Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/818 E., 2023/1118 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 22.11.2023 tarihli, 2022/818 E., 2023/1118 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2022/818 E., 2023/1118 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2021/240 E., 2021/310 K.
KARAR : Davanın kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 27.04.2021 tarihli ve 2020/1584
Esas, 2021/2614 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki muris muvazaasına dayalı olarak açılan tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda Bölge Adliye Mahkemesi kararı kaldırılarak İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile davalının Bakırköy 18. Noterliğinin 14.02.2014 tarihli ve 2564 yevmiye nolu mirasçılık belgesine göre muris ... ...’in mirasçıları olduğunu, muris ... ...’in 12.03.2010 tarihinde vefat ettikten sonra mirası paylaşılmayıp murisin sağ kalan eşi ... ... tarafından idare edildiğini, 22.11.2012 tarihinde murisin eşi ... ...’in de vefat etmesiyle birlikte her iki muristen ve muris ... ...’in abisi muris ... ... ...’den kalan 14 adet taşınmazın idaresinin davalı tarafından sürdürüldüğünü, 2016 yılında müvekkili ile davalının bir araya gelerek murisleri ... ve ... ... ile amcaları ... ... ...’den kalan taşınmazların rızaen paylaşımı hususunda 21.04.2016 tarihli taksim sözleşmesini imzaladıklarını ve sözleşmeye konu paylaşımları resmiyette 2017 yılı Ocak ayında tamamladıklarını, murislerin sağlığında 14 adet taşınmaz edindiklerini, 4 adet taşınmazın tarafların ortak malı olup, bu taşınmazların paylaşımında da tarafların anlaşmış olması nedeniyle listede toplam 18 adet taşınmaz göründüğünü, müvekkilinin taksim sözleşmesine konu edilen taşınmazlar arasında murisi ... ...’in 15.11.2005 tarihinde satın almış olduğu tapuda ... 2. Bölge ... Mah. ... mevkii, Pafta 30/5, 421 Ada, 207 Parselde kayıtlı 3 nolu bağımsız bölümün bulunmadığını tespit etmesi üzerine yapmış olduğu araştırmada 2011 yılında taşınmazın muris ... ...’in intifa hakkını üzerinde tutarak tapuda “satış işlemi” gibi göstermek suretiyle davalıya muvazaalı biçimde devrettiğini öğrendiğini, muris ... ... ile eşi ... ...’in sağlığında maddi durumlarının çok iyi olup taşınmazını davalıya satması için herhangi bir ihtiyacı bulunmadığını, murisin sağlığında eşit bir şekilde mallarını paylaştırmadığını ve vefat ettiğinde bankada bu taşınmazın satışıyla ilgili bir para da bulunmadığını, bu nedenle muris ... ... ile davalı arasındaki temlik işleminin gerçek bir satış olmayıp muvazaalı işlem olduğunu, sağlığında edinmiş olduğu 3 adet tam hisseli ve 2 adet müşterek hisseli olmak üzere toplam 5 taşınmazının yanı sıra eşi adına kayıtlı diğer taşınmazlardan elde ettikleri kira gelirleri ile iyi bir hayat sürdüğünü, miras kalan taşınmazların semti ve bulundukları konumları dikkate alındığında bugünkü rayiçle aylık 40.000,00-50.000,00 TL arasında kira geliri elde ettiğini, davalının muristen muvazaalı olarak temellük ettiği taşınmazı muris ... ...’in vefatından sonra üçüncü kişilere satarak elden çıkardığını, taşınmazın davalıya satışının yapıldığı tarihteki murisin maddi durumu ve aile geliri bir bütün olarak değerlendirildiğinde yapılan satış işleminin gerçek bir satış değil, muvazaalı bir işlem olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere dava konusu 3 nolu bağımsız bölümün dava tarihindeki değerinin tespiti ile şimdilik 100.000,00 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsil edilerek mirasçılık belgesindeki 1/2 payı oranında müvekkiline ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; tarafların murislerinden kalan malların taksimi konusunda rızaen anlaştıklarını ve 02.04.2016 tarihinde yazılı taksim sözleşmesi yaptıklarını, dava konusu taşınmazın müvekkili tarafından satın alındığını ve bedelinin ödendiğini, müvekkilinin bir iş nedeniyle İstanbul dışında bulunduğu için Darülaceze Cemiyeti tarafından ihaleye çıkartılan uygun fiyattaki taşınmazı satın alma fırsatını kaçırmamak için taşınmazın annesi üzerine 15.11.2005 tarihinde alındığını ve bir gün sonra 16.11.2005 tarihinde müvekkili İstanbul'a döndüğünde hemen muris tarafından tapuda müvekkiline devredildiğini, satış bedelinin müvekkili tarafından satıcıya ödendiğine ilişkin banka kayıtlarının bulunduğunu, bu hususun kredi ödemeleri ve tanık beyanları ile de ispatlanacağını, dava konusu taşınmaz için bankadan kredi çekildiğini ve kredi borcunun taksitlerinin müvekkili tarafından ödendiğini, sonrasında ise müvekkilinin kendi hesabından kredi borcunu tamamen kapattığını, davacının dava konusu taşınmazı müvekkili tarafından satın alındığını ve ödemelerinin yapıldığını bildiği için taksim sözleşmesine koymadığını, müvekkilinin ilk eşinin vefatı nedeniyle eşinin ailesi ile taşınmazlar konusunda sorunlar yaşadığını ve ikinci evliliğini yapacağı için intifa hakkının annesi üzerinde kalmasına ailece karar verildiğini, ayrıca taşınmazın müvekkili tarafından satın alındığı için müvekkili tarafından sözleşme yapılarak kiraya verildiğini, kira bedelinin ödememesi nedeniyle kiracı hakkında müvekkili tarafından icra takibi yapıldığını, muris ...’un 12.03.2010 tarihinde vefatının üzerinden uzun zaman geçtiği, davacının bu kadar uzun süre içinde herhangi bir hak ve istekte bulunmadığını, 2016 yılında rızai taksim sözleşmenin yapılmasından sonra bu asılsız iddianın ileri sürülmesinin davacının talebinin samimi olmadığını açıkça gösterdiği gibi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 2 nci maddesine aykırı olduğunu, murisin iki çocuğu ile arasının iyi olduğunu, müvekkilini tercih etmesini gerektirir bir sebep bulunmadığını, murisin davacı ile birlikte yaşadığını, bir an için kabul anlamına gelmemek kaydıyla davacının beyanlarının doğru olduğu varsayılsa dahi gerek muris ... ...’in, gerekse muris ... ...’in oldukça fazla taşınmazı olduğu dikkate alındığında murisin temlik ettiği iddia edilen taşınmazın tüm mamelekine oranı makul ölçüde olduğundan davacıdan mal kaçırma amacının bulunmadığının açık olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 12.03.2019 tarihli ve 2017/176 Esas, 2019/100 Karar sayılı kararıyla; tapu kaydına göre dava konusu bağımsız bölümün intifa hakkının ... ... adına kayıtlı iken çıplak mülkiyetini 16.11.2005 tarihinde 19.000,00 TL bedelle davalı ...’e sattığı, ...’e vekâleten ... ...'in bu dairenin çıplak mülkiyetini tamamını 57.000,00 TL bedelle 28.04.2011 tarihinde dava dışı ... ...’a, ... ...'ın da bağımsız bölümü 14.05.2015 tarihinde dava dışı ... ...’a 92.000,00 TL bedelle sattığı ve taşınmazın hâlen ... ... adına kayıtlı olduğu, davacı tanıklarının beyanında özetle muris ... ve eşinin durumunun iyi olduğunu, dava konusu taşınmazın muris tarafından davalıya devredildiğini, tapu devri sırasında yanlarında olduğunu bildirdikleri, keşif sonrası sunulan bilirkişi raporuna göre dava konusu taşınmazın dava tarihi olan 02.05.2017 tarihindeki değerinin 650.000,00 TL ve davalıya satış/devir yapılan 16.11.2005 tarihindeki değerinin ise 260.000,00 TL olarak tespit edildiğini, davalı taraf taraflar arasında miras taksim sözleşmesi yapıldığını ve buna ilişkin 21.04.2016 tarihli sözleşmeye atıf yaparak davaya karşı koymakta ise de bahse konu taksim sözleşmesinde dava konusu taşınmazın bulunmadığı, sözleşmeye dava konusu taşınmazın dahil edilmediği, davacının sözleşme yapıldıktan sonra tapuda yaptığı araştırma sonucu dava konusu taşınmazın davalıya muvazaalı devredildiği ve bu durumun davacıdan gizlenmiş olduğu kabul edilerek bu savunmaya itibar edilmediği, satış tarihindeki bedelin murise ödendiğine ilişkin makbuz, dekont sunulmadığı, dinlenen tanık anlatımlarından muris tarafından yapılan satışın ivaz karşılığı yapılmadığı, murisin sağlığında hak dengesini gözeten ve kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yaptığının da ispatlanamadığı, bu hâliyle taşınmazın satış işleminin muvazaalı olduğu, murisin asıl amacının taşınmazdaki payını davalıya bırakmak olduğu kanaatine varıldığı gerekçesiyle davanın kabulü ile dava konusu edilen 100.000,00 TL'nin dava tarihi olan 02.05.2017 tarihinden, kalan 225.000,00 TL'nin ise ıslah tarihi olan 12.08.2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 20.02.2020 tarihli ve 2019/899 Esas, 2020/216 Karar sayılı kararıyla; somut olayda muris ... ...’in davaya konu taşınmazı davalı oğluna temlikinde haklı ve makul bir neden bulunmadığı, davalı tarafın inançlı işlem savunmasını ispat edemediği, dolayısıyla temlikin bedelsiz olduğu, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamından murisin mal kaçırma iradesi bulunduğunun sabit olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla;
“…Bilindiği üzere, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda, temlikin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat külfeti HMK' nun 190. maddesi ile TMK'nın 6. maddesi gereğince davacı tarafa aittir.
Somut olayda, mirasbırakanın dava konusu taşınmaz dışında da taraflarca taksim sözleşmesi ile paylaşılan 5 adet taşınmazının bulunduğu, dinlenen davacı tanık beyanlarından muvazaanın varlığına ilişkin somut olguların ortaya konulmadığı, mirasbırakanın mirasçılarla beşeri ilişkilerinde de bir olumsuzluk iddiasının ileri sürülmediği gözetildiğinde temlikin mal kaçırma amacıyla yapıldığı iddiasının usulen ispatlanamadığı sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, davalının savunmasını ispat edemediği de benimsenmek suretiyle yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi isabetsizdir... " gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, Özel Dairenin bozma kararının gerekçesinde dava konusu taşınmaz dışında taraflarca taksim sözleşmesi ile taksim edilmiş 5 adet taşınmazın olduğu ve dinlenen tanık anlatımlarından da muvazaanın varlığının somut olgularla ortaya konulmadığı belirtilmiş ise de taraflar arasındaki taksim sözleşmesinin 21.04.2016 tarihli olduğu, muris ... tarafından taşınmazın çıplak mülkiyetinin davalıya devir tarihinin 16.11.2005 olduğu, dosya kapsamından da anlaşıldığı üzere murisle davalının birlikte oldukları, dolayısıyla murisin ölümünden sonra yapılmış taksim sözleşmesinde dava konusu taşınmazın bulunmayışında dahi davacıdan bu taşınmazın gizlendiği ve hiçbir şekilde taksime konu edilmediği, muris ...'un sağlığında hak dengesini gözetir bir taksim yapmadığı, taşınmazın 16.11.2005 tarihinde muris tarafından intifa hakkı üzerinde bırakılarak sadece çıplak mülkiyetinin davalıya devredilmesiyle dinlenen tanık anlatımlarından da anlaşıldığı üzere murisin ekonomik durumunun iyi olup bu taşınmazı satmaya ihtiyacı olmamasına karşın sadece çıplak mülkiyetini satmış olmasının muvazaanın varlığına delâlet ettiği, ayrıca Özel Dairece miras bırakanın mirasçılarla beşeri ilişkilerinde bir olumsuzluk iddiasının ileri sürülmemiş olması bozma nedeni yapılmış ise de her olayın kendine özgü koşullar içinde değerlendirilmesinin zorunluluk arz ettiği, murisin davacı mirasçı ile beşeri ilişkisinde olumsuzluk olmamasının muvazaa yapmaya engel teşkil etmeyeceği, bu tür bir yaklaşımın kabulü hâlinde her muvazaa olgusunda beşeri ilişkide olumsuzluk arama gibi soyut bir kriterin aranması sonucuna gidileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili; dava konusu taşınmazın muris tarafından değil müvekkili tarafından satın alındığını ve bedelinin tamamının ödendiğini, ihale usulü ve kredi ile alınmış olan gayrımenkulün tüm satış bedelinin müvekkili tarafından ödendiğinin banka cari hesap dökümleri ile sabit olduğunu, iş nedeniyle İstanbul dışında olan müvekkilinin gayrımenkulün ... Cemiyeti tarafından ihale usulü satılıyor olması, yani fırsat bir satış olması nedeniyle satışa annesinin girdiğini, bu nedenle 2005 yılında satın alınan gayrımenkulün muris ... adına kesinleşen ihale sonucunda tescil edildiğini, müvekkilinin İstanbul'a döndüğünde taşınmazın belediye rayiç bedeli üzerinden satış yolu ile müvekkiline devredildiğini, buna ilişkin banka cari hesap dökümlerinin dosyaya ibraz edildiğini ve bir bankacı bilirkişi marifetiyle incelenmesini talep ettiklerini, ancak İlk Derece Mahkemesinin bu talebi reddettiğini, İlk Derece Mahkemesinin ilk gerekçeli kararında ve direnme kararında celse zabıtlarında yer almadığı halde gerçeğe aykırı şekilde "tanıkların, satış sırasında orada bulunduklarını" yani tanıkların bilgisinin, görgüye dayalı olduğunu belirttiğini, murisin bu ihale bedelini ödeyecek geliri olmadığını, sadece emekli maaşı aldığını, bu durumun toplanan deliller ve tanık beyanları ile sabit olduğunu, muris ile davacı oğlu arasında hiçbir husumet olmadığını gibi davacı tarafın böyle bir iddiasının da bulunmadığını ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda muris ... ... tarafından davalı oğluna satış suretiyle yapılan temlikin diğer mirasçı davacı oğlundan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispatlanıp ispatlanamadığı, buradan varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası;
2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı
2. Değerlendirme
1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).
3. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
4. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
5. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
6. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve muris muvazaası olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
7. İlgili hukuk kısmında yer verilen 6098 sayılı Kanun'un genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.
8. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
9. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
10. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşınmaktadır.
11. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır. Bu nedenle miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
12. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Kanun'un 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 190 ıncı maddesinin birinci fıkrasındaki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır. Diğer bir anlatımla muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
13. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
14. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
15. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
16. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.
17. Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; muris ... ...'in 12.03.2010 tarihinde vefatı ile geriye oğulları ..., ... ve eşi ... ...'in kaldığı, ... ...'in 22.11.2012 tarihinde vefatı ile geriye oğulları ... ve ...'in kaldığı, davacı ve davalının anne ve babalarından kalan taşınmazlar ile bekar ve çocuksuz vefat eden amcalarından kalan taşınmazları 21.04.2016 tarihli taksim sözleşmesi ile paylaştıkları, 21.04.2016 tarihli taksim sözleşmesinde muris ... ...'in ikisi hisseli olmak üzere beş adet taşınmazının bulunduğu anlaşılmaktadır.
18. Dava konusu 3 nolu bağımsız bölüm ... ... adına kayıtlı iken 09.11.2005 tarihli ve 15894 yevmiye numaralı resmî senetle 55.000,00 TL bedel karşılığında satış suretiyle muris ... ...'e temlik edilmiştir. Muris ... ... ise 16.11.2005 tarihli ve 15930 yevmiye numaralı resmî senetle, taşınmazın tamamı üzerinde T.C. Ziraat Bankası A.Ş. lehine 15.11.2005 tarihli ve ... yevmiye ile birinci derece 250.000,00 TL ipotekli olarak ve intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini 19.000,00 TL bedelle satış suretiyle davalı ... ... ...'e temlik etmiştir. Davalı ... ... ... ise 28.04.2011 tarihli ve ... yevmiye numaralı resmî senetle ... ...'in 12.03.2010 tarihinde vefatı nedeniyle intifa hakkının tapu sicilinden terkininden sonra 57.000,00 TL bedelle satış suretiyle dava dışı ... ...'e temlik etmiştir.
19. Somut olayda davalı taraf ... Cemiyeti tarafından yapılan ihalede muris annesi tarafından satın alındığını belirtmiş ise de dosyada ihale evrakı olmadığı gibi tapuda taşınmazın ... Cemiyeti tarafından muris ... ...'e temlik edildiğine ilişkin bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak dosya kapsamında bulunan 14.11.2005 tarihli, 9.750,50 TL miktarlı ... Cemiyetinin dernek gelirleri alındı belgesinde "... ... ... ... Sitesi ... bağışı ... Çıkmazı No:45 ... Ap. 2. Kat 3 nolu dairenin satış bedeline mahsuben" açıklamalı belgeden taşınmazın ... ... tarafından ... Cemiyetine bağışlandığı, ancak ... Cemiyetinin taşınmazı tapuda kendi üzerine tescil ettirmeden satışını yaparak bedelini aldığı anlaşılmaktadır.
20. Davacı taraf, temlikin muvazaa ile illetli olduğunu kanıtlamalıdır. Somut olayda miras bırakanın davaya konu temliki mirasçılarından mal kaçırma amacıyla yaptığı dinlenen tanıklar tarafından ifade edilmediği gibi çocuklarından birini diğerine göre üstün tutarak mal bırakmamasını gerektirecek herhangi bir olumsuz ilişkisi, miras bırakan ile davacı oğlu arasında temlik tarihinde mal kaçırmayı gerektirecek bir husumeti ortaya konulmamıştır. Yukarıda yer verilen olgular, toplanan deliller, tanık ifadeleri ve özellikle miras bırakanın davaya konu taşınmaz dışında iki tanesi hisseli olmak üzere beş adet taşınmazın davacı ve davalıya miras yoluyla kaldığı ve taraflarca bu malların taksime tâbi tutulduğu hususları bir arada değerlendirildiğinde; davacı tarafın miras bırakanın mal kaçırma kastı ile hareket ettiğini kanıtladığını söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır.
21. Bu durumda tüm dosya kapsamına göre ispat yükü üzerinde olan davacı tarafın temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı yapıldığı iddiasını ispatlayamadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ve ispat yükü de ters çevrilmek suretiyle yazılı şekilde sonuca varılması doğru olmamıştır.
22. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
23. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,
22.11.2023 tarihinde oybirliğiyle kesin olarak karar verildi.