Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/1039 E., 2025/60 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.02.2025 tarihli, 2023/1039 E., 2025/60 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/1039 E., 2025/60 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2022/433 E., 2023/9 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 16.02.2022 tarihli ve
2021/6565 Esas, 2022/1223 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Adana 7. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili; müvekkilinin Adana ili, Yüreğir ilçesi, ... köyünde bulunan 36 ve 325 parsel sayılı taşınmazların maliki iken borçlarının bulunması ve bankalardan kredi alamaması nedeniyle oğlu adına kredi almak amacıyla önce oğlu davalı ...’a temlik ettiğini, davalı oğlunun da bankalardan kredi alamaması üzerine 20.11.2008 tarihli protokol uyarınca taşınmazları üç yıl ekip biçmesi ve daha sonra iade etmesi karşılığında 450.000,00 TL bedelle davalı ...’a temlik ettiğini, davalı ...’ın protokol tarihi olan 20.11.2008 tarihinden itibaren taşınmazlar üzerinde tasarruf ettiğini ancak üç yıllık sürenin sonunda taşınmazların iade edilmediğini ileri sürerek davalı ...'ın tasarrufu sonucu ile diğer davalı ... adına yapılan tescillerin iptali ile tapu kayıtlarının müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı ... vekili; müvekkilinin dava konusu taşınmazları bedel ödemek suretiyle 24.11.2008 tarihinde davalı ...’dan satın aldığını, protokol başlıklı belgedeki imzanın müvekkiline ait olmayıp protokolde tanık olarak adı geçen ... ile ... isimli kişiler vefat ettiğinden davacı tarafından tanzim edildiğini düşündükleri belgeyi ve içeriğini kabul etmediklerini belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Davalı ... davaya cevap vermemiştir.
Mahkemenin Birinci Kararı
7. Adana 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.03.2014 tarihli ve 2012/1159 Esas, 2014/121 Karar sayılı kararı ile; 20.11.2008 tarihli protokol başlıklı belge aslının dosyaya sunulamadığı, belge aslının bulunduğu söylenilen yerlerden istenmesine rağmen aslına ulaşılamadığı, fotokopi belge taraflarının davacı ile davalı ... olmasına rağmen dava konusu taşınmazların önce davalı ...'a, sonrasında davalı ...'a devredildiği, inançlı işlem nedeniyle tapu iptalinin ancak yazılı belge ile ispatlanabileceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı
8. Adana 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 11.10.2016 tarihli ve 2014/14267 Esas, 2016/9309 Karar sayılı kararı ile; "...Somut olayda, davacı tarafından yargılama aşamasında iddianın dayanağı olarak sunulan 20.11.2008 tarihli ve hakim havaleli "protokol" başlıklı fotokopi belge ile protokolün eki niteliğinde olduğu iddia edilen 27.11.2008 tarihli ve davalının imzasını içeren "belgedir" başlıklı evraklar ibraz edilmiştir. Ancak, mahkemece belgelerdeki imzaların davalı ...’in eli mahsulü olup olmadığı üzerinde durulmamış ve HMK 169. ve devam maddeleri uyarınca bu konuda davalının isticvabına karar verilmemiştir.
Hâl böyle olunca, öncelikle davalı ...'in isticvap edilerek anılan belgelerdeki imzaların kendisine ait olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, imzaların kendisine ait olduğunu kabul etmemesi halinde huzurda usulü dairesinde imza örneklerinin alınması ve ondan sonra 2659 sayılı yasanın 8. maddesi hükmü uyarında Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinden rapor alınması, anılan belgenin geçerli olduğunun anlaşılması halinde, belgenin hukuki değerinin irdelenerek, inançlı işlemin belgesi niteliğini taşıyıp taşımadığı, yazılı delil başlangıcı sayılıp sayılmayacağının duraksamaya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi, ondan sonra hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı
10. Adana 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.01.2021 tarihli ve 2018/99 Esas, 2021/57 Karar sayılı kararı ile; bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda davalı ...’ın 20.09.2018 tarihli duruşmada 20.11.2008 tarihli suret belgenin kendisi tarafından hazırlanmadığı ve protokol altındaki imzanın kendi imzası olmadığı şeklinde beyanda bulunduğu, sözlü yargılama aşamasına geçildiği bildirildikten sonra davacı tarafından 20.01.2021 tarihli dilekçe ile dosyaya 27.11.2008 tarihli ve "belgedir" başlıklı evrakın sunulduğu, ancak bu belge ile daha önce fotokopisi sunulan 27.11.2008 tarihli "belgedir" başlıklı belge arasında yazı tipi ve boyutunun farklı olduğunun çıplak gözle dahi bakıldığında anlaşıldığı, yeni bir belge sunulmasına davalı tarafça muvafakat edilmemesi karşısında 20.01.2021 tarihli dilekçe ekinde sunulan 27.11.2008 tarihli belgedeki imzanın sahteliği konusunda inceleme yapılmadığı, ayrıca 20.11.2008 tarihinde adi yazılı bir belge düzenleyen davalının bu tarihten sonra aynı kuvvette başka bir adi yazılı belge ile protokoldeki imzanın ısrarla kendisine ait olduğunu ikrâr etmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, davalının böyle bir evrak imzaladığı kabul edilse dahi tekrardan aynı evrakı farklı cümlelerle düzenlemesinin anlaşılır olmadığı, bu hâliyle 20.11.2008 tarihli "protokol" başlıklı belge aslı ile 27.11.2008 tarihli "belgedir" başlıklı belge aslına ulaşılamaması ve fotokopi üzerinde imza incelemesi yapılamaması nedeniyle belgelerdeki imzaların davalı ...’ın eli ürünü olup olmadığını araştırma olanağının bulunmadığı, dolayısıyla fotokopi belgelerin inançlı işlemin belgesi niteliği taşıyıp taşımadığının belirlenemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
11. Adana 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
12. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 16.02.2022 tarihli ve 2021/6565 Esas, 2022/1223 Karar sayılı kararı ile; "...Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, çekişme konusu 36 ve 325 parsel sayılı taşınmazların davacı adına kayıtlı iken 06/11/2007 tarihinde davalı ...'a satış suretiyle temlik edildiği, ... tarafından da 24/11/2008 tarihinde diğer davalı ...'e devredildiği, davacı tarafından dosyaya ibraz edilen, davacı ile davalı ... arasında 20/11/2008 tarihinde düzenlenen ve aslına ulaşılamayan “protokol” başlıklı fotokopi belgede, davacının borcuna karşılık çekişme konusu taşınmazların teminat olarak davalı ...’a temlik edileceği, davalı ... taşınmazları 3 yıl kullandıktan (ekip – biçtikten) sonra davacıdan olan alacağını almış sayılacağı ve taşınmazların davacıya geri verileceği hususlarına yer verildiği görülmektedir. Yine davacı tarafından bozma ilamından önce dosyaya ibraz edilen ve anılan protokolün eki niteliğinde olduğu iddia edilen 27/11/2008 tarihli, davalı ...’in imzasını içeren "belgedir" başlıklı fotokopi belgede, davalının davaya konu taşınmazları 20/11/2008 tarihli protokol ile devraldığı, protokolde yer alan imzanın davalıya ait olduğu, protokol içeriğinin davalı tarafından aynen kabul edildiği hususlarına yer verilmiştir.
Somut olayda, davacı tarafından dayanılan delillerden 27/11/2008 tarihli “belgedir” başlıklı fotokopi ile sonradan aslı ibraz edilen yine aynı tarihli belge arasında sadece yazım farkı bulunup sair hususların aynı olduğu görülmekle, bu belgelerin iki ayrı belge kabul edilmesi doğru değildir.
Hal böyle olunca, 6100 sayılı HMK’nın 145. maddesi çerçevesinde değerlendirme yapılarak aslı ibraz edilen 27/11/2008 tarihli belge ve 20/11/2008 tarihli protokolde yer alan imzaların davalı ...’in eli ürünü olup olmadığının usulünce saptanması ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere eksik inceleme ile karar verilmesi isabetsizdir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
13. Adana 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.01.2023 tarihli ve 2022/433 Esas, 2023/9 Karar sayılı kararı ile; dava dilekçesinde taraflar arasında düzenlenen protokol haricinde protokolün doğruluğunu teyit eden iki adet belge bulunduğundan bahsedilmediği, böyle bir maddi vakıaya dayanılmadığı, nitekim dava dilekçesinin deliller kısmında 27.11.2008 tarihli belgelerin gösterilmediği, dava dilekçesinde dayanılmayan maddi vakıa dikkate alınarak delil gösterilmesinin usule aykırı olduğu, 29.04.2013 tarihli ön inceleme duruşmasında bizzat dinlenen davacının 20.11.2008 tarihli protokolün taraflar arasında imzalandığını belirtmekle birlikte davalının imzasını taşıyan iki adet belgeyi de davalıdan aldığını beyan etmediği, 27.11.2008 tarihli ilk belgenin birinci karar tarihinden sonra olmak üzere 04.06.2015 tarihli dilekçeyle, 27.11.2008 tarihli ikinci belgenin ise 07.01.2021 tarihli dilekçeyle dosyaya sunulduğu, davacı tarafça sunulan 27.11.2008 tarihli her iki belgenin içerikleri aynı olsa da yazı puntoları, satır aralıkları, tarihlerin yazım şekilleri, isimlerin kısaltmalı ve kısaltmasız yazılması farklı olduğu gibi ilk sunulan belge isim yazılmaksızın imzalanmış olmasına rağmen ikinci sunulan belgenin isim yazılmak suretiyle imzalandığı, bu nedenle iki belgenin aynı olduğuna dair bozma kararındaki tespitin isabetli olmadığı, kaldı ki ikinci belge sunulurken davacı tarafın iddiası bozma kararında belirtilen ve imza incelemesi yapılması istenen belgenin bu olduğu yönünde iken, temyiz dilekçesinde her iki belgenin farklı belgeler olduğu, esasında davalıdan aynı içeriğe sahip iki adet imzalı belge alındığı belirtilmek suretiyle iddianın genişletildiği, 27.11.2008 tarihli iki belge de yasal süresi içerisinde dava dosyasına sunulmadığı gibi HMK'nın 145. maddesi anlamında da açıklama yapılmadığı gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
14. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
15. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin eldeki davada; yargılama aşamasında davacı tarafından sunulan 27.11.2008 tarihli belgelere delil olarak dayanılıp dayanılmadığı, dayanıldığının kabulü hâlinde bu belgelerin yasal süresi içerisinde dosyaya sunulup sunulmadığı, sunulduğunun kabulü hâlinde 04.06.2015 tarihli dilekçeyle dosyaya sunulan 27.11.2008 tarihli “belgedir” başlıklı fotokopi ile 07.01.2021 tarihli dilekçeyle dosyaya sunulan 27.11.2008 tarihli “belgedir” başlıklı belgenin aynı belge olarak kabul edip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre HMK'nın 145. maddesi çerçevesinde değerlendirme yapılarak 07.01.2021 tarihli dilekçe ekinde ibraz edilen 27.11.2008 tarihli belge ve 20.11.2008 tarihli protokolde yer alan imzaların davalı ...’ın eli ürünü olup olmadığının Mahkemece usulünce saptanarak sonucuna göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
16. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
17. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrası “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmünü düzenlemiş olup, hak arama özgürlüğü adı altında hukuki koruma (korunma) talebine yönelik anayasal teminatı bireylere vermektedir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.
18. Anayasanın 90. maddesinin son fıkrasında ise, usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
19. Anayasanın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca, usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmünde olup, bu kapsamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6. maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı şekilde yer almıştır.
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrasında; herkesin medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve kamuya açık olarak görülmesini isteme hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir. Anılan madde de düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından bir tanesi yargılamanın “makul bir süre içinde” bitirilmesi ilkesidir.
21. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletlerin yargısal sistemlerini makul bir sürede yargılama dâhil olmak üzere, AİHS’in 6. maddesinde yer alan şartlara uyacak şekilde düzenlemek ile görevli olduğunu belirtmiştir (AİHM, Zimmerman ve Steiner/İsviçre, 13 Temmuz 1983, § 29).
22. Bir davaya taraf olan herkes, karşı taraf karşısında kendisini önemli bir dezavantajlı konumda bırakmayacak şartlarda iddialarını mahkemeye sunabilmesi için makul bir fırsata sahip olabilmelidir (AİHM, De Haes ve Gijsels/Belçika, 24 Şubat 1997).
23. Aynı şekilde, tarafların gösterilen tüm delillerden haberdar olması ve görüş bildirebilmesi de adil yargılanma hakkı kapsamında gözetilmesi gereken ilke olarak belirtilmiştir (AİHM, Borgers/Belçika, 30 Ekim 1991).
24. Öte yandan, Anayasanın 141. maddesinde de “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” denilmek suretiyle, davaların makul bir süre içerisinde bitirilmesi gerekliliği açıkça düzenlenmiştir.
25. Anayasada yer alan düzenlemeye paralel bir düzenleme 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 30. maddesinde de yer almaktadır. Sözü edilen 30. madde; “(1) Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür” şeklindedir.
26. Gelinen bu noktada belirtilmelidir ki, davacı açtığı davada, davalı tarafından ihlâl edildiğini ileri sürdüğü hakkının mahkeme aracılığı ile tanınmasını ve davalının mahkûm edilmesini talep ederken; davalı da, davacının haklı olmadığının tespitini ve davanın reddini savunur. Davada, her iki taraf da kendisinin haklı olduğunu ileri sürer ve hâkimin kendi lehine karar vermesi için ispat faaliyetinde bulunur.
27. Dava konusu edilen hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayanağı olarak taraflarca gösterilen vakıaların gerçekten var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi faaliyetine ispat denir. İspat, hâkimi ikna (inandırma) faaliyetidir ve dayandığı delillerle hâkimi ikna eden taraf davayı kazanır. İspat araçlarına delil adı verilir (Ejder Yılmaz, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 4. Baskı, Ankara 2021, s.3495).
28. Vakıa (olgu) ise, kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylardır (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 Esas, 2017/1 Karar sayılı kararı).
29. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 189. maddesinin 1. fıkrasında belirtildiği üzere “Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir”. Madde gerekçesine göre de, “...ispat hakkı kavramı, kanunî sınırları belirtilmek suretiyle, bir davanın her iki tarafına da tanınmış olmaktadır. Böylece ispat, bu maddede taraflar bakımından sadece bir yük olmanın ötesinde aynı zamanda kanunî bir hak olarak düzenlenmiştir”.
30. Belirtmek gerekir ki, sadece taraflarca ileri sürülen ve dayanılan vakıalar, ispatın konusunu oluşturur. Taraflarca dayanılan vakıaların hukuki nitelendirmesini yapmak hâkime ait ise de kural olarak taraflarca ileri sürülmeyen vakıaları hâkim araştıramaz ve bunların ispatını da isteyemez. HMK'nın 25. maddesinde düzenlemesine yer verilen “Taraflarca getirilme ilkesi” nin işlerlik kazandığı davalarda, davanın taraflarınca delillerin gösterilmesi işleminin gerçekleştirilmesi gerekir. Anılan ilke uyarınca, hâkim, kural olarak, hiçbir delile kendiliğinden başvuramaz. Bu kuralın istisnasını, bilirkişi incelemesi yaptırılması ve keşif icrası oluşturur (Süha Tanrıver, Medeni Usul Hukuku, Cilt 1, Ankara 2016, s.806 vd.).
31. Resen araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda ise hâkim, dava bağlamında bütün delillere kendiliğinden müracaat edebilir. Çünkü sözü edilen ilkenin işlerlik kazandığı davalarda, dava malzemesinin bir parçasını oluşturan delillerin toplanması bağlamında da hâkim, tarafların yanı sıra önemli bir rolü üstlenmiş durumdadır; pasif değil, aktif bir konumda bulunmaktadır (Tanrıver, s.807).
32. Bu ilke ve açıklamalara paralel olarak HMK'da yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış ve bu amaca ulaşılabilmesi için önemli bir katkı sağlayan delillerin bildirilme zamanı özel olarak düzenlenmiştir.
33. Delillerin belirli bir zaman dilimi içinde gösterilip sunulması yargılamayı çabuklaştıracak olmasının yanı sıra, taraflara da gösterilen delillerden haberdar olarak zamanında bunlara karşı delil veya görüş bildirebilme imkânı tanıyacak, böylece uyuşmazlıklar en kısa sürede adilane çözüme kavuşacaktır.
34. Nitekim bu ilkeye uygun olarak HMK’nın "Dava dilekçesinin içeriği" başlıklı 119. maddesinde;
" (1) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Mahkemenin adı.
b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.
c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.
e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
g) Dayanılan hukuki sebepler.
ğ) Açık bir şekilde talep sonucu.
h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası.
(2) Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır" düzenlemesi ile dava dilekçesinin kapsamı belirtilmiştir. Adı geçen madde uyarınca davacının dava dilekçesinde, iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini, her bir vakıanın hangi delille ispat edileceğini göstermesi gerektiği gibi taleplerini de belirtmelidir.
35. Belirtmek gerekir ki, davalı da, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde cevap dilekçesini sunmalı (HMK md.127/1), yine cevap dilekçesinde, savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini, her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini göstermeli ve taleplerini de belirtmelidir (HMK md. 129).
36. Dava ve cevap dilekçelerinin kapsamına ilişkin ilkelerin tamamlayıcısı niteliğinde olan HMK’nın 136/2. maddesi hükmü gereğince; davacının cevaba cevap, davalının da ikinci cevap dilekçesi hakkında, dava ve cevap dilekçelerine ilişkin hükümler, niteliğine aykırı düşmediği sürece kıyasen uygulanacaktır.
37. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı 194. maddesi;
“(1) Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.
(2) Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur” hükmünü haizdir.
38. Bu düzenleme, tarafların iddialarının (HMK, md. 119/1,f) ve savunmalarının (HMK, md. 129/1,e) dayanaklarını dilekçelerinde göstermeleri yönündeki hükümler ile paraleldir.
39. Kanun, ispat faaliyetinin tam olarak yürütülebilmesi, mahkemenin uyuşmazlığı doğru tespit ederek yargılama yapabilmesi ve özellikle karşı tarafın ileri sürülen vakıalara karşı kendini savunabilmesi için, iddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya konulması gerekliliğini düzenlemiş olup, bu durumu somutlaştırma yükümlülüğü olarak adlandırmaktadır.
40. Somutlaştırma yükü, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin geçerli olduğu davalarda da uygulanır.
41. Daha önce 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) yer almayan bu (yeni) hüküm, soyut ve yuvarlak ifadelerle dava açılmasının ve böylece tarafların ve mahkemenin boş yere zaman kaybetmesinin önüne geçilmek amacıyla getirilmiştir. Hükmün konuluş gerekçesinde, somutlaştırma yükünü yerine getirmeyen tarafın bunun sonuçlarına katlanacağı belirtilmişse de, bunun yaptırımının ne olacağı HMK’nın 194. maddesinde açıkça öngörülmemiştir. Ancak bu husus, HMK'nın 29. maddesinde düzenlenen “dürüstlük kuralı” ile birlikte düşünülmelidir (Yılmaz, s.3631).
42. Mahkemenin görevi, önüne gelen uyuşmazlığı hukuka uygun bir şekilde karara bağlamaktır. Bunun yerine getirilebilmesi de tarafların kendilerine düşen yükümlülükleri yerine getirmeleri ve mahkemeden ne istediklerini açıkça ortaya koymalarına bağlıdır. Bu sebeple, somutlaştırma yükü, taraflara düşen önemli bir ödevdir; aksi takdirde davanın aleyhlerine sonuçlanması söz konusu olacaktır.
43. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenen yargılama usullerine göre delillerin gösterilme zamanının açıklanmasında da yarar bulunmaktadır.
44. Yazılı yargılama usulünde, davacının dava dilekçesinde, davalının ise dava dilekçesinin kendisine tebliği üzerine işlemeye başlayan iki haftalık süre içerisinde vereceği cevap dilekçesinde, iddiasının ya da savunmasının dayanağı olan maddi vakıaları ve ispatta kullanacağı delilleri göstermesi gerekir. Davalının cevap dilekçesi kendisine tebliğ edilmiş olan davacı, bu dilekçenin kendisine tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde mahkemeye vereceği cevaba cevap dilekçesinde davalının savunmasını etkisiz kılmak amacıyla yeni vakıalar ileri sürüyorsa ya da dava dilekçesinde belirtmiş olduğu vakıaları genişletiyor yahut eski vakıaların yerine tümüyle yenisini ikame ediyorsa, sözü edilen türdeki vakıaların ispatı bağlamında da yeni delil gösterebilir. Aynı durum davalının, davacının cevaba cevap dilekçesinin kendisine tebliği üzerine iki haftalık süre içerisinde mahkemeye vereceği ikinci cevap dilekçesinde, davacının iddialarını etkisiz hâle getirmek amacıyla savunma bağlamında yeni vakıalar ileri sürmesi veya cevap dilekçesinde dayanmış olduğu vakıaları genişletmesi ya da eski vakıaların yerine tümüyle yeni ve müstakil bir kimlik taşıyan vakıaları ikame etmesi olasılığında da geçerlilik taşır.
45. Hemen belirtilmelidir ki; hem dava dilekçesinde hem de cevap dilekçesinde gösterilen ve tarafın elinde bulunan belgelerin dilekçeye eklenerek mahkemeye sunulması, başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur (HMK, md. 121, 129/2).
46. Tarafların, davanın başında sahip oldukları bütün delilleri göstermek ve ellerinde bulunan delilleri tevdi etmek zorunluluğuyla karşı karşıya bırakılmaları, delillerin gösterilmesi faaliyetine zaman itibariyle sınırlama getirilmesi ve yargılamanın sonraki aşamalarında yeni delil gösterilmesi olanağının kullanımının kanunla belirli şartlara bağlı kılınması anlamını taşımaktadır.
47. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 137. maddesinin 1. fıkrası uyarınca; “Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır. Mahkeme ön incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir” düzenlemesi bulunmaktadır.
48. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu döneminde yargılama (dilekçeler, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşaması) dört aşamadan ibaret iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hukukuna yeni ve önemli bir kurum olarak yargılamada ön inceleme safhası (dilekçeler, ön inceleme aşaması, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşaması) dâhil edilmiştir.
49. Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile getirilen ön inceleme aşaması (md. 140), yargılamada özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, esasen bu duruşmaya doğru bir şekilde hazırlanılması ve yapılması gereken işlemlerin mahkemece ve taraflarca doğru bir şekilde yapılmasına bağlıdır (Yılmaz, s.2994 vd.).
50. Ön inceleme, dilekçeler aşaması ile tahkikat aşaması arasında ayrı ve bağımsız bir aşama olacak şekilde, beş yargılama aşamasından biri olarak öngörülmüştür. Bu aşamada ilk itirazlar ve dava şartları yönünden dosyanın bir incelemeye tabi tutulması ve tarafların uyuşmazlık içerisinde olduğu konular ile anlaştıkları konuların ayrılarak, delillerin toplandığı ve değerlendirildiği tahkikat aşamasına eksiksiz ve hazır bir şekilde geçilmesi amaçlanmıştır.
51. Ön incelemenin asıl işlevi, uygulamada birbirinin içine geçirilmiş aşamaların ayrılması bağlamında ortaya çıkmaktadır. Zira ön inceleme aşamasına kadar dilekçeler tamamlanmış ve tahkikat aşamasında toplanması gerekenler dışında kalan deliller toplanmış olacak, böylece artık tahkikat aşamasında kural olarak delil toplanması söz konusu olmayacağından, duruşmalar delillerin tartışıldığı oturumlar hâline gelmiş bulunacaktır.
52. Bu çerçevede ön inceleme duruşmasında tahkikat işlemleri yapılamaz, tahkikata götüren hazırlık işlemleri yapılır. Tahkikat aşamasından farklı olarak ön inceleme aşamasında işin esasına girilmeyeceğinden, kural olarak delillerin incelenmesi söz konusu olmayacaktır. Bu aşamada delillerin toplanması için hazırlık işlemleri yapılacak ve bu sayede dosyanın tekemmül etmesi sağlanacaktır.
53. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Ön inceleme duruşmasına davet” başlıklı 139. maddesi, yargılama sırasında tamamlanmış işler bakımından uygulanması gereken ve 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 13. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâliyle; “(1)Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, onun muvafakati olmadan iddia ve savunmasını genişletebileceği yahut değiştirebileceği ayrıca ihtar edilir” şeklinde iken 7251 sayılı Kanun’un 13. maddesiyle yapılan değişiklikle birlikte anılan madde; “(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. (Değişik cümle:22/7/2020-7251/13 md.) Çıkarılacak davetiyede aşağıdaki hususlar ihtar edilir:
a) Duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar.
b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları.
c) Duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği.
ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
54. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 139. maddesinin yeni düzenlemesine bakıldığında, dilekçelerin teatisi aşamasının tamamlanması ve tarafların ön inceleme duruşmasına davet edilmesi yine iki farklı aşama olarak korunmaya devam edilmiştir. Fakat değişiklikle birlikte, eksik delillerin sunulması ve başka yerden getirtilecek delillere ilişkin açıklama yapılması ihtarının artık ön inceleme duruşması davetiyesi ile birlikte yapılacağı düzenlenmiştir.
55. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 140/5. maddesi, uyuşmazlık döneminde yürürlükte olan 7251 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâliyle; “(5) Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir” hükmünü haizdir. Anılan emredici düzenlemeye göre taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa, artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir.
56. Öte yandan 7251 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle yapılan değişiklikle birlikte HMK’nın 140/5. maddesi; “(5) (Değişik:22/7/2020-7251/14 md.) 139 uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir” şeklinde düzenlenmiştir.
57. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 140. maddesinin 5. fıkrasında vurgulanması gereken husus; “dilekçelerinde gösterdikleri” ibaresinin kullanılmış olmasıdır.
58. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 140/5. maddesi, ön inceleme duruşmasında dahi, dava ve cevap dilekçesinde gösterilmiş olmayan belgenin ikamesine izin vermemiştir. Bu da doğaldır. Çünkü şekli gerçeği arayan özel hukuk yargılamasında, ilişkinin maddi gerçeği değil, özel hukukun biçtiği kalıplara uygunluğu incelenecektir. Böyle bir kalıbı ispat eden belgeyi delil olarak ileri sürmeyen tarafın, hak arama özgürlüğünü doğru biçimde kullandığından söz edilemez. Hakkını etkin biçimde kullanma çabasını başlangıçta göstermeyen tarafın, sonradan belgeyi delil olarak kullanmak istemesi, uyuşmazlığın netleşmesini de, çözümünü de geciktirecektir. Üstelik böyle bir belgenin dava veya cevap dilekçesinde ileri sürülmüş olması, uzlaşmayı kolaylaştırabilecekken, bu imkân da kaybedilmiş olacaktır. Böyle olunca, uyuşmazlığın süratle çözümlenmesinden beklenen kamu yararı zedelenecektir.
59. Uyuşmazlık döneminde yürürlükte bulunan 140/5. maddesinin sözüne (lafzına) bakıldığında, mahkemenin ön inceleme duruşmasında, taraflara delil sunmaları için vereceği iki haftalık sürenin, tarafların dilekçelerinde gösterip de sunmadıkları belgeleri sunmaları (yahut başka yerden getirtilecek belgelerle ilgili açıklama yapmaları) olanağı için tanındığı anlaşılmaktadır. Nitekim hükmün gerekçesinde de; “Taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce, taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa, artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir. Yargılamanın uzaması sebeplerinin başında, tarafların ellerinde bulunan delilleri sunmamaları ya da başka yerden getirilecekse gerekli açıklamaları yaparak masrafını vermemeleri gelmektedir. Zaman zaman tarafların bu konuda kötüniyetli olarak yargılamayı uzatıcı işlemler yaptıkları da görülmektedir. Beşinci fıkra ile bu sorun çözümlenmiş olacaktır” denilmek suretiyle, hükmün sözü (lafzı) pekiştirilmiştir.
60. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun sisteminde, uyuşmazlık döneminde yürürlükte bulunan HMK’nın 140/5. maddesi dikkate alındığında ön inceleme duruşmasında tayin edilen kesin süreye uyulmaması, vazgeçme yaptırımına bağlanarak, davayı uzatıcı bu kötüniyetli davranışlar engellenmeye çalışılmıştır. Zira dilekçelere eklenip sunulmamış, daha sonra ön incelemede ek olarak bildirilen süre içinde de verilmemiş delillere, tahkikat içinde kural olarak dayanılamaz. Tahkikatın amacı, kural olarak, delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar.
61. Bu aşamada bir diğer istisnai hükmün açıklanması gereklidir. O da “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı HMK’nın 141. madde hükmüdür.
62. 7251 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle yapılan değişiklik öncesi hâliyle, HMK’nın 141. maddesinde yargılamanın aşamalarına göre bir ayrım yapılmıştır. Buna göre;
“(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.
(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır”.
63. Anılan maddenin gerekçesinde belirtildiği üzere; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmadan uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir. Bu imkân, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi için söz konusudur. İkişer dilekçeden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Her iki taraf da ön inceleme oturumuna gelirse, ancak karşı tarafın muvafakati ile genişletme söz konusu iken; taraflardan biri mazeretsiz gelmez, diğeri gelirse, gelen taraf, karşı tarafın muvafakatine gerek olmadan iddia ve savunmasını genişletip değiştirebilecektir.
64. 7251 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle yapılan değişiklikle birlikte HMK’nın 141. maddesi;
“(1) (Değişik:22/7/2020-7251/15 md.) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.
(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır” şeklindedir.
65. Görüldüğü üzere, HMK’nın sistematiği içinde tahkikat aşamasına geçilmeden evvel tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır.
66. Ön inceleme aşamasında tarafların anlaşıp anlaşamadıkları konuları belirleyen ve hangi vakıaların uyuşmazlık konusu olduğunu tespit eden ve bunu tutanağa geçiren mahkemenin, tahkikat aşamasında yapacağı faaliyet (iş), uyuşmazlık konusu olayları incelemek, bunlar hakkında tarafların gösterdiği delilleri, ileride vereceği hükme esas almak üzere ispat hukuku kurallarına göre değerlendirmektir (Yılmaz, s.901).
67. Taraflar, tahkikat aşamasında kural olarak iddia ve savunmalarını genişletip değiştiremezler; yani yeni vakıa ileri süremezler ve eski vakıaların yerine yeni vakıalar ikame edemezler. Bunun yapılabilmesi ancak karşı tarafın açık muvafakati, bunun mümkün olmaması durumunda da ıslah suretiyle gerçekleştirilebilir.
68. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; davacı vekili, müvekkilinin maliki olduğu çekişme konusu 36 ve 325 parsel sayılı taşınmazları borçlarının bulunması ve bankalardan kredi alamaması nedeniyle oğlu adına kredi almak amacıyla önce oğlu olan davalı ...'a temlik ettiğini, davalı oğlunun da bankalardan kredi alamaması üzerine 20.11.2008 tarihli protokol uyarınca taşınmazları üç yıl ekip biçmesi ve daha sonra iade etmesi karşılığında 450.000,00 TL bedelle davalı ...'e temlik ettiğini ancak sürenin sonunda taşınmazların iade edilmediğini ileri sürmüş, dava dilekçesinde delil olarak tapu kayıtları, aslının Adana 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/462 Esas, 2009/51 Karar sayılı dosyası içerisinde olduğu belirtilerek 20.11.2008 tarihli protokol, protokol mümzileri Halit Büyükfidan, Adana 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/462 Esas, 2009/51 Karar sayılı dosyası, tanık, keşif ve bilirkişi incelemesine dayandığını belirtmiştir.
69. Mahkemece 29.11.2012 tarihli tensip tutanağında taraflara dilekçeleri ile birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorunda oldukları ihtar edilmiştir.
70. Davacı asıl ve vekili ile davalı ... vekilinin hazır olduğu 29.04.2013 tarihli ön inceleme duruşmasında HMK'nın 140/1. maddesi uyarınca davacı taraftan davasının açıkça ne olduğu, iddiası ve dayanakları ile netice olarak isteğini açıklamasının istenmesi üzerine davacı vekili dava dilekçesini tekrar ettiklerini, 20.11.2008 tarihli protokol gereği davalıya devredilen hisselerin iptali ile müvekkili adına tapuya tesciline karar verilmesini talep ettiklerini, davacı asıl ise başına bazı olaylar geldiğini, bu nedenle üzerine kayıtlı gayrimenkullerin bir kısmını oğluna bir kısmını yeğenine devrettiğini, amacının kredi almak olduğunu ancak bankadan kredi alamadığını, davalının komşusu olduğunu ve yanına gelerek kendisini ikna ettiğini, bahse konu 20.11.2008 tarihli protokolü imzaladıklarını beyan etmiş, akabinde Mahkemece HMK'nın 140/5. maddesi uyarınca davacı tarafa davası nedeniyle dayandığı ancak henüz sunmadığı tüm belgeleri mahkemeye sunması, bu belgelerden başka yerden gelmesi gereken var ise nereden ve ne şekilde getirtilebileceği konusunda gerekli açıklamaları yazılı şekilde yapmasına karar verilmiştir.
71. Davacı vekili yasal süresi içerisinde sunduğu 10.05.2013 tarihli delil listesinde belgeler başlığı altında Adana 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/462 Esas, 2009/51 Karar sayılı dosyası içerisinde veya mahkeme kasasında olduğu belirtilmek suretiyle 20.11.2008 tarihli protokole, Adana 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/462 Esas, 2009/51 Karar sayılı dosyasına, Adana 4. İcra Hukuk Mahkemesinin 2009/537 Esas ve 2009/536 Esas, Adana 13. İcra Müdürlüğünün 2007/5547 Esas ve 2007/5522 Esas sayılı icra dosyaları ile Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/8138-18 sayılı soruşturma dosyasına delil olarak dayanmıştır.
72. Davacı çekişme konusu taşınmazları 20.11.2008 tarihli protokol nedeniyle davalı ...'a devrettiğini iddia etmesine rağmen bahse konu belge aslı dosyaya sunulmamış, davacının belge aslının bulunduğunu söylediği Adana 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/462 Esas, 2009/51 Karar sayılı dosyasından gelen cevapta 20.11.2008 tarihli protokol başlıklı belge aslının dosyada ve mahkeme kasasında bulunmadığı bildirilmiştir. ... Köyü Muhtarlığı Köy Defterinde de 20.11.2008 tarihli protokol başlıklı belgeye rastlanmadığı, karar defterindeki en son işlem tarihinin 15.08.2007 olduğu bildirilmiştir.
73. Netice itibarıyla 20.11.2008 tarihli protokol başlıklı belge aslının sunulamaması üzerine bu defa davacı tarafından anılan protokolün eki niteliğinde olduğu iddia edilerek 27.11.2008 tarihli belgedir başlıklı ilk belge 04.06.2015 tarihli dilekçe ile Mahkemenin birinci kararından sonra, 27.11.2008 tarihli belgedir başlıklı ikinci belge ise 07.01.2021 tarihli dilekçe ile Özel Dairenin birinci bozma kararından sonra dosyaya sunulmuştur.
74. Önemle vurgulamak gerekir ki; taraflarca usulüne uygun şekilde ileri sürülen ve dayanılan vakıalar esas alınarak uyuşmazlıklar çözülür ve sonuca bağlanır. Bu sebeple davacının protokolü onaylar mahiyette 27.11.2008 tarihinde davalının imzasını taşıyan belge aldığı iddiasını dava dilekçesinde ileri sürmediği, dava dilekçesinin deliller kısmında 27.11.2008 tarihli belgelerin gösterilmediği, delil listesi incelendiğinde açıkça 27.11.2008 tarihli belgelere dayanılmadığı, Özel Dairenin birinci bozma kararı öncesinde yapılan yargılama aşamalarının hiçbirinde 27.11.2008 tarihli belgelerden bahsedilmediği dikkate alındığında davanın reddine dair verilen direnme kararı usul ve yasaya uygundur.
75. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacının süresinde sunduğu delil listesinde Adana 13. İcra Müdürlüğünün 2007/5547 Esas sayılı dosyasına dayandığı, 27.11.2008 tarihli belgelerin de ilgili dosya içerisinde bulunduğu, böyle olunca direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlere ek olarak bu genişletilmiş gerekçe ile bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
76. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun olan direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ile onanması gerekir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan GENİŞLETİLMİŞ GEREKÇE İLE ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
19.02.2025 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.