ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/861 E., 2024/316 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/861 E., 2024/316 K. sayılı kararı
2 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 06.06.2024 tarihli, 2022/861 E., 2024/316 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2022/861 E., 2024/316 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2021/1447 E., 2021/2003 K.

ASIL DAVA (İstanbul 14. Asliye Hukuk Mahkemesi 2012/7 Esas, 2018/120 Karar)

BİRLEŞEN DAVA (İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesi 2013/472 Esas, 2013/109 Karar)

BİRLEŞEN DAVA (İstanbul 25. Asliye Hukuk Mahkemesi 2014/181 Esas, 2014/273 Karar )

KARAR : Davanın kısmen kabulüne

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 10.06.2021 tarihli ve

2019/425 Esas, 2021/3232 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tenkis davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir.

Kararın asıl davada davacılar ile birleşen davada davacı müteveffa ... vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp dosyanın tenkis talebi yönünden yeniden görülerek karar verilmesi için mahkemesine gönderilmesine, muris muvazaası yönünden ise davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı asıl ve birleşen davalarda davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı asıl ve birleşen davalarda davalı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. ASIL DAVA

1. Davacılar vekili; müvekkillerinin murisi ...’ın 03.12.2011 tarihinde vefat ettiğini, müvekkilleri ... ve ...’ın murisin kızı, ... ise murisin kızı müteveffa ...’dan olan torunu olduğunu, murisin kız çocuklarından mal kaçırmak amacıyla bedeli muris tarafından ödenmesine rağmen tek oğlu davalı ... adına Şişli’de bulunan 1661 ada 27 parsel, 1664 ada 24 parsel, 1260 ada 20 parseldeki 2 numaralı bağımsız bölüm, 1292 ada 79 parseldeki 3 numaralı bağımsız bölüm, 1245 ada 24 parseldeki 3 numaralı bağımsız bölüm, 1251 ada 25 parseldeki 1 numaralı bağımsız bölüm, 1073 ada 82 parseldeki 2, 4 ve 5 numaralı bağımsız bölümlerin; oğlundan olan torunları davalılar ... ve ... adına ise yine Şişli’de bulunan 1005 ada 12 parseldeki 4 numaralı bağımsız bölüm ile 1251 ada 25 parseldeki 1 ve 5 numaralı bağımsız bölümlerin kayıt ve tescil edildiğini, davalı ...’ın sağlığında lokanta işleten babası muristen 10 yıl süreli kira sözleşmesiyle değerinin çok altında lokantayı aldığını ve hâlen bu lokantayı kendi adına işletip gelirini alarak terekeden mal kaçırdığını, ayrıca lokantaya mal gelecek bahanesiyle aldığı vekâletnameyle murisin 84 yaşında beyin tümörü hastalığı bulunduğu esnada ve vefatından 4 ay kadar önce Şişli’de bulunan 1251 ada 25 numaralı parseldeki 4 numaralı bağımsız bölüm ile Karabük’te bulunan 120 ada 29 ve 76 parsel, 121 ada 69 parsel, 126 ada 85 parsel, 126 ada 103 parsel, 127 ada 32 ve 81 parseller ile 145 ada 46 parsel sayılı taşınmazları adına tescil ettirdiğini, murisin Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak davalı ...’ın kendine mal gelecek bahanesiyle belge imzalattığını, sonradan belgenin vekâletname olduğunu öğrendiğini ve bu vekâletnameyle taşınmazlarını satmaya çalıştığını belirterek suç duyurusunda bulunduğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, tescil mümkün olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davalılar vekili; 1073 ada 82 parseldeki 2,4 ve 5 numaralı bağımsız bölümlerin muris veya müvekkilleri ile ilişkisi bulunmadığından bu taşınmazlar yönünden davanın husumet yokluğundan reddi gerektiğini, söz konusu lokantada müvekkili ...’ın çocukluğundan bu yana çalıştığını, askerlik görevini tamamladıktan sonra da lokantada murisle kâr ortağı olarak çalışmaya devam ettiğini, murisin 1983 yılından itibaren lokantada fiilen çalışmasını sona erdirdiğini ve 1992 yılında ameliyat olduktan sonra da 65 yaşında iş hayatından tamamen çekildiğini, 1992 yılından sonra lokantanın vergi kaydı muris adına devam etmiş ise de lokantada fiilen müvekkili ...’ın çalıştığını, gelirden payına düşeni murise verdiğini, 24.12.2003 ve 23.11.2006 tarihlerinde kira sözleşmeleri düzenlenip kira bedellerinin düzenli ödendiğini, kira sözleşmesi sonrasında vergi levhasında müvekkili ...’ın adı yer almasına rağmen yine murisin payına düşen tutarın verildiğini, muris tarafından müvekkili ...’a vekâletname verilmediğini, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan şikâyet dilekçesinin murisin gözlüğü yokken torunu ... tarafından imzalatıldığını, sonrasında şikâyetin geri alınması nedeniyle takipsizlik kararı verildiğini, murisin veya müvekkillerinin davacılardan mal kaçırma kasıtlarının olmadığını, nitekim 5 ayrı banka hesabında muris adına toplam 600.000,00 TL bulunduğunu, ayrıca Şişli’de bulunan 1252 ada 7 parseldeki 2 numaralı bağımsız bölümün 03.01.2008 tarihinde satın alınarak muris adına tescil edildiğini, yine Şişli’de bulunan 1260 ada 20 parseldeki 1 numaralı bağımsız bölüm ile 21 parseldeki 5 numaralı bağımsız bölümün hâlen muris üzerine kayıtlı olduğunu, müvekkillerinin kendi gelirleriyle dava konusu taşınmazları satın aldıklarını belirterek davanın reddini savunmuştur.

II. BİRLEŞEN DAVALAR

1. Davacı müteveffa ... ve ... vekili birleşen davalarda; murisin sağlığında taşınmazlarını muvazaalı şekilde satış göstererek davalılara devrettiğini, kızlarının katkısıyla alınan lokantanın yarısını muris satış yapılmış gibi göstererek davalı ...’a devrettiğini, öte yandan murisin kız çocukları ile oğlu ...’a ortak daire ve ...’a bankadaki paraların, İşhanı ve dükkanın yarı hissesini bıraktığı 22.05.2000 tarihli vasiyetnamenin iptali istemiyle dava açıldığını, davalı ... ve çocuklarının lokanta sayesinde büyük gelir elde ettiğini ancak aynı süre zarfında murisin gelirinde artış olmadığını, diğer mirasçıların tapu iptali ve tescil istemiyle açtığı İstanbul 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/7 Esas sayılı dosyasında müdahale taleplerinin reddedilmesi nedeniyle dava konusu aynı olan eldeki davayı açtıklarını ileri sürerek İstanbul 14.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/7 Esas sayılı dosya ile birleştirilmesine, aksi takdirde davalılar adına kayıtlı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davalılar vekili ; asıl davada sunduğu cevap dilekçesindeki nedenlerle davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 04.04.2018 tarihli ve 2012/7 Esas, 2018/120

Karar sayılı kararı ile; 03.12.2011 tarihinde vefat eden muris ...’ın mirasçılarının davacılar ve davalı ... olduğu, muris ve davalılar adına kayıtlı olmayan Şişli’de bulunan 1073 ada 82 parseldeki 2, 4, ve 5 numaralı bağımsız bölümler yönünden davanın reddi gerektiği, öte yandan Şişli’de bulunan 1661 ada 27 parsel, 1664 ada 24 parsel, 1260 ada 20 parseldeki 2 numaralı bağımsız bölüm, 1292 ada 79 parseldeki 3 numaralı bağımsız bölüm, 1245 ada 24 parseldeki 3 numaralı bağımsız bölüm, 1251 ada 25 numaralı parseldeki 1 numaralı bağımsız bölümün 1/2 hissesi ile 5 numaralı bağımsız bölüm, 1005 ada 12 parseldeki 4 numaralı bağımsız bölüm ile Karabük’te bulunan 120 ada 29 ve 76 parsel, 121 ada 69 parsel, 126 ada 85 parsel, 126 ada 103 parsel, 127 ada 32 ve 81 parsel ve 145 ada 46 parsel sayılı taşınmazların davalılar adına oluşturulan geldi tapu kayıtlarının muris adına kayıtlı olmadığı, bu durumda muris muvazaasına dayalı olarak muristen intikal etmeyen bu taşınmazlara ilişkin tapu iptali ve tescil istenemeyeceği, tenkis yönünden de bahsi geçen taşınmazlarda murisin katkısı ispatlanamadığından bu istemin de davanın reddi gerektiği, diğer taraftan Şişli’de bulunan 1251 ada 25 parseldeki 4 numaralı bağımsız bölümün 22.06.2009 tarihinde 150.000,00 TL bedelle muris tarafından davalı ...’a satıldığı, satış bedelinin banka kanalıyla ödendiği, muris tarafından bu bedelin kullanıldığı ve hâlen banka hesabında bulunduğu, yine Şişli’de bulunan 1251 ada 25 numaralı parseldeki 1 numaralı bağımsız bölümün 1/2 hissesinin muris tarafından torunu davalı ...’a satıldığı ve satış bedelinin murisin hesabında bulunduğu, tanık beyanları, resmî satış senedi, vergi dairesi ve banka kayıtları birlikte değerlendirildiğinde bu satışların gerçek olduğu sonucuna ulaşıldığı, ayrıca muris bahsi geçen işyerini oğlu olan davalı ...’a devrettikten sonra işyeriyle bağlantısının kesildiği, işyerinde birlikte çalışan davalı ..., eşi ve çocuklarının elde ettikleri gelirle taşınmazları satın aldığı anlaşıldığından bu taşınmazlar yönünden tapu iptali ve tescil talebinin reddi gerektiği, murisin malvarlığıyla ilgili düzenlendiği vasiyetnamenin iptaline ilişkin yargılamanın devam ettiği, muris ve davalılar adına kayıtlı olmayan Şişli’de bulunan 1073 ada 82 parseldeki 2, 4, ve 5 numaralı bağımsız bölümler dışındaki davalılar adına kayıtlı dava konusu taşınmazlarda murisin katkı payının olduğunun ispatlanamadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl davada davacılar ile birleşen davada davacı müteveffa ... vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 20.11.2018 tarihli ve 2018/1370 Esas, 2018/2023 Karar sayılı kararı ile; Şişli’de bulunan 1251 ada 25 parseldeki 1 ve 4 numaralı bağımsız bölümler dışındaki taşınmazların davalılar adına oluşturulan geldi tapu kayıtları muris adına olmadığından muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescil talebinde bulunulamayacağı ancak murisin katkısı olduğu takdirde tenkis yoluna gidilebileceği, bu nedenle İlk Derece Mahkemesince bu taşınmazlar yönünden muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescil istemli davanın reddine dair verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu, öte yandan Şişli’de bulunan 1251 ada 25 parseldeki 1 numaralı bağımsız bölümün muris ve davalı ... tarafından 24.07.1984 tarihinde dava dışı ...’dan satın alındığı, 2006 yılında da murisin payını davalı ...’a 28.000,00 TL bedelle sattığı, aynı parseldeki 4 numaralı bağımsız bölümün ise 22.06.2009 tarihinde muris tarafından 150.000,00 TL bedelle davalı ...’a satıldığı, bu durumda 1251 ada 25 parselde bulunan 1 numaralı bağımsız bölümde davalı ... adına kayıtlı 1/2 payda murisin hiçbir zaman tapu maliki olmadığı, dolayısıyla muris muvazaasına dayalı olarak tapu kaydının iptalinin mümkün olmadığı ancak şartları oluştuğu takdirde tenkis yoluna gidilebileceği, bundan başka murisin tek oğlunun davalı ..., oğlundan olan torununun da davalı ... olduğu, davacı tanıklarının murisin kızlarına mal kalmasını istemediğini ancak ömrünün son günlerinde bu yöndeki iradesinden pişman olduğunu, maddi durumu oldukça iyi olması nedeniyle taşınmazlarını satmaya ihtiyacının olmadığını, olağanüstü bakım gerektiren durumunun bulunmadığını beyan ettikleri ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında murisin kızlarından mal kaçırma kastıyla hareket ettiği, bilirkişi tarafından tespit edilen değere yakın olan satış bedelinin murisin banka hesabına yatırılmış olmasının bu kastı gizleme amacı taşıdığı, muris tarafından davalı ...’a satılan 1251 ada 25 parseldeki 1 numaralı bağımsız bölümün 1/2 payı ve davalı ...’a satılan aynı parselin 4 numaralı bağımsız bölüm yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği, diğer taraftan vasiyetnamenin iptali istemiyle açılan davada yapılacak tenkis sonucunda mirasçı olan davacıların saklı paylarının tamamlanmadığı takdirde eldeki davada sağlar arası tasarrufların tenkisi yoluna gidileceğinden bekletici sorun yapılması veya dosyalar birleştirilmek suretiyle sonucuna göre karar verilmesi gerektiği, İlk Derece Mahkemesi tarafından tenkisle ilgili herhangi bir delil toplanmadığı gerekçesiyle davacılar vekilinin istinaf başvurusunun tenkis yönünden esasa ilişkin nedenler incelenmeksizin kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak dosyanın tenkis talebi yönünden yeniden görülerek karar verilmesi için mahkemesine gönderilmesine; davacılar vekilinin istinaf başvurusunun muris muvazaası yönünden kısmen kabulü ile İstanbul ili Şişli ilçesi 1251 ada 25 parseldeki 4 numaralı bağımsız bölümün tapu kaydının davacıların miras payları olan 8/10 oranında iptali ile davacılar adına miras payları oranında tesciline, 2/10 payın davalı ... üzerinde bırakılmasına; 1251 ada 25 parseldeki 1 numaralı bağımsız bölümün davalı ... adına kayıtlı 1/2 payın 10/20 pay olarak kabulüyle 8/20 payın iptaline, iptal edilen payın davacılar adına miras payları oranında tesciline, 2/20 payın davalı ... üzerinde bırakılmasına; diğer taşınmazlar yönünden muris muvazaası nedeniyle tapu iptali ve tescil davasının reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen davalarda davalılar vekili vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"... Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan 1927 doğumlu ...’ın 03.12.2011 tarihinde ölümü ile geriye davacılar ..., kendisinden önce ölen kızı ...’nın çocukları ... ve ...ile davalı oğlu ...’in mirasçı olarak kaldığı, davalılar ... ve ...’in davalı ...’in çocukları olduğu, dava konusu 1251 ada 25 parsel sayılı taşınmazda bulunan 1 nolu bağımsız bölümün 27.04.1984 tarihinde dava dışı 3. kişiden satın alınarak eşit olarak mirasbırakan ve davalı ... adına tescil edildiği, 23.11.2006 tarihli akitle taşınmazın tamamının 28.000TL bedelle davalı ...’a devredildiği, aynı yer 4 nolu bağımsız bölüm mirasbırakan adına kayıtlı iken 22.06.2009 tarihinde 150.000TL bedelle davalı ...’e devredildiği, dava konusu 1661 ada 27 parsel, 1664 ada 24 parselin 2/3 payının, 1260 ada 20 parsel 2 nolu bağımsız bölüm, 1292 ada 79 parsel 3 nolu bağımsız bölüm, 1245 ada 24 parsel 3 nolu bağımsız bölümün dava dışı 3. kişilerden farklı tarihlerde davalı ... tarafından satın alındığı, 1251 ada 25 parsel sayılı taşınmazda bulunan 5 nolu bağımsız bölüm davalı ... ve 1005 ada 12 parselde bulunan 4 nolu bağımsız bölümün davalı ... tarafından dava dışı 3. kişiden satın alındığı, mirasbırakan adına kayda rastlanmadığı, dava konusu 1073 ada 82 parsel sayılı taşınmazda bulunan 2, 4 ve 5 nolu bağımsız bölümlerin dava dışı ... isimli kişi adına kayıtlı olduğu mirasbırakan veya davalılar ile ilgisi olmadığı, Karabük’te bulunan 120 ada 29 ve 76 parsel, 121 ada 69 parsel, 126 ada 85 parsel, 126 ada 103 parsel, 127 ada 32 ve 81 parseller ile 145 ada 46 parsel sayılı taşınmazların ise senetsizden 20 yılı aşkın zamandır zilyetlik nedeniyle davalı ... adına kadastro tespiti ile tescil edildiği, taşınmazların köy karar defterlerinden mirasbırakan ...’ye aitken dava dışı ...’e satış suretiyle devredildiği, onunda davalı ...’e temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Böyle bir durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237., (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 190. maddesinde, "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir."; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) 6. maddesinde, "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür." şeklinde yer alan hükümlerle, açılmış bir davada ispat yükünün kural olarak davacıya yüklendiği tartışmasızdır.

Somut olayda; dosya kapsamı ve dinlenen tanık beyanlarından, davalıların 1251 ada 25 parsel sayılı taşınmazda bulunan 1 ve 4 nolu bağımsız bölümleri alım gücünün bulunduğu, 23.11.2006 tarihinde 28.000TL’nin davalı ... ve 24.07.2009 (doğrusu: 22.06.2009) tarihinde 150.000TL’nin davalı ... tarafından mirasbırakanın banka hesabına yatırıldığı, bedellerin nemalarıyla birlikte halen mirasbırakanın hesabında bulunduğu, satış bedellerinin terekeden çıktığı, bu durumda muvazaa iddiasının kanıtlandığından söz etme olanağı yoktur.

Hal böyle olunca, dava konusu 1251 ada 25 parsel 1 ve 4 nolu bağımsız bölümlere ilişkin davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığı gibi, tenkis isteği yönünden ise toplanan ve toplanacak taraf delilleri değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken ilk derece mahkemesine gönderme kararı verilmesi de isabetli değildir.

Kabule göre de, davalar birleştirilseler de ayrı dava olma özelliklerini koruduklarından her bir dava hakkında ayrı ayrı hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi de hatalıdır..." gerekçesiyle sair hususlar incelenmeksizin karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; 6100 sayılı Kanun’un 353 üncü maddesine göre bölge adliye mahkemesince verilen kararın kesin olduğu, yine 7251 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun’un 362 nci maddesine ilave edilen (g) bendine göre de 353 üncü maddenin birinci fıkrasının a bendi kapsamında verilen kararlarda temyiz yoluna başvurulamayacağının hüküm altına alındığı, bu durumda bir kararın temyize tabi olabilmesi için nihai bir karar olması gerektiği, 6100 sayılı Kanun’un 353/1-a maddesi kapsamında verilen bölge adliye mahkemesi kararlarının nihai karar olmadığı anlaşıldığından usule ilişkin bozma kararının yerinde görülmediği, öte yandan Özel Dairenin hukuka uygunluk denetimi yapabileceği, temyiz aşamasında somut olay yeniden incelenemeyeceğinden kararın sadece kanuna ve usule uygun olup olmadığının tespit edilmesi gerektiği, bu nedenle maddi denetim içeren bozma kararının usule uygun olmadığı, ayrıca murisin tek oğlunun davalı ..., oğlundan olan torununun da davalı ... olduğu, davacı tanıklarının murisin kızlarına mal kalmasını istemediğini ancak ömrünün son günlerinde bu yöndeki iradesinden pişman olduğunu, maddi durumu oldukça iyi olması nedeniyle taşınmazlarını satmaya ihtiyacının olmadığını, olağanüstü bakım gerektiren durumunun bulunmadığını beyan ettikleri ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında murisin kızlarından mal kaçırma kastıyla hareket ettiği, bilirkişi tarafından tespit edilen değere yakın olan satış bedelinin murisin banka hesabına yatırılmış olmasının bu kastı gizleme amacıyla yapıldığı anlaşıldığından muris tarafından davalı ...’a satılan 1251 ada 25 parseldeki 1 numaralı bağımsız bölümün 1/2 payı ve davalı ...’a satılan aynı parselin 4 numaralı bağımsız bölüm yönünden davanın kabulü gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI.TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen davalarda davalılar vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalılar vekili; muris tarafından yapılan satış işleminin gerçek olup olmadığı araştırılmaksızın tapu iptali ve tescil kararı verildiğini, bu taşınmazların gerçek değerinin davalılar tarafından murise ödendiğini, murisin de satış bedelini banka hesabında nemalandırdığını, davacı tanıklarının davanın sonucundan etkilenecek kişiler olması ve çelişkili beyanda bulunmaları nedeniyle beyanların esas alınmaması gerektiğini, murisin son yıllarını bakıma muhtaç geçirmesi sebebiyle mahkemenin hatalı tespit yaptığını, müvekkillerinin dava konusu taşınmazları satın alma güçlerinin her zaman bulunduğunu, Bölge Adliye Mahkemesince tenkis yönünden esasa girilerek gönderme kararı verdiğinden kararın kesin olmadığını, tenkis yönünden davacıların sadece tanık deliline dayandığını ancak bu hususun yazılı delille ispat edilebileceğini, tenkise ilişkin olarak gerekçeli karar ile hükmün çeliştiğini, dava konusu taşınmazların 1980 ilâ 2010 yılları arasında farklı zamanlarda müvekkillerince karşılığı ödenerek satın alındığını, birleşen davalardaki davacılar yönünden tenkise ilişkin olarak hak düşürücü sürenin geçtiğini, öte yandan birleşen davada davacı ...’nın istinaf başvurusu bulunmadığını, zira asıl davada davacılar vekili Av. ...’in istinaf başvuru dilekçesinin başlık kısmında birleşen davada davacı ...’nın adını yazmasına rağmen dosya kapsamında bu kişi tarafından sunulan vekâletnamenin bulunmadığını, o hâlde istinaf başvurusu bulunmayan birleşen davada davacı ... hakkında Bölge Adliye Mahkemesince hüküm kurulmasının hatalı olduğunu belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;

1-Yargıtay tarafından uyuşmazlık konusu 1251 ada 25 parseldeki 1 ve 4 numaralı bağımsız bölümlere ilişkin maddi yönden deliller değerlendirilmek suretiyle muris muvazaası iddiasının ispat edilip edilmediği noktasında bir inceleme yapılıp yapılamayacağı,

2-Somut olayda dosya kapsamı, tanık beyanları ve taraflarca sunulan delillere göre, muris tarafından 1251 ada 25 parseldeki 1 numaralı bağımsız bölümün 1/2 payın davalı ...’a ve 1251 ada 25 parseldeki 4 numaralı bağımsız bölümün davalı ...’a satış suretiyle yapılan temliklerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispat edilip edilemediği, buradan varılacak sonuca göre 1241 ada 25 parsel 1 ve 4 numaralı bağımsız bölümler yönünden davanın reddinin gerekip gerekmediği,

3- Bölge Adliye Mahkemesince davacılar vekilinin istinaf başvurusunun tenkis yönünden esasa ilişkin nedenler incelenmeksizin kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak dosyanın tenkis talebi yönünden yeniden görülüp karar verilmesi için mahkemesine gönderilmesine dair verilen kararın kesin nitelikte olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre eksikliklerin ilk derece mahkemesince mi yoksa bölge adliye mahkemesince mi giderilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

a.(1) numaralı uyuşmazlık yönünden

1. İlgili Hukuk

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 25, 119, 129, 187, 194, 361, 362, 369 ve 371 vd. maddeleri

2. Değerlendirme

1. Bilindiği üzere ülkemizde iki dereceli yargı sistemi uygulanmakta iken 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve 6100 sayılı Kanun ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç dereceli yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.

2. Kural olarak, 6100 sayılı Kanun'un 361 inci maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihaî kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurabilir. Aynı Kanun’un 362 nci maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlar düzenlenmiştir. Öncelikle eldeki davanın temyizi kabil kararlar kapsamında olduğu açıktır.

3. Yargıtayın bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu temyizi kabil kararların temyiz inceleme kapsamını düzenleyen 6100 sayılı Kanun'un 369 uncu maddesinin birinci fıkrasına göre; Yargıtay, bölge adliye mahkemesi gibi istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı bir inceleme yetkisinden ziyade tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü hususları inceleyebilir.

4. Aynı Kanun'un “Bozma sebepleri” başlıklı 371 inci maddesinde düzenlenen sebeplerin bulunması durumunda Yargıtay bölge adliye mahkemesinin kararlarını gerekçesini göstererek bozabilecektir.

5. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371 inci maddesinin 1-a bendinde “Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması" bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Temyiz yolunda, istinaf mahkemesi kararı hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Temyiz, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır. Bu hâliyle hukukumuzda en önemli temyiz sebebi bir maddi veya usul hukuk kuralının olaya hiç uygulanmaması veya yanlış uygulanmış olmasıdır (6100 sayılı Kanun md 371/1-a). Zira hâkim Türk Hukukunu resen uygular (6100 sayılı Kanun md 33). Hukuk deyimi Anayasayı, kanunları, kanunlara aykırı olmayan yönetmelik ve bunlara aykırı olmayan tüzükleri, örf ve adet hukukunu hatta olaya uygulanması gerekli bulunan yabancı mahkeme kararlarını da kapsamaktadır (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Ankara, 2017, s. 706 vd).

6. Davanın temelini vakıalar oluşturur. Vakıa tarafların iddia ve savunmasını dayandırdığı olaylardır. 6100 sayılı Kanun'un 194, 119/e, f ve 129/d, e maddelerine göre taraflar dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Ayrıca tarafların dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. Aynı Kanun'un 25 inci maddesine göre, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Ayrıca Kanun'la belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. 187 nci maddeye göre, ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir ve 189 uncu maddenin dördüncü fıkrasına göre ise bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir. Yargıtay bu usul kurallarına aykırılık olması durumunda 6100 sayılı Kanun'un 371/1-c maddesinde düzenlenen “Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.” sebebine göre bölge adliye mahkemesinin kararını bozabilecektir.

7. Kanun'da sayılan temyiz sebeplerini maddî hukuka ilişkin temyiz sebepleri ve usul hukukuna ilişkin temyiz sebepleri olarak ayrıma tâbi tutmak; usul hukukuna ilişkin temyiz sebeplerini ise mutlak temyiz sebepleri ve nispî temyiz sebepleri şeklinde ayırmak benimsenmiş bir usuldür. Usul hukukuna ilişkin temyiz sebepleri bakımından Kanun kural olarak "karara etki etme" kriteri şeklinde isimlendirilebilecek bir kriter kabul etmektedir. Buna göre kural olarak temyiz edilen kararın verildiği davada yapılmış olabilecek bütün usule aykırılıklar değil sadece karara etki eden usule aykırılıklar bozma sebebi teşkil eder (Ali Cem, Budak / Varol Karaaslan, Medenî Usul Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2020, s. 410, 411).

8. İlk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup, Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen ve temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukuki denetim ve içtihat mercii olup, yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz, temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın resen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyadaki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delil görmezden gelinerek karar verilmiş olması, maddi vakıa tespitinin akla aykırı bir konuya ilişkin bulunması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukuki sonuca varması hâlinde pek tâbi Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı denetleyecektir. Bunların yanı sıra Yargıtay maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir.

9. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde ahenkli bir şekilde uygulanmasını ve içtihat birliğini sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve varlık sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.

10. Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukuki niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tâbidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukuki nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukuki sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukuki sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tâbi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukilik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.

11. Hemen belirtilmelidir ki, eldeki davada ilk derece ve bölge adliye mahkemelerince tarafların dayandıkları tüm deliller toplanmış ve çekişmeli vakıalar toplanan deliller çerçevesinde aydınlatılmaya çalışılmış, netice olarak maddi vakıalar tespit edilmiştir. Eldeki davada, yukarıda yer verilen istisnai hâller de bulunmadığından Yargıtay tarafından tespit edilen vakıalar ile bağlı kalınarak bir denetim yapıldığı ortadadır. Toplanan deliller ve tespit edilen vakıalar çerçevesinde temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının değerlendirilmesi 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen hukukun yanlış uygulanıp uygulanmadığı yönünde yapılan bir denetimdir. Bir başka deyişle tespit edilen vakıalara bağlanan sonuçların denetiminin hukukilik denetimi kapsamında kaldığı ortadadır. Öte yandan, bölge adliye mahkemesi davalı tarafça sunulan ödeme belgelerinin neden dikkate alınmadığını ortaya koymamıştır. Bu durumun, 371 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) ve (ç) bentlerinde belirtilen bozma sebepleri kapsamında kaldığı açıktır.

12. O hâlde, somut olayda Yargıtay tarafından yapılan denetim ve neticesinde verilen bozma kararının 5235 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun hükümlerine aykırı olduğunu söyleyebilme olanağı olmadığından (1) numaralı uyuşmazlık bakımından bölge adliye mahkemesince dayanılan gerekçenin yerinde olmadığına oy birliğiyle karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

b.(2) numaralı uyuşmazlık yönünden

1. İlgili Hukuk

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası.

2. Değerlendirme

1. Dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil mümkün olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.

2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).

3. Muvazaa 6098 sayılı Kanun'un 19 uncu [818 sayılı Kanun'un 18 inci] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında; "Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.

4. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

7. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve "muris muvazaası" olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.

8. Türk Borçlar Kanunu'nun yukarıda yer verilen genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.

9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

10. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

11. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda "tam muvazaa" özelliği de taşınmaktadır.

12. Muris muvazaasını diğer nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

13. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

14. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Kanun'un (HMK) 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

15. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

16. Dava açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.

17. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

18. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

19. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda mirasbırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.

20. Somut olayda 1927 doğumlu muris ...'ın 03.12.2011 tarihinde vefat ettiği, geride davacılar ..., ..., vefat eden ...'ın çocukları ... ve ... ile yargılama sırasında vefat eden ...'in çocukları ...,.... ve ... ve davalı ...'ın kaldığı, murisin 1251 ada 25 parseldeki 1 numaralı bağımsız bölümün 1/2 payını 23.11.2006 tarihinde oğlu ...'dan olan torunu davalı ...'a satış suretiyle devrettiği, satış bedeli olarak kararlaştırılan 28.000,00 TL'nin murisin banka hesabına yatırıldığı, ayrıca muris tarafından 1251 ada 25 parseldeki 4 numaralı bağımsız bölümün 22.06.2009 tarihinde oğlu olan davalı ...’a satış suretiyle devredildiği ve 150.000,00 TL satış bedelinin murise banka aracılığıyla ödendiği, murisin terekesinden satış bedellerinin çıktığı ve nemalarıyla birlikte hâlen murisin hesabında bulunduğu anlaşılmaktadır. Diğer yandan tapuda gösterilen satış bedelleri ile taşınmazların gerçek bedelleri arasında orantısızlığın olmadığı, dosya kapsamı ve tanık beyanlarına göre davalıların söz konusu taşınmazları alım gücüne sahip oldukları, davacı tanıklarının murisin oğlunun baskısı nedeniyle temlikleri yaptığına ilişkin beyanlarının ise devrin bedelsiz mal kaçırma amacıyla yapıldığı hususunu ispat bakımından yeteri olmadığı görülmektedir.

21. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalara ve dosya kapsamına göre ispat yükü üzerinde olan davacı tarafın temliklerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ispatlayamadığı anlaşıldığından 1241 ada 25 parsel 1 ve 4 numaralı bağımsız bölümler yönünden davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

22. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

23. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

24. O hâlde (2) numaralı uyuşmazlık yönünden direnme kararı bozulmalıdır.

c. (3) numaralı uyuşmazlık yönünden

1. İlgili Hukuk

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352 nci maddesinin birinci fıkrası, 353 üncü maddesi ve 362 nci maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.

2. İstinaf ile ilgili monografilerin karşılaştırmalı hukuka ilişkin bölümlerinde “geniş (tam) istinaf sistemi” ve “dar istinaf sistemi” ayrımına yer verilmektedir. Geniş istinaf sistemi davanın istinaf merciinde adeta yeniden görülmesi ve yeniden hükme bağlanması esasına dayanmaktadır. Dar istinaf sistemi ise ilk derece mahkemesinde hükme bağlanmış olan davanın yeniden görülmesinden ziyade o davada verilen hükmün denetlenmesi esasını benimsemektedir. Buna göre geniş istinafta ikinci derece mahkemesi önüne yeni vakıa ve deliller getirtilmesi konusunda bir sınırlama bulunmamakta, istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen hususlarla sınırlanmamakta, istinaf yoluna başvurmanın hükmün icrasını erteleyici etkisine getirtilen istisnalar sınırlı tutulmaktadır. Buna karşılık dar istinafta kanun yolu incelemesinin kural olarak istinaf dilekçesinde gösterilen sebeplerle sınırlı tutulduğu görülmekte, ikinci derece mahkemesinde yapılabilecek taraf işlemleri sınırlamalara tâbi kılınmakta, yeni vakıa ve deliller ileri sürülmesi istisnai hâllerle sınırlı tutulmakta, istinaf incelemesi sırasında hükmün teminat karşılığında icrasına imkân veren hükümler bulunmaktadır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu dar istinaf sistemini benimsemiştir. Gerçekten istinaf incelemesinin istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı tutulması, bölge adliye mahkemesinde yapılan istinaf incelemesinde kural olarak resen göz önünde tutulacak olanlar dışında ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen savunmaların dinlenmemesi ve yeni delillere dayanılamaması ve bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesi kararını kaldırıp dosyayı bu mahkemeye geri göndermek konusunda geniş bir yetkiye sahip olması dar istinaf sistemine ait özelliklerdir (Ali Cem Budak, İlamat Torbası İstinaf Mahkemesi Karar İncelemeleri, İstanbul, 2020, s. 25, 26).

3. İstinaf sistemi kavram olarak açıklandıktan sonra istinaf kanun yolu aşamasına da değinmek gerekmektedir. Öncelikle kararı veren ilk derece mahkemesi dilekçeler (istinaf dilekçesi ve cevap dilekçesi) verildikten veya bunun için belli süreler geçtikten sonra dosyayı dizi listesine bağlı olarak ilgili istinaf mahkemesine gönderir (6100 sayılı Kanun'un 347/3 ve 343/4 maddeleri). İstinaf mahkemesinin görevli hukuk dairesi, ilk önce yetkili olup olmadığını resen inceler. Yetkili olduğu kanısına varırsa dosya üzerindeki ön incelemesine devam eder. Ön inceleme sonunda incelemenin aynı istinaf mahkemesinin başka bir dairesince (veya başka bir istinaf mahkemesince) yapılması gerektiği, istinaf edilen kararın kesin olduğu, başvurunun istinaf süresi içinde yapılmadığı, başvuru şartlarının yerine getirilmediği, başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin hiç gösterilmediği tespit edilen dosyalar hakkında gerekli karar verilir (Baki, Kuru, Medeni Usul Hukuku, Cilt II, 2020, s. 1366-1368).

4. Konuya ilişkin olarak 6100 sayılı Kanun'un 352 nci maddesinin birinci fıkrası “(1) Bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince dosya üzerinde yapılacak ön inceleme sonunda aşağıdaki durumlardan birinin tespiti halinde öncelikle gerekli karar verilir:

a) İncelemenin başka bir dairece veya bölge adliye mahkemesince yapılmasının gerekli olması

b) Kararın kesin olması

c) Başvurunun süresi içinde yapılmaması

ç) Başvuru şartlarının yerine getirilmemesi

d) Başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin hiç gösterilmemesi…” şeklinde düzenlenmiştir.

5. Ön inceleme aşamasında verilecek kararlar, incelemenin başka bir daire tarafından yapılması gerektiğine ilişkin “gönderme kararları”, ilk derece mahkemesine ait kararın istinaf kanun yolu açık olmayan kesin bir karar olması nedeniyle ve ayrıca başvurunun süresi içinde yapılmaması nedeniyle verilen “dilekçenin reddi kararları” ve istinaf başvuru şartlarının yerine getirilmemesi nedeniyle verilen “başvurunun yapılmamış sayılmasına” ilişkin kararlardır. Bu aşamada verilecek olan kararların temel niteliği işin esası ve ilk derece mahkemesine ait kararla bir ilgisinin olmamasıdır. Nitekim bu aşamada yapılan incelemede dairenin görevli olup olmadığı, inceleme konusu olan ilk derece mahkemesine ait kararın kesin olup olmadığı ve başvurunun süresinde ve kanunda öngörüldüğü biçimde yapılıp yapılmadığı denetlenmektedir. Dolayısıyla ön incelemede verilen kararlar tamamen istinaf başvurusu ile ilgili olup, başvurunun kabul edilebilir olmadığını tespit eden usule ilişkin nihai kararlardır (Tolga Akkaya, Medeni Usul Hukukunda İstinaf, Ankara, 2009, s. 319).

6. Ön inceleme aşamasında eksiklik bulunmadığı anlaşılan dosyalar incelemeye alınır.

7. İstinaf bölümünde, aksine hüküm bulunmayan hâllerde ilk derece mahkemesinde uygulanan yargılama usulü istinaf mahkemesinde de uygulanır. İstinaf incelemesi duruşmasız veya duruşmalı yapılır. Duruşmasız istinaf incelemesi 6100 sayılı Kanun'un 353 üncü maddesinde düzenlenmiştir.

8. Hukuk Muhakameleri Kanunu'nun 353 üncü maddesinin ilk hâlinde “(1) Ön inceleme sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılırsa;

a) Aşağıdaki durumlarda bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir:

1) Davaya bakması yasak olan hâkimin karar vermiş olması.

2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hâkimin davaya bakmış olması.

3) Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması veyahut mahkemenin bölge adliye mahkemesinin yargı çevresi dışında kalması.

4) Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması.

5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına, merci tayinine karar verilmiş olması.

6) Mahkemece, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması.

b) Aşağıdaki durumlarda davanın esasıyla ilgili olarak;

1) İncelenen mahkeme kararının usul veya esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde başvurunun esastan reddine,

2) Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında,

3) Yargılamada bulunan eksiklikler duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların tamamlanmasından sonra yeniden esas hakkında, duruşma yapılmadan karar verilir…” hükmü yer almakta iken;

7035 ve 7251 sayılı Kanun’lar ile yapılan değişiklikler sonucu 353 üncü madde “…(1) Ön inceleme sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılırsa;

a) Aşağıdaki durumlarda bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir:

1) Davaya bakması yasak olan hakimin karar vermiş olması.

2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hakimin davaya bakmış olması.

3) Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması (Mülga ibare RGT: 05.08.2017 RG No: 30142 Mükerrer Kanun No: 7035/29)

4) Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması.

5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına, (Mülga ibare RGT: 05.08.2017 RG No: 30142 Mükerrer Kanun No: 7035/29) karar verilmiş olması.

(Değişik Alt Bent RGT: 28.07.2020 RG No: 31199 Kanun No: 7251/35)

6) Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması.

b) Aşağıdaki durumlarda davanın esasıyla ilgili olarak;

1) İncelenen mahkeme kararının usul veya esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde başvurunun esastan reddine,

2) Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında,

3) Yargılamada bulunan eksiklikler duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların tamamlanmasından sonra (Eklenmiş ibare RGT: 28.07.2020 RG No: 31199 Kanun No: 7251/35) başvurunun esastan reddine veya yeniden esas hakkında, duruşma yapılmadan karar verilir…” şeklinde düzenlenmiştir.

9. Yukarıda yapılan açıklamalar ve yasal düzenlemelerden sonra somut olay özelinde 6100 sayılı Kanun'un 353/1-a-6 bendi değerlendirildiğinde; anılan hüküm istinaf kanun yolunun ne şekilde uygulanacağı konusunda son derece belirleyicidir. Bir taraftan istinaf mahkemelerinin hukuki denetim yanında aynı zamanda maddi vakıa incelemesi de yaparak tahkikat sonucuna göre yeniden karar verme yetkisini haiz olan bir hüküm mahkemesi olduğu kabul edilirken, diğer taraftan da söz konusu hükümle bir nevi eksik inceleme gerekçesiyle dosyanın mahalline geri gönderilmesi kabul edilmektedir. HMK’da kabul edilen dar istinaf sisteminin amacına uygun olarak istinaf mahkemelerinin hukuki denetim görevini yerine getirirken gerektiğinde yeniden tahkikat ve inceleme yapmalarına imkân verecek bir uygulamanın benimsenmesi ancak ortada hukuki ve maddi vakıa denetimine konu olacak verilerin bulunmaması hâlinde ise tahkikatın yapılması için dosyanın kararı veren mahkemeye geri gönderilmesi gerekmektedir. Olaya ve maddi delillere en yakın olan mahkeme ilk derece mahkemesidir (Tülin Kurtoğlu, Özel Hukukta İstinaf Denetimi ve Yargılaması, Ankara, 2017, s. 152-153).

10. 6100 sayılı Kanun'un 353/1-a maddesinde altı bent hâlinde sayılmış olan usule ilişkin hukuka aykırılık durumlarında, ilk derece mahkemesine ait kararın esası incelenmeden kaldırılmasına ve dosyanın geri gönderilmesine, (b) bendinde “başvurunun esastan reddine” “düzelterek yeniden esas hakkında karar” ve “yeniden esas hakkında karar” şeklinde hüküm kurulacağı belirtilmiştir.

11. Bu kapsamda 6100 sayılı Kanun'un 353/1-a maddesinin 1-6 bentleri arasında sayılan usule ilişkin hukuka aykırılıklar tespit edildiğinde, ilk derece mahkemesine ait kararın esası incelenmeden kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine kesin olarak karar verilecektir. 6100 sayılı Kanun'un 353/1-a maddesinde belirtilen durumlarda istinaf mahkemesi kararı esas yönünden inceleyemez (Kurtoğlu, s.187-188). Bu nedenle madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere 6100 sayılı Kanun'un 353/1-a maddesinde altı bent hâlinde sayılan hâllerde istinaf mahkemesinin esası incelemeden verdiği ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması ve dosyanın ilgili ilk derece mahkemesine gönderilmesi kararları kesin olduğundan temyiz edilemez.

12. Ayrıca 7251 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun'un 362 nci maddesine eklenen (g) bendine göre “353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında verilen kararlar” hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağı açıkça hüküm altına alınmış olup madde gerekçesinde de; 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamına giren durumlarda bölge adliye mahkemesinin duruşma yapmadan kesin olarak karar vereceği, fıkraya eklenen yeni (g) bendiyle, 353 üncü madde hükmü ile uyum sağlanarak Kanun'un bütünlüğünün korunması amaçlandığı ifade edilerek 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında verilen kararların kesin nitelikte olduğu vurgulanmıştır.

13. Hâl böyle olunca bölge adliye mahkemelerinin 6100 sayılı Kanun'un 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamına giren kararlarının kesin nitelikte olduğu cihetle Bölge Adliye Mahkemesince davacılar vekilinin istinaf başvurusunun tenkis yönünden esasa ilişkin nedenler incelenmeksizin kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak dosyanın tenkis talebi yönünden yeniden görülüp karar verilmesi için mahkemesine gönderilmesine dair verilen direnme kararı yerindedir.

14. O hâlde (3) numaralı uyuşmazlık yönünden usul ve yasaya uygun direnme kararı onanmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

(1) numaralı uyuşmazlık yönünden asıl ve birleşen davalarda davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi uyarınca Özel Daire bozma kararında belirtilen gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA oy birliğiyle,

(2) numaralı uyuşmazlık yönünden asıl ve birleşen davalarda davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi uyarınca Özel Daire bozma kararında belirtilen gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA oy çokluğuyla,

(3) numaralı uyuşmazlık yönünden asıl ve birleşen davalarda davalılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan Bölge Adliye Mahkemesi kararının ONANMASINA oy birliğiyle,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,06.06.2024 tarihinde kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2022861-e-2024316-k-sayili-karari