ekinsel (kültürel) ve tarihsel gerçeklerine göre belirlenmesi gerektiği; sözü edilen gerçeklerin, kuralın vazgeçilmezliğini, toplumsal yararını ortaya koyması durumunda kuralın kamu düzeni ile ilgisinin mevcut olduğu ifade edilmiştir.

20. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28.11.1973 tarihli ve 1973/609 Esas, 1973/959 Karar sayılı kararında ise, “kamu düzeni kavramı, benzer yönler olmakla beraber her ülkenin, o ülkenin kendisine özgü tarihsel, sosyal, ekonomik ve diğer koşulların oluşturduğu özel bir anlam taşır” hükmüne yer verilmiştir.

21. Kamu düzeni kavramının müdahale alanı son derece geniş ve yoruma müsaittir. Kamu düzeninin ihlâlini gerektirecek hâller çoğunlukla emredici bir hükmün açıkça ihlâli hâlinde düşünülecektir. Fakat her emredici hükmün ihlâli hâlinde veya her emredici hükmü ihlâl eden bir (yabancı) kararın Türk kamu düzenine aykırı bulunduğunu söylemek olanaklı değildir.

22. O hâlde, iç hukuktaki kamu düzeninin çerçevesi, Türk hukukunun temel değerlerine, Türk genel adap ve ahlâk anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı temel adalet anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı genel siyasete, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda yer alan temel hak ve özgürlüklere, milletlerarası alanda geçerli ortak prensip ve özel hukuka ait iyiniyet prensibine dayanan kurallara, medeni toplulukların müştereken benimsedikleri ahlâk ilkeleri ve adalet anlayışının ifadesi olan hukuk prensiplerine, toplumun medeniyet seviyesine, siyasi ve ekonomik rejimine, insan hak ve özgürlüklerine aykırılık şeklinde çizilebilir.

23. İç hukukta kamu düzeninin, tarafların uymak zorunda oldukları, kamu hukukundan ve özel hukuktan doğan ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri kurallar olarak anlaşılması gerekir. Nitekim aynı ilkeler, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 10.02.2012 tarihli ve 2010/1 Esas, 2012/1 Karar sayılı kararında da vurgulanmıştır.

24. Bu noktada aleyhe bozma yasağına (aleyhe hüküm verme yasağı) değinmek gerekirse; taraflardan yalnız birinin temyiz etmiş olduğu hükmün temyiz eden tarafın aleyhine bozulamayacağını ifade eden aleyhe bozma yasağı, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 307/4. maddesinde açıkça hükme bağlanmış ise de hukuk yargılaması yönünden bu hususa ilişkin açık bir mevzuat hükmü bulunmamaktadır.

25. Bununla birlikte, Yargıtayın yerleşik uygulamasında hükmün temyiz edenin aleyhine bozulması hâlinde, hükmü temyiz etmemiş olan diğer taraf lehine karar verilmiş olacağı, bu durumun hâkimin tarafların iddia ve savunmaları ile bağlı olduğu, talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar veremeyeceği ilkesine aykırı düşeceği (HMK md. 25 ve 26) ve usulî kazanılmış hakların zedeleneceği yaklaşımı ile aleyhe bozma yasağının hukuk usulünde de geçerli olacağı, kamu düzenine ilişkin hususlar hakkında aleyhe bozma yasağından, hüküm bakımından ise aleyhe hüküm verme yasağından bahsedilemeyeceği kabul edilmektedir. Nitekim aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 03.05.2023 tarihli ve 2022/11-277 Esas, 2023/408 Karar ve 29.11.2022 tarihli ve 2021/13-431 Esas, 2022/1614 Karar sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.

26. İstinaf incelemesinin kapsamı ise HMK’nın 355. maddesi ile düzenlenmiş olup anılan maddede "İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.'' şeklinde hüküm yer almaktadır. Buna göre; bölge adliye mahkemesi, incelemesini istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplere bağlı olarak yapmak zorundadır. Temyiz incelemesinden farklı olarak, bölge adliye mahkemesinde yapılacak incelemede tarafların ileri sürdüğü sebeplerle bağlı kalınmasının nedeni, bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesinin kararının kanuna aykırılığını tespit etmesi hâlinde, çoğu zaman yeniden yargılama yaparak yeni bir karar verebilmesidir. Tercih edilen istinaf sisteminde, ilk derecedeki yargılama tümüyle tekrarlanmamaktadır. Bu sebeple, istinaf sebepleri ile sınırlı tutulmuştur. Zira istinaf incelemesi ilk derece mahkemesi kararını denetleyerek ondan sonra yapılan yargılama özelliği taşımaktadır. Bununla beraber, kamu düzenini ilgilendiren hususlarda bölge adliye mahkemesi istemle bağlı olmaksızın resen inceleme yapar.

27. Bu anlamda HMK ile düzenlenen istinaf sebeplerinin "kamu düzenine aykırılık ve taraflarca ileri sürülen nedenler" olmak üzere iki ayrımda incelenmesi gerekmektedir. Kamu düzenine aykırılık mutlak istinaf sebebidir ve bölge adliye mahkemesince kendiliğinden gözetilir. Bu nedenle kamu düzenine aykırı bir sebebin istinaf dilekçesinde ileri sürülüp sürülmemesinin de bir önemi bulunmamaktadır. Ne var ki kamu düzenine aykırı olmayan istinaf sebeplerinin istinaf dilekçesinde mutlaka gösterilmesi gerekmektedir. Kamu düzenine aykırı olmayan bir istinaf sebebi istinaf dilekçesinde gösterilmemiş ise bölge adliye mahkemesince kendiliğinden dikkate alınamaz. Çünkü istinaf incelemesi, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.

28. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 357. maddesinde "Yapılamayacak işlemler" başlığı altında "...bölge adliye mahkemesince re'sen göz önünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz..." düzenlemesi ile bölge adliye mahkemesince resen dikkate alınması gereken durumlar dışında ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmaların dinlenmeyeceği ve yeni delillere dayanılmayacağı açıkça hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla istinaf kanun yolunda tamamen yeni bir yargılama yapıldığını söylemek mümkün değildir. Asıl amaçlanan ilk derece mahkemesi kararını hukuki ve maddi yönden denetleyerek eksiklikleri gidermek ve hataları düzeltmektir. İlk derece yargılamasının usulüne uygunluğu, vakıa tespitlerinin doğru olup olmadığı, hukukun doğru uygulanıp uygulanmadığı denetlenmektedir.

29. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369. maddesinin 1. fıkrasında da; "Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir." düzenlemesi mevcut olup bu düzenleme ile temyiz incelemesinin sınırı belirlenmiştir.

30. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371. maddesindeki;

“(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar:

a) Hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.

b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.

c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.

ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikleri bulunması.” yönündeki hüküm ile bozma sebepleri düzenlenmiş olup bu durumlarda Yargıtay'ın gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozabileceği belirtilmiştir.

31. Mutlak bozma nedenlerinden birinin veya kamu düzenine aykırılığın bulunması durumunda resen inceleme yapılabilmektedir.

32. Somut olayda uyuşmazlık konusu olan, dava konusu taşınmazlarda elbirliği ile malik olan davacıların diğer maliklerin katılımı olmaksızın tek başına dava hakkının bulunup bulunmadığına ilişkin düzenlemelere de değinmek gerekir.

33. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinde düzenlenmiş olan dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

34. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden (resen) araştırıp inceler, bu konuda tarafların istem ve beyanları ile de bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece HMK’nın 115. maddesi gereğince davanın usulden reddedilmesi gerekir.

35. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde “Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması” dava şartları arasında sayılmıştır.

36. 4650 sayılı Kanun ile değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun “Dava hakkı” başlıklı 14. maddesinde ise “Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir.

İdari yargıda açılan davalar öncelikle görülür.

İştirak halinde veya müşterek mülkiyette, paydaşların tek başına dava hakları vardır.

İdare, kamulaştırma belgelerinin mahkemeye verildiği günden itibaren otuz gün içinde maddi hatalara karşı adli yargıda düzeltim davası açabilir.

İdare tarafından, bu Kanun hükümlerine göre tespit olunan malike ve zilyede karşı açılan davaların görülmesi sırasında, taşınmaz malın gerçek malikinin başka bir şahıs olduğu anlaşıldığı takdirde, davaya bu gerçek malik, tapu malikinin daha önce öldüğü sabit olursa mirasçıları da dahil edilmek suretiyle devam olunur.

(İptal altıncı fıkra: Anayasa Mahkemesinin 25/12/2024 Tarihli ve E: 2024/101, K: 2024/232 Sayılı Kararı ile.)” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir.

37. Kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davalarında, taşınmazın birden fazla malikinin bulunduğu durumlarda, malikler arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunup bulunmadığı, tümünün davada taraf olarak yer almasının gerekip gerekmediği hususlarını düzenleyen herhangi bir yasal düzenleme mevcut değildir. Ancak öteden beri Yargıtay İçtihatlarında kamulaştırma davalarında olduğu gibi, kamulaştırmasız el atma davalarına da 2942 sayılı Kanun’un 14/3. maddesinde yer alan hüküm uygulanmaktadır.

38. 2942 sayılı Kanun’un 14/3. maddesinde öngörülen “İştirak halinde veya müşterek mülkiyette, paydaşların tek başına dava hakları vardır.” kuralı, maliklerin taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları ile ilgili ve dolayısıyla dava şartları ile bağlantılı olup, kamu düzenine ilişkindir.

39. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, İlk Derece Mahkemesince asıl ve birleşen dava hakkında 23.05.2018 tarihinde verilen karara karşı davalı idare vekilince istinaf yoluna başvurulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince 2942 sayılı Kanun’un 14/3. maddesi hükmüne göre kamulaştırma ve kamulaştırmasız el atma davalarında davacıların miras payı oranında dava açma hakları olduğundan davanın esası yönünden inceleme ve değerlendirme yapılıp bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile iştirak hâlinde mülkiyete konu olan taşınmazlarla ilgili davacılar yönünden dava ehliyeti yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmesinin doğru olmadığı belirtilerek, davacı tarafın istinaf kanun yoluna başvurmamış olduğundan bu hususun eleştirilmekle yetinildiği, yine aynı nedenle ecrimisil hususuna değinilmediği gerekçesiyle davalı tarafın istinaf talebinin kabulüne, İlk Derece Mahkemesi Kararının düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle; asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiştir. Kararın taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece 2942 sayılı Kanun'un 14/3. maddesinin kamu düzenine ilişkin olduğu, söz konusu düzenlemenin kamulaştırmasız el atma davalarında da kıyasen uygulanacağı, davacıların tek başlarına ayrı ayrı dava açma hakları olduğundan; elbirliği ile malik olan davacılar yönünden birleştirilen davanın usulden reddine karar verilmesinin doğru görülmediği gerekçesiyle karar bozulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince usulî kazanılmış hakkı ortadan kaldıracak şekilde bozma yapılmasının hukukun genel ilkeleri ile usul ve yasaya uygun olmadığı, bozmaya konu edilen hususun davacı tarafın istinaf yoluna başvurmaması nedeniyle eleştirilmesi ile yetinildiği, temyiz incelemesinde kararın bu yönden bozulmasının usulî kazanılmış hakka aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

40. Şu durumda; her ne kadar İlk Derece Mahkemesi kararına karşı asıl ve birleşen davada davacılar vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmamış ise de, 2942 sayılı Kanun’un 14/3. maddesinde öngörülen hükmün dava şartlarının bulunup bulunmadığı ile bağlantılı olup, kamu düzenine ilişkin bir hüküm niteliği taşıdığı gibi, bu hükme aykırı şekilde verilen kararın kanunun açık hükmüne aykırılık teşkil ettiği dikkate alındığında Bölge Adliye Mahkemesince HMK’nın 355. maddesi gereğince kamu düzenine aykırı olan bu durumu resen göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılması gerekirken direnme kararı verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.

41. Belirtilen hususların yanı sıra, dosya kapsamındaki tapu kayıtlarına göre dava konusu 109 ada 7 parsel sayılı taşınmazda asıl davada davacı ...'un 1/2 oranında paylı malik olduğu, taşınmazın kalan 1/2 kısmında ise asıl davada davacı ... ve birleşen dava dosyasındaki davacılar ile dava dışı maliklerin elbirliğiyle malik oldukları, dava konusu 109 ada 23 parsel sayılı taşınmazın ise tamamının elbirliği mülkiyetine tabi olduğu, asıl ve birleşen davadaki davacılar dışında taşınmazın dava dışı ortaklarının da bulunduğu anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesince 2942 sayılı Kanun'un 14/3. maddesine aykırı şekilde verilen ve Bölge Adliye Mahkemesince eleştirilmekle yetinilen kararda, birleşen davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine dair kararın yanı sıra, asıl davanın davacı ...’un 109 ada 7 parsel sayılı taşınmaza ilişkin talebi yönünden, davacılar ... ve ...’un 109 ada 23 parsel sayılı taşınmaza ilişkin talebi yönünden usulden reddine, davacı ...'un ecrimisil talebinin reddine de karar verildiği görülmektedir. Özel Daire bozma kararında ise, sadece birleştirilen davanın usulden reddine karar verilmesinin doğru görülmediğinin belirtilmesi, asıl davada reddedilen hususlara bozma kararında değinilmemesi dikkate alındığında, birleştirilen dava ile birlikte, asıl davada davacı ...’un 109 ada 7 parsel sayılı taşınmaza ilişkin talebi yönünden, yine asıl davada davacılar ... ve ...’un 109 ada 23 parsel sayılı taşınmaza ilişkin talebi yönünden ve davacı ...'un ecrimisil talebi yönünden de işin esası hakkında inceleme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.

42. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 2942 sayılı Kanun'un 14/3. maddesinin kamu düzenine ilişkin bir hüküm olmadığı, taleple bağlılık ilkesi gereğince İlk Derece Mahkemesi kararını istinaf etmeyen tarafın lehine bozma kararı verilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu ve onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul Çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

43. Hâl böyle olunca, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Asıl ve birleşen davada davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı HMK'nın 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Dosyanın HMK'nın 373. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

25.06.2025 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-20231067-e-2025388-k-sayili-karari