Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/863 E., 2023/876 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 04.10.2023 tarihli, 2022/863 E., 2023/876 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2022/863 E., 2023/876 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2022/19 E., 2022/58 K.
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 30.11.2021 tarihli ve
2020/2578 Esas ve 2021/7363 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek temyiz eden davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; Sinop İli, ... İlçesi, ... Mahallesi 810, 829 ve 830 parsel sayılı taşınmazların muris ... ...’tan çocukları ... ..., ... ... ve ... ...’a intikal ettiğini, mirasçı ... ...’ın borçlarından dolayı miras hissesine haciz konulması üzerine diğer mirasçı ... ...’ın bu hisseleri satın aldığını, böylece miras yoluyla intikal eden taşınmazlarda ... ...’ın 2/3, ... ...’ın ise 1/3 hissesinin olduğu, müvekkilinin ise ... ...’ın kızı olduğunu, müvekkilinin kolestrol, tansiyon gibi birçok hastalığının bulunduğunu ve buna bağlı olarak ruhsal durumunun da çok iyi olmadığını, müvekkiline babası ... ...'tan intikal eden 2/3 oranındaki hisselere karşılık amcası ... ...'ın oğlu olan davalı ...’ın 30.000,00 TL vereceğini söylemesi üzerine müvekkilinin babasından intikal eden 2/3 oranındaki hissesini davalı ...'e devrettiğini, bu bedelin 26.000,00 TL'lik kısmının parça parça ödendiğini, müvekkilinin tecrübesizliği ve sağlık problemlerinin olması, davalının da kendisine yoğun bir şekilde yaptığı baskı nedeniyle hisselerini devrettiğini, hisselerin gerçek değerinin ne kadar olduğunu bilmeden işlem yaptığını, çocuklarının devir işlemini öğrenmesi üzerine gerçek hisse değerinin bu kadar cüzi bir miktar olamayacağını öğrendiğini, davalının kendisini aldattığının farkına vardığını, müvekkilinin hisselerin gerçek değerini bilmesi durumunda devir işlemine onay vermeyeceğini, arada ciddi bir orantısızlık bulunduğunu ileri sürerek, hile hukuksal nedenine dayalı olarak taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı cevap dilekçesinde; davacının dava konusu taşınmazları satacağını söylediğinde kendisinin alabileceğini ifade ettiğini, hiçbir zorlama olmaksızın davacının serbest iradesi ile tapuda devir işleminin yapıldığını, akdi yapan memurun en küçük bir hile veya sağlık sorunu gördüğünde rapor aldırarak işlem yapacağını, davacının işlem yapıldığında gayet sağlıklı olduğunu, sorulan soruların hepsini kendisinin cevapladığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 16.01.2020 tarihli ve 2018/233 Esas, 2020/13 Karar sayılı kararı ile; davanın hilenin, aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süreye tabi olduğu, satış tarihi itibariyle hilenin öğrenildiğinin sabit olmadığı, keşifte dinlenen mahalli bilirkişilerin belirttiği tarihler dikkate alındığında davanın hak düşürücü süre içerisinde açıldığı ancak davacı tanıklarının hileye dayalı olarak satış yapıldığı ve bedellere dair bilgileri bulunmadığı gibi davalının da davacı üzerinde baskı kurduğuna yahut hileli davranışlarda bulunduğuna dair bilgilerinin olmadığı, davalı tanıklarının savunmaları destekler nitelikte beyanda bulundukları, mahalli bilirkişi ile tanık beyanları dikkate alındığında hileye dayalı devrin ve satışın söz konusu olmadığı, davacının hile olgusunu ispat edemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 01.06.2020 tarihli ve 2020/620 Esas, 2020/712 Karar sayılı kararı ile; İlk Derece Mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"...Dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu taşınmazların ... ...'nın zilyetliğinde iken ölümü nedeniyle senetsizden mirasçıları ... ... ile torunları ..., ... ve davalı ... adına tespit ve tescil edildiği, davacının ... ...'ın tek mirasçısı olduğu ve kadastro tespiti ile ... ... adına oluşan dava konusu 829 ve 830 parsellerdeki 1/2 pay ile 810 parseldeki 2/3 payın tamamını 05.06.2017 tarihinde davalıya devrettiği kayden sabittir.
Bilindiği üzere; hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Somut olaya gelince; davacı, davalının dava konusu taşınmazların değeri konusunda kendisini aldattığını ileri sürerek eldeki davayı açmış olup, dinlenen tanıkların ifadelerine göre; davacının, dava konusu taşınmazlardaki payı için davalıya 100000-TL teklifte bulunduğu, davalının ise taşınmazların mirasbırakan ... ...'tan intikal edeceğini ve mirasbırakanın kendileri dışında çok sayıda mirasçısının bulunduğunu, bu nedenle dava konusu taşınmazların değerinin düşük olacağını belirterek toplam 30000-TL bedelle taşınmazları davacıdan satın aldığı, satış tarihi itibariyle dava konusu taşınmazlardaki temlike esas payların toplam değerinin ise 94.291,38-TL olduğu, dosya kapsamına göre davacının iradesinin aldatılmak suretiyle fesada uğratıldığı anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek HMK'nın 25/2 maddesine aykırı olacak şekilde, re'sen mahalli bilirkişi beyanlarına itibar edilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.…" gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten davacının 07.05.2019 tarihli duruşmada taşınmazlardaki hissesi için 100.000,00 TL istediğine dair beyanından taşınmazların değerini bildiğinin anlaşıldığı, tapuda yapılan işlemde temlike konu payın açıkça yazıldığı gibi hisse durumunun tapu kaydından da anlaşıldığı, davacının gerçekte daha az hissesi olduğu yönünde iradesinin fesada uğratıldığı hususunun ispat edilemediği, kendi murisinin mirasçılarının kaç kişi olduğunu davacının bilmesi gerektiği, dava dilekçesindeki anlatımdan davacının iddiasının aynı zamanda gabine de ilişkin olduğu anlaşılmakta ise de davacının zor durumda kalmasından, düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılarak söz konusu temlikin sağlandığına ilişkin kanaat verici tanık beyanları bulunmadığı, taşınmazın devir tarihinde değerinin çok daha yüksek olmasının hileyi göstermeyeceği, gabin açısından da değer farkı dışındaki şartların oluşmadığı, diğer yandan taşınmazın gerçek değeri üzerinden hesaplanacak 14.000,00 TL vekâlet ücretinin davacının hak arama hürriyetini ve mülkiyet hakkını yok edeceği gibi 30.000,00 TL karşılığı devrettiği taşınmaz için neredeyse aldığı rakama tekabül edecek kadar karşı tarafa vekâlet ücreti ve yargılama gideri ödeyecek olmasının hak ve adalet duygularını zedeleyeceği, taşınmazın gerçek değeri ve ret gerekçesi düşünüldüğünde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 2 nci ve 4 üncü maddeleri dikkate alınarak tarafların kararlaştırdığı 30.000,00 TL üzerinden davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; dinlettikleri tanıkların beyanlarının yok sayılarak karar verilmesi yanında hukuk yaratma yoluyla vekâlet ücreti takdir edilmesinin de hukuka aykırı olduğunu, davalının müvekkilini gerek taşınmazların değeri gerekse farklı hissedarların olduğu yönünde kasıtlı olarak yanılttığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre dava konusu taşınmazlarda davacıya ait payların davalıya satış suretiyle temlikine ilişkin işlemde davacı tarafın iradesinin aldatılmak suretiyle sakatlanıp sakatlanmadığı, buradan varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1.6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 36 ncı maddesi
2. 4721 sayılı Kanun'un 6 ncı maddesi.
3. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 190 ıncı maddesi.
2. Değerlendirme
1. Öncelikle belirtmek gerekir ki, hem dava dilekçesinde açıkça hile hukuksal nedenine dayanılmış olması hem de 05.02.2019 tarihli ön inceleme tutanağında tarafların beyanları doğrultusunda uyuşmazlığın hileye dayalı tapu iptali ve tescil olarak belirlenmesi ve yargılamanın da bu hukuki nitelendirme esas alınarak yapılmış olması karşısında Hukuk Genel Kurulunca da uyuşmazlık hileye dayalı tapu iptali ve tescil istemi olarak nitelendirilmiştir. Bu nitelendirme kapsamında uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili mevzuat ve yargısal içtihatlar ile bilimsel görüşler çerçevesinde bir kısım açıklamalarda bulunulmasında yarar vardır.
2. Sözleşme; hukuki bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile uyuşmasını ifade eder (Necip Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar Hukukuna Giriş, İstanbul, Yedinci Baskı, 2017, s. 95).
3. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nda (818 sayılı Kanun) olduğu gibi 6098 sayılı Kanun'da da sözleşme; borç ilişkisinin kaynakları arasında sayılmış ve 6098 sayılı Kanun'un 1 inci maddesinde sözleşmenin, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulacağı hüküm altına alınmıştır.
4. İrade beyanı, irade ve beyan unsurlarından oluşur. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, Yirmi İkinci Baskı, 2017, s. 392).
5. Belirtmek gerekir ki, bir hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun hukuki sonuçlar doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir.
6. İrade bozukluğu kavramının iki farklı yönü bulunmakta olup, bunlardan ilki iradenin henüz oluşum evresindeki sakatlık, diğeri ise iradenin açığa vurulması (beyanı-bildirimi) evresinde meydana gelen sakatlıktır.
7. İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Kanun'da "Rızadaki fesat" başlığı altında "Hata", "Hile" ve "İkrah" olarak 23 ilâ 31 inci maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Kanun'un 30 ilâ 39 uncu maddeleri arasında bu defa "Yanılma", "Aldatma" ve "Korkutma" başlıkları altında düzenlenmiştir.
8. Görüleceği üzere Türk Borçlar Hukuku sisteminde iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar.
9. Kanunda aldatmanın tanımına doğrudan yer verilmemiş ise de aldatma (hile); genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Yanılma (hata) ise; irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uyumsuzluk hâlidir. Hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur.
10. Hilenin varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart aldatma fiilidir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez (6098 sayılı Kanun, md. 36/1). Çünkü aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; aldatma kastıdır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi hâlinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmaya sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur. Üçüncü şart ise; illiyet bağıdır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasaydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tabi bir illiyet bağı bulunmalıdır (Eren, s. 414 vd.;Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.10.2010 tarihli ve 2010/1-502 Esas, 2010/536 Karar sayılı kararı).
11. Türk Hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga 818 sayılı Kanun'un 23 ve devamı maddelerinde "...ilzam olunamaz" (818 sayılı Kanun md. 23), "...o akit ile ilzam olunmaz" (818 sayılı Kanun md. 28), "...kendi hakkında lüzum ifade etmez" (818 sayılı Kanun, md. 29/1), 6098 sayılı Kanun'da ise "... bağlı olmaz" (6098 sayılı Kanun md. 30), "...sözleşmeyle bağlı değildir" (6098 sayılı Kanun md. 36/1 ve md. 37/1) ibareleri kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülerek, bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır.
12. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı hâlinde aldatılan taraf, hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Ancak, hile üçüncü bir kişi tarafından da yapılabilir. Böyle bir durumda kural olarak aldatılan taraf sözleşme ile bağlı ise de üçüncü kişinin hilesini karşı taraf sözleşmenin yapıldığı sırada biliyor ya da bilmesi gerekiyor ise aldatılan taraf sözleşmenin iptalini isteyebilir.
13. Öte yandan, yukarıda yer verilen Kanun hükümleri uyarınca aldatmayı (hileyi) ispat yükü aldatılan tarafa aittir. Hile bir haksız fiil olduğundan her türlü delille kanıtlanması mümkündür. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa bile hile olgusu tanık dahil olmak üzere her türlü delille ispatlanabilir.
14. Somut olayda, dava konusu taşınmazlarda davacıya babasından intikal eden paylar 03.02.2017 tarihinde davacı adına tescil edilmiş, davacı tarafından da 810 parsel sayılı taşınmazda 2/3 pay, 829 parsel sayılı taşınmazda 1/2 pay, 830 parsel sayılı taşınmazda da yine 1/2 pay 05.06.2017 tarihli iki ayrı resmi senet ile davalıya satış suretiyle temlik edilmiştir.
15. İlk Derece Mahkemesince yapılan keşif neticesinde alınan bilirkişi raporlarında dava konusu 9.929.00 m2 "Ahşap ev ve tarla" vasıflı 810 parsel (2/3), 7.221.00 m2 "Tarla" vasıflı 829 parsel (1/2) ve 3.938.00 m2 "Tarla" vasıflı 830 parsel (1/2) sayılı taşınmazların satış tarihi itibarıyla tarımsal değerleri toplamı 84.439,38 TL olarak; 810 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan bir adet ahşap evin satış tarihi itibarıyla değeri ise 9.852,024 TL olarak belirlenmiştir.
16. Dava dilekçesinde davacının kolesterol, tansiyon gibi hastalıklarından kaynaklı olarak ruhsal durumunun çok iyi olmadığı, cevaba cevap dilekçesinde yaşadığı kayıplar nedeniyle sağlıklı düşünme yetisinin azaldığı belirtilmiş ise de dosya kapsamına davacının aldatılmasını elverişli hâle getirecek bir rahatsızlığının bulunduğuna ilişkin somut bir bilgi veya belge sunulmamıştır.
17. Diğer taraftan, davacı satış bedeli ile mirasçı sayısı konusunda aldatıldığını ileri sürerek eldeki davayı açtığından bu kapsamda öncelikle tarafların ve tanıkların beyanları değerlendirilmelidir. 07.05.2019 tarihli duruşmada davacı, davalının köyde ev yapacağını, taşınmazları kendisine satıp satamayacağını sorması üzerine 100.000,00 TL karşılığı satacağını belirttiğinde davalının bu miktarın fazla olduğunu, ödeyemeyeceğini beyan ettiğini; davalı ise aynı duruşmada davacının taşınmazları için 50.000,00 TL karşılığı başkası ile anlaştığını söylediğinde davacıya amcası olduğundan indirim yaparsa anlaşabileceklerini belirtmesi üzerine 30.000,00 TL'ye anlaştıklarını ifade etmiştir.
18. Yargılama sırasında dinlenilen davacı tanığı Sinan Tun, davalının, annesine taşınmazlar için 20.000,00 TL'den fazla veremeyeceğini söylediğini, sonrasında neler yaşandığını bilmediğini, annesinin taşınmazları 30.000,00 TL'ye sattığını duyduğunu; davacı tanığı ..., davacının, ablasının kızı olduğunu, taşınmazların davalı tarafından baskı ve hile ile satın alınıp alınmadığını bilmediğini; davacı tanığı ..., yalnızca taşınmazların 30.000,00 TL'ye davalı tarafından satın alındığını bildiğini, taşınmazların hile veya baskı ile alındığına ilişkin bilgisinin bulunmadığını; davacı tanığı ...; davalı tarafından kayınvalidesi olan davacıya baskı yapılarak tapuda devir yapıldığını, davacının annesi ve babası yakın tarihlerde vefat ettiği için psikolojik durumunun iyi olmadığını, kendisinin de bulunduğu ortamda davacının taşınmazları 100.000,00 TL karşılığında satabileceğine dair teklifte bulunduğunu, davalının evlerin o kadar etmeyeceğini, ayrıca birçok mirasçının olduğunu söylediğini beyan etmişlerdir. Davalı tanığı ..., davacının paraya sıkışık olması sebebiyle taşınmazların yabancı birine satılmamasını davalı babasına söylediğini, davacı, davacının oğlu, kendisi ve babasının bulunduğu ortamda taşınmazlara ödenecek miktarın 30.000,00 TL olması konusunda anlaşıldığını, babasının kimseyi zorlayarak veya aldatarak tapuda devir yapmadığını; davalı tanığı ..., davacı, davacının gelini ve oğlunun da bulunduğu ortamda taşınmazların 30.000,00 TL'ye davalı eşine satılmasının kararlaştırıldığını, davacının sağlık durumunun gayet iyi olduğunu, davacıya eşi tarafından baskı yapılmadığını, mirasçıların sayısının fazla olduğunun söylenmediğini; davalı tanığı ... ise eniştesi olan davalı ile davacının bedel konusunda anlaştıklarını duyduğunu, baskı ve hile yapılıp yapılmadığını bilmediğini ifade etmiştir.
19. Dava dilekçesinde davacının taşınmazların gerçek değerini bilseydi devir işlemine onay vermeyeceği ifade edilmesine rağmen 07.05.2019 tarihli duruşmada davacının taşınmazları karşılığında davalıdan 100.000,00 TL istediğini beyan ettiği, davacının gelini olan davacı tanığı ...'un da davacının belirtilen miktarda teklifte bulunduğunu doğruladığı anlaşılmaktadır. Davacının başka mirasçıların bulunduğu noktasında davalı tarafından aldatıldığına ilişkin iddiası ise dosya içerisinde bulunan tapulama tutanakları, mirasçılık belgesi, 03.02.2017 tarihli tescil istem belgesi ve 05.06.2017 tarihli resmi senet içeriği ve hayatın olağan akışı dikkate alındığında yerinde görülmemiştir.
20. Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular birlikte değerlendirildiğinde; tarafların dava konusu taşınmazların davalıya 30.000,00 TL karşılığı satılması konusunda anlaşmaları üzerine tapuda devir işleminin gerçekleştiği, iddianın aksine dosya kapsamı, özellikle tarafların beyanları ile yargılama sırasında alınan tanık ifadelerine göre davalının taşınmazların kendisine devrini sağlamak için davacıyı aldattığı veya davacıya baskı uygulayarak iradesini sakatladığının ispat edilemediği sonucuna varılmıştır. Önemle vurgulamak gerekir ki, tapu müdürlüğünde gerçekleşen satış işlemine dair resmi senette belirtildiği üzere resmi senedin tamamı okunmuş, taraflara okutulmuş ve tarafların isteklerine tamamen uygun olduğu anlaşıldıktan sonra tapu siciline tescili talep edilip taraflar ve tapu müdürlüğü memurları tarafından imza altına alınmıştır.
21. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, dosya kapsamındaki delillere göre davacının taşınmazların gerçek değerinin üçte birinden düşük olduğu yönünde davalı tarafından bedel konusunda aldatılmak suretiyle iradesinin sakatlandığı, davalıya bu değer üzerinden temlik edilmesini haklı gösterecek bakım, minnet duygusu gibi bir savunmanın da yapılmadığı, bu nedenle bozma kararının yerinde olduğu görüşü ile dosya içeriğine göre somut olayda gabinin (aşırı yararlanma) koşulları tartışılması gerektiğinden direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
22. Hâl böyle olunca, İlk Derece Mahkemesince davanın reddine dair verilen direnme kararı yerindedir.
23. Ne var ki Özel Dairece davacı vekilinin vekâlet ücretine ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçe ile ONANMASINA,
Davacı vekilinin vekâlet ücretine ilişkin temyiz itirazları ile ilgili inceleme yapılması için dosyanın YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
04.10.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
K A R Ş I O Y
Dava, aldatma (hile) hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, davacının hile olgusunu ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince davacının istinaf başvurusu esastan reddedilmiştir. Hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine, Özel Dairece; dosya kapsamına göre davacının iradesinin aldatılmak suretiyle fesada uğratıldığı anlaşıldığından, davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğine işaret edilerek bozma kararı verilmiş, İlk Derece Mahkemesince önceki hükümde direnilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi ile Özel Daire arasında davanın hile hukuki sebebine dayalı olduğu ve davanın süresinde açıldığı hususlarında bir uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık, hile olgusunun ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 36 ncı maddesinde; '' Tarafların biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir.'' hükmü düzenlenmiştir.
Davacı ... ile davalı ... kardeş çocukları olup, dava konusu 810, 829, 830 parsel sayılı taşınmazlarda davacı payları babasından intikal etmiş, davacı 810 parseldeki 2/3 payı ile 829 ve 830 parsellerdeki 1/2 payını 05.06.2017 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik etmiştir. Davalı vekili cevaba cevap dilekçesinde, müvekkilinin dava konusu taşınmazları toplam 30.000,00 TL'ye aldığını bildirmiştir. Davacı tarafından davalıya temlik edilen 810 nolu 9929 m² yüzölçümlü ahşap ev ve tarla niteliğindeki taşınmazdaki 2/3 payı ile 829 nolu 7221 m² tarla ve 830 nolu 3938 m² yüzölçümlü tarla niteliğindeki taşınmazlardaki 1/2 payının temlik tarihi itibariyle değerleri toplamının 94.291,38 TL olduğu bilirkişi raporu ile belirlenmiştir.
Toplanan deliller birlikte değerlendirildiğinde; davacının dava konusu taşınmazlardaki payı için davalıya 100.000,00 TL teklifte bulunduğu, davalının ise taşınmazların bu kadar etmeyeceğini, hisseli olduğu için değerinin düşük olacağını söylerek bedel konusunda aldatmak suretiyle iradesini sakatladığı, gerçek değeri 94.291,38 TL olan taşınmazların 30.000,00 TL'ye davalıya temlik edilmesini haklı gösterecek bakım, minnet duygusu gibi bir savunmada da bulunulmadığı, temlikin davacının bedel konusunda yanıltılıp gerçek değerin yaklaşık üç katından daha düşük şekilde aldatılarak gerçekleştirildiği, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 36 ncı maddesi dikkate alındığında taşınmaz satım sözleşmesinin ana unsuru olan bedel konusundaki aldatılma nedeniyle davacının sözleşmeyle bağlı tutulamayacağı, direnme kararının Özel Daire'nin bozma kararı doğrultusunda bozulması gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.