ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/1037 E., 2025/235 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2023/1037 E., 2025/235 K. sayılı kararı
5 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 16.04.2025 tarihli, 2023/1037 E., 2025/235 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2023/1037 E., 2025/235 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2023/29 E., 2023/139 K.

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 27.09.2022 tarihli ve

2021/2570 Esas, 2022/5518 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil ile taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin iptali davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davalı-birleşen davada davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davalı-birleşen davada davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı-birleşen davada davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı-birleşen davada davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. ASIL DAVA

1. Davacı vekili; davalının müvekkiline Mersin 10. Noterliğinin 12.12.2014 tarihli ve 23006 yevmiye numaralı taşınmaz satış vaadi sözleşmesiyle Mersin ili ... ilçesi ... köyü 10150 ada 2 parsel sayılı taşınmazdaki 7931/9600 hissesini 260.000,00 TL bedel ile satmayı vaat ettiğini, satış bedelinin ödendiğini, sözleşmenin ilgili taşınmazın tapu siciline şerh edildiğini, ancak taşınmazın müvekkiline devredilmediğini ileri sürerek dava konusu taşınmazda davalı adına kayıtlı 7931/9600 hissenin müvekkili adına tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davalı vekili; müvekkilinin Konya ilinde ikamet ettiğini, Mersin ilindeki taşınmazlarının akrabası ...’ye verilen vekâletname ile satıldığını, anılan vekilin komisyon karşılığında müvekkiline satın alacak müşterileri bulduğunu, dava konusu taşınmaz hissesinin satımı için 2.000.000,00 TL üzerinden anlaşmaya varıldığını, bedelin yüksek olması nedeniyle müvekkilinin satış vaat işlemi için Mersin iline geldiğini, taraflar ve vekil ...’nün birlikte notere gittiklerini, sözleşmenin hazırlandığı aşamada bedelin yatırılmaması ve oyalama üzerine müvekkilinin noteri işlem yapmadan terk ettiğini, sonrasında vekil ... tarafından müvekkilinin iradesine aykırı şekilde dava konusu taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin yapıldığını, bu anlamda davacı, vekil ve noterin çıkar amaçlı olarak taşınmazın değerinin çok altında olan 260.000,00 TL bedelle sözleşme yaptıklarını, bu durumun sözleşmede kullanılan ifadelerden açıkça anlaşıldığını, sözleşmenin müvekkilinin ağzından kaleme alındığını ve sanki orada hazır bulunuyormuşçasına düzenlendiğini, müvekkilinin bu işlemleri işbu dava ile öğrendiğini, satış vaadi sözleşmesinin iptali için ayrıca dava açıldığını, suç duyurusunda bulunulduğunu, davacının kötü niyetli olduğunu, vekil ... tarafından vekâletnameye uygun işlem yapılmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

II. BİRLEŞEN DAVA

1. Davacı vekili; asıl davaya cevap dilekçesindeki iddialarla Mersin 10. Noterliğinin 12.12.2014 tarihli ve 23006 yevmiye numaralı taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin iptaline karar verilmesini talep etmiş, 22.01.2018 tarihli ıslah dilekçesinde ise; vekil ...’nün müvekkilinin dayısı olduğunu, teyzesinin eşi dava dışı ...’in müvekkiline memur olması nedeniyle toplayacağı hisselerin müvekkili adına tescil edilmesi teklifinde bulunduğunu, hisse alımlarının 2000 yılında başlayıp 2014 yılına kadar devam ettiğini, müvekkilinin ...’e taşınmaz alım-satımı hususunda vekâletname verdiğini, ...’in ileride değerleneceğini söyleyerek müvekkilinin ailesini dava konusu hisseyi almaya ikna ettiğini ve ailesinin birikimleriyle dava konusu hissenin satın alınarak müvekkili adına tescil edildiğini, dava dışı ...’nun belediyede harita şefi olduğunu ve hisse alımı konusunda yardımcı olduğunu, ... ile ...’in daha sonra Konya ilinde şirket kurduklarını, müvekkilini bu şirkette işe aldıklarını, ...’in asıl dava davacısının eşi olduğunu, ...’in müvekkilinden aldığı vekâletname ile taşınmazı satışa çıkardığını, bunu duyunca müvekkilinin ...’i azlettiğini, bunun üzerine ...’in müvekkilini tekrar vekâletname vermesi için tehdit ettiğini, daha sonra müvekkilinin dayısı ...’nün müvekkili ile ...’in arasını bulmak ve ...’e ait taşınmazların devrini sağlamak için müvekkilinden vekâletname aldığını, müvekkilinin kendi adına aldığı hisseleri satmaya başlaması üzerine ...’in tehditlere devam ettiğini ve 09.07.2015 tarihinde kendisini işten çıkardığını, dava konusu taşınmazın müvekkiline ait olduğunun ..., ..., asıl dava davacısı ve vekil ... tarafından bilindiğini, satış vaadi sözleşmesinin yapıldığı sırada müvekkilinin Konya ilinde olduğunu, sözleşmeyi kendisine vekâleten ...’nün düzenlediğini, satış bedelinin gerçek değerinin çok altında olduğunu, müvekkiline ait diğer taşınmazın da aynı gün aynı noterde müvekkiline vekâleten ... tarafından ...’e satışının vaat edildiğini, bu işlemlerin müvekkilinin onayı ve rızası dışında yapıldığını ileri sürerek ıslah talebinin kabulü ile vekâletin kötüye kullanılması, hile ve muvazaa nedenleriyle satış vaadi sözleşmesinin iptaline ve tapudaki satış vaadi şerhinin terkinine karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davalı vekili cevap dilekçesinde ve ıslaha karşı beyanlarında; birleşen davada davacı ile vekili ... arasında bir güven sorunu olmadığının anlaşıldığını, davacı tarafın anlattığı olayların kurguya dayalı olduğunu, hilenin söz konusu olmadığını, müvekkilinin vekil ... adına düzenlenen usul ve yasaya uygun vekâletnamesine güvenerek satış bedelini ödediğini, dava dilekçesi ile ıslah dilekçesindeki anlatılan olayların çelişkili olması ve ıslah dilekçesinde talep sonucunun yer almaması nedeniyle ıslahın geçerli olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Mersin 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.10.2020 tarihli ve 2018/117 Esas, 2020/168 Karar sayılı kararı ile; davalı-birleşen davada davacının vekili ... adına düzenlenen vekâletname ile tapuda birçok satış yapıldığını, Mersin 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.05.2019 tarihli ve 2018/86 Esas, 2019/253 Karar sayılı dosyasında yine vekil ...'nün vekâleten Mersin 10. Noterliğinin 12.12.2014 tarihli ve 23007 yevmiye numaralı gayrimenkul satış sözleşmesi ile yine davalı-birleşen davada davacıya ait aynı mevkiideki 10162 ada 4 parselde kayıtlı bulunan taşınmazın ... isimli kişiye 90.000,00 TL bedelle sattığından bahisle davacı ... tarafından davalı-birleşen davada davacı aleyhine açılan tapu iptal ve tescil davasının kabulüne, davalı-birleşen davacı tarafından açılan gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin iptali davasının reddine karar verildiği, eldeki dosyada dava konusu olan sözleşmenin bahsi geçen karardaki sözleşme ile aynı gün sıralı yevmiye numarası ile aynı noterde düzenlendiği ve kararın istinaf kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleştiği, davalı-birleşen davada davacının 07.10.2020 tarihli beyan dilekçesinde davacı-birleşen davada davalının eşi ...’nun 1990 yıllarında ... ve... Belediyelerinde harita şefi olarak çalıştığını ve görevi gereği bu belediyelerde yakın yerlerde yere alan (imara açılacak) taşınmazları dava dışı ... ile birlikte çok ucuza satın aldığını, kendisinin ve ...'in belediyede çalışması sebebi ile üzerlerinde gözükmesin diye satın aldığı taşınmazları akraba davalı-birleşen davada davacı üzerine tescil ettirdiğini, davalı-birleşen davada davacının ...'in gerçekten malik olduğu çok sayıda taşınmazları hiçbir bedel talep etmeden vekâletname ile ...'in sattığı kişilere devrettiğini açıkça belirttiği, davalı-birleşen davada davacının işçi olarak çalışıp değişik tarihlerde vekili ... tarafından satışı yapılan taşımazların sayısı ve değeri nazara alındığında bu miktarda malvarlığına sahip olmasının olağan akışa uygun olmadığı, bu hususların asıl davada davacının eşi ...'nun, ...'nün ve ...'in hepsinin birbirini yakinen tanıdıklarını gösterdiği, vekil ...’nün vekâlet görevini kötüye kullandığının, diğer taraf ile işbirliği içerisinde davalı-birleşen davada davacıyı zararlandırma kastıyla hareket ettiğinin ispatlanamadığı gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı-birleşen davada davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin 31.03.2021 tarihli ve 2020/1474 Esas, 2021/462 Karar sayılı kararı ile; tarafların ve vekilin sözleşme tarihinden önce birbirlerini tanıdıkları, satış vaadi sözleşmesinde belirtilen ve davacı-birleşen davada davalı tarafından ödendiği belirtilen miktar ile satış vaadi sözleşmesinin yapıldığı tarihteki dava konusu hisse bedeli arasındaki fahiş farkın olması nedeniyle davacı-birleşen davada davalı ile vekil ...'nün davalı-birleşen davada davacı zararına çıkar ve işbirliği içerisinde oldukları, vekil ...’nün vekâlet görevini kötüye kullandığının sabit olduğu, bu sebeple 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması gerektiği gerekçesiyle davalı-birleşen davada davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı-birleşen davada vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"...Dosya içeriği ve toplanan delillere göre;

Asıl dava davalı-birleştirilen dava davacı ..., Mersin 2. Noterliğince düzenlenen 29.04.2005 tarih ve 09770 yevmiye numaralı ve 26.04.2006 tarih ve 09656 yevmiye numaralı vekaletnameler ile dava dışı ...’i vekil tayin ederek, Mersin İli içerisinde taşınmaz alıp satma yetkisi vermiştir. ... bu vekaletnameler ile ...adına kayıtlı taşınmazlarda pek çok işlem yapmıştır. ..., dava konusu 10150 ada 2 parsel sayılı taşınmazda ilki 19.10.2005 olmak üzere 25.08.2011 tarihine kadar bir kısım hisse satın almış, 27.10.2014 tarihinde...’i vekaletten azletmiştir.

..., Konya 2. Noterliğince düzenlenen 20.11.2014 tarih ve 18350 yevmiye numaralı vekaletname ile dava dışı dayısı ...’yü vekil tayin ederek, Mersin İli içerisinde bulunan taşınmazlardaki hak ve hisselerini dilediği kişilere dilediği bedelle satması için yetki vermiştir. Bu şekilde yetkili kılınan vekil ise dava konusu Mersin İli, ... İlçesi 10150 ada 2 parsel sayılı taşınmazda 7931/9600 hisseyi (12.662,35 m2) 260.000,00 TL bedel karşılığında ...’na Mersin 10. Noterliği 12.12.2014 tarih ve 23006 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesiyle vekil edeni adına satmayı vadetmiştir. Aynı tarihte 23007 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesiyle vekil..., ...’ın 10162 ada 4 parsel sayılı taşınmazdaki hissesini...’e satmayı vadetmiştir. 23006 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesi 22.04.2015 tarihinde tapuya şerh edilmiştir. 03.12.2014 ve 10.12.2014 tarihlerinde vekil... pek çok taşınmazda ...adına kayıtlı hisseleri...’e ...’a vekâleten satmıştır. Yine, 11.12.2014 tarihinde... dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde 10.759,84 m2 miktarındaki arsa vasıflı 10154 ada 3 parsel sayılı taşınmazı ...’a 221.000,00 TL bedelle satış yoluyla devretmiştir.

Dosyada bulunan SGK kayıtlarına göre; ..., ... ile ...’nun ortağı olduğu şirkette 05.08.2010 tarihinde işe başlamış ve 09.07.2015 tarihinde işten çıkarılmıştır.10.07.2015 tarihinde ise ..., vekili...’i vekaletten azletmiştir.

Nüfus kayıtlarına göre vekil..., ...’ın dayısı, ... ...’ın eniştesidir. Ticaret sicil gazetesi kayıtlarına göre ise ... ve...’in ... ... ... Plastik San. ve Tic. A.Ş.’nin ortakları olduğu, ...’ın ...’in eşi olduğu anlaşılmıştır.

İlk Derece Mahkemesince yapılan keşif sonucunda dava konusu taşınmazın satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği tarihteki değeri 3.288,673,21 TL olarak belirlenmiştir. Satış vaadi sözleşmesinde ise satış bedeli 260.000,00 TL olarak gösterilmiştir.

...’ın dayısı olan ve ...’ın tanığı olarak beyanları alınan vekil...; ...’ın, ... ve ... tarafından maaşının ödenmemesi durumunda...’i vekaletten azledeceğini söylediğini, satış vaadi sözleşmesinin ...’ın isteği üzerine ve onun istediği şekilde düzenlendiğini, ...’ın para konusunun aralarında halledildiğini söylediğini ve bildiği kadarıyla...’in ...’a banka aracılığıyla 15-20 bin TL ödediğini beyan etmiştir. ...’ın tanığı ise, ...’ın babasının satın aldığı arsaları ...adına kaydettirdiğini söylediğini, görgüye dayalı bilgisinin olmadığını beyan etmiştir.

Soruşturma dosyasında; ...’ın annesi ..., ... ile oğlunun ortak arsa alıp sattıklarını, alım satım işlerinden dolayı aralarında niza çıkınca...’in oğlunu tazminat vermeden işten çıkardığını; oğlu ile... arasında...’in sattığı arsadan oğluna pay vermemesi nedeniyle uyuşmazlık çıktığını beyan etmiştir. Vekil... 21.05.2016 tarihli ifade tutanağında, ...’ın kendisine 2014 yılında davaya konu taşınmazın daha önce tanımadığı ...’a satışı için vekaletname gönderdiğini, para konusunun daha önce ...ile halledildiğini, ...’ın talimatı doğrultusunda satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiğini, bir süre sonra ...’ın kendisine mesaj yollayarak suçu olmadığını bilmesine rağmen kendisini şikayet edeceğini söylediğini beyan etmiştir. Vekil... 26.06.2018 tarihli ifade tutanağında ise; ...’ın, maaşını ödememesi nedeniyle...’i vekaletten azlettiğini, kendisine... aracılığıyla genel vekaletname gönderdiğini ve...’in istediği şekilde işlem yapmasını söylediğini, ... ve ... ile notere gittiklerini ve ...adına kayıtlı bir taşınmaz için satış vaadi sözleşmesi düzenlediklerini, bu sözleşme nedeniyle bir para alışverişinin olmadığını, bir süre sonra ...tarafından vekaletnamenin...’in ...’ı işten çıkarması sebebiyle sonlandırıldığını beyan etmiştir.

Somut olay; dosya içeriği, açıklanan yasal düzenlemeler ve ilkeler kapsamında değerlendirildiğinde;

Asıl dava davalı-birleştirilen dava davacı ... vekillerinin dava dilekçesinde ve cevap dilekçesinde ileri sürdükleri iddia ve savunmaları ile ıslah dilekçesinde ileri sürdükleri iddiaları kendi içerisinde çelişkilidir. Şöyle ki; dava dilekçesinde ve cevap dilekçesinde ...ile vekil... arasında tamamen bir vekalet ilişkisi olduğu ileri sürülmüş olmasına rağmen; ıslah dilekçesinde, ...ile eniştesi... arasında bir inanç ilişkisi olduğu, bu anlamda...’in gerçekte kendi parası ile satın aldığı taşınmazları ...adına tescil ettirdiği, ...’ın... adına satış yetkisi içeren vekaletname düzenlediği, söz konusu vekaletname ile ...’in bu taşınmazlarda tasarruf işlemleri yaptığı; ancak dava konusu taşınmazda ...adına kayıtlı davaya konu hissenin ...’ın ailesinin birikimiyle satın alınarak ...adına tescil edildiği, ...’in bu hisseyi satmak istemesi üzerine aralarında uyuşmazlık çıktığı, bunun üzerine ...’ın dayısı...’in uyuşmazlığı sonlandırmak için araya girdiği ve ...’ın... tarafından satın alınan ancak ...adına tescil edilen taşınmazların satışının yapılabilmesi için dayısı...’i vekil tayin ettiği,vekil...’in ise ...’ın bilgisi ve rızası dışında vekalet görevini kötüye kullanarak, hileli ve muvazaalı olarak dava konusu satış vaadi sözleşmesini düzenlediği ileri sürülmüştür.

Tarafların yargı organları önündeki yargılama faaliyeti sırasında dürüstlük temel kuralına uygun davranması gerekir. Adil bir yargılama yapılarak maddi gerçeğe ulaşılabilmesi ancak davada dürüstlük temel kuralının korunması ile mümkündür. Bu nedenle yargılama sırasında dürüstlük kuralına uymak ve doğruyu söylemek taraflar için bir yükümlülüktür. Bu yükümlülüğün konusunu ise tarafların dayandığı vakıalar oluşturur. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun “Dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğü” başlıklı 29. Maddesinde, “(1) Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. (2) Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler” hükmüne yer verilmiştir. Taraflar, yargılama sırasında kendi menfaatine uygun olarak neyi ileri sürüp sürmeyecekleri hususunda serbest olmakla birlikte ileri sürdükleri beyan ve açıklamalarının doğru olması; hem kendilerine hem de karşı tarafa ilişkin olarak yaptıkları açıklamalarla mahkemeyi yanıltmamaları; iddia ve savunma haklarını dürüstlük kuralına uygun şekilde kullanmaları gerekir. Aksi hâlde, iddia ve savunma mahkemece dinlenilebilir bulunmaz. Çünkü, taraflardan birinin dürüstlük kuralına aykırı işlem veya davranışla ortaya çıkardığı sonuçtan yararlanması düşünülemez. Bu nedenle dürüstlük kuralına aykırılık hâkim tarafından kendiliğinden gözetileceği gibi taraflarca da her zaman ileri sürülebilir. Yargılama sırasında dürüstlük kuralına aykırılık oluşturacak davranış şekillerinden biri ise tarafın daha önce gerçekleştirdiği bir hukuki durumla çelişen usul işlemi yapmak istemesidir. Diğer bir anlatımla çelişkili davranış yasağıdır. Açıklanan nedenlerle öncelikle ...’nın iddia ve savunmalarına itibar edilmemelidir.

Öte yandan; ...ile... arasında inanç ilişkisi olduğu, ...’in bedelini ödeyerek satın aldığı taşınmazların ...adına tescil edildiği, ancak bu taşınmazlara ilişkin tasarruf işlemlerinin ...’ın...’e verdiği vekaletname ile... tarafından yapıldığı, ...ile... arasında ihtilaf çıkması ve ...’ın...’i vekaletten azletmesi üzerine, ...’ın dayısı...’e vekaletname verdiği ve vekil...’in bir kısım taşınmazda ...adına kayıtlı hisseleri ...’a vekaleten...’e satış yoluyla veya satış vaadi sözleşmesi düzenlemek suretiyle devrettiği dosya kapsamında sabittir.

Satış vaadi sözleşmesinin iptali istemi yönünden uyuşmazlık, vekil... ile alıcı ...’ın işbirliği içerisinde ...’ı zarara uğratmak kastıyla hareket edip etmediği noktasında toplanmaktadır. Bu bakımdan, satış vaadi sözleşmesine konu taşınmazın ...adına, ailesinin birikimleriyle satın alınmak suretiyle mi yoksa ...ile... arasındaki inanç ilişkisi doğrultusunda ileride...’e devredilmek üzere mi tescil edildiğinin tespiti önem taşımaktadır. Kuşkusuz, ikinci ihtimalde ...’ı zarara uğratma kastından söz edilemeyecektir.

Dosya kapsamı itibariyle, dava konusu taşınmazın ...’ın ailesinin birikimleriyle ...adına satın alındığı ispatlanamamış ve dosyaya yansıyan olayların oluş şekline göre de ...tarafından vekil...’e vekaletname verilmesinin nedeninin... tarafından satın alınarak ...adına tescil edilen hisselerin...’e iadesi olduğu sonucuna varılmıştır. Bu nedenle, Bölge Adliye Mahkemesinin ... ile vekil...’in birbirini tanıyor olması ve dava konusu taşınmazın satış tarihindeki rayiç değeri ile satış vaadi sözleşmesinde yazılı satış bedeli arasında fark olması nedeniyle vekalet görevinin kötüye kullanıldığının kabulüne yönelik gerekçesi somut olaya uygun ve yeterli görülmemiştir. Ayrıca, satış vaadi sözleşmesinin ...vekili... ile ... arasında muvazaalı ve hileye dayalı olarak düzenlendiği de ispatlanamamıştır.

Açıklanan nedenlerle; birleştirilen davada satış vaadi sözleşmesinin iptali isteminin reddine karar verilmesi, asıl davada ise satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil talebi yönünden işin esası incelenerek bir hüküm kurulması gerekir. Bölge Adliye Mahkemesince, değinilen yönler gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki gerekçeye ilâveten; davalı-birleşen davada davacının dava, cevap ve ıslah dilekçelerindeki beyanları çelişkili ise de davalı-birleşen davacıya ait hissenin satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği tarih itibariyle ipotek bedelinin düşülmesi sonucu elde edilen değerinin 3.288.673,21 TL olmasına karşın vekil ile yapılan sözleşmede satış bedelinin 260.000,00 TL olarak yer aldığı, vekil ile davacı-birleşen davada davalının tanışıklıkları nazara alındığında TMK’nın 2. maddesi gereğince davalı-birleşen davada davacının sözleşme ile bağlı sayılmaması gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı-birleşen davada davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı-birleşen davada davalı vekili; vekâlet görevinin kötüye kullanılmasına dair davada vekil ...’ye husumetin yönetilmediğini, müvekkilinin kötü niyetine ilişkin iddianın ispat edilemediğini, kötüniyetli olduğuna hükmedilen vekilin davada taraf olmadığını, hileli işlem iddiasına dair hiçbir delilin bulunmadığını, davalı-birleşen davada davacının vekil ...’nün yakın akrabası olduğunu, birleşen dava dilekçesi ile ıslah dilekçesindeki beyanların çeliştiğini, irade sakatlığına dair iddiaya ilişkin hak düşürücü sürenin dolduğunu belirterek direnme kararını temyiz etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; asıl ve birleşen davaların aynı taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak açıldığı gözetildiğinde, taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin iptali istemiyle açılan birleşen davada dayanılan deliller ve dosya kapsamına göre anılan sözleşmenin davacı-birleşen davalı ile vekil ...’nün işbirliği içerisinde davalı-birleşen davacıyı zarara uğratmak kastıyla tanzim edilmek suretiyle hile ve vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasının ispat edilip edilemediği, buradan varılacak sonuca göre birleşen davanın reddi ile asıl davadaki tapu iptali ve tescil talebi bakımından bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

1. İlgili Hukuk

1.6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 502 ve 506. madddeleri,

2.Türk Medeni Kanunu'nun 2 ve 6 maddeleri,

3.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 29 ve 190. maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

2. Türk Borçlar Kanunu'nun 502. maddesinin 1. fıkrasına göre vekâlet sözleşmesi; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir. Geniş anlamda bir iş görme sözleşmesi olan vekâlet sözleşmesiyle vekil, kendisine verilen işin ya da işlemin vekâlet verenin irade ve yararına uygun olarak görülmesini, yapılmasını üstlenir.

3. Vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde güvene dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, diğer bir anlatımla vekil edenin yararına ve onun iradesine uygun davranma yükümlülüğünden doğar. Vekâlet sözleşmesi, başkasının işini görmeye ilişkin bir sözleşme olduğundan esas itibariyle işin müvekkilin menfaatine yapılması gerekir. Bu durum iş görme sözleşmesinin doğal bir sonucudur. Nitekim vekilin şahsen ifa, sadakat ve özen borcu TBK'nın 506. maddesinde “Şahsen ifa, sadakat ve özen gösterme” başlığı altında ayrıca düzenlenmiştir.

4. Buna göre vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altında olacağı açıktır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.

5. Vekil bu yükümlülüğünü yerine getirmediği, özellikle vekâletin kasten vekil edenin zararına, kendisinin veya başka birinin yararına kullanılması hâlinde vekâlet sözleşmesinin kötüye kullanılması söz konusu olabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda vekil eden zararlandırılırken, vekil çok zaman kendisine veya başka bir kimseye çıkar sağlamaktadır. Oysa ki, sadakat ve özen borcunun temel amacı başkası adına iş gören kimsenin yetkisini kötüye kullanma riskini önlemektir. Vekâlet sözleşmesi, güven esasına dayalı bir iş görme edimi ihtiva ettiğinden bu güvenin korunması her şeyden önce TBK’nın 506. maddesinin bir gereği olduğu gibi TMK'nın 2. maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralının da bir gereğidir.

6. Vekilin vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan borçları yönünden açıklanan ilke ve kurallar, vekâlet ilişkisinin temeli olan güven olgusuna dayalıdır. Elbette ki bu güven, sözleşmenin her iki tarafı için de esastır. Yine, bu çerçevede yapılacak değerlendirmede mahkemenin yalnızca vekilin değil vekil edenin sözleşmeye dayalı hak ve borçları ileri sürmesi yönünden de dürüstlük kuralının geçerli olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

7. Bu kapsamda değerlendirme yaparken hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise TMK’nın 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” şeklinde düzenlenmiştir. Usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı HMK'nın 190. maddesinde de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

8. Açıklanan bu genel hükümler uyarınca vekâlet sözleşmelerine bakıldığında, vekil vekâlet görevinin gereğini vekil edenin iradesi doğrultusunda yerine getirdiği konusunda hesap verme ve ispat yükü altındadır. Şayet vekil eden vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasındaysa ispat yükü bu kez bu iddiayı ileri süren tarafa ait olacaktır.

9. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı-birleşen davada davalının dava dışı ...'i 29.04.2005 ve 26.04.2006 tarihli vekâletnamelerle vekil tayin ettiği, anılan dava dışı şahsın davalı-birleşen davacının taşınmazları üzerinde birçok işlem yaptığı, davalı-birleşen davada davacının dava konusu taşınmazda ilki 19.10.2005 tarihli olmak üzere 25.08.2011 tarihine kadar hisse satın aldığı, 27.10.2014 tarihinde ...'i azlettiği, 20.11.2014 tarihli vekâletname ile dayısı ...'yü vekil tayin ettiği, anılan vekilin dava konusu taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile aynı tarihte ... lehine taşınmaz satış vaadi sözleşmesi düzenlediği, 03.12.2014 ve 10.12.2014 tarihlerinde vekil ... tarafından çok sayıda taşınmazın hisselerinin ...'e vekâleten satıldığı anlaşılmaktadır.

10. Ayrıca davalı-birleşen davada davacının ...'in ortağı olduğu şirkette 05.08.2010 tarihinde işe başlayıp 09.07.2015 tarihinde işten ayrıldığı, bir gün sonra 10.07.2015 tarihinde ...'yü azlettiği, ...'in diğer ortağının davacı-birleşen davada davalının eşi olduğu, ...'in davalı-birleşen davada davacının eniştesi olduğu, soruşturma aşamasında alınan tüm beyanlardan hareketle davalı-birleşen davada davacı ile ... arasında bir inanç ilişkisinin mevcut olduğu, ... tarafından bedeli ödenen taşınmazların davalı-birleşen davada davacı adın tapuya tescil edildiği, bu işlemlerin bir dönem ...'e verilen vekâletname ile aynı kişi tarafından, azil sonrasında ise davalı-birleşen davada davacının dayısı ...'ye verilen vekâletname ile yapıldığı, bir kısım taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin de bu ilişki kapsamında düzenlendiği dosya kapsamı itibariyle sabittir.

11. Bu kapsamda davalı-birleşen davada davacının asıl ve birleşen davalardaki dava dilekçesi, cevap dilekçesi ile ıslah dilekçesindeki iddia ve savunmaları arasında çelişki mevcut olup bu hususta Özel Daire ile Bölge Adliye Mahkemesi arasında bir uyuşmazlık mevcut değildir. Zira cevap ve birleşen dava dilekçelerinde tamamen vekâlet ilişkisine dayalı iddia ve savunmada bulunulmuş iken ıslah dilekçesiyle ... ile mevcut inanç ilişkisi ileri sürülerek dava konusu taşınmaz hissesinin kendi adına tescil edildiği iddia edilmiştir. Bu hâliyle davalı-birleşen davada davacının iddia ve savunmaları, HMK'nın 29. maddesi kapsamında çelişkili davranış yasağına aykırılık teşkil etmektedir.

12. Buradan hareketle, dava konusu taşınmaz hissesinin, iddia edildiği üzere, davalı-birleşen davada davacı tarafından ailesinin birikimleri ile kendi adına satın alındığı ispat edilmemiş olup anılan taraf ile ... arasındaki inanç ilişkisi çerçevesinde satın alınan taşınmazların aynı kişiye iadesi için ...'nün vekil tayin edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla tarafların birbirlerini tanımaları ve sözleşmede yer alan bedel ile gerçek bedel arasındaki fark, vekâlet görevinin kötüye kullanıldığına dair iddia ve savunmaların ispatı bağlamında yeterli görülemez. Bu anlamda Bölge Adliye Mahkemesinin vekâlet görevinin kötüye kullanıldığına dair gerekçesi dosya kapsamında somut olaya uygun ve yeterli değildir.

13. Neticeten Bölge Adliye Mahkemesince, birleşen davada satış vaadi sözleşmesinin iptali isteminin reddine karar verilerek asıl davadaki taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak ileri sürülen tapu iptali ve tescil talebi yönünden işin esasına girilerek yapılacak inceleme ve değerlendirme neticesinde hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.

14. Hâl böyle olunca; direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı-birleşen davada davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Kanun’un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

16.04.2025 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-20231037-e-2025235-k-sayili-karari